|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
4- Ortak Hedef ve Yön Hissi
İçtenlikle benimsenmiş büyük bir hedefe ulaşmak için hep birlikte canla, başla çalışmak hissinin paylaşıldığı ortamların da insanların içlerindeki yaratıcılığı ortaya çıkaran bir etki yaptığı söylenebilir.
(Fotoğrafta cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal Atatürk ve çalışma arkadaşları görülmektedir.)
4- Esneklik Faktörü
Dar tanımlı görevlerin ve ayrıntılı olarak tanımlanmış çalışma yöntemlerinin çalışanların zihinsel hareket alanlarının sınırlayıp daralttığı bir gerçektir. Nelerin ne şekilde ne kadar sürede yapılacağının kesin kurallara bağlı olduğu bir görevde çalışanlara yaratıcılıklarını kullanmalarını teşvik eden bir iş ortamı sunulduğu söylenemez.
5- Sonuç: Zihinsel Güçleri açan Şalter Meselesi
Yukarıda aktarılan alıntıların özünde hep aynı mesajın saklı olduğu görülmektedir: insanların yaratıcılık kapasitelerini açığa çıkaracak dış koşulların sağlanması halinde o kapasitenin kendisini göstermekte gecikmeyeceği mesajı... Bu mesajdan tıpkı elektrikli aletlerin açma/kapatma düğmeleri gibi, insanların da zihinsel kapasitelerini açan ya da kapatan iş ortamları bulunduğunu ve gerekli dış koşullar sağlandığı takdirde bu tür zihinsel şalterlerin açılarak yaratıcı düşüncenin harekete geçirilebileceğini anlamakla kalmıyor, her işletmenin bu şalterlerle ilgili farklı bir gerçeği keşfedip kendi çalışma yöntemlerine kazandırdığını da anlıyoruz.
Her insanın bir şalteri olduğunu, o şalter açıldığında da insanların tıpkı içinden elektrik enerjisi geçen bir ampul gibi; etrafına parlak fikirler, dahice öneriler, hiç akla gelmedik kestirme iş görme yöntemleri ve o güne kadar hiç düşünülmemiş kolaylıklarla adeta ışık saçtığını bizzat kendimden biliyorum.
Ben sadece bir şalterim olduğunu değil, aynı zamanda onun hangi koşullarda açıldığını da keşfettim.
O şalter açıldığında bir yarış atı pistlere fırlayıp dört nala koşarak defalarca birinci gelebilirim gibime geliyor... O şalter kapalı iken ise kendimi tüm seçenekleri tükenmiş, yalnızca torbasına konan yemi yiyip kendisinden istenen şekilde, hep o aynı fasit daire etrafında dönme işini uysallıkla benimsemiş, "dur" denince durup "yürü" denince yürüyen, ama "koş" denildiğinde koşabileceğine olan inancını çoktan yitirmiş bir dolap beygiri gibi hissediyorum.
Ne yazık ki o şalter tamamıyla benim denetimimde değil. En azından bugünkü koşullarda böyle ve ben bu durumu değiştiremiyorum. Fakat bu da sevinilecek bir şey. Zira bunu ben keşfedebildiysem herkes keşfedebilir... Bunu keşfedenler çoğaldıkça da o şalterleri açacak dış koşulların sağlanması yönünde güçlü bir talep ortaya çıkabilir. O dış koşullar sağlandığında ise hep birlikte yerlerimizden fırlayabilir ve ülkemiz adına, Türkiye adına büyük zaferler kazanabiliriz demektir.
İşte bu yüzden sizlere biraz yarış atlarından ve dolap beygirlerinden bahsetmek istiyoruz burada. Önceki bölümde kartalları ve hindileri kıyaslarken odak noktamız bu iki güzel yaratığın "ilgi alanlarının büyüklüğü" olmuştu. Burada ise odak noktamız aynı atı iki farklı ünvana kavuşturup onlara iki farklı iş gördüren "dış koşullar" olacaktır. ( Söz sırası gelmişken belirtelim ki baştan beri "biz" zamirini kullanıyoruz "yazar" sıfatıyla... İşte biz o dolap beygiri ile yarış atıyız bir bedende iç içe yaşayan!)
|
|
|