|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Devlet Dairesinde İlk İş Günüm
Bankanın Genel Müdürlük Binasındaki Personel Dairesine gidip teslim oldum. Beni Dış İlişkiler bölümüne verdiler. Sabah 9:30 civarı dairedeydim. Bir Şube Müdürü, bir Hesap Uzmanı ve iki sekreterin 4 masa, 3 çelik dolap, 2 etajer, 6 sandalye, 2 koltuk ve 1 orta sehpasıyla birlikte hınca hınç doldurduğu odaya bir de ben girecektim. Önce odadakilerle, sonra da Daire Başkanı ve Genel Müdür Yardımcısı ile tanıştım. Sonra da yan odalardan bir kaç kişiyle tanışıp odama, daha doğrusu odamıza döndüm.
Geçici olarak bir sandalyeye ilişip bir yandan ortama uyum sağlamaya, bir yandan da orada ne tür işlerin yapıldığını anlamaya çalışıyordum. Aylardan Ağustos, Ankara sıcaktan kavruluyor, klima falan daha adı duyulmuş şey değil o günlerde... Pencereler ardına kadar açıktı, fakat perde ya da panjur olmadığından masaya vuran güneş nedeniyle bırakınız pencere önünde oturmayı, o yöne bakmak dahi mümkün değildi. Üstelik odada en az 2 kişi sigara içtiğinden ve sürekli olarak birileri bir yerlere gidip geldiğinden ortalık sigara dumanı ile ter konusunun birbirine karıştığı tuhaf bir halde bulunuyordu. Arada bir kalkıp koridorun öbür ucuna kadar yürüyor ve odaya geri dönüyordum. Koridordaki su soğutucusuna ilgiyle baktığımı görmüş olmalı ki yan odadaki müfettiş Yardımcısı Adayı Serdar, elinde boş bir A4 kağıtla gelip karşıma oturdu ve bana devlet dairesinde öğrenip hayatımın ondan sonraki döneminde daima faydalanacağım, çok yaralı bir şey öğretti. Öyle ki onu ben hem uyguladım, hem başkalarına öğrettim, hem de bir yaşındaki oğlum dahil, acil durumdaki herkesin yardımına onunla koştum; halen de koşarım! Serdar'ın bana öğrettiği şey, 6 hamlede, makassız/bıçaksız, kağıttan bardak yapma sanatının en gelişmiş versiyonuydu. O gün epey çok miktarda bardak yapıp soğutucudan su içtim. Çünkü yapacak daha eğlenceli bir işim olmadı.
Ertesi sabah işe geldiğimde, çaylar kahveler içilirken, bu yer sorununu çözmek için atıldım ortaya:
- "Efendim, bizim dairenin başka odası yok mu buralarda?"
- "Ne gezer..." dedi Şube Müdürüm, "bizim Dairenin bir odası olaydı, Şube Müdürü olarak ben burada mı otururdum? Haydi benden vaz geçelim; Dairemizin daktilolarını neden bir alt kattaki koridorun en dibindeki odada çalıştırıyoruz dersiniz? Bir sayfa yazı için 40 kere aşağı inip çıkmak yerine onları buralarda bir yere oturtmayı şahsen çok isterdim!"
- "Peki ben nerede oturup çalışacağım?"
- "Bir formül bulunur elbet, neden acele ediyorsun ki?"
- "Ama efendim, daha ne kadar bu sandalyede idare edebilirim ki? Mutlaka bir şey yapılacaksa neden bekleyelim?"
- "Öneriniz var mı?"
- "Valla bilmem ki... Aklıma gelen tek çözüm su 3 dolaptan en az ikisini koridora çıkarmak, şu etejerleri de ortadan kaldırıp bu odaya bir masa daha koymak! Ne dersiniz?"
- "Bir düşünelim bakalım. Tabi önce Daire Başkanına bir sormak gerek."
- "İsterseniz ben hemen görüşeyim kendisiyle..."
- "Şimdi sabah sabah olur mu! Bekle, hiç değilse saat bir on buçuk olsun!"
- "Neden?"
- "Eee canım, bırak kadıncağız bir kendine gelsin, çayını kahvesini içsin, telefon görüşmelerini yapıp günlük iş ortamına girsin, sonra söylersin. Şimdi söylersen zihnindeki öncelikli konuların arasına dalmış ve hatta planlarını bozmuş olabilirsin..."
- "Aah... Tabii... Bunu düşünmüş olmalıydım! Haklısınız!"
On buçuk suları Daire Başkanı kendiliğinden bizim odaya gelince beni orada orta sehpa ile misafir koltuğu arasında iğreti bir konumda görünce hemen Şube Müdürüne yer sorununu nasıl çözüleceğini sordu... O da bu konunun 3 yıllık mazisini ayrıntılarıyla anlatıp daktilograf hanımların dahi alt katta oturmak zorunda kalışlarına da değindikten sonra akla gelen yegane çözümün çelik dolapları koridora çıkartarak odaya ilave bir masa koymak olduğunu, etajerlerden de kurtulunması halinde odanın ortasına 5 masanın kümelenebileceğini söyledi.
Daire Başkanı da odayı uzun uzun inceledikten sonra "olabileceğini sanmıyorum ama, siz yine de bir deneyin" diyerek esas görüşmek istediği konuya geçti. Görüşme bitince ben Şube Müdürüne "ne yapıyoruz?" dercesine baktım. O da göz kırpıp başını sallayarak harekete geçme talimatını verdi. Hemen yandaki odaya dalıp Serdar'a durumu anlattım ve yardım istedim. Onun tavsiyeleri doğrultusunda da bizim koridorun ucunda bir bankta yan yana oturan 3 odacıdan yardım istedim.
İsteksiz ve memnuniyetsiz bir biçimde bir birilerine baktılar önce. Sonra içlerinden biri:
- "O iş olmaz Beyim!" dedi.
- "Neden olmazmış, Daire Başkanının onayını aldık biz!" dedim.
- "Fakat biz odacılar daire Müdürlüğüne bağlıyız. Oranın haberi olmadan her hangibir işe gidemeyiz!"
- "Yapmayın ustalar!" dedim, "bir yere gidecek değilsiniz ki, şu anda oturduğunuz yerin iki oda ilerisinde 10 dakikalık bir iş yapacaksınız! Ne var bunda? Haydi gelin, birer de çay söyleyeyim size..."
- "Yok Beyim, gidemeyiz! Bi zahmet, sen git Daire Müdürlüğüne haber ver. Ondan sonra yaparız ne gerekiyorsa!"
- "Peki biriniz benimle gelip göstersin bana şu müdürlüğün yerini... Ben daha dün işe girdim, hiç bir yeri bilmiyorum burada!"
- "Olmaz beyim, bir arayan soran olur, oraya da gelemeyiz! Sabahları yaka kartınızı gösterip girdiğiniz ana kapı var ya, hemen onun sağından dümdüz gittin mi orada! Kime sorsan gösterirler!"
Adamların asıl dertlerinin iş yapmayı istememeleri olduğunu anlamıştım. İşten de, o işi ortaya çıkaran benden de nefret ettikleri her hallerinden belli oluyordu. Yine de başka çarem olmadığını görerek düştüm yola. 20 dakika sonra elimde görev yazısıyla karşılarına dikildim. Bu kez
- "Saat 12'ye geliyor Beyim!" dedi bir diğeri. "hele bir yemeğimizi yiyelim, yaparız!"
- "İyi de yemek paydosu 12:30'da değil mi? Saat daha 12'ye 20 var."
- "Evet ama biz 12'de gidip yemek kuyruğuna giriyoruz. Yoksa yemek kalmıyor."
- "Peki o zaman ben yemeğe çıkmayıp sizi bekleyeceğim. Kimse yokken şu işi halledelim."
Saat 2'ye doğru güç bela geldiler. Ağırdan ağırdan, isteksizce ve aralarındaki muhabbeti kesintiye uğratmadan dolapları koridora çıkarttılar ve odaya ilave bir masa taşıyıp işlerini bitirdiklerinde saat 3'ü geçmişti. Özel sektördeki işimde bu sorunu en geç 30 dakika içinde çözmüş olurdum. Genel Kurmayda ise aynı iş en çok 1 saat sürerdi. O gün kamu sektörünün uyuyan bir dev olduğunu ve yerinden kıpırdatılmak istendiğinde homurtular çıkararak rahatını bozan şey her ne ise onu yok etmeye yeltendiğini görür gibi olmuştum.
|
|
|