|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
B i r i n c i B ö l ü m :
Üçüncü Hareket Noktası: Sanat
i- Sanatın Güçlendiren Etkisi
Van Gogh Ustanın mesajını alıp da sanatına dokunmamak olur mu? Elbette buralara kadar gelmişken onun sanatı kullanış biçiminden de hissemizi almak adına etrafa dikkatlice bakıyor ve "özgün bir kavrayışın topluma aktarılışında sanatın kullanılmasının yücelten, katlayıp çoğaltan bir etki yaptığı" sonucuna varıyoruz... Başka hangi yolla Van Gogh kendisini bu denli geniş kitlelere tanıtmış olabilirdi ki?
Çağımızın en önemli iletişim bilimcilerinden Marshall Mc Luhan'ın "mesajın iletildiği ortam da kendi başına bir mesajdır" sözü burada kendisini doğruluyor. Kavga dövüş arasında da bağıra çağıra bir şeyler söylenebilir, ama o söyleyecek olduklarınızı sanatın ayıklayıcı, rafine edici süzgecinden geçirerek aktardığınızdaki etkiyi asla elde edemezsiniz... Dolayısıyla sanatı bir iletişim aracı olarak kullanmaya karar veriyoruz.
Ancak sanatı bir hareket noktası olarak seçmemin asıl nedeni zevkle, ilgiyle okunacak bir çalışma yapmak istememdir. Ülkemizde okuma alışkanlığı olmadığı bir gerçektir. Bunda ekonomik nedenler elbette önemli bir yer tutuyor. Fakat bence pratik nedenleri de göz ardı etmemeli.... Altı üstü 29 tane harfin matriks gibi değişik sıralamalarla peş peşe dizilerek kelimeler ve satırlar şeklinde sayfalara yerleştirildiği düz yazının tek düze ve sıkıcı olduğunu düşünüyorum. Bu tek düzelik içinde anlatılmak istenileni bulup çıkarmak için belirgin bir düşünsel faaliyet gerektiğinden insanlar görsel unsurları olan televizyon, gazete, dergi gibi kaynakları daha çok tercih ediyorlar belki de...
Oğlumun geçen akşam sevinçle yanıma gelip "Baba bak! Bir buçuk metrelik sakız aldık!" diyerek bana gösterdiği yuvarlak bir kutu içinde rulo şeklinde sarılı duran şerit sakızdan esinlenerek ben de şöyle 350-400 metrelik şerit şeklinde, tek satırlık bir kitap yazarak bu tek düzeliği kırabileceğimi hayal ettim.... Düşünsenize elinizde marangozların kullandığı şerit metre gibi, çektikçe içinden kağıt bir şeridin geldiği yuvarlak bir kutu var... Üzerinde yazarın adı, yayınevi falan yazılı... Sol elinizle çekip okuyacağınız kadar bir şerit koparıyorsunuz... Bitince canınız istiyor, 80-100 santimlik bir bölüm daha okuyorsunuz... O bitince bir daha... Bir daha... Ve sırf o kutunun içinden bir miktar şerit çekip okumanın eğlencesi hatırına benim kitap üç beş günde okunuveriyor. Hem de tüketilerek okunduğundan tekrar okumak isteyenler bir tane daha almak zorunda kalıyor. Bu sayede kitap satış rekorları kırıyor...
Eh, teknik olarak bunu yapamayacağımıza göre ben de yalın metinlerden uzaklaşmanın başka yollarını keşfetmek için sanatın mümbit topraklarına yönelerek çalışmamı olabildiğince görsel anlatımlarla süslemeyi tercih ettim.
|
Aslında böyle yapmaya da mecburdum; zira zihnimdeki zenginlik düz yazının sinir bozucu tekdüzeliğine ayak uyduramayacak kadar çoksesli...
O yüzden yazının yetersiz kaldığı yerde resim, fotoğraf, çizim ve karikatürlerin yanı sıra renklerden, şiir ve şarkı sözlerinden yararlanarak zihnimdeki tabloyu olabildiğince ayrıntılı ve tam olarak aktarmanın yolunu bulabileceğimi sanıyorum...
|
Zira bazen bir resim ya da bir karikatür sayfalar dolusu yazıdan daha etkin bir anlatım yüklü olabiliyor. Tıpkı "Le Monde Diplomatique" adlı gazetede edebiyatın çöllere hayat verişini resmeden sanatçımız Selçuk Beyin bu eserinde olduğu gibi...
ii- Sanatın Güç Kaynağı: Duyarlılığın Yakaladığı Detay
Sanatın özünde engin bir duyarlılık yatmaktadır. Sıradan insanların hiç fark etmedikleri, fark ettiklerinde ise etkilenmedikleri şeyleri bir sanatçı duyarlılık düzeyinin yüksekliği sayesinde (sanatçı ruhuyla) yakalar ve ona coşku veren bu yeni keşfinin etkisi altında detaylara odaklanarak eserlerini ortaya çıkarır.
Zihindeki renkli sayfaların başkalarına aktarmanın en etkili yollarından biri olan sanat, çıktığımız bu keşif yolculuğunda sadece bir araç olarak değil, aynı zamanda bir yaklaşım biçimi ve metodoloji olarak en önemli yardımcımız olacaktır. Yolculuk boyunca tıpkı sanatçıların yaptıkları gibi, duyarlılıkla seçilen bazı detayları özgün bir kavrayışla ön plana çıkartmaya çalışacağız.
iii- Birinci Bölümün Genel Değerlendirmesi
Bu bölümde temel hareket noktalarımızı sıralayarak bir anlamda önümüzdeki engeli aşmak için ne kadar gerildiğimiz yönünde bir his yaratmaya çalıştık... Sanatı ve yüreğimizi yanımıza alarak çıktığımız bu keşif yolculuğunda öncelikle bizi yeni topraklara adım atmaktan alıkoyan bağlarımızdan, korkularımızdan ve düşünsel kalıplarımızdan sıyrılabilmek için epeyce gerilip güçlü bir atlayışla zihnimizi özgürleştirmemiz gerekiyor.
Çünkü asla değişmeyeceğini sandığımız şeylerin değişebileceğine inanabilmek için bizi derinden sarsacak, ancak bize zarar vermeyecek gerçek bir enerjiye ihtiyacımız var. Hani çocukluğumuzda kendi sınırlarımızı aşmak ve özgüvenimizi kazanmak için o güne kadar hiç atlamadığımız kadar yüksekçe bir yerden toprağa atlayarak gerçekleştirdiğimiz o ilk deneyim gibi, bizi bu güne kadarki idrakimizin ötesindeki kavrayışlara götürecek bir sıçrayış için gerilmiş olduk bu bölümde...
|
Bir zamanlar Prag'da bir Sovyet tankını pembeye boyayarak ün yapan Çek Sanatçının Londra'da bulunan "Milenyumun Enteli" adlı şu heykeli adeta bu durumumuzu yansıtıyor: Bize dayatılan tutuculuğa ve tepkisizliğe inat, herşeye tanık olmanın ve değişimi savunmanın emsalsiz tehlikesi içindeyiz... Yine de bir elini umursamaz bir rahatlıkla cebine koymuş ve derin düşünceler içinde izliyoruz olup biteni... Böyle olduğumuzu ileride sizler de göreceksiniz...
|
O heykel belki Londra'ya
yukarıdan bakarken
Milenyum Çadırını
kuşbakışı görüyordu...
Biz ise bize özgü şeylerde
kendimiz göreceğiz...
| |
İşte gösterimiz başlıyor..!
İyi eğlenceler hepinize...
Gösteri bitip dışarı çıktığınızda yeni milenyumun hepimiz için başladığını göreceksiniz...
Bugüne kadar asla değişmeyeceğini sanarak yılgınlığa sürüklendiğiniz şeylerin bile değişmeye yüz tuttuğu fark edeceksiniz...
Bir şeylerin değiştiğin görmek bir yana ama, içinizde filizlenen "değişimin olacağına dair içten inanç" bile sizi derinden sevindirecek...!
| |
|
|
|