HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

Petrol mü demiştiniz? Buyrun Arap Dünyasına!

Bir yandan ekstradan, yani benden bu konuda her hangibir şey istenmeden yaptığım bu çalışmalara pek değer verilmeyişine bizzat tanık olmam, diğer yandan da iş arkadaşlarımın tayin ve atamalarda işe değil torpile, yani yukarlarda birilerinin sağlayacağı himayeye bağlı olduğu konusunda somut örneklere dayanan sözlerini artık tamamen inandırıcı bulmaya başlamam nedeniyle Enerji Projelerine dayanan yeni bankacılık önerilerimin beni Paris'e götüreceği ümidini yavaş yavaş kaybettim.

Adaylık süremi tamamladığımda bana yeni bir görev ve sorumluluklar verilene kadar beklemeye, enerji konularını ise uygun bir ortam olduğunda beni gerçekten dinleyeceklerine inandığım kimselere açmaya karar vermiştim. Her ne kadar torpil ve kayırma gibi şeyler yadsınamayak gerçekler idiyse de gerçek mesleki başarının uzun vadede mutlaka üstünlük sağlayacağına ve tüm diğer argümanları gölgede bırakacağına inanıyordum. Bana nerede ne tür görev verilirse verilsin, bir gün mutlaka kendimi kanıtlamak fırsatını yakalayacağımdan emindim.

Bir kaç ay içinde beklediğim fırsat kendiliğinden çıkıverdi karşıma… Bir sabah Personel Dairesine gitmem söylendi. Bu yıl benim talep ettiğim Paris'deki temsilciliğe her hangibir atama yapılmayacaktı. O yüzden beni Arap ülkelerine bir tür keşif turuna göndermeyi, sonra da Paris için birşeyleri zorlamayı planlıyorlardı. Türk Müteahhitlik firmalarının faaliyetleri, iş programları, bu ülkede ne kadar daha iş yapma olanakları bulunduğu ve gerçekleştirdikleri transferler hakında bilgi toplayacak, sonra da gerekçelendirilmiş bir dışa açılım projesi hazırlayacaktık... Çok fazla soru sormayı bile sakıncalı bularak görevi hemen kabul ettim.

Bir hafta sonra bir Başmüfettiş, bir Arapça çevirmen, ben ve bir irtibat görevlisinden oluşan 4 kişilik bir grupla yola çıktık. İlk durak Irak oldu. Önce Başkent Bağdat'da bir kaç banka ile Irak Maliye Bakanlığından yetkilierle görüşmeler yapıldı, ardında da özel bir rehberlik ve koruma ekibinin himayesinde Musul ve civarına kadar uzanan bir saha turuna çıktık. Doğrusu çöl iklimine Suudi Arabistan'dan aşinalığım olduğumdan ekibin diğer elemanları kadar güçlük çekmiyordum. Ancak asıl sorun İran-Irak savaşının belirsizliği içinde aniden semada belirecek İran jetlerinin tepemize bomba yağdırabilecek olmasıydı. Neyseki seyahatimiz boyunca böyle bir olay olmadı.

10 kadar Türk firmasının şantiyelerini ziyaret ettik. Hem Şantiye Yöneticilerinden, hem de Türk işçilerinden yakın ilgi gördük. Bizleri sevinçle karşıladılar, açık kalplilikle tüm sorularımızı yanıtlamakla kalmayıp kendi görebildikleri riskleri ve açmazları da dile getirdiler. 3 hafta kadar süren turu tamamlayıp Bağdat'a döndük. Oradan da uçakla Suudi Arabistan'a, Cidde'ye geçtik.

Heyeti kendi evimde ağırlar gibiydim Cidde'de. Tüm şehri, süpermarketleri ve lokantalarına kadar gayet iyi bildiğimden ilk iki günü Irak'daki gergin ve zor günleri unutturacak konforlu ve zevkli konaklamanın tüm koşullarını yerine getirerek geçirdik. Sonra yerel rehberler eşliğinde yolara düşüp Mekke, Taif, Medine, Riyad ve tekrar Cidde olmak üzere geniş bir daire üzerinde neredeyse kapı kapı dolaşıp Türk firmalarının şantiyelerini ziyaret ettik. Riyad'da Suudi Arabistan Kralının oğullarının hissedar oldukları Ulusal Ticaret Bankası yetkilieriyle de görüşmeler yaptık.

Mesleki açıdan çok yararlanacağımız bilgilere ulaşmak başlı başına bir sevinç ve tatmin kaynağıydı benim için. Ancak bunu kat kat gölgede bırakacak başka sevinçler ve duygusal anlar süslüyordu seyahatimizi. Kutsal toprakları görmek, kutsal mekanları ziyaret etmek, Türkiye'den uzaklığı yetmezmiş gibi, kent merkezlerinden de uzaktaki o şantiyelerde ekmek parası için çalışırken memleket hasreti çeken pırıl pırıl kalp ışıltılı insanlarla kucaklaşıp sofralarına konuk olmak doğrusu hem sevindiriyordu bizleri, hem de garip bir burukluk yaşamamıza neden oluyordu... Ancak en büyük burukluğu Medine'nin biraz dışında, terkedilmiş vaziyette adeta kumlara gömülmekte olan Osmanlı Eserlerini görüp onları arkamızda boynu bükük bırakırken yaşadık... Eski bir Osmanlı Kalesi ile İstanbul'dan Bağdat'a giden ve sonrada da Hicaz'a kadar uzatılan demiryolunun artık kullanılmayan bir istasyon binasının kalıntılarıydı görebildiklerimiz. Yanımızdaki Suudlu rehberler, aynı zamanda bizim denetçilerimiz olduğundan resim çekemiyorduk. Ancak eski bir dostu, çocukluğumuzun tonton bakkal amcası ya da mahalle camiinde çocuklara şeker dağıtan sakllı dedesini görmüşcesine duygulanmıştık hepimiz. Onları silip parlatmak, onarıp yenilemek geçiyordu içimizden... Daha doğrusu onları o sessiz yok oluştan kurtarmak istedik... Bir yolu olsa hemen kucaklayıp Ankara ya da İstanbul'da getiriverecektik onları... Saygı görecekleri, sevgi dolu gözlerle izlenecekleri birer ebedi istirahatgaha kavuşmalarını sağlamanın bir yolu olsaydı keşke...

Ankara'ya döndüğümüzde diğer bankacılık konularının yanında bu tarihi eserlerin korunmasına yönelik bir tanıtım ve reklam önerisini de ekledik raporumuza... Çünkü çok etkilenmiştik ve bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorduk. Bankamız bu konuda somut adımlar atan ilk kuruluş olarak önemli bir avantaj yakalayabilirdi. O eserlerin bankamız tarafından koruma altına altına alınması yüzlerce yıl boyunca meyve verebilecek bir tanıtım yatırımı olacak ve o toprakları ziyaret eden Türk vatandaşı bu hizmetten yararlanarak Türkiye'ye dönecekti. (Günümüzde dış tanıtım devlet eliyle yürütülüyor; başta Dışişleri, Turizm ve kültür Bakanlıkları olmak üzere pek çok kamu kuruluşu bu amaçla bütçelerinden harcamalar yapıyorlarsa da seklenli yılların sonunda henüz dış tanıtım diye bir kavram oluşmamış idi.)

Üstelik bunun Türk tarihine ve kültürüne sahip çıkılması ilgili boyutu da oldukça önemliydi. Oralarda çalışan Türk işçilerinin anlattıklarına bakılırsa çölün bazı yerlerinde paslı raylar kumların arasından hala güneşi görmekteydi. İşçilerden bazıları ise Suudluların bu topraklardaki Türk izlerini silmek için bu tarihi eserleri bilinçli olarak kendi haline terk ettiklerini iddia ediyorlardı. Bunlar tamamen yok olmadan koruma altına alınmalydılar. (Benzer şekilde Mekke sırtlarına kurulu olup kendi haline terk edilmiş bulunan Osmanlı Kalesinin 2002 yılında yol yapılacağı gerekçesiyle Suudlular tarafından yıkımına başlanması, işçilerimizin iddialarını yılar sonra haklı çıkartan bir adım oluşturacaktı.)

Ankara'da haftalarca uğraşıp raporlarımızı sunduk, sayısız toplantıda görüş ve düşüncelerimizi izah ettik. Sonunda büyük bir iş başarmış olarak hem parasal, hem de onursal anlamda ödüllendirildik. Müthiş bir başarıyla bankanın tarihinde korkusuz bir dışa açılma sayfası açmıştık. Ancak somut bir bankacılık girişimi için bir süre daha beklenmesi düşünülüyordu. Bunun temel nedenlerinden birincisi, hem Irak'ta, hem de Suudi Arabistan'daki Türk Müteahhitlik firmalarının büyük bir kısmının işlerini tamamlayıp bir kaç yıl içerisinde Türkiye'ye dönme konumunda olmalarıydı. Yani potansiyel müşteri grubumuz oralardan dönme hazırlığı içindeyken değil, oralara ilk giderken gidilmeliydi. İkinci olumsuz etken ise bu ülkelerin kendilerine özgü siyasal rejimlerinden kaynaklanan belirsizliklerdi. Kurallar bir günde değişebilir, o güne kadar yapılabilen her şey bir gün sonra yasaklanabilirdi.

Tabiatıyla bizi üzen şey Osmanlı Eserlerinin korunmasına yönelik önerimizin gereken ölçüde ilgi görmemesi oldu.

Geri - 53 - İleri





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur