HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

Otoriteyle İlişkilerde Kilit Nokta: Asimetri

Otorite aldığı kararlar ve buyurduğu emirlerle ilgili olarak çoğunlukla bir izahta bulunma ya da ikna edici bilgiler verme yoluna gitmeden iradesini açığa vurmaktaydı. Nadiren bir izahta bulunduğunda ise bunu kendince yeterli bulduğu ölçülerde yapıyor, bununla tatmin olmayan veya daha mantıklı açıklamalar bekleyenler çıktığında ise ilave bir dert anlatma çabası göstermek yerine elindeki "asimetri" kılıcını savurup "çünkü ben otoriteyim ve ben bunun böyle olmasını istiyorum" şeklindeki tartışmaya kapalı son beyanatıyla bu konuyu neticelendirmeyi tercih ediyordu.

Anarşistler ve bazı diğer eleştirmenler bu iddiayı otoritenin genel paradigması olarak yorumluyor ve bu yüzden otoritenin hem usa vurmaz, hem de usa vurulamaz (both unreasoning and unreasonable) bir davranış gösterdiğini savunuyorlardı.

Bu yaklaşıma karşı çıkanlar ise otoritenin, kötüye kullanıldığı durumlar dışında, daima "akla dayanan değerlendirme kapasitesi" ile özdeşleştiğini ve gücünü de bu özelliğinden aldığını ileri sürmekteydirler. Onlara göre otorite, ikna yeteneğine ve potansiyeline sahipti; ancak, kestirme bir yol olarak buyurganlığı tercih etmekteydi. Şartlar gerektirdiğinde otorite, ikna mekanizmasını başarıyla kullanabilmekteydi.

İşin aslı, otoritenin yaptıkları, nadiren akla dayalı değerlendirme kapasitesini yansıtıyordu. Kendisine itaatkar ve saygılı davranan bir kitle olduğu sürece de asla ikna yöntemlerini kullanmaya gerek duymazdı. Zira bu kitlenin onun söylediği her şeyi geçerli kabul etmeye hazır, hatta mecbur olduğunu düşünür; bu yüzden iknaya gereksinim duymazdı. Dinleyiciler ise, otorite ile olan ilişkilerinin doğası gereği, konuşma sonunda ikna olmuş gibi davranıyorlardı; gerçekten ikna olmuş olmasalar bile böyle davranarak ilave sorunlarla karşılaşmaktan, daha doğrusu bir şekilde otorite ile ters düşüp zarar görmekten kurtulabileceklerini hesap ediyorlardı...

Herşeye rağmen dinleyicilerden bazıları söylenenleri kabullenmek için ilave izahat talep ederlerse ilk olasılık otoritenin tartışmaya girmek yerine kendisini otoriter bir şekilde kabul ettirmeye yönelmesi şeklinde ortaya çıkabilirdi. İkinci olasılık ise otoritenin izahat yaparak muhataplarını ikna etmeye yönelmesiydi ki, bu durumda otorite o an için otorite olmayı bir kenara bırakarak iknacılık rolünü benimsemiş oluyordu.






Diğer seçenek...









Otoritenin tavır değiştirme yöntemi otoriterlikten iknaya yönelme ile sınırlı değildi; aynı ölçüde geçerli ve yaygın olan bir diğer yöntem "güç kullanarak tartışmaya son vermek" olarak kaydedilmişti otoritenin davranışsal özgeçmişine... Şunlar yazılıydı otoritenin güce başvurma olaylarının nakledildiği bilimsel araştırmalarda:

"Aslında genel olarak otorite, kendisine yönelik bir meydan okuma ya da tehdit olarak gördüğü (veya görmek istediği) herhangi bir durum karşısında tartışarak ikna etmek yerine, güç kullanıp üstünlüğünü göstermek eğilimindedir. Bunun tipik örnekleri, otoritenin devrede olduğu hemen her yerde, örneğin yönetenle yönetilenler, kamu görevlisiyle vatandaş, öğretmenle öğrenci, ebeveyn ile çocuklar arasındaki asimetrik ilişkilerde kolaylıkla görülebilir.



Ancak güç kullanan ya da güç kullanma tehdidinde bulunan otorite, bunu aşırı bir hassasiyet gözetip gerektiğinde inkar edilebilecek denli üstü kapalı bir şekilde yapmadığı sürece yalın, çıplak gücün ayıbını kapatan ve meşruiyeti simgeleyen bir incir yaprağı olarak algılanma riskini de üstlenmiş olur.


Bu şekilde otorite, güven ve saygı yerine korku ve acı yoluyla iş görmeye başladığında (ya da öyle algılanmaya sebep olduğunda) artık otorite olmaktan çıkıp zorbalığa yönelmiş demektir.

Buradan anlaşılan odur ki otorite, iknaya ve zorbalığa aynı ölçüde başvurabilme potansiyeline sahiptir; ancak güç kullanma potansiyeli sadece üzerinde otorite kurulmak istenen kitlenin güveninin kaybedilmekte olduğunun otorite konumundakiler tarafından hissedildiği durumlarda kullanılmaktadır.

Bu bakımdan ikna ve zorlama, otoritenin yapı taşlarındandır; ancak kullanılmaya başladıkları andan itibaren, en azından geçici bir süre için, otoriteden ziyade otorite zafiyetinin birer göstergesi haline gelirler."

Kısacası zor sanattı otorite olmak... İknaya yönelse "şuna bak, lafını dinletmekten aciz, kalkmış iki paralık adamlara dert anlatıyor" diye ayıplanıp küçük görülecek, güç kullansa bu kez de "eh, haksız olduğunu biliyor da ondan kaba kuvvetle işi bitirmeye kalkıyor" diye eleştirilecekti.

Peki ya otoritenin karşısında hakkını korumaya çalışan ve onun eylemlerinden zarar gördüğünü belirterek attığı adımı mümkünde birazıcık olsun geri almasını isteme cesaretini gösteren birisi olmak kolaymıydı? Geçmiş tecrübelerime ve otoritenin yukarıda değinilen bilimsel araştırmalarla tahlil edilen karakterine bakılırsa bu neredeyse imkansız bir şeydi. Evet benim karşı karşıya olduğum şey en nihayet bir bankanın personel politikasına yön veren ve sayıları 8-10 kişiyi geçmeyen bir yönetim kadrosuydu; fakat bir otoriteydi yine de! En önemlisi de bilimsel raporlara yansıyan bütün otoriter özelliklere sahip olduğunu gösteren güçlü kanıtlar vardı ortada...

Ne yapmalıydım? Kazanamayacağım bir savaşa kalkışıp bütünüyle yenik düşerek her şeyimi kaybetmem dahi sözkonusu olabilirdi. Bankanın istenmeyen bir memuru olarak meslek hayatımın bundan sonraki kısmını sürgün gibi tayinlerde ya da arşiv müdürlüğü gibi kızak görevlerde geçirebilirdim. Ama uzun uzun düşünüp bunun da bir yanılsama olabileceği olasılığını araştırmaya karar verdim. Otoritenin itiraz ve eleştirilerle baş edebilmek için kendisine delinmesi imkansız bir zırha sahip olduğu görüntüsü vererek hepimizi uysallığa sevk etmek üzere bilerek ve isteyerek böyle katı ve güçlü gözükmeye çalıştığını düşünüyordum. Netice itibariyle karşımdakiler de birer insandı. Şüphesiz benden çok daha deneyimli yerine göre de çok daha akıllıydılar ve kendi aralarında güçlü bir takım dayanışması vardı; başıma ördükleri çorapların kalitesi bunu belli ediyordu. Ancak iki noktada ben kendimi onlardan üstün buluyordum: birincisi ben haklıydım, onlar ise bir haksızlığı güç kullanarak kabul ettirmeye çalışmaktaydılar. İkincisi ise ben kendi davamın savaşını veriyordum, sözkonusu olan benim hayatımdı. Onlar ise başkasına ait birşeylere sırf işleri gereği ilgi gösterip ellerinden geldiğince mesafe almaya çalışıyorlardı.

Bu çok küçük bir nispi üstünlük olsa da, beni harekete geçirmeye yetiyordu. Çünkü alternatif olarak önüme sürülen davranış, itiraz etmeden bana kesilen cezayı kabul edip bu parayı kuzu kuzu ödemekti ki bu benim karakterime tamamen aykırı bir tutumdu. Ölmek üzereydim belki, kellem koparılmaktaydı, ya yaralı durumda paçayı kurtarıp yaşamak yolunu seçecektim, ya da Ulubatlı Hasan gibi yere düşen kellemi koltuğuma alıp cepheye koşmaya devam edecektim. İkinci seçenek bana daha bir canlılık ve hayat veriyordu, birinci seçeneği seçtiğim anda kesinlikle ölmüş bir adam gibi hissedecektim kendimi...

Geri - 60 - İleri





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur