|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Kalıpların Bizleri Götüreceği Yer
Kalıpların bizleri götürebileceği en iyi yer, "mevcut sistemin uyumlu bir parçası olarak onunla bütünleşerek varlığını sürdürmek" şeklinde özetlenebilecek vasat düzeyde bir başarıdan öteye geçemez.
Oysa kalıplardan sıyrılma cesaretini gösterebilenler, genellikle o güne kadar kimsenin gidemediği noktalara erişip büyük başarıların sahipleri olurlar.
İşte bir örnek:
Adolph ve Rudolp Kardeşler
İkinci Dünya Savası'nın hemen öncesinde Almanya'da bir kasaba olan Herzogenerauch'ta iki kardeş ayakkabı yapıp satmak üzere bir atölye açarlar; Adolph ve Rudolph Dassler.
Savaş sonrasında Adolph,
Rudolph'a artık birlikte çalışmak
istemediğini, kendine ayrı
imalathane açacağını söyler.
Rudolph şaşkındır. Ufacık kasabada iki kardeş ayrı imalathanelerde rekabet edeceklerdir.
Kardeşine bunun mantıklı olmayacağını, bu ufak kasabada zaten insanların sayılı ayakkabı satın aldıklarını, ikisinin birden iflas edeceğini söylese de Adolph bu uyarıyı dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabı imalathanesi açar.
Kardeşine bunun mantıklı olmayacağını, bu ufak kasabada zaten insanların sayılı ayakkabı satın aldıklarını, ikisinin birden iflas edeceğini söylese de Adolph bu uyarıyı dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabı imalathanesi açar.
Bugün her iki firmanın da genel merkezi bu ufak kasabada, Herzogenerauch'tadır.
Adolph Dassler'in ayakkabı şirketinin adı ADIDAS, Rudolph'un ki ise PUMA'dır.
En başta kardeşler arası dayanışma olmak üzere, ortaklığa saygı, döneklik etmeme, Dimyat'taki pirinç için evdeki bulguru riske atmama, garantisi olmayan işlere kalkışmama gibi sayısız kalıpları hem de II. dünya Savaşı sonrasının taş üzerinde taş kalmamış Almanya'sındaki siyasal ve ekonomik çöküntü ortamında geride bırakabilmeyi göze alanların gelebildikleri nokta ise böylesine mevcut sınırların ötelerine uzanabilmektedir.
Zihnimize hükmeden ve neleri yapamayacağımız konusunda bizleri Berlin Duvarı gibi, aşamayacağımıza kesin olarak inandığımız
duvarlarla çevreleyen kalıplar ise bizi eteklerimizden toprağa çivilenmişçesine sınırlamakta ve gözümüzde büyüttüğümüz korkularla bizi teslim alıp kendimizi aşma girişimlerinden vaz geçmeye ikna
etmektedir.
|
|
|