|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Alabalıklar Üzerine Gerçek Bir Gözlem
Alabalıkların "Öğrenilmiş Acizlik Hissi" ile avcılık yeteneklerini terk edip açlıktan ölmelerini değilse de, aynı hislerle yüzücülük yeteneklerini terk edişlerine tanık olduğumu söyleyebilirim...
Ankara'nın büyük hipermarketlerinden birinin balık reyonundaki büyük akvaryum ilgimi çekmişti. Özel çiftliklerde yetiştirilen alabalıklar 2-2.5 metre uzunluğunda, 1-1.5 metre genişliğinde ve 1 metre yüksekliğindeki bu akvaryumda teşhir ediliyor ve alabalık tezgahları boşaldıkça buradan fileli kepçelerle alınıp tezgahlara gönderiliyorlardı...
Bir gün bu akvaryumlara yeni balık konulduğu saatlere denk gelmiş, merakla onları izliyordum. Yetiştirildikleri çiftliklerdeki havuzdan alınıp buraya getirildikleri içi su dolu dev varillerden 10-15'lik gruplar halinde yakalanıp bu akvaryumlara atıldıklarında bu yeni ortamı keşfetmek ve kendilerine güvenli bir yer bulabilmek için suyun içinde büyük hızla yüzüp çırpınarak dört bir yana saldırıyorlardı... Ancak akvaryumun boyutları, hele hele iki bölmeyi birbirinden ayıran cam duvar onlar için son derece kısıtlayıcıydı.
Kısa sürede bulundukları akvaryumun ebatlarına adapte olup bu kez o sınırlar içinde hızla yüzerek bir çıkış aramaya koyuluyorlardı... Buradaki en tatsız tecrübe bitişik akvaryumla o akvaryumu ayıran cam bölmeyi fark etmeyip diğer akvaryuma geçmek isteğiyle ileri atılarak burunlarını cama çarpmalarıydı... Aslında aynı şey akvaryumun yan duvarlarını oluşturan camlara çarptıklarında da oluyordu; ancak arkasında su ve balıklar bulunması nedeniyle bu ara bölme, yan kısımlara nispetle daha büyük bir tuzaktı tecrübesiz balıklar için...
Buradaki fiziksel mekan darlığının yarattığı tutsaklık hissi yetmezmiş gibi, bir de hiç aşina olmadıkları cam duvara burunlarını olanca hızlarıyla vurmaları sonucu yaşadıkları travmanın etkisi de işin içine girince, birkaç dakika önce cıvıl cıvıl dolaşıp akvaryumun altını üstüne getiren o güzelim alabalıklar, kısa sürede durgunlaşıyor ve pasif bir bekleyiş konumuna geçiyorşardı...
Birkaç dakika sonra akvaryumun zemininde, tam orta yerde burnu sızlarcasına hareketsiz bekleşen, sadece akıntıya karşı yerini korumak için yüzgeçlerini oynatıp ağızlarını açıp kapatarak solunum yapan balıklar peydahlandı... Akvaryuma her yeni grup balık konulduğunda hızla ileri atılıp cam duvarlara çarpan balıkların sayısında da bir artış oluyor, sonra da zeminde hareketsiz bekleşen, burun derileri soyulmuş, yüzleri korku dolu balıklara yenileri ekleniyordu...
Bu son derece tatsız ve acımasız deneyden sonra o eşsiz yaratıklar, derisi soyulmuş burunları, allak bullak olmuş ruhları ve korku dolu halleriyle gerçek potansiyellerinden ne kadar aşağılarda, ne kadar ürkek ve zavallı bir konuma düşürülmüşlerdir... Belki de bu travma öylesine derin bir etki yapmıştır ki, hemen akarsulara salınıp serbest bırakılsalar dahi o eski çevik ve atak hallerine geri dönemeyecekler, bir daha o süratli yüzüşler için gerekli cesareti ve gözüpekliği kendilerdinde bulamayacaklardır. Hatta bu ürkek ve çekingen halleriyle kendilerini korumak ya da avlanıp beslenmekten de aciz kalacakları, bu yüzden uzun süre hayatta kalmayı dahi başaramayacakları söylenebilir. Camdan duvarların sembolize ettiği kalıplar, kısa bir süre içinde, onları şelaleren yukarıya doğru yüzebilme yeteneklerinden soyutlamış, içlerindeki bütün yaşam enerjisini, keşfetme tutkusunu ve sınırları zorlama iradesini bütünüyle yok etmiştir...
Gözlemlenen Alabalıklardan Birisi de Ben miydim Yoksa?
Psikoloji literatüründe "öğrenilmiş acizlik hissi" denilen durumu temsil eden ve yakında birilerinin sofrasını süsleyecek olan o zavallı balıklarda kendimi görür gibi olmuştum. Tıpkı o balıkların akıntıya karşı yüzme yeteneklerini geliştirip şelalelerden yukarı tırmanabilecek hale gelmişken kendilerini bu akvaryumda buluvermeleri gibi, ben de üniversitede eğitilmiş, özel sektörde yetiştirilmiş ve tam da şelalerden yukarıya doğru yüzebilecek kıvama gelmişken kamu sektörünün akvaryumunda bulmuştum kendimi...
O balıklar nasıl kendi türleri içinde seçkin ve üstün birer varlık iseler, farklı bir ortamda yetişmiş ve farklı deneyimlere sahip bir insan olarak ben de birtakım nispi seçkinlik ve üstünlüklerle donatılmış bir varlık olduğumu düşünürdüm. Ayrıntılı gözlem, hayalgücü, yaratıcı düşünce ve pratik zeka gibi birtakım gereçleri kullanarak her türlü güçlüğü aşabileceğime inanırdım. Başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere, tarihte Türk Büyüklerinin yapmış olduğu büyük işler üzerinde düşünmek bana güç ve ilham verirdi.
Daha etkin, daha verimli çalışmanın yollarını ararken heveslendiğim enerji yatırımlarıyla irtibatlı bankacılık konuları da, Arap çöllerinden Eski Sovyet topraklarına kadar uzanan geniş bir bölgede, o güne kadar bilinen mesleki sınırların ötesinde bir çalışma yöntemiyle yeni başarılar elde etme çabalarım da, ülke çıkarlarını korumak ve kanunlardan kaynaklanan sorumluluklarıma sahip çıkmak adına yolsuzluklara direnmeye kalkışmam da işte bu şekilde göremediğim duvarlara olanca hızımla burnumu çarpmak olmuştu benim için...
Ne yazık ki 15 yıllık meslek yaşamımda önüme konan kalıpları aşmak için verdiğim uğraşların sonuçsuz kaldığını ve vücudumda 140 santimlik upuzun bir dikiş izi bırakan bir by-pass ameliyatı sayesinde hayatta kalabildiğimi acı bir şekilde görmüş olarak, benzer bir acizlik hissine sürüklenmekteydim işte...
Daha akvaryuma düştükleri anda mevcut koşulları benimseyip hiç sağa sola saldırmadan, zemindeki yerlerini alarak durağan bir meslek yaşamına adım atan meslektaşlarımı pasiflikle suçlamış ve onları eleştirmiştim... Meğerse ne kadar gerçekçi ve ileri görüşlülermiş o çocuklar... Bu apaçık entegrasyon probleminin nelere mal olabileceğini önceden kestirebilmiş ve en kestirme entegrasyon yönteminin itaat ve uyum olduğunu, bunun için de yaratıcı düşünce ve hayalgücü yeteneklerini derhal bir kenara bırakıp istenen formatlarda birer eleman olmak gerektiğini daha işin başında farketmişler onlar. Bu yüzden en kısa yolu seçip daha başından kalıplara teslim olmuşlardı mesai arkadaşlarım. Ben ise yukarıya doğru yüzerek yepyeni sulara ulaşabileceğim bir şelale aramakla geçirmiştim en güzel yıllarımı...
O görünmeyen kalıplara her çarpışta yaşadığım travmaların kümülatif etkisi nedeniyle ben artık o ışıktan hızlı gücümü kullanmayı terk etmeye ve önüme konan kalıpların şeklini almaya zorlanıyorum... Tıpkı burunlarını cama vura vura zedeleyen alabalıkların şelalelerden yukarı doğru yüzebilme yeteneklerini kalıcı olarak terketmeye zorlandıkları gibi... Şimdi yaşadığım acı tecrübelerin derin etkisiyle akvaryumun zeminde pısmış bekliyordum işte... Hemen yanıbaşımda bir tehlike yoktu belki, ama bu gidiş hiç de parlak bir duruma işaret etmiyordu.
|
|
|