KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri


lola + bilidikid DIGITURK'te

 29 Temmuz 2002 - Hepiniz Sağolun...


İyi haftalar hepinize,

Geçen haftayı oldukça hazinli bir şekilde kapattım. Ancak Cuma akşamı bilgisayarı açtığımda karşıma çıkan manzara bana göre olağanüstüydü. 1 gün içinde posta kutumda biriken eposta sayısının 368 olduğunu görünce, hah dedim gene bir sürü "Kahve Molası" geri döndü. Ama mesajları okumaya başladığımda gördümki bunların rutin gelen 150 civarındaki eposta dışında kalanları sizlerden gelen başsağlığı mesajlarıydı. İnanın ne yapacağımı bilemedim. Önce hepsine tek tek cevap vermeye çalıştım. Epeyce yanıtladım ama sonra durdum ve bugün toptan hepinize teşekkür etmemim daha uygun olacağına karar verdim. Öncelikle kaybımızı babamla karıştıranlardan özür dilerim. Sanırım benim hatamdı. Allah babama uzun ömürler versin. Kaybımız ailemizin en büyüğüydü, babayarımdı, amcamdı. Ailemizi birarada tutan temel taşlardan biriydi. Çok üzüldük, ama sıralı olmasından da teselli bulduk. Dolu dolu yaşadığı hayatı, sevenleriyle tek tek vedalaşarak sona erdi. Yıllarca hastalarının kalbine merhem olmaya çalıştı ama kendi kalbine yenik düştü. Bu vesile ile bana mesaj yollayan siz "Kahve Molası" dostlarına tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Sizler sağolun... İyiki varsınız...

Cumartesi günü, hem çocukları görmek hem de 1-2 günlük kaçamak yapmak üzere ailecek İzmir'e doğru yola çıktık ve akşam geç saatlerde yolculuğu tamamladık. Pazar günü biraz denize girme hayali kurarken çıkan rüzgar ve başlayan yağmur, bırakın denizi yazlığın kapısından burnumuzu çıkarmamızı bile engelledi. Alışmadık kıçta don durmaz misali, nene gerek senin tatil, deniz, kum. Otur oturduğun yerde. Çalış dimi ama. Ey büyük Allahım 1 gün daha bekleyemedin mi? İlk günü hiç olmazsa hayallerim, aşklarım ve ben birlikte geçirseydik. Hayalim mi? Altımda güneşten ağarmış bir şort, sırtımda 15 senelik atlet tişörtüm, ayağımda şıpıdak terliklerim, peynir tenekesinden yeni çıkmış derimle, üçüncü kattan düşmüş gibi deniz kenarına malakvari uzanmak. Olmadı işte gene olmadı. Allahtan aşklarım ve ben birlikteydik te günü kurtardık. Oysa hayallerim de olsaydı yanımda, bende mutlu başka biri daha olmayacaktı herhalde. Tüm meteorolojik verilere karşın, bugün için umutluyum. Çünkü bugün son şansım. Siz bu satırları okurken belki ben hayallerimi de yanıma alıp malak sürüme karışmış olurum, kimbilir.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Kara Listeciler

Servis Sağlayıcılar dışında kullandığınız SMTP sunucuları genellikle "Open Relay" olmak zorundadır. Çünkü barındırdığı sitelerin yada hizmet verdiği kişilerin eposta adreslerini denetleyebilme şansları yoktur. Bu nedenle de kısıtlama yapmazlar. Bu SMTP sunuculardan yolladığınız mesajların kimi zaman "Reject" olduğuna da şahit olmuşsunuzdur. Bunun nedeni, SPAM'i ve virüsü kendine iş edinmiş bazı denetleme kuruluşlarının zararsız bile olsa "Open Relay" görünen sunuculardan yollanan mesajları reddetmesinden ileri gelmektedir. Sunucu "Black List" e alınmakta ve o sunucuyu kullanarak yolladığınız adres, söz konusu denetleme kuruluşu tarfından denetleniyorsa mesajınız reddedilmektedir. Ve bu size bir mesajla bildirilmektedir. Sayıları fazla olmasa da bu tür mesajları aldığınızda yapacağınız şey sunucunuzla ilişkiye geçmek olacaktır. Bu bağlamda son zamanlarda ortaya çıkan SPAM ve virüslü epostalar herkesi önlem almaya sevk etti. Superoffline'nın tedbiri de buna paralel sayılabilir. Ancak Superoffline nın farkı, bu ksınıtıyı kendi müşterilerine yapması oldu. Sattığı uzun süreli email hesaplarının yada tek bağlantıya verdiği 3 eposta adresinin doğal sonucunu hiçe saydı. Kızmamız ondan yoksa yanlış anlaşılmasın.

 Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel


Aldatma Sokağı, Ayrılma Caddesi, Devam Sapağı (3)

(2.Bölüm'den devam)

Gecenin ilerleyen saatleri...Aslında gecenin ilerlemek bilmeyen saatleri demek daha doğru olur. Erdem son 5 saattir yeni bir tik edinmiş durumda, her on dakikada bir saatine bakıyor. "Hayatımda bakmadığım kadar saate baktım herhalde"

Yorucu bir gündü. Tüm gün boyunca zihnini öylesine "oyununa" konsantre etti ki sonunda sadece kafası değil tüm vücudu çöktü. Masasından kalkamayacak durumdaydı. "Öyleyse biz de biraz eski günleri yad ederiz. Masamızda sabahlarız" Ertesi gün neleri yapmayacağını düşündü. Bu oyunda yapılacak şeyler olması için öncelikle bazı şeyleri yapmaması gerekiyordu. Bunların üzerinde titizlikle düşündükten sonra tekrar tekrar kafasından geçirdi. Bunu yaparken zihninin bir köşesinde sürekli olarak aynı soru dönüp duruyordu:"Bunu neden yapıyorum? Bunu neden yapıyorum? Bunu neden..." Birden iki büklüm masasının üstüne yığılmış olan vücudu dikleşti, yüz ifadesi ciddileşti ve sanki başka biri olmuş gibi kendi kendine cevabını verdi:"Sabahtan beri soruyorum kendime! Tamam, sorun da burada işte. Yapacağım şey cevabı belirsiz sorunun cevabını bulmak olacak. Daha ötesi yok, daha fazlası olmayacak. Olacaksa da bir şeyleri kaybedeceğim ve buna hazırım...Umarım." Bu cevabı sonunda kendisinden duymasının verdiği rahatlıkla mı yoksa gerçekten vücudunun, hayatının zihinsel olarak en yoğun gününü artık taşıyamadığından mı bilinmez, bunları söyledikten sonra sistemi kapanmış robot gibi masanın üstüne düştü ve anında uykuya daldı.

Sabah gelen hizmetliler günlük temizliği yapmak için Erdem'in odasına geldiklerinde karşılarındaki manzaraya inanamadılar. Masası dağılmış, pencereler ardına kadar açık, tavandaki aydınlatmalar sönmüş ama arkasındaki oda lambaları açık kalmıştı. Erdem bir ölü gibi masanın üstünde yatıyordu. Bir insandan çok bir et yığınını andırıyordu. Hizmetliler onun ve odanın bu halini görünce endişeye de kapıldılar çünkü görüntü tam anlamıyla bir kavgadan geriye kalan manzaraya benziyordu. Hizmetlilerden Osman Efendi hemen koştu ve Erdem'in nabız atışlarını kontrol etti. Anlaşılan ölmüş olabileceğini düşünüyordu. Manzaraya bakılırsa hiç de haksız sayılmazdı. Elini Erdem'in nabzına koyduktan sonra birkaç saniyeliğine çok stresli bir şekilde bekledi. Korkudan yüzünün rengi bir an gider gibi oldu ama sonra rahatladığını belirtir bir ifadeyle derin bir oh çekti. O sırada büroya gelen Erdem'in yardımcılarından birkaçı da odadaki kalabalığı merak edip içeri bakmışlardı ve onlar da vaziyeti görmüştü. Hemen içeri girmek istediler fakat ismine layık bir şekilde gerçekten de efendi bir insan olan Osman Efendi onları kibarca dışarı itti. "Lütfen, şimdi rahatsız etmeyelim ve gürültü yapmayalım. Ben tam olarak sorunun ne olduğunu anlayayım, ondan sonra size de bilgi veririm" dedi. Bir iki kişi itiraz edecek gibi olduysa da Osman Efendi kibar ama kararlı tutumuyla onları dışarıda tutmasını bildi. İçeri girip Erdem'i yavaşça uyandırdı, iyi olup olmadığını sordu. Erdem iyi olduğunu belirtir bir el işaretiyle yerinden kalkmak istedi ama vücudu buna da izin vermedi. Akşam hem açık kalan klima hem de pencereler yüzünden odada fevkalade dengesiz bir hava olmuştu ve Erdem'in sırtıyla beli işlemez haldeydi. Boynu da tutulmuştu. Osman Efendi'nin de yardımıyla zorlukla yerinden kalktı ve hemen Doğu'yu aramalarını istedi. Sekreterini de odaya çağırdı ve "Bugün çalışamayacağım, lütfen sisteme girer misin? Evde belki bazı dosyalara bakabilirim ama emin değilim" dedi. Sekreteri anladığını belirtir bir baş hareketiyle hemen masasına döndü. "Doğu nerede?" diye sordu, yardımcılarından biri tam o sırada "Doğu gelmiş, aşağıdaymış" dedi. Erdem bürodan çıkmadan önce "Güzel. Tamam arkadaşlar merak etmeyin ben iyiyim. Sadece biraz dinlenmem gerek. Dün kendimi fazla yormuşum. Yarın görüşürüz, sizlere iyi çalışmalar" dedi ve biraz da seri hareketlerle asansöre bindi. Sekreteri masasını toplamak için Erdem'in odasına girdiğinde özellikle stajyerler için hazırlanacak kurallar formunu aradı. Birkaç dakikalık aramadan sonra formu buldu ama kopyalar tamamen boştu. Orjinalinde ise sadece kağıdın en üstünde şöyle yazıyordu,

"Yaşanacak son şey de olsa yaşanmalı mıdır?"

Sekreteri bunun da Erdem'in daha önceki sınavlarda sorduğu ilginç ve üzerinde çok düşünülmesi muhtemel sınav sorularından biri olduğunu zannetti ve stajyerler sınavı için bu cümleyi hemen bilgisayarına kaydetti.

Erdem eve geldiğinde hiçbir yorgunluk hissetmiyordu ama vücudunda yine de garip bir his vardı. Aslında vücudundan çok beyninde gibiydi. Sanki o garip his, beyninden tüm vücuduna doğru yayılıyor ve gittikçe daha da hissedilir bir şekilde hücrelerine işliyordu. "Kabuk değiştiriyor gibiyim" diye düşündü. Bunun arkasına hafifçe gülümsedi, çok da yanlış değildi düşündüğü. Sabah duşunu aldıktan sonra kısa bir süreliğine havlusuyla yatağına uzandı. Rahatlamış bir şekilde "Tamam, hazırım" diye içinden geçirdi. "Umarım n'olacaksa şu bir hafta içinde olur. Hazır Berna da yokken..."

İyice dinlendiğine kanaat getirdikten sonra yataktan kalktı ve büroyu aradı. Sabahki notunu biraz değiştirecekti. "Merhaba. Sabahki notuma bir ekleme yapacağım, tekrar sisteme girmeni rica ediyorum. İyiyim iyiyim merak etmeyin. Ee... Bir hafta kadar olmayacağım. Kesin bir proje ismi vermeyeyim, değişik şeylere bakarım herhalde. Tamam mı? Peki, görüşürüz. İyi çalışmalar" İşyerinde bu haber değişik yorumlara yol açtı. İlk defa Erdem bu şekilde işe gelmiyordu, hem de Berna yurtdışındayken. Genelde de beraber seyahat ederlerdi. Erdem'in işe dönüş tarihiyle Berna'nın ülkeye dönüş tarihi de çakışıyordu. Bunların hepsi tesadüf müydü acaba? Büroda birkaç kişi dedikodu yapmaktan geri kalmadı. Kimi cin fikirlere kapılıyordu, kimiyse "Olmaz öyle şey" tarzında konuşuyordu. İçlerinden en hızlı yaşayanlardan biri,

"Ya neden olmasın? Adam her zaman deliler gibi çalışıyor. Hazır karısı da yanında yokken belki biraz değişiklik olsun istemiştir. Ben zaten şaşırıyordum Erdem'e her zaman. Gençsin, o kadar paran var, kariyerin var. Arada insan biraz çılgınlık da yapar yani" dedi. Erdem'e hayran olan bayan yardımcılardan biri hemen cevap verdi,

"Erdem'in her şeyi var ama onları senin dediğin şeyler için kullanacak karakterde bir insan değil. Onun senden farkı da bu zaten. Sen alışmışsın böyle şeylere tabi, onun için düzenli bir yaşamın da yok, böyle sürünüyorsun işte."

"Herkes benim gibi sürünse diyorum o zaman. Osman Efendi, yanlış mı söylüyorum Allahaşkına! Sen de genç oldun, anlarsın ne demek istediğimi" Osman Efendi ciddi bir tavırla cevap verdi,

"Genç olmak demek, en ufak fırsatta hemen birilerini aldatmak ya da üzecek hareketler yapmak değildir. Erdem Bey'in elbette birçok şey hakkıdır ama bunları yaparken bize göstermek zorunda mı? O zaten çok asil bir beyefendi. Eğlense de üzülse de hiçbir zaman bunları gözümüzün içine sokarcasına yapmadı. Merak etme, senin düşündüğünden çok iyi yaşıyordu o" Bu cevap üzerine birden büroda bir alkış koptu. Herkes Osman Efendi'nin bu sözlerini alkışladı, "Bravo!" diye bağırmaya başladılar. Kendini bu cevap üzerine iyice yalnız hisseden genç "Haydi be sen de! Kimbilir kaç ceviz kırmışsındır gençken. O yaşa geldiğimde ben de rahat olurum. Sanki istese bir şey yapabilecek" diye söylendi sinirli bir şekilde. O sırada Erdem yatak odasında, boy aynasının karşısına geçmiş hayatının muhasebesini yapıyordu. "... Bu kadar şeyden sonra korkuyor muyum? Evet...Hayır...Aslında her ikisi de. İşler istediğim gibi olmazsa işime ya da insanlarla ilişkilerime bir etkisi olmaz. Ama ben eskisi gibi olur muyum? Erdem! Herkesin imrendiği, yerinde olmak istediği Erdem! Yine ismime layık olur muyum? Yoksa basit bir serseri mi olurum? Tanrım lütfen, senden tek isteğim var. Nasıl olacağını bilmiyorum ama n'olursa olsun bu işin sonunda her şeyden emin olayım!"

Gençken de bu konuyu en son ciddi olarak düşündüğünde bu karara vararak kapatmıştı konuyu. Her şey bittiğinde o, her şeyden emin olmalıydı. Yoksa giriştiği bu şey hiçbir şeye değmeyecekti. Bunu arkadaş ortamlarında da sık sık tartışmışlardı. Daha gençken bile etrafı ahlaki konulara karşı çok hassas olan arkadaşlarıyla çevrilmişti. Aldatma konusu da bu yüzden arkadaş ortamlarında sık sık tartışılan bir konu olmuştu. Kimi çok serbestti, "Daha bu zamandan kendimizi sıkmamıza hiç gerek yok. Evli değiliz bir şey değiliz" diyordu. Bu sefer tartışma en öneml
i yere geliyordu, biri çıkıp sorusunu ortaya atıyordu "Peki evlendiniz diyelim. O zaman aldatma olur mu?" Kimi çok düz bir mantıkla bunu açıklamaya çalışıyordu,"Ya adı üstünde aldatma. Dürüst bir şey yapmıyorsun yani. Bir gece iki gece...Ne fark eder ki?" O sırada özellikle yeni ilişkiye başlamış bir erkek, kız arkadaşının biraz da gözüne girebilmek için, "Hem ben şuna da karşıyım; erkek aldatınca aldatma oluyor. Kadın aldatınca baka bir şey oluyor. O zaman erkek de aldatmasın kardeşim, her yerde eşitlikten bahsediliyor, madem öyle..." diyordu. Daha kompleks düşünen başka biri, her iki tarafın da eksiklerini gösterircesine üste çıkıyordu,"Her şey o kadar basit değil. O zaman erkek de yapmasın ya da kadın da yapsın falan...Evlilik kolay bir şey değil. Ben düşünüyorum da...Bir insanla ömür boyu yaşamak. Gerçekten kolay değil." Konuşmalar sırasında son söz her zaman Erdem'e verilirdi. Kız olsun erkek olsun, arkadaşları arasında fikirleri en çok merak edilen kişi olmuştu hep. "Sen ne düşünüyorsun Erdem?" diye sorulana kadar bir şey söylememişti Erdem. Sorulduğundaysa, sanki kırk yıllık evliymiş gibi, düşünerek, ağır ağır şunları söylemişti, "Evet bence de evlilik kolay bir şey değil. Basit mantıkla bir çırpıda anlatılabilecek bir şey de değil. Aldatma...Bu her zaman ilgimi çeken bir konu olmuştur. Aldatmada haklılık olabilir mi? Ya da aldatmadan aldatma olabilir mi? Bu konu bence insan psikolojisinin en karmaşık durumu. Ben olsam ne yapardım diye düşünüyorum bazen. Her şeyden önce şu var ki...Ne kadar konuşursak konuşalım, kendimiz yaşamadan oturduğumuz yerden ahkam kesemeyiz. Aldatma olaylarında da 'kadın suçlu, hayır erkek suçlu' tarzında yorum yapmamız saçma. Fakat eğer kendim de ilerde evlenirsem ve evliliğim içinde kendimden şüphe edecek noktaya gelirsem, böyle bir şeyi deneyeceğim. Aşkımı, sevgimi imtihan etmemin tek yolu bu olur sanırım" Arkadaşları bu sözler üzerine şaşırmıştı. "Nasıl yani?" diye sordu kız arkadaşlarından biri. "O zaman aldatmayı makul görüyorsun." "Hayır" dedi Erdem. "Aldatmayı haklı görmüyorum. Ama şunu da düşünmek gerekir ki insanlar evlilik içinde sıkılabilir. Ya da bir şeyler gerçekten bitmiş olabilir. Bence bunu test etmenin yolu ilk ve son kez de olsa başka biriyle -ama seni gerçekten etkileyen ve senin arzuladığın biriyle- beraber olmaktır". Kız arkadaşı yine itiraz etti, "Erdem bu düpedüz aldatmak!" Tekrar "Hayır" dedi Erdem. "Aldatmak değil. Bu, evliliğin bir sınavı. Bu sınav sonucuna göre evliliğin devam edip edemeyeceğini net bir şekilde görebilirsin" Kız arkadaşı karşısındakini alt edecek kozu bulmanın telaşıyla atıldı hemen, "Peki bunu neye göre göreceksin?" "Dokunmana göre...ve eşinden başkasını hissetmene göre. Eğer bunları yapabiliyorsan, sadece bir gecelik bir zevk için değil, karşındaki insan sana eşinin verdiği mutluluğu ve hazzı veriyorsa, artık her şey bitmiştir. Ama dikkat et! Ben burada basit bir cinsel zevkten bahsetmiyorum. Bir erkek olarak bir kadını tamamen senin olarak hissedebilmenden bahsediyorum" "Hiç kafama yatmadı. Saçma bir şey bu" dedi kız arkadaşı. "Normal. Çünkü sen bir erkek değilsin" dedi Erdem.

Şimdi bu anı dün gibi hatırlıyordu. "Söylemek kolay yapmak zordur" diye mırıldandı aynaya pis bir bakış atarak. "Hadi bakalım Erdem... Oyun başlıyor"

Devamı var...

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


Sera Üretimi - 4 -

-Usta, n eyaptın hafta sonunda sen?
-Ne olsun valla.. Epeydir saksı değiştirme işleriyle ilgilenememiştim.. Cumartesi bütün gün serayı derleyip toplamakla geçti vaktim.. Genel bakım işleri işte.. Bir de bende otomatik sulama var, görmüştün.. Gübre tankına bu haftanın gübresini ilave ettim.. Böyle abur cubur işler işte..
-Gezmedin mi hiç?
-Yok canım.. zaten pazara yağmur demişti meteoroloji.. program yapmadık.. Haa, bu arada Cuma akşamı, bir vesile ile Hayal Kahvesi'ne gitmem gerekti.. Bir bilsen başıma neler geldi?
-Hayırdır?
-Yahu, akşamüstü saatiydi, gittim... Tam otoparkın girişinde, önümde bir araba var.. Adam durmuş, yolu da kapatmış, kahyayla konuşuyor... Ben de aldırmadım, korna falan çalmadan 7-8 dakika bekledim.. Neyse, ilerledi sonra adam.. sıra bana geldi.. Sordum'Ne o Türkiye'nin ekonomik durumunu mu tartışıyordunuz?' diye.. Adam 'yok abi, paraları yokmuş!' dedi.. ve bana park makbuzunu uzattı.. İşte o zaman benim de bir yedi sekiz dakika geçirme sürecim başlamış oldu..
-Niyekine?
-Niye dersin? Bil bakalım park parası kaç para olmuş?
-E, hayal Kahvesi.. heralde 3-4 milyonunu kesmişlerdir..
-Evet, ancak arabanın yarısını parkedebiliyorsun o paraya.. Tam 10 milyon istediler!!
-Ne diyosuuunnnn.. 10 kaat haa?
-Hıı.. ben de lafı uzattıkça uzattım.. Adamlar horozlanmaya başladılar sonunda.. İş karakolluk olmaya gidecek.. Uzatmadım sonunda..
-E sen de çıkıp dışarı parketseydin madem..
-Yahu şimdi inanmıycaksın ama.. orada dışarısı yok.. Yani tabii bi dışarısı var da.. biraz uzak.. mesela 10-15 dakka yürümek kadar uzak.. Hemi de yokuş!
-Pazarlık etseydin!
-Sana ne diyorum.. herifler harbi mahkeme duvarı gibi.. Çıksan yukarı dışarı parketsen.. onu da gururum yemiyor.. Ama on milyon da çok para..
-Niye gurur yapıyosun ki?
-Canım işte bizim 'küçük burjuva' hesapla..
-Ustaa..
-Ne o? Niye kesiyorsun sözümü?
-Editöööörrrr...
-Tamam tamam.. Sonuçta heriflere 'alın bakalım ama kesin helal değil bu param size' dedim.. Tabii laf daha da uzadı ve artık itiş kakışa yaklaştı.. Uzatmayalım.. Böyle enteresan bir Hayal Kahvesi yaşadım.. Bizim kahveye benzemiyor anlayacağın.. Siz siz olun, oralara giderken en temizi taksi tipi.. Paşa paşa kapıda inersin..
-yahu usta.. bizim çiçek işleri aksadı bu muhabbetten.. hani diyorum.. konuya gelsek..
-Peki peki... pardon.. sahi, nerde kalmıştık biz? Haa.. tamam tamam.. Gübre konusuna değinmiştik.. Evet, tekrar hatırlatalım. Bu konu çok önemli.. Bizim gibi amatörler için tavsiye edilecek şey, kompoze gübre (her üç ana lementin de bulunduğu) ve dengeli olması yeterli (10:10:10 ya da 20:20:20 gibi) bir de paket üzerindeki tavsiyeye uygun kullanım.. yani verilmiş olan ölçü kesinlikle aşılmamaşı, aksi halde iyilik yapayım derken bitkiye zarar vermek.. hatta öldürmek sözkonusu olabilir..

Şimdi, madem ki, gübreyi üstün körü de olsa tamamladık.. İstersen ekim dikim ortamalarından bahsedelim biraz da.. Maalesef konumuzla ilgili Türkçemizde yazılmış kaynak yok pek.. Bu nedenle bazı terimler İngi-lazca olacak.. Kusura bakma artık..Burada özellikle bahsetmemiz gereken iki malzeme var.. Loam ve Peat Moss.. Loam, bizde pek kolay bulunabilen bir şey değil. Yıllanmış yeşil alanlardan topağın üst yüzeyinin 5-8 cm kalınlıkta alınıp, ters olarak üst üste yerleştirilip en üst seviyedeki ot vs'nin çürütülmesi ile elde edilen bir malzeme.. Peat Moss dediğimiz ise, genellikle rutubetli kuzey ülkelerinde bulunan, yıllar içinde çürümüş olan yaprak, yosun ve benzeri malzemelerin birikimlerinin toplanması ile elde edilen bir başka malzeme. Bize özellikle Litvanya'dan geliyor. Peat olarak geçen bu çürümüş yosun benzeri malzemenin hiçbir besin değeri yoktur. Loam tabii ki, en üst seviyedeki toprak olduğu için değerli.. ama tedariki güç. Saksı toprağında aradığımız şey, mutlaka geçirimli, susyu süzdürebilir karakterde olması. Bunu sağlamak için Peat Moss dediğimiz yosun çürüğü ideal bir malzemedir. Belli bir miktarda karıştırılmalı toprağa.. Ben şahsen perlit koymayı da severim.. Hem süzülmeyi kolaylaştırır, hem de steril malzemedir ve aynı zamanda su tutabilme yeteneği de vardır. Saksıdaki bitkinin su içinde kalması hiç tercih edilmez. Su mutlaka süzülebilemeli.. Aksi halde, kök çürümesi ile karşılaşabiliriz. Bu anlamda, saksıların altına konan tabaklar, özellikle yüksek kenarlı olursa yarardan çok zarar getirebilirler. Prensip olarak saksılarımızı dibi sürekli 4-5 cm'den daha yüksek su bulunan kaplar içine oturtmamakta yarar var (tabii su bitkileri için dediğimiz doğru olmaz.. onlar aldırmazlar)

Bir dahaki sefere de bu işin dünya standardı olan John Inness karışımlarını anlatırım.. Saksı toprakları konusunda dünyaya bir standart getirilmiştir ve bu karışımlar, ün,versal olarak kabul edilmiş standartlardır. Ondan bahsederiz...

Bay bay çekirgecim..

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


Bir ömre kaç hüzün sığar!

Geçende Sevgili Gürhan Uçkan bir Pazar yazısında, beklenmedik kayıpları, ayrılmaları, acıları konu edip, sonunda "Bir ömre kaç hüzün sığar ki?" diye soruyordu.

Şöyle bir düşünün, gercekten bir ömre bu kadar hüzün nasıl sığıyor, nasıl dayanıyor insan bu kadar üzüntüye?..Sizinle ilgili değilse, bir anlık dalgınlık; daha yakınsa bir kaç damla göz yaşı, daha da yakınsa? Hepsi yitiris değil elbet, duyarsızlıklar, yapılan yanlışlar, aldatmacalar. .

Günlerden bir gün.. Bugünkü gibi.. Karadeniz Ereğlide 12 yaşındaki "Küçük Sinan" akşam üzeri sahil kenarında yürüyüş ve bisiklet yolunda, bisikletine biniyor. Hava kararmaya başlıyor... Bisikletiyle karşıdan karşıya geçmek uzere yola çıkıyor. Derken, hızla gelen bir minubüsün altında kalıyor ve 15 metre sürükleniyor.. Ağır yaralı olarak önce Ereğli sonra Zonguldak hastenelerine kaldırılıyor. Kurtarılamıyor.. İlköğretim okulunda altıncı sınıfın çok basarılı öğrencilerindendir, yelken sporuna gönül vermis, değişik yarışmalardan elde ettiği birçok madalyası vardır. Henüz yaşamın başındadır.... Hazin bir törenden sonra toprağa verilir. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün aynı yoldan araçlar şimşek gibi gitmeyi, insanlar koşuşturmayı sürdürürler, gazetelerin taşra baskıları küçük haber yaparlar, okuyan tanıdıklar üzülürler.. Yaşam, hemencecik normale döner, zaten normaldir yaşam..

Başka bir gün Ankara'da.. Atatürkçü düşüncenin ve Köy Enstitüleri heyecanının bugünlere taşınması için alcakgönüllü ama israrlı uğraş veren, kurdugu Güldikeni Yayınevi ile inanılmaz güç koşullarda onlarca yazarın kitaplarını yayınlayan, okuyucuya ulaşmasını sağlayan kendi küçük yüreği büyük bir ağabey Mustafa Beyköylü'de, bundan önceki sayısız kurbanlar gibi, sessiz sedasız bir trafik cinayetinde yaşamını yitirir. Hız parkuru haline getirilmiş Mithatpasa Caddesinde kaldırım üzerindeyken çiğnenir. Kızılaydaki ufacıcık büroda yeşerttiği o güzelim yayınlar, deposunda dağitım şirketleriyle boğusurken biriken yüzlerce kitap geride kalır.. Roman taslaklarının düzeltilmesi için uykusuz gecirdigi geceler, matbaadan kendi elleriyle yükledigi kitapların taşınmasında çektiği yürek vurgunları, hepsi, hepsi geride kalır. Bir öğleden sonra toprağa verilir, küçük gazete ilanıyla dostları ölümünü duyururlar.. Yaşam hemencecik normale döner, zaten normaldir yaşam..

Belki bu yazdıklarımla aynı gün ya da bir başkası..Bir ilin Valisi ile Emniyet Müdürü, aileleriyle akşam yemekte birlikteler. Derken, Valinin oğlu ile Emniyet Müdürünün oğlu arabalarına atlayıp, çıkarlar.. Bir süre sonra ters yöne girdikleri yolda bir trafik ekibince durdurulurlar.. Müdür Beyin oğlu, babasının posizyonunu belirtip, konuyu kapatmak ister. Ancak, her nasılsa polisler bu mazereti dinlemezlar. Konu hemencecik henüz masada bulunan Müdür Beyin ve Valinin kulağına gider. Müdür Bey çok sinirlenir yalnızca görevlerini yapmakta olan polisleri kast ederek, "O şerefsizler, oradan ayrılmasınlar, ben geliyorum!" diye gürler. Gereği yapılır. Derken telsizlerden aynı ekibin, önce sabah sonra o kadar beklenmeden gece yarısı, Vali Konağına getirilmesi anons edilir. Gereği bir daha yapilir. Konu böylesine unutulacakken, her nasılsa basına yansır.. İş, gereksiz yere büyütülür.. Yine aynı ilde, yalnızca birkaç ay önce bu kez de bir milletvekiline aynı bölgede trafik cezasi yazdıklari icin sürülen baska bir ekip öyküsü bile unutulur. Yaşam hemencecik normale döner, zaten normaldir yaşam..

Nihayet yine bir gün, gazetelerde bir küçük anma ilanı çıkar... Beş yıl önce, bir kurban bayramının ilk gününde sarhos ve hız yapan bir sürücünün katlettigi bir gencin anne-babasının yakarışlarıdır, satırlara dökülen.. Zamana inat ölülerini unutmadıklarını haykırırlar, yöneticilerden yılda onbinleri bulan trafik ölümlerine karşı bir ulusal politika ve eylem cağrisında bulunurlar.. Son onbeş yıl dikkate alındığında, belki de yüzellibin aile mezarlarda trafik cinayetlerinde yitirdikleri çocuklarını, annelerini, babalarını anmaktalar.. Yaşam ise normaldir, normaldir yaşam..

Bense sorarım, sorarım yine: "Bir ömre kaç hüzün sığar?" "Daha kaç hüzün yaşayacağız trafikte?"

Cumhur

 Dost Meclisi


YALNIZLIK BUĞULAMA ( 2 kişilik)

Malzeme : 2 kişi ve bir ilişki

Hazırlanışı : Mutlu günler geçirilir. Beraber olmaktan alınan keyif, kaynayana kadar hayatın her aşamasıyla sık sık karıştırılarak yaşanır. Arkadaşlar ortak edilir ilişkiye. Sinemaya gidilir,çıkışta filmden hiçbirsey hatırlanmaz, geriye kalan sadece sevgilinin film boyunca tuttuğu elinizde kalan sıcaklıktır. Sözler verilir. Sözlerin altında ezildikçe, yalanlar söylenir. Mutluluk fokurdamaya başlayınca, ilişkinin altı kapatılıp dinlenmeye bırakılır. Oda sıcaklığına geldiginde kıskançlık ve kavga gibi baharatlar göz kararı eklenir. Arzuya göre aldatma da konulabilir. İlişki iyice soğuduktan sonra gözyaşıyla servis edilir.

İpek Aydın


Almitre sözü aldı ve sordu:
Peki üstat evlilik nedir? Cevap şöyle geldi; Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları, sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. Tanrının sessiz tanıklığında bile birlikte olacaksınız. Ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın ki; cennet rüzgarları, aranızda dans edebilsin, birbirinizi sevin ama aşk tutsaklığı istemeyin... Bırakın aşk , ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun...

Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin; ekmeğinizden verin ama aynı somundan ısırmayın... Birlikte şarkı söyleyin lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir... Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! Sadece hayatın eli, o kalbi saklar! Birlikte durun ama yapışmayın! Tapınakların sütunları da birleşik değildir. Meşe ile çınar biribirinin gölgesinde büyümezler.

Halil Cibran (Marriage)

 Tadımlık Şiirler


Yokoluş

Dağ birden yok oldu
Deniz kurudu
Çöl oldu.

Rengarenk çiçekler söndü, kurudu
bütün renkler bir oldu.
Ne oldu da oldu dediler
Bilmem dedi.

Tabiat neden tek renk oldu?
İçindeki renkler neden kayboldu ?
Affetti herşeyi, herkesi,
Unuttu geçmişi
Sıfırladı ,

Gelecek hangi renk dediler
yanıt veremedi.
Sustu , baktı, ifadesiz.

İçi boştu, hiçbir duygu da yoktu.
İğne batırsalarda duymuyordu.
Söylenenlerin bir anlamı yoktu
yaşamak adına.,
Gitti geçmiş yoktu gelecek

Betül KASNAKLI

 Kahveden Önce: Balık


Fırında Palamut (4 Kişilik)

Malzeme:
2 adet palamut
2 adet domates
1 adet limon
2 adet çarliston biber (veya acı olmayan yeşil sivri biber)
Sıvı yağ
Tuz
Karabiber

Yapılışı:
Palamutların bağırsakları temizlenip çıkarıldıktan sonra kafaları ve kuyrukları kesilerek ayrılır. Balık, bir tarafı kılçıklı, diğer tarafı kılçıksız olmak üzere fileto olarak ikiye ayrılır. İyice yıkandıktan sonra hafifce tuzlanır ve biberlenir. Bir kenerda 20 dakika kadar dinlendirilir. Balıkları alacak bir tepsi yağlandıktan sonra palamutlar derili kısımları tavaya gelecek tarzda yerleºtirilir. Üzerlerine çekirdekleri çıkarılmış ve halkalar halinde kesilmiş domates, halka halinde kesilmiş limon ve soğan yerleştirilir. Çekirdekleri çıkarılmış ve uzunlamasına kesilmiş biberler de yerleştirilir. Orta hararetli (yaklaşık 180-200oC) fırında 45-50 dakika pişirilir. Sıcak servis yapılır.
Not: Aynı yemek alaturka kiremit üzerinde de yapılabilir.
Bu yemeğe uygun diğer balıklar: Çingene palamutu

 Kıraathane Panosu



PANO EMRİNİZE AMADE

Duyurularınız için kullanabileceğiniz bu köşe sizin için. Yazın yollayın yayınlansın...
Vallahi de Billahi de bedava:-)))

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.superbulmaca.com/index.php
Zorlu bir günün sonunda yada öğle tatilinde tüm işlerin stresini atacağınız, zevkli dakikalar geçireceğiniz bir yer arıyorsanız buyrun... Sadece üye olmanız gerekiyor. Ama merak etmeyin mail adresinizin doğruluğu konusunda size güveniyorlar.

http://www.locusnovus.com/hayaletgemi/liman40i.htm
...dostundan çok düşmanı vardı. Dostlarının nereli olduğunu asla öğrenemedikleri bu adam anlaşılacağı üzere bir yabancıydı. Gençlerin anımsayamayacakları kadar eski bir tarihte gelmişti köye... Hayalet geminin 40 nolu limanından bir hikaye seçtim. Sıra sizde...

http://www.405themovie.com/Home.asp
Amerikalı iki gencin evlerindeki sıradan bilgisayarlarda yaptıkları “405” adlı üç dakikalık kısa film geçen yılın en büyük İnternet filmciliği vakalarından biriydi. Filmi üç milyon kişi izledi. (Türkiye’de herhangi bir filmi üç milyon kişi izlediğinde yapımcıları kahraman ilan ettiğimizi hatırlatırım). Filmin video kaseti Amazon’da satışa çıktı bile.

http://www.geocities.com/cahity33/
Hayat; Kazandıklarına çok sevinecek kadar uzun, Kaybettiklerine çok üzülecek kadar kısa değildir. Diyerek açmış ''atletizm günlüğü'' isimli sayfasını, Spor eğitim uzmanı Cahit Yüksel... Atletizm konusunda önemli bilgiler bulacaksınız.

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoResizer - v1.0 (385 KB) Free
http://www.showyourphotos.com/PhotoResizer.exe
Aldığınız maillere iliştirilmiş birkaç megabaytlık resimleri yüklemeye çalıştığınızda sanırım siz de benim gibi yollayanın kulaklarını çınlatıyorsunuzdur. Eğer sizde öyle kocaman resimleri yollayanlardansanız lütfen bu programı kullanın. Küçük bir program ama büyük işler başarıyor. Programı çalıştırıyor, kocaman resmi seçiyor daha sonra da hem enini, boyunu hem de dosya boyutunu maille yollanabilir hale getirebiliyorsunuz. Kulaklarınız çınlamasın istiyorsanız bu programı mutlaka deneyin.

Tiny Personal Firewall 2.0.15 (1.35 MB) Free
http://new.tinysoftware.com/tiny/files/apps/pf2.exe
Bilgisayarınıza tecavüz edenleri önlemenin en kestirme yolu. Evde kullandığımız bilgisayarlar öylesine korumasızlar ki, mutlaka bir güvenlik görevlisine ihtiyaçları var. İnternete bağlı kaldığımız sürece her türlü saldırıya açığız, unutmayın. Bu bedava programı bu türden rahatsızlıkları olanlara şiddetle tavsiye ediyorum. Gelin bilgisayarlarımızı koruyalım.
http://kmarsiv.com/sayilar/20020729.asp 29 Temmuz 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com