|
|
|
22 Ekim 2002 - Parlatacak "hiç" aranıyor... |
Merhaba Kahveciler,
Dün arkadaşlar arasında Yıldırım Türker'in Radikal gazetesinde yayınlanan bir yazısı üzerine görüş alışverişinde bulunduk. Aslında onlar bulundular ben okudum. İstedim ki akşam bizim gazeteye birşeyler karalıyayım. İlginç bir yazı olduğundan okumayanlar için adresini vereyim belki okumak istersiniz. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=52479&tarih=07/10/2002 . Okuyabilmek için üye olmanız gerekiyor ama üyelik basit bir iki tıklamadan ibaret korkmayın sakın.
Konu bizim Uzan-an elin önlenemez yükselişi. Temmuz ayında yaka bağır açık ilk teaserları gördüğümüzde pekçoğumuzun gülüp geçtiği genç adam adım adım meclise doğru ilerliyor ve bizler elleri kolları bağlı olarak seyrediyoruz. Paravanın arkasında ne olduğu çoğumuzun malumu, kendini devletin önüne koymuş bir aile var. Aile diyorum çünkü ben sarışın yakışıklı genç adamın tek başına yada kendi arzusuna binaen bu işe atıldığına inanmayanlardanım. İşadamlarının yer aldığı hiçbir sivil toplum örgütünde esamesi okunmayan ama memleketimizin ilk 5 zengini arasında bulunan bir babanın çocuğu sadece o kadar. Her yanlış hareketlerinde babalarından yedikleri tokatla kendilerine gelen bu çocukların izinsiz tuvalete bile gittiklerini sanmıyorum. Birkaç yıl evvel maç naklen yayın ihalesini ellerine yüzlerine bulaştırdıklarında, babadan yedikleri tokatla nasıl kızağa çekildiklerini gayet iyi biliyorum. Memleketin tüm köşebaşlarını ele geçirdikten sonra, girmedikleri tek yer olan meclise de kapağı atmak için planlayıp uygulamaya koydukları senaryonun piyonları onlar. Şah ise geride en sağlam yerde pozisyon alıp beklemekle meşgul.
Paravanın önünde ise bir halk kahramanı(!?) var. Ezilenin, sömürülenin, işsizin, muhtacın yanındaymış gibi görünen, ezberleyemeyip her seferinde önündeki ekrandan okuduğu aynı metni, İbo'nun topladığı kalabalıklara tekrarlayan bir sarışın genç var. Sahibi olduğu gücün farkında, kapatılan kanalın yerine yenisini alıp koyacak kadar pervasız bu genç adam adım adım geleceğimizi karartmaya geliyor. Bu nasıl bir iktidar hırsı, nasıl bir çıkar savaşıdır ki, 200 milyon doları 2 ay da savurma cömertliğini gösterebiliyor. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali bir çalışmadır gidiyor.
Sözünü yerine getirme, borcunu geri ödeme konusunda ki karnesini gözümüzün önüne getirdiğinizde bu adamın harcadığı her kuruşu burnumuzdan fitil fitil getireceği kuşkusuz. Son derece akıllı bir organizasyon ve pazarlama teknikleriyle yönetilen kampanyanın hayata geçirilmesinde en büyük payın sahibi Ali Taran'ı seçmiş olması da ailenin kurguladığı senaryonun ne kadar parlak, ne kadar güçlü olduğunun göstergesi. Yıldırım Türker yazısında en usta reklamcı Ali Taran'a yükleniyor. Ustalığını kabul etmekle beraber, özetle "Ne halt yemeye bu adamı seçtin?" demeye getiriyor. Ali Taran'ı tanıyan, onunla çalışma şansını yakalamış biri olarak konuyu bir de reklamcı gözlüğüyle değerlendirmek istiyorum izninizle.
90'lı yılların öncesinde seçimlere reklamcılar nezaretinde hazırlanmayı siyasiler gururlarına yediremezlerdi. Bırakın siyasileri, sıradan vatandaş bile reklamcı ile pazarlama elemanını bir kefeye koyup ciddiye bile almazdı. Ne zamanki liberal ekonominin çarklarının ancak reklam zoruyla döndüğü anlaşıldı, o zaman reklamcılar hakkettikleri yerleri aldılar. Seçim zamanı geldiğinde en rağbet gören birkaç reklamcıdan biri de doğal olarak Ali Taran oldu. Ele aldığı ürünü yoktan var etmekteki ustalığını iyi gözlemleyen siyasiler eminim birer ikişer kapısında kuyruk olmuşlardır. Ancak benim bildiğim Ali Taran kendisine tamamen teslim olmayan biri ile çalışmaktansa hiç iş yapmamayı yeğler. İşte bu seçimde eline saçının telinden ayak tırnağına kadar kendisine teslim olan bir ürün geldi eline. Size uçuk bir iddia olarak gelebilir ama size şu kadarını söyliyeyim, Uzan-an elin siyasi çizgisini bile Ali Taran'ın belirlediğini iddia ediyorum. Milliyetçilik kavramı ile Uzan ailesini bağdaştırmak ancak onun sahip olabileceği bir zeka ürünüdür çünkü. Ben konuya profesyonel açıdan yaklaşıyorum. Ali Taran'ın eline bir ip parçası verdiler, "Al bundan kazak ör" dediler. O da "Örerim ama her dediğimi yapacaksınız." dedi. Çaresiz kabul ettiler ve de kendi açılarından iyi ettiler. İşte size 2 ayda yoktan var edilen, bugün için %15 leri zorladığı ifade edilen bir parti ve lideri.
Her işin olduğu gibi reklamcılığın da bir etiği vardır. İnsanları zehirleyeceğini bile bile bir meyva suyu reklamı yapamazsınız. Ya da alıp kaçacağını bildiğiniz halde, tefeciyi dünyanın en güvenilir adamı olarak göstermek doğru olmaz. Hoş son 2 yılda batan bankaların reklamlarını bir gözünüzün önüne getirin, etik mi yitik mi karar verin. Ama buradaki olay hiçbir etikle ters düşmez nitelikte. Devletin hiçbir kademesiyle resmi sürtüşmesi olmayan, hiçbir konuda soruşturmaya dahi uğramayan bir adamın kurduğu siyasi partiyi, "Ben senin ne mal olduğunu bilirim" diyerek reddetmek hiçbir reklamcının dolayısıyla Ali Taran'ın lüksü değildir. Tam tersine, üzerine böylesine kara bulaşmış bir ürünü marka haline getirip zirveye taşımak her reklamcının en büyük hayalidir. O nedenle Ali Taran'a yapılan eleştiriyi yersiz, tutarsız, amacını aşan bir söylev olarak yorumluyorum. O işini yapıyor hem de en iyi şekilde. Ortaya çıkan markayı kullanıp kullanmama hakkını ise biz elimizde tutuyoruz. Sadece zarfa bakıp insanları yücelteceksek, bir değil 20 tane oy hakkımız olmalı ki hepsine verelim. Baksanıza hepsi attılar mı mangalda kül kalmıyor maşallah. Siyasi İslamın 20 yıldır yaptığını, adamın biri de çıkmış yapıyor diye hayıflanacağımıza, adam olalım da bu ademlere geçit vermeyelim. Kendi basiretsizliğimizi de birileri işini iyi yapıyor diye örtbas etmeye kalkmayalım Allahaşkına.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
ULUSAL ÖNEMSEME HAFTASI
Ben daha arkadaşlık haftasının tarihini çözememişken birde ulusal önemseme haftamız olduğunu öğrendim bugün. Ayda en az 2 kere arkadaşlık haftamı kutlayan mesajlar geliyor. Hani şu 'bunu tüm arkadaşlarınıza gönderin, size gönderene bile' türünde olanlardan. Başlarda benimde arkadaşlarım mutlu olsun diyerekten tanıyıp bildiklerime gönderdim ilk birkaç mesajı. Sonradan baktım ki bu Arkadaşlık Haftası'nın takvim üzerinde dijital bir değeri yok, vazgeçtim bu anlamsız çabadan. Gelen mailleri de 'ya bu arkadaşlık haftası ne zaman, gerçek tarihi nedir noolur biri bana söylesin, ona göre kendimi hazırlayayim' gibi maillerle cevapladım. Bugun de ulusal önemseme haftamı kutlayıp, önemsediklerime mail göndermemi istediler, beni önemseyene bile.
Nasıl bir şeydir bu önemseme haftası, bilen varsa söylesin yahu. Yani nasıl bir aktivite ile kutlanır? Sokaklara bayraklar, flamalar mı asmak gerek? Bu biraz zor, zaten seçim arifesi nedeniyle sokaklarda kafamızı kaldırınca gökyüzünü göremez olduk. Sabah kalkıp cicili bicili elbiselerimi giyip önemsediğim insanları ziyaret mi etmeliyim? Peki herkesi nasıl bulacağım? Millet işinde gücünde olacak doğal olarak. Hem sadece insanlarla bitmiyordur heralde. Sadece insanlara özgü bir gün olsaydı adı İnsanları Önemseme Haftası olurdu. O zaman işin içine duygular, eşyalar, dini ve milli günlerde giriyor. Mesela ben gözlüğümü çok önemserim. Önemseme haftasındayız diye gidip gözlüğüme yeni bir gözlük kutusu mu alacağım. Nasıl bir iştir bu anlayamadim. Her günümüzün bir adı olmalı kampanyasının bir sonucumudur yoksa önemseme ve önemsenme egomuzun tatminsizliğimi?
Yine bugün gelen maillerden biri Can Dündar'ın 'dostunuz varmı?' konulu bir yazısı. Dostunuz yoksa hemen bulun diyor Can Dündar. İnsanın gidip 250 gram (dostluğun ölçü birimi gramdır umarım) dost sardırası geliyor okurken. Üzerine Ahmet Bey'in Nuray Bey'e ilan-ı dost'luğunu okuyunca ister istemez dostlarımı düşündüm. Öyle Cem Bey gibi seneleri çift haneli rakamlarla ifade edemeyeceğim ama yaşımla oranladığımda son ¼ lük kısımda hayatımda olan insanları düşündüm. Beni ben yapanları yani. Ne oldu, nasıl oldu da biz bu insanlarla dost oabildik diye kafa yordum biraz. Benzer şeyleri hatta zaman zaman aynı şeyleri başka insanlarlada yaşadık ama neden onlarla dost olamadık?
Dostluk da aşk gibi bir elektrik, bir frekans olayı sanırım. Hani kimi insanlar vardır, dostluğun kelime anlamına ters olsada yalnızca sevinçleri, mutlulukları paylaşırsınız. Hüzünlerde ve acılarda bırakın birlikte olmak, birlikte olamadığınız için rahatsızlık bile duymazsınız. Ama yinede her hatırladığınızda yüreğiniz büyür. Gülen, ağlayan, neşeli, somurtkan binlerce portresini beyninizin duvarlarına astığınız insanlar. Yaşamın koşuşturmalı git-gellerinden bunaldıkça dönüp bakar ve yaşamak adına biraz daha mukavemet enjekte edersiniz yüreğinize. O portreler neden, nasıl, nerede ve ne zaman asıldı beyninizin duvarlarına bilmezsiniz ama bundan hiçte şikayetçi olmazsınız. Öyle insanları düşündüm işte...
Artık zaman mı yetmez oldu, yoksa artık etrafımıza bakmıyormuyuz nedir, portrelerin sayıları gittikçe azalıyor. Kimilerini artık çivileri tutamiyor, yenileri de kolay kolay eklenemiyor düşenlerin yerine. Sonra yalnızlaşmaya başlıyor insanoğlu. Dostların yerini psikiyatristler alıyor. Aradaki açığı kapatmak için de arkadaşlık haftaları, önemseme günleri, sevgi bayramları icat ediliyor. Benim çılgın humanistler dediğim bir grup insan sevgi üzerine konferanslar vererek, kelime anlamını kaybedene kadar sevgi, sevgi, sevgi... diyerek kendini teselli etmeye çalışıyor. Traji-komik geliyor bunlar bana. Sevgi 'seni seviyorum'larla anlatılmazki kardeşim. Gözlerine bakacaksın, omuzuna dokunacaksın, şöyle sımmmmsıkı bir sarılacaksın ki belli olsun sevgin. İlla fiziksel olarak yanyana olmanda gerekmez, okurken yazarken, konuşurken, dinlerken gülümseyecesin. O da yetmez, gülerken gözlerin küçülecek ki belli olsun sevginin gerçekliği.
İşim olmaz benim önemseme günleriyle. Ben şanslı azınlıktayım, ya da Allah'ın sevgili kullarındanım. Hep hayatıma sevmeye sonuna kadar değecek insanlar girdi. Hayatımın her döneminde hemde. Önemseme haftası mailini de kimseye göndermeyeceğim işte, onlar zaten biliyor ne kadar önemli olduklarını:)
Bir daha görüşünceye dek, mutlu kalın.
BeT bet_ayh@mynet.com
|
Mobil Kahveci : Ceren Durmuş |
TAKSİM
taksim-22.30 suları
-oo burası fena diil,hem yeni açılmış.bi bakalım mı?
*bence bi mahsuru yok.
-e hadi o zaman..
22.35
22.45
22.50
-galiba kimse bize bişi sormiicak.
*pardon bakar mısınız???
.....
evet.mekan oldukça güzel.havadar ve ferah.o kadar ki yolun neredeyse bir kat alt kotunda oturduğunuzu anlamıyorsunuz.neresi mi?taksim'de yeni açılan "me gusta" adlı cafe-bar'dan sözediyorum.(bence daha çok bira evi demeliyiz)ancak yeni açılmanın verdiği acemilikle garsonlar içeri girip herhangi bir yere konuşlandığınızda size demirbaş muamelesi yapıyorlar.(farkedilir bir takım özelliklere sahip olmakta fayda var...)neyse bu ilk kötü izlenimimizden nasıl kurtulacağız derken menüde gözüm bira fiyatlarına ilişince bu müesseseye daha pek çok nakit aktarımında bulunacağımı da farkettim.(eğer siz de benim gibi tüm yazınızı boğaz manzaralı yerlerde geçirme gafletinde bulunduysanız,"alt tarafı bir bira canım ne kadar pahalı olabilir ki?" diyerekten tüm gecenizi o birayla idare ederek geçirmenin ne demek olduğunu tahmin edersiniz.-ya da etmeyin bence..)bira sadece iki milyon!! hele bir de biraver diye bir alternatif var ki yaklaşık 3lt.lik ağzına kadar birayla dolu bir silindiri önünüze koyuyorlar.süper bir olay...yiyecek menüsü de oldukça geniş ve uygun fiyatlı.(tabii biz bira ve cips ikilemesini tercih edenlerdendik..)
me gusta'nın güzel atmosferinin rahatlatıcı etkisiyle meydandan aşağıya doğru yürüme çabamızda bulduğum ilk sokağa soldan dalarak(ya da ayaklarım beni oraya doğru yöneltti) en sevdiğim gece kulübü-cafe-bar üçlemesinin önüne geldik.evet "dulcinea" saat geceyarısını geçtiği için yemek katı boşalmıştı.(dışarıdan geçenler ve de bilmeyenler için iş yapmıyor havası yaratabilir belki.)hemen alt kata yönelerek kendimizi çok eğlenen ve de oldukça nezih bir topluluğun içine attık.içerde tam "aa işte ilhan erşahin !! bak arkın allen da burda!!" filan derkene bir de baktık ki bu ikili birlikte çalıyorlar.normalde ikisini bir araya getirip dinlemek için büyük meblağlı bir bilet almak lazımken,bedavaya seyretmek iki kat daha zevkli oldu.(ama gelin görün ki barda işletmenin kalkınması için gereken bağışı yaptığımızdan hevesimiz kursağımızda kaldı.)lakin gene de gerçekten eğlendiğim nadir gecelerden biriydi. "dulcinea" kesinlikle kaliteli bir bar...
ana fikir:
kıssadan hisse kışın gelip çatmasıyla sezonu açarak tekrardan şenlenen "taksim" haftada bir gece gelmekle iflah edilemez diyerekten ertesi akşam da yeniden gelme kararı alındı..
|
Gencecik Kahveci : Sevil Yaman |
OYUNCAK BEBEKLERİMİZ
ÇOCUKKEN OYUNCAK BEBEKLERİMİZ VARDI BİZİM. HANİ O YALANDAN AĞLAMALARLA
ANNELERİMİZİN BAŞINI AĞRITIP, SEMT PAZARLARINDAN SATIN ALDIRDIĞIMIZ OYUNCAK
BEBEKLERİMİZ.EVLERİMİZİN ÖNÜNDEKİ DARACIK KALDIRIMLARA ÖYLESİNE BİR KİLİM YAYIP,
ESKİDEN KALMA KUMAŞLARDAN, KÜÇÜCÜK ELLERİMİZLE ELBİSELER DİKTİĞİMİZ
BEBEKLERİMİZ... HERBİRİNİN İSİMLERİ VARDI. HEP, AYNI ANDA ACIKIRLARDI VE BİZ BİRŞEYLER
YEDİRİYORMUŞ GİBİ YAPARDIK. O MASMAVİ GÖZLERİ HAP AYNI ANDA UYKUYA DALARDI
ONLARIN...
HAYATI OYUN OYNAMAK İÇİN GEÇİRDİĞİMİZ YILLAR NE KADAR GERİLERDE KALMIŞ MEĞER.
ÇOCUKLUĞUMUZ, HATIRLIYOR MUSUN? DİYE BAŞLAYAN SORULARIN ARDINDA ŞİMDİ. YA
SONRASINDA BAŞALAYAN PAYLAŞIMLARIMIZA NE DEMELİ? OYSA Kİ BÜYÜDÜKÇE BİZ,
ARAMIZDA NE DE ÇOK FARKLILIKLAR BELİRMİŞTİ. GİYİM TARZLARIMIZ,MÜZİK ZEVKLERİMİZ
HEDEFLERİMİZ, DÜŞÜNCELERİMİZ, HAYALLERİMİZ.... YİNE DE TÜM BUNLARIN İNADINA,
ÇOCUKLUKTAN KALMA ARKADAŞLIĞIMIZI DOSTLUĞA DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜK BİZ. DÖNÜP ESKİYİ
ANDIĞIMIZDA KAHKAHALARLA GÜLDÜĞÜMÜZ ONCA ANIYA, ŞİMDİ TEBESSÜM EDİYORUM
YALNIZ. ESKİ YAZ AKŞAMLARINI ÖZLÜYORUM EN ÇOK. ÇAY DEMLEYİP MISIR PATLATTIĞIMIZ
AKŞAMLARI, SESİMİZİ YILDIZLARA DUYURURCASINA SÖYLEDİĞİMİZ ŞARKILARI, BİZİ
GÖKYÜZÜNE YAKINLAŞTIRAN O TERAS ARTIK HİÇ ESKİ TADINI VERMİYOR BİLİYOR
MUSUN?TEYZEMİ ÇOK SEVDİĞİMDEN OLSA GEREK, TEYZE OLAMAYACAĞIMA ÜZÜLDÜĞÜM BİR
GECEDE, BANA ÇOCUĞUNUN TEYZESİ OLACAĞIMI, “BEN SENİN KARDEŞİN DEĞİL MİYİM?” DİYE
AZARLARDIĞINI HATIRLAR MISIN..? O GECE DOĞMAMIŞ BİR BEBEĞİN TEYZE DEMELERİNİN
TAKLİTLERİNİ YAPMIŞTIM, SEN NASILDA GÜLMÜŞTÜN, NASIL EĞLENMİŞTİK. HAKLIYDIN VE
TEYZE OLACAĞIMA İNANIŞLARIMIN SEBEBİ OLMUŞTUN. SEN BEBEKLERİNİ SAKLARDIN
DOĞMAMIŞ ÇOCUKLARIN İÇİN...
MEĞER RÜZGAR GİBİ GEÇMİŞ ZAMAN ÖNÜMÜZDEN, HATIRLADIKLARIMIZ KALMIŞ ELİMİZDE
DÜNDEN..
BİR SONBAHAR, ALIP GÖTÜRMÜŞ SENİ...
EVLİLİĞİNİN ARDINA NE DE ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ. BİR BUÇUK YIL, ONCA YILIN ÜZERİNE NE DE
ÇABUK KURDU TAHTINI, NASIL DA SAVRULDUK ÖYLESİNE DEĞİL Mİ? GÖRÜŞEMEDİĞİMİZ
GÜNLERCE AKLIMA GELGİĞİN HER AN MUTLULUĞUNU DİLERKEN KENDİ KENDİME, BU GÜN BİR
HABERİN ESTİ, GELDİ, “TEYZE OLDUN DEDİLER”.
SENİ ÇOK SEVİYORUM VE O’NA GÖZÜN GİBİ BAKACAĞINDAN EMİNİM KÜÇÜK ANNE.
O HAYAL KURDUĞUMUZ YILLARA DÖNDÜM BUGÜN. BUNU DÜŞÜNEREK KEYİF ALDIĞIMIZ
ZAMANLARA. GERÇEKLER O KADAR UZAKTI Kİ, AĞLADIM.
TEYZELERİN EN BURUK HALİYDİ YAŞADIĞIM.
SEVİL YAMAN...
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
İ k i n c i B ö l ü m :
Sorunun tanımına doğru görsel bir yolculuk...
Bu bölümde temel sorunlarımızın yüzeysel tanımlarını aşıp bizi daha derinlerdeki yapısal gerçeklere ulaştıracak bazı sorularla yol almaya çalışacağız.
Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_6.asp
Devamı var
|
Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler |
Arpa: İçerdiği kalsiyum ve potasyum gibi mineraller ile B vitamini vücuda direnç kazandırır.Ayrıca ABD'deki bir araştırma, 6 ay boyunca her gün arpa ürünü şeylerin yenmesinin kolesterol oranını yüzde 15 düşürdüğünü kanıtladı.
Yoğurt: Günde 150 gram yoğurt vücudun bir günlük kalsiyum ihtiyacını karşılar. Meyvalı yoğurtlara 3 çay kaşığı şeker eklendiği için şeker oranları daha yüksektir. Yoğurttaki potasyum, kan basıncı ve kalp atışlarını düzenler. Midenin yiyecekleri düzenli olarak öğütmesini sağlar...
Çikolatalı puding: Bu sayede vücuttaki kan istediği protein ve mineralleri alır. İngiliz Sağlık Bakanlığı, kilo kaybı yaşayanların günde 3 kez 1 hafta boyunca puding yemesini tavsiye ediyor.
Peynir: 100 gramında 78 kalori bulunuyor.
Yumurta: Günde 2 yumurta kadınların günlük protein ihtiyacının 4'te 1'ini, erkeğin ise 5'te birini karşılar. A,D,E ve B vitaminleri içeren yumurtadaki selenyum maddesi, bebeklerde sindirim sorunlarını çözer, yetişkinleri de kansere karşı korur.
Dondurma: Günde 2 top vanilyalı dondurma yemek, insan vücudunun günlük protein ihtiyacının yüzde 20'sini karşılar.
Salam: B vitamini, demir, sodyum ve potasyum deposudur.
Devamı var...
|
60, 70, 80, 90, 100
Evet... Hayır... Banane...
Öp, öp, öp... Yok, yok, yok, istemem...
Nerde kayısılar... Nerde kirazlar...
Aç, bekle, bak, bak...
Bunlar ne mi? Bunlar talimat. Haftada iki gün, toplam dört saat bu talimatları alıyorum. İş çıkışı başka bir gezegene yolculuk yapıyorum. Geminin pilotu Nesrin Topkapı. Yolculardan biri benim. Diğerleri benim yaşlarda iş kadınları, öğrenciler. İki saat boyunca dünyadan kopuyoruz. Dertsiz, tasasız, stressiz, işsiz ve böyle olduğu için de ışık hızıyla geçen iki saat... Tahmin ettiniz değil mi? Biz oryantal dans öğreniyoruz!
Peki, Nesrin Topkapı'yı hatırladınız mı? 25 yaşın altındakiler "hayal meyal" diyecektir. Biz 30'luklarsa "evet, evet!"
Anne-babalarımız, "saygı ve tebessümle" anacaktır. O, yılbaşı geceleriyle özdeşleşmişti. O, yılbaşı gecelerinin Zeki Müren ve Orhan Gencebay'la beraber "en çok" beklenen üç kişisinden biriydi. O, çıktığında "yasaklar" geçici bir süre askıya alınırdı. Herkes burnunu tv ekranına yapıştırıp onu izlerdi. Elinde sopasıyla ne güzel dans ederdi. Yüzünde hafif bir gülümseme olurdu hep. Sanki hiç konuşmayan, yalnızca dans eden bir bebekti. Bakışları, "Siz yasaklayın bakalım, yasaklar hem midenize, hem beyninize oturacak" derdi sanki. "Dansöz imajına" aykırı giyinirdi. Açmazdı, saçmazdı, et sergilemezdi. TRT yasaklıyor sanırdık. Meğerse nedeni farklıymış. Hürriyet Gazetesi'nde birkaç yıl önce yayınlanan bir röportajında "kapalı dansöz" olmasının nedenini "feylesof dansöz" gibi açıklamış: "Aleni şeyler pek ilgi çekmez. Bir şeyin altında ne olduğu bilinse dahi merak edilir. Örtünün altında kadınlık da vardır, cinsellik de, kir de, hırs da, hüzün de..."
Nesrin Topkapı iki yıldır, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin, Sıraselviler'deki Bilgi Eğitim atölyelerinde oryantal dans dersleri veriyor. Aslında uzun süredir dans eğitmenliği yapıyor. Sultans of The Dans (Dansın Sultanları) projesinde de emeği geçmiş. Adını duyan dansa koşuyor. Sınıflar tıka basa dolu. Yeni kayıtlar ancak Ocak'a alınıyor.
Çünkü oryantal dansın divası o. Dansı ondan öğrenmek bir ayrıcalık. Hani mühim okulların mezunları, mühim okulları nedeniyle toplumda ayrıcalıklı olduklarını zannederler. Dernekler, kulüpler kurarlar, sık sık bir araya gelirler. Nesrin Topkapı'dan dans öğreniyorsanız benzer bir konuma geliyorsunuz. "Ben ondan öğrendim" deyince kimseye işi bildiğinizi ispatlamanız gerekmiyor.
Yıllardır tahtının ortağı yok. Çünkü bu iş dans etmekle bitmiyor. Profesyonel bir sporcu gibi yaşamak, kendine bakmak, kendini geliştirmek, çok çalışmak, emek harcamak, bilgilerini paylaşmak gerekiyor.
50 yaşını aşalı birkaç yıl olmuş. Yüzünde ve vücudunda estetik yok. Çünkü tepesinden tırnağına kadar "estetik". Bizim gibi estetik yoksunu "erkeklik hormonu bol iş kadınları"nın yanında, duruşuyla, davranışıyla, konuşmasıyla "kadınlık abidesi" gibi duruyor. Biz yontulmamış kütük pozisyonunda en basit hareketlerde zorlanırken, o tüm hareketlerde bedenini ve ruhunu ortaya koyuyor.
Bir mesleğe aşık olmak buymuş demek ki. Hani aşıkken karnınız ağırır, sevgilinizi her gördüğünüzde kanınız daha hızlı akmaya başlar, adrenalininiz yükselir, kendinizi daha güzel hissedersiniz ya... Onun mesleğini icrası da böyle bir şey. Dans ederken dünyanın en güzel kadını. Figürler bedeninde sanata dönüşüyor. Her figür diğeriyle uyum içinde salınıyor. Bazen "biz en iyisi sesimizi çıkarmadan kenara çekilip onu izleyelim" demek geliyor içimden.
Onun liderliğinde, farkında olmadan dansın sırlarını öğreniyoruz. Meğerse bunlar sırmış. Bugüne kadar attığımız göbekler "yalanmış". Yalancı dolma gibi, yalancı göbek. Doğru dürüst dans için, doğru dürüst vücut lazımmış. 90-60-90 vücut değil, "düzgün" vücut. Yani sağlıklı, formda, kanlı-canlı, hareketli... Kaslar yalnızca yürümeye, oturmaya, konuşmaya, gülmeye, ağlamaya yaramamalıymış. Biz oynarken, müziklere yazık olmuş da anlamamışız. "Akan suya, kapı gıcırtısına oynarım" demişiz, çingenenin ayıcığı Zarife'nin ötesine geçememişiz. Elimizi ayağımızı, omuzumuzu, kalçamızı, göbeğimizi umarsızca sallarken dansa hakaret etmişiz.
Bu arada bir ikiyüzlülüğü de paylaşmışız. Tüm düğünlerde, nişanlarda, kınalarda, sözlerde, eş-dost toplantılarında kendimizi piste atmışız. Kıvırdıkça kıvırmışız. Ama bu işi meslek olarak yapanlara en aşağılayıcı bakışlarımızı fırlatmışız. Vicdanımız, bedenimizden daha kıvırtgan çıkmış. Biz aşağılarken Batı kültürü Doğu'nun dansına kol kanat germiş. Bugün en iyi dans okulları Almanya'da, Amerika'da. Bizdeki okulların sayısı bir elin parmaklarına ulaşmıyor.
Oryantal dans, insanlık tarihinin kadınlara sunduğu en güzel hediyelerden biri. Erkeklerde güzel durmuyor, estetiğini kaybediyor. Bu yalnızca benim görüşüm değil. Tarihsel bir süreç. Çünkü bu dans "kadını" temsil ediyor.
Kemal Özdemir, "Oryantal Göbek Dansı" adlı kitabında, "Oryantal Göbek Dansı, insanın dünyaya geliş öyküsünü anlatan eşsiz bir gösteridir" diyor. Göbek dansını, "insanın doğuştan içinde taşıdığı varlığını sürdürme güdüsünün kadınca ifadesidir" şeklinde tanımlıyor.
Kitapta oryantal dansın sekiz bin yıllık geçmişe sahip olduğu yazılıyor. Dansa adını veren "göbek atma" figürü ana karnındaki çocuğun varlığının ve tekmelerinin taklidi. Aslında hamileliği sembolize ediyor. Dansın bütünü, yeni bir yaşamın dünyaya gelişinin doğurduğu sevincin coşkulu bir biçimde dile getirilmesinden ibaret.
İşte hayatımın en kadınca kararı. Hadi bakalım, 60, 70, 80....
Mine KILIÇ
|
İŞPORTA MALI ZAMAN
Görüşmeyeli gökyüzü çok bulut biriktirdi
çok sigara yakıldı
puslu camların arkasında
sokaklar beni
odamın sakil yalnızlığında
unuttu
eski bir türküyü dinler gibi
yağmur damlacıklarına kucak açtılar da
ah sokaklar
sokaklar
beni evde unuttu
umutları dara düşürdüler diye
yıllara
yollara güven kalmadı
iğreti dursa da eskilerinin gül kokulu mevzilerinde
yeni umutlar
yeni korkular
alındı işportadan
özlemi konuk edip ruhun misafir odasında
omza dost bir dokunuş
ve
sıcacık bir gülümsemeyle
bilinmeze,
gidilip de gelinmeze
uğurlandı aşina yüzler
-ki sorsalardı
yüzlerini bile görmeme pahasına
katlanırdım yokluklarına-
aç parantez
abim
can abim
Bayram abim
ne diye gittin ki
erkenden o tarafa
ama
elbet orada da vardır
elinden tutulacak birileri
sen bilirsin işini
kapa parantez
Nevzat TEKİN
..........<>..........
Kahveni yudumlarken oku
Ahmet Altan'ı ,Enişteyi ,Ters Köşeyi
Hepsi yazar başlarından geçen sayısız hikayeyi
Vakit buldukça sende birşeyler karala
Editöre kalmasın sayfanın egemenliği
Milenyum mandalının ipine takıl
Oldumu ya deme sende yaz harıl harıl
Laf ebesi ol sen de editöre nispet
Arkadaş eş dost herkese bizden bahset
Sakın molasız güne başlama
Işıksız odada kalmış gibi olursun ilelebet
Naneli Kahve
|
|
İsmaiiiiil
Kapı çalınca iri yarı bir adam kapıyı açmış. Karşısında elinde anket defteriyle genç bir kız; "Eşcinsellik üzerine bir anket yapıyorum, fikrinizi ögrenebilir miyim?" demiş. İri yarı adam kaşlarını çatmış; "Ben öyle şeylerden anlamam bacım, hanımı çağırayım da o konuşsun" demiş. Ve içeri seslenmiş:
"İSMAİİİİİL".
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.superkupon.com/
Hangi üründe nasıl indirim alabirim araştırmasını tüm alışveriş meraklıları yapmıştır. Bu site size daha nezih ve sistemli şekilde ve çok daha fazla alternatif sunuyor. Bedava üye olun, dilediğiniz ürün grubunun indirim kuponlarını toplayın, paranız size kalsın.
http://www.duvar.com
Hatırlanmanın güzel bir şey olduğunu unutmayarak bu siteye uğramanızı öneririz. Kısa bir formu doldurduktan sonra hatırlamak istediğiniz günleri giriyor ve unutuyorsunuz. Artık bütün bu uyarılar size e posta yoluyla geliyor. Türkçe, kolay ve bedava...
http://www.aranan.com/
İnternette yüz milyonlarca insan var. İçinden bir kısmının eski bir arkadaşınız olması büyük bir ihtimal. Adını ya da soyadını girerek yapacağınız bir arama sonucunda kayıtlı on binlerce kişi arasından arkadaşınızın e mail adresine ulaşabiliyorsunuz. Kendinizi kaydetmeyi de ihmal etmeyin sakın.
http://www.hepyek.com/
İsminden de anlaşıldığı gibi bu site sizi işinizden gücünüzden, uykunuzdan vaktinizden çaldığı vakti eğlence olarak geri vermeye çalışıyor. Özenle hazırlanmış, güzel toparlanmış bir site. Vakti bol olanlara duyurulur.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Addin Favorites v1.0.0.6 [1.1M] W9x/2k/XP FREE
http://www.pdfsoft.com/VPDFSoft/Products/Favorites.html
Bildiğiniz gibi, internette birçok döküman artık dijital olarak dolaşmaya başladı. Bunların başındada Adobe Acrobat PDF dosyaları geliyor. Kataloglardan, e-book'lara kadar pekçok alanda kullanılan PDF dosylarınız için artık bir "Sık Kullanılanlar" (Favorites) aracınız var. Çokça PDF dosyası ile haşır neşir olanlara şiddetle tavsiye olunur.
Save Mailing List v1.0 [311k] Windows (All) FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105430
MS Outlook'ta kayıtlı email adreslerimizi liste halinde alıp bir başka yerde kullanmak istediğimizde epeyce güçlük çekeriz. Deneyenler bilirler. Bu program MS Outlook adres defterindeki tüm adresleri, dilediğiniz kriterlere göre listeliyor. O listeyi nerede kullanacağınız artık size kalmış.
|
|
|