|
|
|
23 Ekim 2002 - Amma zormuş kararlı olmak |
Merhaba Kahveciler,
Geçenlerde bir milletvekili şöyle demiş; "Tarihin en ilginç seçimini yaşıyacağız. Her seçim döneminde, seçim günü yaklaştıkça kararsızların sayısı azalırdı. Bu seçimde ise gün geçtikçe kararsızlara yenileri ekleniyor." Adam yerden göğe kadar haklı. Yakın çevremde bile gözlüyorum, 40'lı yaşları yaşayan, okumuş, işi, aşı olan arkadaşlarım dahi 12 gün sonra kime oy verecekleri konusunda kararsızlar. Ha onlar kararsız da ben kararlımıyım? Nerde, benimkisi hepten muamma. Gönlümün istediği mi, mantığımın emrettiği mi galip gelecek bilemiyorum. Bu seçimi bizler böyle yaşıyorsak, siz varın tahmin edin, kahve köşelerinde konuşulanları. Kemikleşmiş seçmen profilinin olmayışı, demokrasinin bir nimeti mi, yoksa çağ atlarken takılıp düşen her memleketin başına gelebilecek sıradan bir durum mu pek kestiremiyorum. Salim kafayla oturup düşündüğümde, mevcut hükümetin yaşanan bunca kriz ve sıkıntıya rağmen, en başarılı, en çalışkan hükümetler sıralamasında başa güreştiğini söylemenin yanlış olmayacağını görüyorum. Ancak tek derdi parasızlık olan halkın, duyduğu infiali, elindeki tek silahı kullanarak göstereceği gerçeğini de unutamıyorum.
Seçim sonrası kurulacak hükümetin işi hem zor hem de kolay olacak gibi görünüyor. Zor, çünkü yakın dönemde iç problemlerle boğuşurken bir de savaş belasıyla başetmek zorunda kalacak. Kolaylığı ise, girilen yolda, çizilen programlardan zerre kadar sapma şansları yok. Herşey önlerine hazır olarak gelecek, onlar uygulamayı sürdürmeye çalışacaklar. Siz bakmayın hepsinin atıp tuttuğuna, yok IMF'yi defedecekmiş, yok vergiyi kaldıracakmış, yok AB'yi unutacakmış. Hadi canım sende. Bunları diyenler sayı saymayı bilmedikleri gibi, dayak da yememişler anlaşılan. Dayağı sandıkta yerler diyeceğim ama bana gülerler diye demiyorum. Onların zaten iktidar olmak gibi bir beklentileri yok ki. Tek amaçları mevcut statüko içinde yaşamlarını sürdürmek. Benim kaygım, gerçekten efendi insanların da bu güruh yüzünden kaybolup gidecek olmaları. Boşverin, biz nelere alıştık bu duruma da alışırız. Kaybolanların üzerine bir çizgi çekip, diğerleri ile günümüzü gün etmeyi beceririz nasılsa. 12 gün kala gönlümün sesini dinleme eğilimim artıyor. Manipüle edilmiş olma olasılığı yüksek anket sonuçlarına göre kerhen bir partiyi desteklemek yerine, efendiliğine inandığım bir lideri desteklerim daha iyi. Olmazsa olmaz. Kurarlar gene bir sandık, o zaman da takkeyi önümüze koyar veririz kararımızı yeniden.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Entel Kahveci: Mustafa Uyal |
Nereden nereye
Türkiye Avrupa birliği kapılarında Selçuk Erdem karikatürlerinin en anlamlı sözü olan "Hadi Len" diye karşılanıp duruyor. Bizler her eloğlu kapısına gittiğimizde pasaportumuzu uzatır uzatmaz aynı tip davranışlara maruz kalabiliyoruz. Alıştık bu tür davranışlara. Ne yazı ki bu doğru. Eskiden okuduğumuz Pembe İncili Kaftan veya Başını vermeyen Şehit gibi öyküleri hatırlayınca insan burkuluyor ama günümüz pazarlama ağırlıklı ortamı bizleri markalı ürünlere sahip olma, Mc Donalds menü yeme, BMW otomobil kullanma hayalleri adına iyice onurumuzdan uzaklaştırdı. Bunları kendi üretmeden borçla yapan bir toplum olarak yapınca da geçen gün bir internet sitesinde bir dostumuzun Atatürk'ten yaptığı alıntıya cuk oturan bir hale düşmeniz de doğal olmaktadır. Halbuki Türkiyede satılan BMW veya Mercedes otomobillerin sayısı otomotiv tezgahından geçmiş biri olarak bana bu ülkelerde ne kadar güçlü olabileceğimizi anlatıyor. Opel ve Volkswagen sayısı burada kaç işçinin kaç günlük üretimini bizim garanti ettiğimizi söylüyor. Bunun gibi binlerce örnek üretebiliriz. Ama mesele nereden gelip nereye gitiğimiz.
1960 yıllar Türkiyenin borç batağına saplanmadan evvelki yılları kimse Tüketim çılgınlığı içinde değil. Ayakkabıların Bayram vesilesiyle yenilendiği kimsenin de birbirine ayakkabısının marka imajı ile oranlı saygı göstermediği zamanlar. Örücüler ve Ayakkabı tamircileri yaygın ve alıştık bir oluşum. Hollanda'da hala bugün olduğu gibi. Bu zamanlarda Türkiyede Televizyon yok, renklisi veya kanal kanalı değil siyah beyazı bile yok. Ana eğlence olarak Radyo var "Ertuğrul İmer'in ne demekse Efektlerini yaptığı Radyo Tiyatroları, Arkası yarınlar, Uğurlugil ailesi , Liselerarası 16 soru bilgi yarışması veya Milliyet Müzik Yarışması var. Galatasaray, Fenerbahçe Beşiktaş rekabeti gene mevcut ama Bazen Göztepe, bazen Eskişehirspor bu Trilojiye renk ve heyecan katan kadrolar oluşturuyor. Orhan Boran Yuki tiplemesiyle çıkıp Altan Erbulak'ın çizgileriyle Teksas, TomMiks ve Kinova'nın arasına girmeye çalışıyor . Bu sıralarda herkesin bir eğlence tarzı var. Çoğunluk sinemalara gidiyor; Filmler çok rötarlı ama olsun, filmlerden önce bazan Maç filmleri var, bazan Dünya haberleri, ilginç oluyor. Büyük kentlerde gençler daha çok doğum günü veya benzeri bahanelerle düzenlenen partilerde eğleniyor. Mahçup danslar, bazan kız kıza da olsa ediliyor. Beatles, yeni gelmiş hafif hafif bizde değişiyoruz ama kıta Avrupasının, Akdenizin bize daha yakın ülkelerinin sanatçıları da çok revaçta. Peppino Di Capri, Patricia Carli, Johnny Hallyday karısı Sylvie Vartan, Tony Cucchiara, Marc Aryan, Salvatore Adamo, İzmirimizin çocuğu Dario Moreno pek seviliyor. O zamanların eliti ki bu günle pek kıyas kabul etmez kendine göre biraz daha sıkı eğleniyordu . Öyle gençlerin pek gidemediği daha doğrusu belli bir yaşın altının cebinde para da olsa alınmadığı gazinolar, gece kulüpleri vardı. İzmirde Sibel, Mogambo, Key Club İstanbulda Maksim, Lido gibi. İşte buralarda sık aralıklarla o sıralarda Avrupada meşhur olan hatta dünya markası olmuş sanatçılar gelirler Program yaparlardı. O sıralarda bunlara yakın duran iki ismi Fecri Ebcioğlu ve Sezen Cumhur Önal'ın girişimleriyle biraz hoşluk, biraz sempati ve ticari bazı planlarla bunların şarkılarının Türkçe versiyonları kaydedilmeye başlandı. Sonuç çok mükemmel olmasa da çok sempatikti. Marc Aryan'ın Sacha Distel'in ,Peppino Di Caprinin o ağır aksanlarıyla iki üç günde kıvırdıkları kadarıyla okuduğu şarkılar acaip satıyordu-Her yerde Kar var veya Melankoliyi hala arada bir duymaz mıyız?, Sonra bunları aranjman adı altında yerli sanatçılara yorumlatma başladı. Yani Türkiyenin Avrupanın kültürel yaşamının dahi bir parçası olduğuna dair en ufak bir şüphe yoktu. Mütevazı, kalabalık orta halli ama vakur bir ülkeydik.
Bir gün Türkiye bir haberle çalkalandı. Avrupa bizden işçi istiyordu. Savaş sonrası içgücü açığını kapatamayan ve yeni iş sahaları yaratmakta başarılı olan Avrupa ülkeleri bizden, Yugoslavyadan, Yunanistandan ve İtalyadan göçmen işçi alacaklardı.. Akın başladı binlerce insan sağlıklı oomaktan başka hiçbir koşul aranmadan hiçbir hazırlıktan geçirilmeden sonralaraı Acı Vatan diye adlandırılacak ülkelere gönderildiler. Katar katar tren dolusu insanımız bu sefer Almanya müttefiki olarak döğüşmek için değil onların artık başka işlerle uğraşmak için boşalttıkları ağır işleri yapmak için oraya gönderildi. Doğal olarak uyum sorunları başladı, bizim asimilasyona inanılmaz direncimiz, Almanların Hollandalıların despotluğu ile birleşince garip bir ortam oluştu. Türkler diğer göçmenlerin aksine klanlaşıyor, kültürel ve töresel yapılarını korumak adına Avrupalıyla çatışıyor ama vazgeçilemez derecede iyi çalışıyorlardı. Türk artık Avrupalıya Türkiyede ortalamayı temsil eden kentli Türk tarafından değil orada vatanından git karnını doyur diye düşüncesizce gönderilmiş kişlerce temsil ediliyorlardı. İki kültür arasında sıkışan bu kişilerin elinden tutan biri veya bir kuruluşu yoktu. Ana vatanda Alamancı,orada Gastarbeiter diye sözde "misafir" işçi anlamına gelen ama derinliğinde daha kötü anlamlar yüklenen şekillerde algılanıyorlardı. Sayıları arttıkça sorunları da arttı ve Türk imajı tamamen üstlerine kaldı.
Bu arada herkesin unuttuğu bir darbe daha yaşadık uyuşturucu ticaretinin düğüm noktası olarak Türkiyede Afyon ekimini odak olarak alındığı günlerde anlı şanlı bir Türk senatörü Kudret Bayhan'ın otomobilinde İsviçre Fransa sınırında kırmızı pasaportuyla geçmek üzereyken yapılan aramada ciddi miktarda eroin bulununca Türkiye çok ciddi bir prestij kaybetti ve siyasi anlamda o gün bugündür toparlanamadı. Şimdi Avrupa Parlamentosunun nufusa dayalı temsilinde Türkiye gibi büyük bir nufusa sahip bir ülkenin alacağı sandalye sayısının Almanya ile birlikte en büyük rakam olacağını düşünürseniz, Avrupalının bizim arasına niye katılmamıza izin vermeyeceğini anlamaz mısınız? Peki bize niye kesin ve net olarak hayır diyemeyeceğini de tekrarlayalım mı. Pazarız hem de çok potansiyel bir Pazar ayrıca oradaki Türk seçmenler artık özellikle Almanyada seçim sonucu değiştirecek kadar önemli de ondan. Yani yazının başına dönersek biz kendi kendimizin kurdu olmuşuz, kültürel erozyon, düşüncesizce yapılmış uygulamalar, ahlaksızları hırsızları meclis ve Senato çatısı altına almak gibi kısa vadekli menfaatler peşinde koşarken bu güzelim ülkeyi, bu harika insanları harcamış gitmişiz. Ama Sacha Distel'e Adamo'ya kendi dilimizde şarkı söyletirken sadece alkışlamak yetmemiş. Bugün Avrupalım olmanın ilk şartı oraya doğal üye olmaktır. Avrupada her spor dalında şampiyon olduğumuz gün, her sanatçımızın şarkılarını listelere soktuğumuz gün, Avrupadaki bir çok markanın ticari olarak sahibi olduğumuz gün ve içimizdeki karanlık kafalarla, yalaka entelleri temizlediğimiz gün biz Avrupaya istersek hayır diyebilir ama onlarla aynı şartlarla insanımızı yaşatabiliriz. Bunu yaparken de Süreyya Ayhan'a , Tarkan'a yaptığımız veya Fatih Terim 'e yaptığımız gibi şark kıskançlığıyla özel hayatlarından girerek başarılarına gölge düşürmek için uğraşmamalıyız..Yoksa daha çook İbrahim Tatlıses dinler, Hortumcu helikopterlerinde gezen liderlerle yönetilir, dokunulmazlık peşinde koşan üçkağıtçıların "kamutay"da and içmelerini gözyaşlarıyla izleriz.
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın İki Trafik Kazasıyla Turkiye Portresi |
|
Bir hafta önce, öğretim üyesi bir arkadaşa Polatlı yakınlarında köyde yaşamlarını sürdürmeye çalışan ağabeyi ve ailesinden telefon gelir. Agabeyin damadı traktörüyle köye dönerken kaza gecirmistir. Durumu ciddidir ve Ankara'daki kardeşin ivedilikle köye ulaşması istenmektedir. Hoca,bulduğu ilk araçla köye yollanır. Aslinda durumun telefonda aktarıldığından da ciddi olduğunu sezmiştir ve karşılaşacağı manzaraya kendini hazırlamaya çalışır.
Dedelerinin uzun süre Anadolu steplerinde at sırtında göçerlikle ayakta durmaya uğraştıkları yıllardan sonra, baba ve büyük ağabey devletin kendilerine yer gösterdiği Günyüzü'ndeki köyde çoğunluk buğday ekimiyle ve azcık hayvancılıkla geçimlerini sağlamaya çalışırlarken çektikleri zorluklar düşer aklına Hoca'nın. Kendisinin, elbet onlarında destekleriyle yatılı okullarda okuyup, devlet bursuyla yurt dışında İngiltere'de üniversite öğrenimini tamamlamasını, İzmir ve sonra Ankara'daki üniversitelerdeki görevlerini, ailenin fertlerinin yazgılarının ortaklıklarını, farklarını düşünür yol boyu. Bitmek bilmez, şunun şurasında bir saatlik yol..
Köyde ağabey evinin kapısını sabahın körü çaldığında, artık daha da geciktirmezler dillendirmeye küçük kardeşe, dün gece olanları. Tarladan, güneş batarken, yorgun son bir gayret köye dönmeye çalışan damat, kötü bir dönemeçte traktörü devirip, üstüne yıkılan römorkun altında kalıp, oracıkta can vermiştir, henüz yirmidokuzundayken. Römorkta bulunan kızı ve bir diğer akrabayı "Allah Korumuş", sıyrıklarla atlatmışlardır kazayı.. Dün akşamüzeri yağmur bulutları dolaşırken Anadolu bozkırlarında, tarlanın yakınlarındaki damdaki komşu, "dinlenmesini, sabaha ertelemesini önermiştir dönüşü" damattan. O ise, artik takdir-i ilahi, römorkun içindeki hasatlar ıslanmasın diye, vurmuştur lastikleri eski traktörü köyün tozlu yollarına..
Öğle namazının ertesi, köy mezarlığında verirler toprağa genç ölüyü.. Geriye, henüz on yaşlarını aşmamış, biri doğuştan özürlü iki çocukla gözü yaşlı bir eş kalmıştır. Bağdaş kurup, oturunca sofraya, neden sonra, artik iyice avurtları çökmüş, saçları ak, yüreği nasırlı ağabey, kızının sırtını sıvazlayıp, bir iki laf eder.. "Baba Evi" ne zaman kapanmıştır ki, kızına, torunlarına.. Onların yeri, kendi yanıdır.. Sürahiyi doldurma bahanesiyle, kız gözyaşlarıyla içeri giderken, ağabey kardeşinin kulağına eğilip "Başımın üstündeler, rızkı bölüşürüz de, şu hasta,yarım yavrucağı netcez, işte onu bilmiyom" diye fısıldar..
Köylük yerden küçük kardeş akşam üzeri uğurlanırken, günlük gaileler yine ağır basar, içli vedalaşmalardan sonra kahvede son çaylar yudumlanırken.. Sorarlar okumuş hocaya, seçimde kime oy verecek diye..Daha laf ona gelmeden, masanın etrafındakiler kendi oylarını atacakları yeri bellemişlerdir bile. "Bu kez, Tayyip'e der" en yaşlıları, "Diğerlerine verdik, ne gün gördük ki.. Bi de onu denemeli.." Oturanlar, kafa sallarlar..
Daha dün, Polatlı'nın yanıbaşında, modernleşen başkent Ankara'nın stadyum içindeki spor kulübünde sabah antremanına getirdiğim oğlumun, koşuşturmasını bir demli çayla izlerken, acı fren sesleriyle yırtıldı, sonbahar yapraklarını savuran rüzgarın sesi.. Fırladık, yanıbaşımızdan geçen caddenin kenarına.. 19 Plakalı kırmızı bir Toyata'nın camları paramparça, çarpıp üstünden fırlattığı Ayşe Teyze can çekişiyor asfaltın üzerinde.. Onunla kol kola girip, karşıdan karşıya geçmeye çalıştıkları kocası Hüseyin Amca, kıl payı kurtulmuş darbeyi yemekten, feryat figan içinde.. "Öldü, öldü, can yoldaşım" diye inliyor.. Ortalık kan gölü, Ulus'un arkasına on dakikada geliyor, iki ambulansla, bir polis ekibi.. Bir gayret bindiriyorlar, Ayşe Teyzeyi ambulansa son nefesini verirken.. Adamcağız, yakınındaki herkese sarılıyor, "Oğul" diyor, "Yenimahalle'den gelmiştik dolmuşla. Halden balık alacaktik." diye inliyor.. Bir başkasına, "Aniden çıktı otomobil diyor, öğretmendi o, çok çocuk okuttuydu" diye inliyor.. Amcayı teselli ne mümkün.. Çevreden gelenler söze karışıyorlar.. "Yolun iki başındaki katlı kavşaklar yapılalı, hızlar arttı." diyorlar.. " Karşıdan karşıya geçemez olduk. Her gün kaza, her gün ölü var, burada.. Duyan var mı?" diye ekliyorlar..
Turkiye'nin kurulma ve yeşertme kavgalarının verildiği iki meclisin yanıbaşında; taşıt sevdalısı Başkanların kafalarından oturtukları güya modern kavşaklı yolların üstünde nasılsa altlarına geçirdikleri yeni model arabaların üzerinde "Ulan bari hız yapalım.. Bu yollar bitmez" diyen kavruk, iş bitirici insanların isledikleri cinayetlere, poliste zabıt tutarak yetişmeye çalışıyor.. Biz Cumhuriyet Kuşağının çilekeş öğretmeninin soğumaya başlamış ölü bedenini morga yollarken, başıbozuk, bilimden nasibini almamış bir gayretkeş kentleşme rezilliği içinde çağ atladığımızı sanıyoruz.. Birkaç dakika sonra, kaza yerinde her şey ortada, araçlar son hızlarıyla kent içinde geçişlerini sürdürürlerken ve polis ekipleri üçleşmişken, soruyorum en kıdemlisine 'kontroller' diye.. Bana safmışım gibi bakıp, "Ne kontrolü kardeşim..Bizim millet kontrolden anlar mı?" diye tersleniyor..
Gözüm yaşlı, bitkin, ben yeniden karşıya geçme telaşına düşmüşken yanıbaşında MHP'nin bir merkezindeki afişler, bayraklar gözüme çarpıyor.. "Türkiye .. Geleceğine Oy ver." diye yazıyor. 2. Bölge adayı Metin Bey seçmenlerini kucaklıyormuş.. Ne yazık ki, öğretmenimi kucaklayamayacak..
Daha karşı kaldırıma yeni geçtim ki, son model bir başka araç şimşek gibi gelip, ilerde duruyor.. Bu kez Genç Parti'nin bayraklarıyla süslü bu arabadan, altın saatli, sürekli cep telefonlarıyla konuşan iyi giyimli iki adam iniyor.. .. Belli, onlarda Türkiye’nin önünü açmanın peşindeler..
İki kazadan iki Türkiye fotoğrafı.. Sakın atmayın.. Altı yıl once, yine bir sonbahar günü, Susurluk’taki kazada ülkenin başka bir fotoğrafını çekmemişmiydik.. Bunları albümümüze yerleştirelim, unutan belleğimize, nasırlaşan yüreğimize gün gelir gerekli olabilir diye..
Olur mu? Ne bileyim? Sahi, sizin oradan nasıl görünüyor ülke?
Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Bayları bayanlar |
|
Biz kadınlar el birliği ile tüm erkekleri tepe sersemi yapıp dünyayı yavaş, yavaş ele geçirmekteyiz. Öyle bir iki ana başlık altında toplamak mümkün değil biz kadınları. Hayvanat bahçesinin bu kadar çeşit niye yaratılmış acaba? dedirten çekici kalabalığı gibiyizdir biz kadınlar. Tüm kafeslerin önünde takılır kalırsın eğer bu aleme bilet alıp girmişsen.
Bir süre yumuşak huylu sokulgan, okşamadığında tırmalayan nankör kedilere, bir süre eğlenceli, adaptasyonu güçlü sağ gösterip sol çakan şebeklere, bir süre özgür ruhlu pat diye gelip hop diye gidiveren kuş kadınlara takılırsın, bir süre ele avuca sığmayan, kaygan balık kadınlara, bir süre sessizce koynuna sokulup sinsice zayıf anını bekleyen soğuk yılanlara, bir süre mağrur ve gururlu aslanlara, bir süre ebleh kuzulara, manasız keçilere takılır kalırsın, çıkamazsın bu alemden. Bazen keneler yapışır yakana, nefret edersin bu aleme düştüğünden. Saymakla bitmez. Ama en fenası hangisi biliyor musunuz? Bir dakikalık konuşmanın içinde sosyal, kuramsal, global, kaotik, entegre, travma, destinasyon, determinasyon, formasyon, içsel, cinsel, düşsel, evrensel, akılcı ve de iç bayıcı olanlarımız.
Bir süre önce elime aynı gün başka kalemlerden çıkmış iki yazı geçti. Birinci yazı ayakları yere basan, aklı başında, okumuş bir entelektüel hanım tarafından kaleme alınmış. Mağdur üç dört sayfa döktürmüş sanırsın doktora tezi yazıyor.. Derdi de özetle şu 'biz entelektüel kadınlar sonunda yalnız kalıyoruz ve buna çok bozuluyoruz'. Kalırsın tabi.. erkekler de size bozuluyo. Yemek yapar mısın?? Yooo . Çocuk bakar mısın?? Yooo... Ne yaparsın güzelim? 'Entelektüel düzlemde tartışırım'.. Devam et...
Diğer yazı ise bambaşka bir kadın tipinden bahsediyor. O kuş kadınlar diyor bu türe.. Bu yakalanamaz, durdurulamaz ve kimseye ait olamayan kadınlara sahip olunamayacağını sadece ona yakın durulabileceğini anlatıyor. Bu arkadaş romantik. Kadınları manolyalara falan benzetiyor.. Sanki erkeklerin çok umurundaydı neye benzediğin.
Bunlar bir çırpıda aynı gün benim elime düşen türler.
Bu kadar çeşit arasında bazı bayların kadınlara bir tel kafes mesafesinde durması, düşünceli bakışlar atıp, çenesini kaşıması da muhtemelen kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Bazı baylara da bu çeşit bolluğu başka bir etki yapıyor. Lunaparkta hissediyorlar kendilerini adeta. Süslü, ışıklı heyecan veren oyuncakları görünce ondan ona koşan, ona mı binsem? buna mı binsem diye bütün oyuncakların altında hayallere dalan küçük oğlan çocukları gibi onlar.
Anlayacağınız şu kadınlar koskocaman bir fuar alanı gibi. Gez dolaş saatler geçsin, ayaklarına kara sular insin nafile, hala eksik kalan bir kıyı köşe, bir reyon, bir ağaç altı mutlaka var. Çok fazla gezmeyin baylar sonunda yönünüzü, yolunuzu şaşırır çıkışı bulamazsınız. Birini anlamayı becerdiyseniz eğer bu hayatta, şansınızı fazla zorlamayın.
Ya kafesten kaçan bir aslana yem olursunuz ya da lunaparkta cüzdanı boşaltırsınız.
mehtap_akdeniz@yahoo.com
NOT: Bayanları bayanları da yazasım var ama editör yayınlar mı bilemem???
Editör'den not: Cevap hakkımız saklı kalmak kaydıyla yayınlanmasında bir mahsur görülmemektedir.
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
İ k i n c i B ö l ü m :
B- Kamuda İçe Bakış Zarureti
Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_7.asp
Devamı var
|
Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler |
Nohut: Sebze hormonu "fitoöstrojen" içerir. Bunlar östrojenin vücuttaki etkilerini dengeler ve menopozun yarattığı etkilere karşı korur. Sebze proteininin en zengin kaynaklarından birisidir.
Kola: Kafein vücudun yorgunluğunu alır ve konsantrasyonu sağlar.
Üzüm: İçerdiği "elajik" asit sayesinde menopozun neden olduğu kemik erimesine karşı korur. Kandaki östrojen seviyesini yükselterek de menopoz semptomlarını en aza indirir.
Kuru erik: Sadece iki-üç adet yemek dahi vücudun ihtiyacı olan antioksidanları karşılar. İdrar yolları kaslarını rahatlatır. Bu da kolon kanserine karşı korur. Demir, A vitamini, B6 vitamini ve potasyum içerir. İçerdiği yüksek orandaki bor minerali sayesinde menopoz dönemindeki kadınlarda östrojen seviyesini dengede tutar.
Tatlı patates: Adrenal salgılayan bezleri güçlendirerek vücuda enerji sağlar. Fosfor, magnezyum, kalsiyum, C vitamini, potasyum ve folik asit içerir.
Devamı var...
|
Bir gün gelir o güne kadar hep kendiniz için yaşamış , bununla da yetinmeyip çok akıllıca yaşamış olduğunuzu düşünürken aniden kendiniz icin hiç birşey yapamamış olduğunuzun farkına varırsınız. Genellikle aniden olur bu farkına varış. Bazen bir kadın neden olur buna, bazen çocuklarınız, bazen vazgeçilemez bir aile ferdi , bazen kendiniz, bazen hicbirsey ; Peki ya nedir bu hiçbirşey . ? Anlatabilir misiniz bu hiçbirşeyi kendinize . . Anlatırsınız anlatırsınız ! Hepsi kendimizizdir. Kadın da, çocuk da, o vazgeçilemez aile ferdi de . . Her biri , adeta maket yaparcasına – dikkat isterim maket yapanlar makete ruh da verir - istediğimiz anlamı yükleyerek yarattığımız varlıklar değil midir ?
Ne çok şey saklıdır gerçekten; hatta kendimize bile söylemek istemediğimiz ne çok şey vardır bu aslında hiç birşey yapamamış olduğumuzu hissedişde, aniden farkına varışda . . Çoğu ise çocukluğumuzda saklıdır . . Ne eşşekten düşmedir ama . . Bilen bilir . . Bazen farkederiz . ,bazen farketmek bile istemeyiz . . Hadi farkettik . . Farketmemiş gibi yapar yaşamı kurmayı sürdürürüz. .
yazmacı
|
SAD EYED JEHANNE OF DARKNESS
-Leonard Cohen için
Zaman yeniydi o karanlık çağlarda;
Sen diri diri yıkanırdın,
Zambaklar gibi, oyun sonralarında.
Kızların bellerini tutardın,
Biz oğlanlar ayak başparmaklarımızı,
Hırsımızdan.
Ben bir yeniçeri, senin orduna düşmüş,
Dilinden, dininden olmuş elinde,
On sekizinde.
Vatan mahzun, sen mahzun,
Ne güzel komutanımızdın,
Domrémy'li küçük Joan.
Anlatma, duyulmasın yaşadıklarım,
Benim de yakıldığım, müslümanlarca
Duyulmasın.
Reşit İmrahor
..........<>..........
Göz
ıssız gece ıssız ev
sessizlikle ip oyunu
yüzüm güzel bir örümcek ağı
saçlarım ipekböceğinin uykusu
anne rahmi
mavi kabarcıkların ninnisi
su şarkı söylüyor
aynı yatakta uyumuştu ağabey
aynı yatakta kök verdi ağaç
aynı yatakta aktı kan ve ırmak
gözkapağı gibi açılıyor ay
kocaman bir kırkayak
yürüyor evin içinde
yankılanırken ayak sesleri
vurarak öldürüyor onu anne
gecenin karınca yiyeni
aşkımı değil şeytanı ye
odur bakanın gölgesini
kaburgalara eken
ıssız bakış ıssız göz
giyotin bölüyor sessizliği
başkalığın uyumuyum ben.
Yaprak Öz
|
|
Bağımsız adaya bizden bir kıyak
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.adders.org/freeware/indexgam.html
Oyunlar, screensawerlar, sanal kartlar ve bir çok eğlencelik malzeme... Bunları bilgisayarınıza indirebildiğiniz gibi, web sayfası üzerinden online olarak da kullanabiliyorsunuz. İyi eğlenceler.
http://www.kattnet.com/arms/
The collection started forming in the early 90's and has grown to well over 200 pieces in total, including edged weaponry, impact weapons, archery equipment, firearms, armor, and other items... Geçmiş dönemlerde kullanılan silah meraklıları için...
http://www.instantvoodoo.com/default.asp?flash=true&
Hani bazı haplar vardır... Mideye veya bağırsaklara zarar vermesin diye suda eriyen versiyonları çıkarılmıştır. Bu da bünyeye daha az zarar versin diye hazırlanmış olan mini voodoo sayfası.
http://winstep.net/
Aslında ağırlık olarak bilgisayarınızın masaüstü düzenlemeleri için kullanabileceğiniz değişik ve orjinal programları size sunan hoş bir kaynak. Mutlaka arşivinizde bulunmalı.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Graph v2.3 [1.1M] W9x/2k/XP FREE
http://www.padowan.dk/graph/
Garfik üreten bir program. X ve Y değerlerini girdiğinizde istediğiniz garfikleri almanız mümkün oluyor. Mutlaka bazılarınız ihtiyaç duyacaktır.
PTBSync v3.1 [252k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105413
Bilgisayarınızın saatini dünya üzerinde bulunan 65 ayrı zaman sunucusuna göre ayarlayan bir program. Ayrıca içinde bir alarm fonksiyonuda var. Zamanla arası iyi olanlar için.
|
|
|