|
|
|
24 Ekim 2002 - Kaşıyıp kabartmayın... |
Hepinize iyi günler dostlar,
Hayırlısıyla şu seçimleri bir atlatsak da hepimiz rahat bir nefes alsak. Dünkü sayıda bu seçimin eşi benzeri olmadığını söylemiştim ya, aynı gün bir gariplik daha geldi başımıza. Varsayılan seçimde iktidar partisi olacağı ilan olunan ama hala kimin başbakan olup koltuk işgal edeceği belli olmayan, Ak mı Kara mı olduğu ilerde belli olacak partimiz için bir de kapatma davası açılmış. Sayın Başsavcımız, yasa kararlarına uymadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne dilekçe vermiş. Buyrun burdan yakın...
Eminim, aynı gün çocukları için aldığı bursun davasına 5 gün raporlu olduğu gerekçesiyle katılamayan Tayyip Efendi, bu olaydan sonra aynaya bakıp bakıp "Yahu sen neymişsin de benim bile haberim yokmuş" diye kasım kasım kasılıyordur. Hasbelkader belediye başkanlığından sonra, memleketin 1 numaralı adamı haline gelmekten duyduğu çoşkuyu saklayabiliyor mudur bilemem. Bildiğim tüm organlarımızla, delikanlılığın kitabını yazan bu adamı vatan kahramanı yaptığımız. Karizmatik delikanlı lider pozuyla gönüllerde zaten taht kuran(!?) adamı seçime 10 gün kala daha da tepemize çıksın bari diyerek hakkında davalar açıyoruz. Yahu bırakın adamın yakasını artık. Bıraksanız zaten kendi bindiği dalı kesecek küt diye düşecek, ama böyle devam ederse adam efsane haline gelecek haberiniz ola.
Zamanlama da bir hoş hani. Anlıyorum şeriatin kestiği parmak acımaz acımasına da, 10 gün kalmış yahu, sıkın dişinizi, 8 bilinmeyenli denklemle seçimlere girip en kocaman parti olsa bile, 3-5 ayda foyası ortaya çıkacak zaten korkmayın. İlla kapatacaksanız o zaman kapatırsınız. Adam ne yapıyor ki, genel başkan sıfatıyla nutuk atıyor. Başbakan olamıyacağını bile bile canını dişine takmış çalışıyor. Siz onunla uğraşırken, beri yanda Necmettin Hocamız, Recai Amcamın bir adım önünde kürsüde yerini almış yağdıyor da yağdırıyor. Aynı söylemle şimdiye kadar 4 parti kapattırmış bu zat-ı muhtereme birşey demiyorsunuz da elin delikanlısından ne istiyorsunuz? Bırakın şu adamı kaşımayı, adam kaşındıkça kabarıyor görmüyor musunuz?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan SENCİL |
|
Bu yazıyı, fazla kişisel bulanlar olacaktır belki.. Ama ben, hiç de kişisel bulmadım, bu nedenle yollamayı seçtim 'Mola'ya.. İhtiyacı olanlar olabilir diye düşünerek.. Ya da bir gün ihtiyaç duyabilir belki birileri diye.. Bu bir mektup.. Birkaç gün önce, 21. Evlilik yıldönümünde yazmıştım.. Önünde şu notla:
'Tatlım,
Alamadım sana bir hediye, kusura bakma... Zaman olmadı..
Çamsakızı çoban armağanı.. Bende laf çok.. Benim armağanım da bir kuru mektup.. Isıtırsa gönlünü, ne mutlu bana..
Kocan..
21 yıllık...'
SENCİL
Hatırlıyor musun.. Yirmiüç, yirmidört yıl önceydi...
Benim bir kız arkadaşım vardı o zamanlar.. Tanırsın..
Onu seviyor muydum?
Sanmam.. Öylesine bir ilişki işte... gereğinden fazla uzun sürmüş... Birlikte, yapışık kardeş gibi yaşardık.. Bunu matah bir şey sanırdık o zamanlar, sevgiyi bu sanırdık..
Sana anlatmamışımdır sanırım... Bu kız arkadaşımın bir tarzı vardı. Kantine gittiğimizde, ben bir tost söylemişsem mesela, ona da uzatırdım, hesapsız.. Ve alırdı eline.. evirip çevirirdi, hatta açıp içini bakardı.. En çok neresinde domates, sucuk, ya da peynir var diye.. Ve tam da oradan ısırıp, geri uzatırdı bana.. Ezilirdi içim.. Ona da diyemezdim.. Yanlış anlayacağını düşünürdüm...
Ve sen, ve ben.. iyi arkadaştık o zamanlar.. Çok iyi iki arkadaş..
Ve bir gün, koptuktan sonra bu eski kız arkadaşla irtibatım.. Bir gece.. Rumelihisarı'nda bir lokantaya gitmiştik.. Kalabalık bir arkadaş grubu.. Ve rakı içip, balık yiyip.. güzel de bir gece geçirmiştik.. Sonra, sen tuvalete gitmek istedin.. Doğaldı, benim götürmem gerekiyordu seni, sana benim eşlik etmem gerekiyordu, o masadaki tüm arkadaşlarımızın arasından, çünki, en iyi arkadaşındım senin..
Hatırlarsın.. gittik tuvalete ve ben dışarıda bekledim seni.. Ve oracıkta dikilip dururken öylece.. bir soru geldi aklıma.. ve sordum sana.. Ve sen, verdin bir cevap.. Ve işte herşey öyle başladı.. Detayları biliyorsun..
Aylarca, belki de yıllarca hatırlayamadık, neydi o soru diye düşündük durduk.. Neydi o soru, o gece, oracıkta, bana seni öpme cesareti ve kararını verdiren.. o 'önemli' soru neydi diye.. Ve bir gün, (ki artık evlenmiştik ve aynı evde oturmaktaydık..) Bir sabah, banyoda traş olurken.. aniden hatırlayıverdim.. 'Diş macununu nereden sıkarsın?' Ve, sen.. Bir yaşam boyu, neredeyse hiç aksatmadan sürdürecek olduğun 'Sencillik' felsefesinin ilk gerçek yanıtını vermiştin o gece, o tuvalet kapısında.. sükunetle... 'dibinden....'
Yıllar geçti.. Ben de, sen de bir sürü hatalar yaptık muhakkak.. Ve, biliyorsun, gün geldi, çoğu gibi, bizler de 'acaba?' noktasına geldik ve belki yorulduk, belki sıkıldık 'sencillikten' ve 'bencil' olmaya karar verdik.. Ve bu bize üç uzun ve acılı yıla maloldu... Ayrı geçen üç yıl..
Ben, tüm ezikliğim ve örselenmişliğimle, alıp kalbimi elime, gösterdim sağa sola gönlümü.. 'Şey, bende böyle bir gönül var... Geri çeviren oldu da...İlgilenir misiniz acaba?' Sorarken bunu, en sevdiği bilyelerini, minicik avuçlarına doldurmuş küçük bir oğlan çocuğunun hazinelerini göstermesindeki saflık ve heyecan da vardı mutlaka.. Ve alıp bakanlar oldu..
İnsanlar oldu.. Biliyorsun.. 'Bana ne, o kaybetmiş, ben buldum.. benimdir..' diyen, ve gerçekten iyi yürekli, sevecen ve hatta, gayret eden, hakeden insanlar.. Ama... olmadı bir türlü.. olamadı... Çünki, hep birşeyler eksik kaldı...
Seni aradığım noktasına geldim sonunda.. Sanırım sen de beni..
Hatılar mısın Levent'i? Hani mimar.. Hani, bir hikaye anlatmıştı, karısından ayrılışını.. Ve bir resim yapmıştı, karısının nasıl bir insan olduğunun resmini, bir iki cümlecikle.. Hani, işten geldiğinde gecenin bir vakti, yorgun.. kapıdan girer girmez, eline bir şey yapışmış bir kedinin yaptığı gibi, sallayarak ayaklarından ayakkabılarını bir yandan yürürken antrede, doğruca mutfağa giden, ve bunu sadece sevdiği eşi, sevdiği insan için yapan bir kadını resmetmişti.. Ve 'nasıl oldu da ben bu hatayı yaptım ve onu sonsuza kadar kaybettim' demişti.. Ve çok pişmandı..
Gözler.. göremez de oluyorlarmış.. Anladık.. Ve bir şans vermenin daha doğru olacağı noktasına gelip bir gün.. Taşındık tekrar aynı eve..
Şimdi, bugün, kesintili de olmuş olsa, 21. yılı evliliğimizin, beraberliğimizin.. Ve ben.. biliyorum... Akşamları yatınca yatağa, o yumuşak ellerin sırtıma değdiğinde, sadece sevgi vermek ve benim iyi olmam temennisi var içinde..
Veriyorsun zorlu bir savaş, bir yaşam savaşı.. Hiç kolay değil, yorucu.. Ama, bizler ve çocuğumuz ve çevremizdeki herkes mutlu olabilsin diye.. İnanılmaz özverili, gayretli.. İnanılmaz anlayışlı.. Bazen, seni haketmediğimi, edemediğimi düşünüyorum.. Ama sen, gene o kocaman gözlerinle, hoşgörüyle bakmayı ve 'Sencil' olmayı sürdürebiliyorsun..
Bir bilge, bir ermiş oldun ki kadınım.. Hani, çok şanslı hissediyorum kendimi desem.. Fazla basmakalıp olacak.. İhtimal, ben de hakediyorumdur senden gelecek güzel bir davranışı.. Ama nerde senin bilgeliğin, ermişliğin, sabrın, nerde benim çocukluğum, haylazlığım, umarsızlığım, uçarılığım...
Galiba, duruldu fırtınalar.. Artık bizim eski liman, süt liman.. Kırık mı direkler, yırtık mı yelkenler.. bilmem.. Zaten, yeniden yelken basmak da istediğimi sanmıyorum.. Saçlara düşünce aklar, beni sakin bir liman paklar... Gider miyiz güneye? Yapar mıyız bir minik ev? Dertler tasalar uzak, kaldığınca ömrümüz, yaşar mıyız bir hayat? Ben çiçek, marangozluk, kitap, kayık felan...sen dekorasyon, yemek, sofra, hani o donatmalara doyamadığın, mum ışıklı, şaraplı..
Varım kadınım, varım..
Yumuşak, beyaz ellerinin içini öperek, bana dokunuşundaki o içten iyi etmek duygusunu görerek, ve değdiğin her yerde, anlayış, huzur, sevgi ve özveri olan o dokunuşu hissederek... Ben de 'sencil' olarak.. Varım kadınım...
aaltan@superonline.com
|
|
Fincanın İçinden: Melih Çelik Gerikazanabildiklerimizden misiniz? |
|
Daha önce sizlere bahsetmiş miydim hatırlamıyorum. Meslek olarak editör ünvanıyla bilinsem de henüz resmileşmemiş birkaç derneğin hazırlıklarıyla da uğraşıyorum. Bu şimdilik sanal sivil toplum örgütlerinden biriyle ilgili geçtiğimiz haftalarda yoğun bir çalışmamız oldu. Belki çeşitli kaynaklardan haber aldınız, ama ilk ağızdan gecikmeli de olsa duymanızı istedim.
Önce, "nedir ki bu sanal sivil toplum kuruluşu, hadi sivil toplum kuruluşunu anladık, bunun sanalı nasıl olur?" gibisinden sorularınıza peşinen bir yanıt vermek için birkaç satır yazsam fena olmayacak. Bu sanal kurumumuz Mayıs 2001'de yahoogroups üzerinde kendi halinde bir grup olaraktan Şükran Aydın tarafından kuruldu. Başlıktan da bir ipucu elde etmiş olabileceğiniz gibi konumuz geri kazanım. Hani şu yolda yürürken |
|
gördüğünüz cam şişe kumbaraları, pil çöpleri, mavi renkteki kağıt çöpleri aslında bizim insanlara aşılamaya çalıştığımız bilincin somut örnekleri. Geri kazanım ve insani kazanım başlıkları altında yaptığımız çalışmalar gittikçe artan bir kitleyi grubumuza üye yaptı ve şimdilik 200'ün biraz üzerindeki üye sayımızla elimizden geldiğince bu bilinci artırmaya çalışıyoruz.
Nedir geri kazanım?
Geri kazanım, geri dönüşümü mümkün olan cam, kağıt, pil, plastik vb. atıkların herhangi bir çöpe değil, kendileri için tasarlanan özel toplama kutu/kumbaralarına ya da geri dönüşüm tesisine ulaşımı işleminin kısa adı olarak nitelendirilebilir. Şu pek dikkat etmeden diğer çöplerle birlikte toplanmasını beklediğimiz kağıt, pil vb. atıkları basit bir ayrıştırmayla dönüşümünün gerçekleştirilmesi de diyebiliriz. Gerek grup aracılığıyla, gerekse dışarıdan bize ulaşan pek çok insan "aslında ben elimdeki şişeleri, kağıtları atmak istemiyorum, bunların dönüştürülebildiğini biliyorum, ama kime göndereceğimi, nereye bırakmam gerektiğini bilemiyorum" şeklinde sorular yöneltip duruyorlar. İşte biz de bu noktada gerek kendi bilgilerimiz, gerekse e-posta grubu içerisindeki vakıf, dernek ve belediye üyeleriyle elimizden gelen yardımı yapıyor, bu tür sorunların çözümü için çaba sarfediyoruz. Bugüne kadar çeşitli geri dönüşüm tesislerini ziyaret gibi etkinlikler düzenleyerek biraz olsun sanallıktan kurtulup gerçek hayatta da varlığımızı hissettirmeye çalıştık. Ancak geçtiğimiz hafta bunun da bir adım ötesine geçerek, editörümüzün deyimiyle bulunduğumuz yerden bir adım öne çıkarak bir etkinliğe imza attık...
Etkinliğin içeriği ne?
Etkinlik aslında şu an bu yazıyı okuduğunuz, Kahve Molası'na yazı yazdığınız bilgisayarla ilgili bir sergi. Benim hem bilişim sektörünün içerisinde çalışmam, hem de grubun yöneticilerinden olup aslında bir geri kazanım çabacısı olmam sebebiyle bu iki uzak gibi görünen noktayı biraraya getiren bir resim sergisi! Geçmişte bir bilgisayar dergisinde editörlük yaparken ROŞ isimli bir sanatçının resimleri, daha doğrusu asamblajları ile ilgili bir haber yapmıştık. ROŞ; eski, kullanılmayan, artık atık halini almış bilgisayar parçalarını toplayıp bunları kendi yaratıcılığı ile birleştirerek belki de başka hiçbiryerde görmediğiniz resimler yapıyor. Biz de elimizden gelen katkıyı yapmış, kendisine ve çalışmalarına dergide yer verirken çeşitli bilgisayar fuarlarında stand açabilmesi için aracılık etmiştik. Bu noktada sevgili dostum İbrahim Özdemir'in hakkını da vermek gerek. Geri kazanım anlamında insanların dikkatini nasıl çekebiliriz, onlara bu konunun önemini nasıl anlatabiliriz derken ortaya ROŞ ile ortak bir çalışma yapma fikri doğdu. Kendisiyle görüştük ve o da ricamızı kırmayarak gerek bu sergi, gerekse ileride yapacağımız çalışmalarda bize yardımcı olmayı kabul etti. Ve sonunda 15 Ekim'de açılışını yaptığımız "ROŞ'un Sanal ARTıklar Asamblaj Sergisi" ortaya çıktı.
Ben nasıl etkileşebilirim?
Sergi, 11 Kasım'a kadar Taksim'de bulunan İTÜ Taşkışla Binası içerisindeki Deneme Bilim Merkezi'nde sürecek. Detaylı bilgiler için www.bilimmerkezi.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz. Sergiye geleceğim, ben sizin sanal sivil toplum kuruluşunuzla nasıl etkileşebilirim diyenler bana yazının sonundaki e-posta adresimden ulaşabilirler. Yukarıdaki satırlarımda da belirttiğim gibi yaptığımız çalışmalar sadece bu sergiden ibaret değil. Düzenli olmasa da grup üyelerinin katılımıyla çeşitli geziler de düzenlemekteyiz. En yakın gözüken gezimizin tarihi 2 Kasım...
Kahve Molası'ndaki yazıları okurken ben neden forumu takip etmemişim diye hayıflandım. Ne de olsa benim gibi İstanbul'un keyfini her fırsatta çıkarmaya çalışan biri forumda konuşulan İstanbul gezisini kaçırmıştı. Bir sonraki gezi ne zaman olacak bilmiyorum ama programa sergimizi de katarsanız sevinirim. Ne dersiniz, sizin katkılarınızla başkalarını da geri kazanabilir miyiz? Bol köpüklü kahveler efendim, görüşmek dileğiyle...
Melih Çelik melih.celik@pcturkiye.com
|
Brezilyalı Kahveci: Nuri Merzi |
Kır Gezisi/Kent Gezisi
Yaptığım kır gezilerinde kent gezilerimden ayrı şeyler duyumsarım. Bunun nedenini tam olarak bilemem ama bu konuda düşünmek ve kendimce bazı sonuçlara varmak beni rahatlatır. Kır gezilerinin vazgeçilmez dekoru, toprak, bitki, çiçek ve böceğin insanı gezi boyunca dolaylı olarak eğittiğini düşünüyorum. Bu eğitimin, gezi boyunca fonda çalan bir müzikten öte insanı, doğanın temel kanunlarını anımsatır bir şekilde gerçekleştirildiğini sanıyorum. Ama kır gezilerinin ruhu üzerine söyleyeceklerim bununla sınırla kalmayacak doğal ki.
Bu eğitimin bilincine varan kişi, giderek zamanda ileriye doğru yönlendiğini hem de bu yönlenmenin neredeyse zamanda yolculuk şekline dönüştüğünü ayırdeder. Bu tür zamanda yolculuk, en sıradan bir yaşam öğrencisi için bile olasıdır. En azından belli yazgıya ilişkin kaçınılmaz hedefi işaret etmektedir. Çalışkan ve akıllı öğrenciler için ise çıkarılacak başka dersler de bulunmaktadır. Bunlar çok çeşitlidir, ama ortak özellikleri yaşanılan an ile o kaçınılmaz hedef arasında bir takım hayaller üretebiliyor olmaktır. Bu nedenle kır gezileri asla geçmişe ve anılara değil, ileriye yöneliktir. Belki anlamlı bazı coğrafyalar bu tür pratikleri doğurabilir ama doğadaki toprak anıların düşmanıdır ve insanı geleceğe doğru neredeyse iter.
Gerçi ne Rousseau ne de Nietzsche, yani hayatlarının önemli bir bölümünde doğayı yaşamış olan bu düşünürler benzer düşüncelerle ortaya çıkmışlardır. Ancak Rousseau'nun özünde iyi olan insanının romantizminin onun doğa gezilerinden beslendiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Bu onun zamanı için ileriye yönelik bir düşüncedir. Hem de sadece ezilenin hakkını (Fransız İhtilali) korumaya yönelik bir söylem çıkmamıştır bundan. Gururlu ve/veya iddialının dayatmalarının da (Napolyon'un ihtirasları) felsefi temeli burada bulunmaktadır. Rousseau'nun bu düşünceleri zamanı için (belki birçoğumuz için hala) öyle ilericidir ki Raskolnikov'un ikileminin (tefeci kadını sırf kendi zevki için mi yoksa yüksek düşünceler uğruna mı öldürmüştür) bile Rousseau'dan kaynaklandığı söylenebilir. Belki bu noktada öbür doğasever, Nietzsche devreye girmektedir. Rousseau'nun giderek özgürleşen insanı aslında Nietzsche'nin "üstün insanı'na" dönüşüyordu. Ne tanrı ne insan! Kuralları kimsenin bilmediği bir ortam... Raskolnikov niçin başarısız olduğuna asla karar veremez. Zayıf olduğu için mi ya da tanrısal güçler bu "üstün insan'a" haddini mi bildirmeye karar vermişlerdir. Çağımız insanının dürtülerini ve yazgısını, ileriye yönelerek bu denli analiz eden bu iki düşünürün performanslarını, doğasever ve kır gezilerine meraklı oluşlarına bağlamak belki metafizik bir yaklaşım olabilir. Ama öyle ya da böyle Rousseau ve Nietzsche'den (kronoloji o kadar önemli mi?) beslenen Raskolnikov'un yaratıcısı Dostoyevski'nin kırdan asla hoşlanmamasına ne demeli? Gerçi onun bir yanda taşra / kır, diğer yanda da kent romanları vardır. Oysa Dostoyevski Petersburg'un yazarıdır, kent yazarıdır.
Kent, asfalt , beton ya da parke taş üstünde yükselir. Toprak, kentte yoktur. Başka bir deyişle, kent, o asla bozulmayacakmış gibi duran sembolik ya da yapısal o geçirimsiz ve rijit platform üstünde yükselir ve büyür. Kent gezileri insanı geçmişe yönlendirir. Her yerde öbek öbek anılar vardır. Gerçi kent insanı teknolojiye yakın ve ileriye yöneliktir ama ruhu geçmişi yadsımaz. O hiç toprak görmediği ve ölümü asla özümseyememiş olduğu için ölümden korkar ve hep anılarına sarılmak ister. Ancak bu onu (kent insanını) geçmişe (gençliğe), çözüme götürmez. Kent insanı bilmez ki ne bir anı ne de bir yakın uzak tanıdık bildik bizi geçmişe götürebilir. Sorunlarının çözümünü kimse ona söylemez. İşte bu durum onu başkaldırmaya yöneltir. Bunca anı ama durağanlık! Her bir anıt her bir meydan her bir köşe başı onca göreceli görkemlerine rağmen insanına pamuk helva gibi bir tattan başka bir şey vermez.
Kentlerde, ağaç bir anıt, çimen bir plastik örtü gibidir. Onlar da anıları saklar ve yine başkaldırı aracıdır. Kent gezileri ruh durumu açısından nostaljik yükler barındırır. Uygarlık için kentlerin önemi açıktır. Dahası kentler bilimsel bir buluştur. Toplumsal dayanışmanın sağlanması açısından önemli anıt ve köşe taşlarının önemi bu yazıda konu edinilmemektedir.
Bu yazının konusu yalnızca kent ve kır gezilerinin karşılaştırması olup kentleri kötülemek adına yazılmamıştır. Bu yazı, gezilerdeki insanların ruh hali üzerine çiziktirilmiş bir yazıdır. Belli bir iddiası yoktur, sadece yazarına mutluluk ve ferahlık vermek üzere yazılmıştır. Yazar, belki bu yazının başkalarına da benzer duygular verebileceğini aklından geçirmektedir. Bir de belki son olarak, yazar, kent gezileri kadar kır gezilerinin de meraklısı olan sevgiliye hafta sonunda bir bozkır gezisi daveti yapmaktadır (Yazı benzer amaçlar doğrultusunda meraklıları tarafından kullanılabilir ve/veya tüketmeden kullanılmalıdır). Hele bozkır! Bozkır, doğanın en savaşçı tohumlarını içinde barındırmaktadır. Bu mevsimde artık çekirdekler yavaş yavaş toprakta yerlerini alıp gelecek sene su ve ısının uygun miktarlarda kendilerine sunulacağı zamanı beklemeye başlamışlardır. Kendilerinden alacağımız özel dersler olabilir.
Yazarın yaşam sorunlarından , ülke konularından ve dünyanın durumundan haberi vardır. Ama işte şu sıkışık zamanlarda bile bir kır veya bozkır gezisinin bizi ileriye doğru yönlendirmesini isteyebiliriz. Kentte yaşayanların böyle bir gereksinimi vardır. Bunu da biliyoruz zaten.
Nuri Merzi
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
İ k i n c i B ö l ü m :
B- Kamuda İçe Bakış Zarureti
Bir sivrisineğin mikroskop altındaki dev görüntüsünün onunla mücadele konusunda yeni yöntemler geliştirmede bilim çevrelerine yardımcı oluşu gibi, kamu yönetiminin iç yapısına ait detaylar da mevcut yapının aksaklıkların giderme ve daha iyi bir yönetim yapısı oluşturma konularında yeni ilhamlara temel oluşturabilirler.
Uzun sözün kısası, bu bölümde detaylara yolculuk yapıyoruz. Başlangıçta elimizdeki detay fotoğrafının bütünün neresinden alınmış olabileceğini bilemediğimiz durumlar olacak elbet…
Ancak veriler arttıkça bunların bütündeki yerleri ve göreceli önemleri de net bir şekilde ortaya çıkacak…
Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_8.asp
Devamı var
|
Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler |
Enginar: Vücuttaki zehiri atma etkisi sayesinde başta romatizma olmak üzere gut hastalığı ve eklem yanmasına karşı birebirdir. Folik asit ve potasyum kemikleri güçlendirir.
Domates: C vitamini boldur.
Tahıl: İçerdiği doğal kimyasallar, romatizmanın yol açtığı eklem yanmaları ve romatizmal ağrıları hafifletir.
Kekik: Timol adı verilen bir tür doğal yağ, vücuttaki diğer yağların parçalanmalarını sağlar. Kekik yağı banyoda sürüldüğü zaman romatizma ağrılarını büyük oranda azaltır.
Zencefil: Uyarıcı etkileri kan damarlarını genişletip kan dolaşımını artırarak romatizma ağrıları ve yanmaları yok eder.
Kuşkonmaz: Folik asit, C ve E vitaminleri içerir. Yenilen besinlerin vücuttaki zehirli kalıntılarını atmayı sağlar. Karaciğer ve böbreklerin çalışmasını kolaylaştırır, destekler. Bu nedenle doktorlar, sistit hastalarının mutlaka kuşkonmaz yemeleri gerektiğini söylüyor.
Devamı var...
|
Aslina bakarsaniz buraya nasil uye oldugumu
hatirlamiyorum ama iyiki olmusum, hergun okuyamasam da
arada bir okuyup baska fikirleri'de dinlemek guzel
oluyor.
Size yazmamin sebebi, ben Guney Florida'da yasayan
Turk camiasinda ki aktiviteleri yakindan takip ederim.
Daha evvelden de Guney Florida Turk Amerikan
derneginin baskan yardimcilarindan biriydim. Burada
yine boyle aktif olan cok saygi duydugum bir
arkadasimin bir cok basarisindan birine sahit oldum.
Konuyla ilgili aciklama ve resim ekte. Bunu sizlerle
paylasmak istedim.
Saygilar
Dilek Yanpar
......
Merhaba arkadaslar,
Sizlerle cok guzel bir olayi paylasmak istiyorum. Bildiginiz gibi Ft.Lauderdale Belediye baskani Sn Jim Naugle, gectigimiz 23 Nisan da bir proclomation yayinliyarak o gunu Ft.Lauderdale de "Turkish Heritage and Children's Day" ilan etmisti. Bu guzel olayi ben internet uzerinden bagli oldugum tum gruplara iletmistim. Bunun uzerine Ankara Koleji grubundan Paris te yasayan ressam arkadasimiz Gulay Berryman benden baskanin bir fotografini isteyerek fotografi yagli boya tabloya donusturebilecegini soyledi ve dedigini yapti da!! Hemde o kadar guzel yapti ki, dun aksam Ft.Lauderdale'de Greater Ft.Lauderdale Sister Cities International ve Wheelchair Foundation ortakligiyla duzenlenen, 41 degisik ulkeden diplomatin katildigi, bir cok Amerikan baskanina yillarca hizmet vermis olan Buyuk Elci Max Kampelman in seref konugu oldugu Diplomatlar Balosunda 300 e yakin davetlinin onunde, baskan Jim Naugle a portreyi tum Turk toplumundan kendisine tesekkur anlaminda bir armagan olarak kabul etmesi icin takdim ettigimde, baskan Naugle hayret ve sevincini gizliyemedi. Salonda bulunan herkes de portrenin kendisine ne kadar benzediginde birlesti. Kisiyi hic tanimadan, gormeden sadece bir fotograftan bu kadar guzel bir portre yapilabilirdi.
Kendisi ile hem Turk hem de bir Ankara Kolejli olarak gurur duydugum bu son derece yetenekli ressamimiz sevgili Gulay Berryman'a hicbir karsilik beklemeden yaptigi bu guzel jesti icin tesekkuru borc biliyor, simdiye kadar aldigi odullere daha nicelerini eklemesini diliyorum. Gulay in diger yapitlarini da gormek isterseniz web adresi: http://www.geocities.com/gulayart
Mayor Jim Naugle tabloyu aldiktan sonra cekilmis bir resim de ekte.
Sevgiyle kalin,
MeltemB
|
İZ
bize korkmayı öğrettiler ilkin
biz de öğrendik
kahperengi korkmayı
kahperengi
saklanmayı sonra
kıpkırmızı
korunmamız buyrulmuştu çünkü
tehlikeli bütün güzelliklerden
canımız yanmasın diye
canımız yanmasın diye
keşkelerle yaşamayı
göze aldık hep nedense
sonra beni öğrendik
hem tenimizdekini
hem de içimizdekini
ve hep korktuk
acı çekmekten, yanlış yapmaktan, kontrolden çıkmaktan
iyi vatandaşlar kontrolden çıkmaz, iyi insanlar da
onca işin arasına bir de bekçiliği sığdırdık
yarınlara erteledik hayatı hep gururla
bi sıkımlık canımız vardı halbuki
bi sıkımlık can
kendimizi kandırmanın yolu nereden geçer
roma'ya çıkan yolların kaçı yolda vurulur
bizler hep işin kolayına kaçtık
kaçmak alışmaktı
kaçaktık
hüzünlü şarkıları alkolle biçip
kefenler yaptık
üzerine yitik bir kuşak bağladık
gözyaşlarımızı kilitleyemesek de
gönlümüzü kilitlemeyi becerdik
burnumuzun ucundan ölüler geçti
bizim bacakaralarımızda kan
gülüşlerimizde fermuar
aldırmadan
yap boz hüzünler yapıştırdık
makyajlı yüzlerimize
kimsesiz bir kentin sığınmacılarıyız
aslımız çürüyor farkında değiliz
başkalarına hep fotokopilerimizi veriyoruz
büyültülmüş fotokopilerimizi
tekrar tekrar başa dönüyoruz
Gürkan Kesici
..........<>..........
SEKS ENLİ TARİH
I
Komşusunu yemeyen
Kurtlardık Havva'nın elmasında.
Dokunmasak da suya,
Sabundandı sevişmelerimiz
Elması Adem'in boğazımızda
Büyürdü yutkundukça
Pırlanta gibi kızlardı,
Biz de iyi çocuklardık.
Bileklerimizde altın bilezik,
Ellerimizde sevdalarımızın kiri.
Yıkasak akıp gidecekti
Ne de olsa erkektik,
Çükümüz kesildi kesileli.
Sırf bıyık altı gülebilmek için
Bıraktık bıyıklarımızı.
Sonra birileri geldi,
Anlattı hayatı.
II
Ne'sini anlatayım.
Sırtı postal yorgunu
Bir tarih bizimkisi.
Lisede derslere
Askerle girdik.
Onlar ne öğrendi bilmem.
Biz korkmayı öğrendik.
Gürkan Kesici
|
|
Sırt çantası
Bir uçağa Başkan Bush,Bin Ladin ve Ecevit binip İsviçre'ye dünya meselelerini konuşmaya gitmek üzeredirler. Az sonra İsviçre Alplerinde dağcılık yapmak isteyen sırt çantalı bir genç gelir ,oda onlarla gitmek ister, kabul ederler . Uçak havalanır ,az sonra pilot kabine girer.
-Arkadaşlar uçağımız arızalandı bir kaç dakika içinde düşecek
Biz beş kişiyiz ama sadece dört paraşüt var. der. ve Paraşütlerden
birini alır uçaktan atlar. Bunu gören Bin Laden hemen paraşütlerden birini alır pilotun arkasından oda atlar. Bush da atik davranır
-Seninle işim bitmedi Bin ladin. der.Paraşütlerden birini alıp atlar.
Bir paraşüt, dağcı genc ve Ecevit uçakta kalmışlardır .Ecevit dağcı gence,
-Sen daha gençsin önünde uzun bir hayat var,Paraşütü al ve atla kendini kurtar der . Genç,
-Yoo ikimize de yetecek paraşüt var Az önce atlayan Başkan Bush benim sırt çantamı alıp atladı.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.bilimmerkezi.org.tr/
İTÜ Taşkışla tesislerinin içinde Deneme Bilim Merkezi adı altında bir mekânı var. İçinde yıllardır her şeyi deneyerek öğrenebileceğiniz bir mekân yaratılmış durumda. Bu ilginç mekânı ve ülkemizdeki diğer bilim merkezlerini isterseniz bu adreste internetten de gezebilirsiniz.
http://www.patentmodel.org
The Rothschild Petersen Patent Model Museum is the largest privately-owned collection of United States patent models in the world. Containing nearly 4,000 patent models and related documents... Patentli icadlar müzesi.
http://www.bizimavrupa.com/
Avrupa'da milyonlarca yurttaşımız yaşıyor. Avrupa'da yaşayan Türklerin gözüyle Türkiye ve Avrupa'yı bu sayfalarda bulabilirsiniz. Ekonomi, Avrupa Birliği, güncel haberler ve medya eleştirilerine kadar geniş bir konu yelpazesi sizi bekliyor. İçerik olarak özgün bir kaynak.
http://www.yanki.com.tr/
70'li ve 80'li yıllarda yankı isimli bir dergi vardı. Hatırlıyanlar bilir gerçekten çok ses getiren bir kaynak idi. İnternet ortamlarında yerini alan bu derginin başarılı olmasını diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Alphabetical Bookmark Collector v1.01 [557k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105429
Sık kullandığınız linkleri, klasör hiyerarşisi içinde bulmakta zorluk çekiyorsanız, buyrun size linklerinizi alfabetik sıralayan bir yardımcı program. Sadece Internet Explorer'la çalışması bir handikap gibi görülebilir ama %80'imiz de onu kullanmıyormuyuz:-))
|
|
|