|
|
|
4 Kasım 2002 - Vatana Millete Hayırlı Olsun |
İyi haftalar Kahveciler,
Bağırdık çağırdık, sonunda bir seçimi daha geride bıraktık. Teknolojinin nimetlerinden alabildiğince yararlanan medyamız sayesinde daha saat 24:00 olmadan kesine yakın sonuçları alabildik. Bu sayede uyumadan evvel yorum yapmaya bie vakit bulabildik. Hangi kanalı açsam baktım birileri yorum yapıyor. Ha bu arada TRT'nin hakkını vermek lazım. Herşeyiyle tam bir donanımla hazırlanmışlar seçime, helal olsun. Görmeyenleriniz varsa internet sitelerini ziyaret etmenizi hararetle tavsiye ederim.
Sonuçlar hakkında daha çok konuşacağız ama tam bu noktada sıcağı sıcağına aklıma gelen birkaç noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
- AKP, tüm karşı kampanyalara rağmen %35 oy aldı. Bu oyların gerçek tabanı yansıttığını kimse söyleyemez. Demek ki halkın öfkesi herşeyin önüne geçti ve mantık anlamsız kaldı. Hernekadar oyların varoşlardan ve kırsal kesimden geldiği söylense de, ki ben buna katılmıyorum, alınan oy, kim ne derse desin, gerçek bir başarı. Ama parti başları alınan bu oyları kendi başarıları olarak yorumlarlarsa yanlışa düşerler bilmiş olsunlar.
- İktidar partilerinin ve türevlerinin düştüğü durum hiç sürpriz değil ama itiraf etmeliyim ki, bu kadarını da beklemiyordum. Bir iktidar başı partinin bir önceki seçime göre %20 oy kaybetmesi ne demek olaki. Buna tam olarak hezimet denir, lafı uzatmaya hiç gerek yok.
- Bu seçimin 1 galibi 2 de mağlubu var. Galip belli zaten. Mağluplardan biri ana muhalefeti bile eline yüzüne bulaştıran anamız, bacımız, diğeri de, rüzgarı, fırtınayı arkasına alıp, topu topu %10 civarında oy artıran Baykal'lı CHP. Baykal Amcam şimdi takkeyi önüne koyup şöyle derin derin düşünmeli. Bir önceki seçime göre açığa çıkan %40 oydan sadece %10'unu alabilmeyi başarı olarak nitelendirip içine sindirebiliyorsa helal olsun ona. Hoş en iyi becerdiği yere gelip oturdu, ondan daha mutlusu yoktur artık. Müzmin muhalefet Baykal, kendine en yakışan yerde pozisyonunu aldı rahatladı işte. Şimdi ilk icraatı Derviş'i paketleyip geldiği yere geri yollamak olacaktır görürsünüz. Derviş de ayrı bir hikaye konusu zaten. Onu ayrı bir "case" olarak incelemekte yarar var.
- Uzan-an elin parmakları kısa kaldı yetişemedi. Gitti 200 milyon Amerikan yeşili. Yok canım ona koymaz, bir dahakine 200 yetmez 400 harcarım deyip döner diğer oyuncaklarının başına. Şimdilik halkımız "Daha toysun pişde gel" deyip hayali oyuncağını aldı elinden. Ama bir dahakine durum ne olur onu kimse bilemez.
- Mecliste bir soytarımız eksikti, onu da bulduk. Jet Fadıl Türkiye'ye gelip yemin edebilirse, soytarılığa dokunulmaz olarak devam edecek. Elaleme kendimize güldürtecek birşey daha bulduk, hay biz çok yaşayalım emi.
Şimdilik burada keseyim, dayanamaz garip şeyler söylerim, aman ha. Bekleyelim görelim bakalım. Yarın nelere gebe bir anlayalım.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Küçük Prens |
|
Hani, uğraşıp duruyoruz işte iki satır karalamak için..Buz üstüne yazı yazmak gibi..Ama olumlu titreşimler.. gelip gidiyor insanlarla aramızda.. Sonuç, sevgili Ahmet Şeşen'in dediği gibi, İş, Kahve Molası'nı aşıp, yemek molası haline gelmeye başlıyor..
Birkaç film ve birkaç da kitap senaryosu var aklımda.. Hani oturup yazsam dediğim.. Ama kardeşler...Oturmayla yazılsaydı... o-hooo daha neler olurdu..
-Güzel bir fikrim var..
-İyi, fazla evirip çevirmeden, hemen çöpe atabilirsin!
-E ama ben onu kitaplaştırmak istiyorum!
-İyi de ben de okuyucu olarak zaman kaybetmek istemiyorum!
-Ama fikrim çok güzeldi..
-Aman sendeee.. kendine sakla o zaman.. İlerde turşu falan kurarsın mesela..
-Niyeymiş o? Ben paylaşmak istiyorum...
E istiyorum da.. Nedir ki ortaya koyabildiğim? Yeni bir şey var mı? Güneş altında, söylenmemiş bir söz kaldı mı? Benim diyebileceğim? Kendi üslubumca, işitilmemiş, ya da o biçimde ortaya konulmamış bir şey kaldı mı? Durum ümitsiz.. Hele hele, bazı şeyler var ki, insanın öylesine moralini bozan, öyle iyi kotarılmış işler... Onları görünce.. kendimi bir böcek gibi hissediyorum..
Aslında bir tanecik hedefim var.. Bırakınız aşmayı, yanına yanaşabilen birşeyler koysam ortaya, kendimi bahtiyar hissedeceğim bir hedef... Evet, doğru bildiniz.. Basit, naif bir çocuk kitabı.. İddiasızca yazılmış, ya da öyleymiş gibi duran... Ama aslında bir başyapıt.. Neredeyse, çağlar boyu, yazılmamış ve yazılamayacak.. Tüm kitapların bir özeti, tüm anlatılmak istenenlerin bir özü... Evet, Küçük Prens.. arkadaşım, dostum, yoldaşım, başucum, dost omuzum... Taa içimden gelen, insanlığım, çocukluğum, saflığım, sevgim...
Bir kitap yazsaydım.. işte bu, işte bu, işte bu dediğim, diyeceğim.. Ama onu da.. Antoine de Saint Exupery.. yazıvermiş işte... Zaten, beni bekleseydi insanlık..
Boşverin...
Onun yanına bile yaklaşamayacağımı, ne hayal gücümün, ne de ulaştığım düzeyin, buna asla yeterli olmayacağını duyumsadığım kitap.. Aşılamaz, ulaşılamaz zirve..
Anlatmak..Yok, kalkışmıyacağım buna. Biliyorum çünki, hepinizde var birer kopya.. Olmasa, niye buralarda geziniyor olasınız ki?
Bende genellikle birkaç cilt bulunur. Kütüphanede, bilinen bir rafta. İhtiyacı olana, bilmeyene verilmek üzere.. Fatih Erdoğan'ın çevirisini beğeniyorum ben.. Birçok kişiler çevirmiş, ama nedense onun çevirisi, bana daha çok hitap ediyor.
Sizde yok mu? Okumadınız mı? Öyle mi? Yaşamınızda bir boşluk var, inanın.. Sizi temin ederim ki böyle bu.. Bırakın her ne okuyorsanız bir tarafa. Gidin bir kitapcıya.. Yapın kendinize bir güzellik ve alın bir 'Küçük Prens' Okuyun... Sonra, anlatın bana, sizde yaptığı etkiyi... Onunla yeni tanışmış olan birisinin, gönlündeki ışımayı, o ilk an karşılaşmasının verdiği tadına doyulmaz duyguları, duymak istiyorum, yeniden... ve hep...ve tekrar tekrar...
aaltan@superonline.com
|
Has Kahveci : Tunca Tünay |
Peri bacalarından Özgüven ve direnişe....
Kısa bir gezi yaptım Kapadokya’ya. Bu yöre milyonlarca yıl önce Erciyes ve Hasan Dağı’nın patlaması ile değişime başlamış. Kızgın lavlar, yeryüzü ve gökyüzü suları, azgın rüzgarlar her yandan saldırıya geçmiş. Sanki doğanın kötü koşulları tüm çabasıyla Kapadokya’yı yok etmeye uğraşmış bin yıllar boyu. Ve gözlediğimce yenilen o olmuş. Yaşadığı birikimler sonucu yenilenmiş kimliğiyle, kötü doğa koşularının yaptığı saldırılara direnmiş, tepesine nereden çöktüğünü bilmediği onca yükü taşırken asla eğilmemiş peri bacaları. Değişimini özümlemiş, dimdik ve birbirine destek olmak adına sırt sırta vermiş, meydan okurcasına bakıyor Erciyes’e... Erciyes, o kendini yakıp bitirmiş koca dağ! Özünde ne varsa hepsini tüketmiş, yenilmiş, yorgun ve haddini bilircesine sessiz, öylece durmakta bir kenarda... Güneş, ayırımsız ve tarafsız ışığıyla onları birbiriyle bağdaştırmaya çabalar gibi... Bu boş bir çaba diye düşünüyorum.
Gün batımına yakın peri bacalarının özgüven ve direnme gücünü biraz da kıskançlık içeren bir saygıyla gözlerken giderek renkler karışıyor birbirine ve de düşüncelerim...
Bireysel ve ulusal kimliğimizi yok etme adına tepemize bindirilen taşlar giderek belimizi bükmekte... Koca bir ağacın gövdesinden kırılıp her parçası başka yana dağılmış dallar gibiyiz. Geleceğe güvensizliğimiz özgüvenimizi de yok etmekte. Çelişkiler ve çapraşıklıklar kızgın lavlar gibi eritmekte yüreğimizi . Sürekli değişen değerler yer ve gökyüzü suları gibi sinsice parçalamakta ailelerimizi. İşsizlik, açlık azgın bir fırtına başımızın üstünde. Kimliğimizi koruma adına ne yapacağımızı bilmez olduk.
Peri bacalarına kıskançlığım giderek artıyor ve kendime kızgınlığım da. Onlarsa özgüvenli ve dirençli olmanın verdiği iç dinginliğiyle bana tepeden bakmanın keyfini çıkarıyor.
DÜŞÜNÜYORUM...
Tüm kötü koşulları yenebilmek için peri bacaları gibi sırt sırta versek, verebilsek özgüvenli ve dirençli bireylerden oluşan bir toplum olabilir miyiz yeniden?
01.11.2002
Tunca Tünay
ttunay@superonline.com
|
|
Misafir Odası : Tanju Akdeniz Bugün Pazartesi. İstinye'de Pazar günü. |
|
Çocukluğumun önemli bir bölümünün geçtiği Karşıyaka'da semt pazarı, Pazar günleri kurulurdu. Ailece önemli bir gündü Pazar günleri bizim için. Tüm ailenin bir arada olduğu ender zamanlardan olduğundan Pazar kahvaltıları da bir başka özenle hazırlanırdı. Sabah erkenden kalkılır, hep birlikte kahvaltı edilirdi.
Pazar alışverişi ailenin iki erkeğine, babamla bana aitti. Kahvaltıdan sonra ceplerimize doldurduğumuz pazar filelerimizle birlikte benim küçük adımlarımla yarım saat çeken Alaybey pazarına gider, pazaryeri çıkışında kiraladığımız "boş araba" önde biz arkada yürüyerek dönerdik eve. Asfalt Osman'ın düzlediği şoseler sırtı küfeli hamalları tarihten silmiş, rulman tekerlekli tahta arabaların icadına zemin hazırlamıştı. Hayaller kurardım yol boyunca. Asfalta sürten demirin çıkarttığı, pazar gününün sakinliğini bıçak gibi yaran 'cızzzzzz' sesini yok etmek için projeler geliştirirdim.
Evde yaptığımız alışverişe ait "Elmalar saman gibi" ya da "Haftaya da bu peynirden alalım" türünden geribildirimleri alırdık annemden. Böylece her seferinde Pazar alışverişi konusunda mükemmelleşirdik. En iyi karpuz nasıl seçilir, hangi yörenin domatesi daha iyidir, hangi sebze hangi ayda lezzetinin doruğundadır vb.
Pazar alışverişlerinin daha pek çok yönümü geliştirmiş olduğunun farkına çok sonraları vardım. Adını her anışımda gözlerimin dolduğu Reşat Eroğlu'nun en sevdiği konunun 'pazaryeri' olmasının bir tesadüf olmadığını da. Daha bir büyüdü gözümde Reşat Hoca.
Özenle seçip fileye doldurduğum harika görünümlü sebzeler, tezgah başında düşlediğim lezzette çıkmıyorlardı tencereden. Görünüşlerinin dışında başka şeylere de bakılmalıydı. Lezzetin tanımı benim zannettiğimden çok daha geniş olmalıydı.
Bugün pek çoğumuzun şarap etiketlerinden tanıdığı üzümleri pazarcıların hala kulaklarımda yankılanan seslerinden öğrenmiştim o zamanlar. Acı, tatlı, buruk, sası, mayhoş, ekşi gibi sözcüklerin dilimdeki uyarımlarının beynimde karşılık bulduğu yerler daha o yaşlarda belirlenmişti.
Sebzenin kendisi dışında başka etmenler de önemliydi. Hangi sebzelerin hangileriyle uyumlu bir birliktelik yapabileceğine ilişkin bir sağduyu da geliştirmiştim bilmeden. Asla bir arada düşünülemeyecek olanların çeşitli baharatlar ve pişirme teknikleriyle olağanüstü lezzette birliktelikler yapabileceklerini de öğrendim sonraları.
Pazar alışverişi insan sarraflığı da demekti aynı zamanda. Kesekağıdının dibine ezik ve çürükleri doldurabilme ihtimaline karşı uyanık olunmalıydı. Yankesiciler de olurdu. Ayağının ezilme riski de. Kimin ne yapacağını önceden kestirebilmek önemli bir meziyetti pazaryerinde.
Çoğu tezgahta seçmek serbest, pazarlık yapmak adettendi. Liberalizmin 'L'sinden haberi olmayan insanlar tam bir çeşit zenginliği, rekabet serbestliği ve seçme özgürlüğü içinde alışveriş yaparlardı. Tam bir deneyimdi. Tam bir etkileşim.
Hoşgörü de oradaydı. Kendisinden almadığımız için hiçbir pazarcı kızmaz, 'haftaya beklerim" derdi. Sonraki hafta giderdik biz de. Daha iyiyse ondan alırdık bu sefer. İyi ve ucuz mal verdiği sürece yine geleceğimizi söyler devam ederdik alışverişe. Çatışma da vardı, uzlaşma da. Yeni dostluklar kurulurdu. Yamanlar köyünden getirdiği sepet peynirlerinin tadı da, peynirci teyzenin yüzü de hala hatırımda. Otuzu aşkın seneye rağmen.
Tanımadığım insanlarla rahatça konuşabilmeyi de pazaryerinde öğrendim. "Soğan kaç para?" ile başlayan diyalogları koyu bir bir sohbete dönüştürmenin pratiğini yaptım yıllarca farkında olmadan.
Farklılıkları öğrendim. Benzerlikleri de. İyiyi, ucuzu, güzeli öğrendim. Kötüyü, değersizi çirkini de. Muşmulanın berbat görünümünün altındaki lezzeti öğrendim, Yafa protakalının görünümüne aldanmamayı da.
Sıradanı sıradışına dönüştürenin ne olduğunu öğrendim. Pazar filelerinden çıkan patlıcanların annemin ellerinde bir ziyafete dönüşümüne şahit oldum. Bilgi, özen, emek ve sevginin gücünü gördüm....
...
Yıllar içinde pazarların görünümü de değişti günüyle birlikte. Artık haftanın her günü pazar kurulabiliyor. Şimdilerde Pazartesi günleri kurulan İstinye pazarına gidiyorum. Kurulduğu güne layık olmak ister gibi bir pazar-ertesi. Dar ve kısa bir yokuşa şıkışmış sağlı sollu tezgahlar topluluğu demek daha doğru olur. Birkaç dakikada sonuna geliveriyorsunuz. Üç beş çeşit meyve ve biraz fazlası sebze. Kazak çanak satanlarla birlikte neredeyse bütün pazar tamamlanıyor. Pazaryerinden çok, havanın kararmasına yakın boşalan tezgahların yerini ezilmiş meyvelere, koparılmış marul yapraklarına, kesilmiş pırasa saplarına terkettiği pazar alanına benziyor. Her bakımdan bir post-Pazar yani.
Tezgahtaki ürünlerin kalitesinden söz etmek bile gereksiz. Sebze halinde daha iyileri vardı ama sana bu bile fazla der gibi hepsi. Seçmek mi? Dalga geçiyor olmalısınız. Pazarcı ne verirse o alınacak. Size layık olanları seçme özgürlüğünü pazarcıya terk etmeden önce düşünmeliydiniz bunları. Seçmenize izin verilen mallar var elbette ama yenilebilir oldukları tartışılır.
Görüntüde bir rekabet var gibi ama aslında yok. Her tezgahtaki ürün birbirinin aynısı. Fiyatı da, kalitesi de. Pazarın tamamını dolaşmanıza gerek kalmıyor böylece. Önünüze ilk gelen tezgahtan alabilirsiniz.
Bugünlerde Pazar alışverişlerini bu duygu ve düşüncelerle yapıyorum. Evdeki yemeklerin tadı tuzu kaçınca başka pazarların, Burger King'lerin cazibesine daha kolay kapılıyor insan. Uzak diyarlardaki pazarlara yakın taşınan çok arkadaşım oldu son yıllarda.
Yarın Pazar. Bir paşka Pazar kurulacak İstinye'de. İster al, ister alma türü bir arz ve almasam daha iyi türünden bir talebin oluşturduğu dengede kurulan bir garip Pazar.
Olsun. Ben yine de gideceğim İstinye'deki bu kırık dökük pazara. Bir nebze olsun arttırmaya çalışacağım soframdaki lezzeti salakça bir inat ile ısrarlı ve istikrarlı bir vakur arasında gidip gelen duygularımla. Ayıklayıp çürüklerini domateslerin...
İyi pazarlar.
Tanju Akdeniz İstinye, 2 Kasım 2002, Cumartesi.
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Özel ve kamu sektörlerinin çalışma ortamları arasındaki bu derin farklılık, her iki sektördeki üretkenlik düzeyi ile mal ve hizmetlerin kalitesi arasındaki farklılığın temel nedenidir.
|
Kamunun aşırı ölçüde ciddi ve resmi havasına karşılık özel sektörün nispeten daha rahat bir dış görünüme sahip
|
olması noktasında başlayıp çalışma ilkeleri, çalışma yöntemleri, ücret ve terfi politikaları gibi yüzlerce ayrıntıda derinleşen farklılıklar
her iki sektörün üretim süreçlerinde rol alan insanların farklı yönlerde ve farklı biçimlerde gelişmelerine, dolayısıyla üretime katkılarının farklılaşmasına yol açmaktadır.
| |
Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_13.asp
Devamı var
|
Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler |
Kestane: Önemli bir enerji kaynağıdır. Kolayca sindirilebilir. Çölyak hastaları için buğday içermeyen un kaynağı olabilir. E ve B6 vitaminleri içerir. yağ oranları düşüktür.
Midye: Omega-3 yağı açısından zengin bir besin kaynağıdır. İçerdiği selenyum minerali tiroit bezlerinin normal işleyişi için gereklidir.
Turunçgiller: C vitamini zengini turunçgiller içerdikleri flavonoid adlı antioksidanlar sayesinde atardamarların, kalbin zarar görmesini önlüyor. Portakal içerdiği folik asit, kalp dostu potasyum ve kalsiyum sayesinde sağlıklı alyuvar hücrelerinin çoğalmasına neden oluyor.
Hamsi: Kolesterolü düşüren ve kan pıhtılaşmasını önleyen Omega-3 bol bol var.
Soğan: Sarımsakla birlikte enfeksiyonlarla mücadele eder. Kükürt bileşimleri atardamarların zarar görmesini önler. Soğan; kemik erimesine de iyi geliyor.
Devamı var...
|
Kum ve taş
Bir hikayede iki arkadaşın çölde yürüdüğünü anlatır.
Yolculuğun bir noktasında bir münakaşa olur ve biri diğerine tokat atar.
Tokadı yiyenin canı acır ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar: "BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BENİ TOKATLADI" .
Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen bataklığa saplanır ve boğulmaya başlar ama arkadaşı kurtarır.
Yarı boğulmadan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar:"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI".
Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar: "Canını acıttığımda kuma
yazdın neden şimdi taşa?"
Diğeri cevaplar: "Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız
ki bağışlama rüzgarı silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey
yaparsa taşa kazımalıyız ki hiç bir rüzgar silemesin.
ACILAR KUMA VE İYİLİKLER TAŞA".
Özel bir kimseyi bulmak bir dakika alır ve unutmak ise bir ömrü.
..........<>..........
Editör'ün notu: Seçim sonuçlarından sonra aşağıdaki hikaye uygun düşer mi acaba diye az düşünmedim hani:-))
Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın 4 eşi varmış.
Kral, en çok dördüncü eşini severmiş; bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini, en iyisini ona verirmiş.
Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.
İkinci eşini de severmiş kral. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur, sorunun çözümünde ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral birinci eşini sevmezmiş ve onunla hiç ilgilenmezmiş.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayanlız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendine eşlik etmek ister mi diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanan kısa ve net “mümkün değil" olmuş...
Hayatım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin sorusuna üçüncü eşi de "hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim" diye yanıt vermiş. Kral bir kez daha yıkılmış.
Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunumda da bana yardımcı olur musun talebine karşı ikinci eşinden; "bu sorunun için hiç bir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım" karşılığını almış.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesi ile irkilmiş; "nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim..."
Ah diye inlemiş kral; "keşke bir şansım daha olsaydı..."
Yaşamda hepimiz 4 eşliyiz aslında;
Dördüncü eşimiz vücudumuz. Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir.
Üçüncü eşimiz, sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.
İkinci eş, ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.
Birinci eş ise ruhumuzdur. Bizimle gelir.
Unutmayın:
· Yediklerimiz değil, hazmettiklerimiz bizi güçlü yapar.
· Kazandıklarımız değil, biriktirdiklerimiz bizi zengin yapar.
· Okuduklarımız değil, hatırladıklarımız bizi bilgili yapar.
· Başkalarına verdiğimiz öğütler değil, bizzat uyguladıklarımız bizi insan yapar...
|
Ah Ulan Rıza
Neden hala gelmedi.. yoksa
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama en azından
Birisine sorar..
Cebimde bir lira desen yok!
Madara olduk meyhaneye
Ah eşşek kafam benim..
Nasılda güvendim bu hergeleye!.
Gelse balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık..
Kafamız tam olunca şarkılar döktürüp
Enterasan hayallere dalacaktık..
Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük..
Arkadaşlar ısrar etti,
Bizde, iyi olur, bize uyar diye düşündük..
Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti..
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?..
Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!..
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rıza'nın bacağını..
Kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rıza'yı boğacak..
Bak şimdi acıdım, aşkolsun adama..
Ben olsam vallahi baş edemem!.
Hele beş tane velet var ki boy boy,
Allah'tan düşmanıma dilemem!.
Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider..
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder!.
Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı!.
Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık..
Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,
Biz başka havadaydık..
Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık..
Fener'in her maçına iddalaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık!.
Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu..
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu!.
Bense hiç düşünmedim, zaten param yoktu
Hep tek tabanca gezdim..
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim..
Neyse, bunlar derin mevzu..
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek..
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi merakından ölecek!.
Gittim, vurup kafayı yattım,
Rüyamda gördüm gülümseyerek geldiğini..
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!.
Vay be Rıza!.
Sonunda sen de düşüp gittin azrailin peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur kızma bu kardeşine...
Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!.
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!.
Ah dostum.. O kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?.
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?.
Yani sen şimdi gittin, yani yoksun, yani
Bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?.
Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?..
Ulan Rıza.. Ne hayallerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık..
Totoyu bulunca dükkan açacak
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık
Talih yüzümüze gülecekti be,
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!.
Ah ulan Rıza...
Bu mahallenin neresini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kral arkadaşımdın!..
Ah ulan Rıza...
Ben şimdi bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Birkaç güne kalmaz, bende gelirim!..
Yusuf Hayaloğlu
..........<>..........
KIVAM
şehirlerarası bir yalnızlıktı gittiğim
otobüsler mola yerlerine sokulgan ama küs
kalkıp, bozkırda tanyeri gibi ağırbaşlı
kımıldarken; düşünceli, değiyordum acı ufka
turuncuydu, yalnızlık çeşitlerinde bulunan
bilir; paylaşılmaz mı ne, toprağı çınlasın
Özdemir Asaf püskürtmüş son bulutları, belki
bize düşen o yalnızlık buketi, hani gidilir...
düne bak, kışa basıyor artık bağlı ayaklarımız
buzlanan gün dağarıdır, soğuksa ömürden değil
sıcak sözcükler damıtırken kılavuzsuz aşk göğü
birbiriyle olgunlaşan yalnızlıklardık biz, harlı.
Hilmi Haşal
|
|
Temelin babası
Temel'in babası vefat eder... Cenazeye gelen bir aile dostu Temel'e sorar:
- Nasıl oldu? Cevap: 30.kattan aşağıya düştü... Adam: Vah vah desene çok feci ölmüş... Temel: Yok yok öyle ölmedi... tam yere düşecekken manavın tentesine çarpıp tekrar yükseldi... Adam: Vah Vaah! Daha şiddetli çakıldı o zaman. Temel: Yok! Karşıdaki kasabın tenteden zıpladı bu sefer karşı binanın çatısına... Adam: Demek çatıya çarpıp öldü. Temel: Yok ya! Çatıdan yuvarlanıp elektrik tellerine gitti... Adam: Deme ya! Çarpıldı o zaman... Temel: Yok canım teller yaylandı babamı 200 metre yukarı fırlattı. Adam: 200 metreden yere çakıldı öyle mi? Yazık... Temel: Yok ya yine en baştaki bakkalın tenteye... Adam: Orda mı öldü? Temel: Yooo... Ordanda yine kasaba... En sonunda bunalan adam Temel'e bağırarak sordu: - Ulan nasıl öldü bu adam? Temel: "Baktık durmiy... Vurdik oni!"
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.trt.net.tr/
Seçim sonuçları ancak böyle duyurulabilirdi. Tüm emeği geçenlerin ellerine sağlık.
http://www.chattr.com
Sen içerdeyken ben, Vita kutularında çiçek yetiştirdim, Sokakta top oynadım çocuklarla, Ayakkabılarımı eskittim, Güneşe karşı durdum sabahları, Geceleri bir başıma yıldızları bekledim, Annenin gönlüne su serptim, Aldırma dedim aldırma, Bir şarkı söyle bir dilek tut herkes için, Bir ada rüzgarı gibi
Sürtünerek geç hayata, Bir sarmaşık gibi tutun, Ve değer ver hatıralara, Aldırma dedim...
http://www.humorsphere.com/fun/color.php
İşte sizlere basit bir renk testi. Dikkatli olmakta fayda var. Beyninizdeki sağ ve sol göz görme merkezlerini test ediyor. Hadi bakalım kolay gelsin...
http://www.asparagaz.com/
Ev Hanımları Konken Birliği Başkanı Güldeste Damıtık, gayet olağan aylık kongrelerinde yeni kabul edilen oyun standartlarını açıkladı. Sn. Damıtık düzenlediği basın toplantısında özellikle Çanaklı Konken konusuna değindi. 1999 yılı itibariyle artık Dünya Maça Kızları Birliğine (Global To-Match Girls Union)...
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
swf2avi v0.3 [464k] W9x/2k/XP FREE
http://www.pizzinini.net/?category=8&item=37&language=en
Flash animasyon swf dosyalarını heryerde kullanabileceğiniz avi dosyaları haline getirmek için hazırlanmış bir program. Program önce swf dosyalarını ardışık resimler halinde ayırıyor, daha sonra tek komutla bunları avi dosyası haline getiriyor. İlgilenenler için hoş bir program.
|
|
|