|
|
|
11 Kasım 2002 - Aman mumdan uzak durun!? |
Az yağmurlu, mutlu bir hafta hepinize,
Hafta sonu adet olduğu üzere, memlekette yayınlanan ne kadar gazete varsa serdim önüme, aldım elime kahvemi, ölüm ilanlarına kadar okudum. Lafın gelişi ölüm ilanları diyorum, aslında ben de ön sayfaya göz attıktan sonra arkasını çevirenlerdenim. Dolayısıyla hemen spor sayfalarının bitiminde yer alan bu ilanları hiç kaçırmadan okurum. Her seferinde de biraz buruk, tanıdık bir isim ararım. Bulamayınca sevinir, bulduğumda da haliyle üzülürüm. İlanlarda ki isimlerin sosyal durumları ile ilanın kapladığı yer arasında genellikle bir paralellik vardır. Bazen hiç adını duymadığınız birinin tam sayfa ilanını görünce şaşırsınız, vay bee dersiniz... Allah Allah neler diyorum ben, nerden geldim buralara, aslında gelmek istediğim yer farklıydı. Hadi bakalım işin yoksa şimdi ölüm ilanlarını boşanmaya bağla. Bilmem ki bağlanabilir mi? Neyse uzatmadan kestim bu konuyu.
Efendim gazetedeki bir habere acayip takıldım; "Mum ışığında yemek yemek boşanma nedeni sayılırmış." Tabi burada yemek yenilen kişinin karı veya kocayla bir ilgisi olmadığı aşikar, aşikar da, ne yani, mum ışığında yiyince hadi sana güle güle, florasan ışığında yersen yırttın mı oluyor şimdi? Boşanma kararını veren hakimin hangi duygularla bu karara vardığını bilmeme imkan yok ancak ben onun yerinde olsaydım, bunun bir içtihat haline gelmesine göz yummazdım herhalde. Zaten bambaşka nedenlerle açılan davaların %99'u şiddetli geçimsizlik nedenine bağlanmıyor mu? Ne demeye kalkıp şimdi buna bir takım kulplar takma ihtiyacı hissediyorsun? Ha bu konu, nafaka tespit davasında kararı etkileyecekse, o zaman yandı gülüm keten helva. Kadıncağız, "Ulen koca müsveddesi, 1 gün beni Sultanahmet köftecisine götürmedin, elin karısıyla mum ışığında balık götürüyorsun, senin çıranı yakayım da gör gününü" gibilerinden serzenişte bulunursa haksız mı? "Vallah Billah param yok hakim bey, aslında karım bana nafaka vermeli" desen kim inanır sana? İşi uzatmaya ne gerek var? Sonunda, yiyeceğin herze aynı değil mi? Mum ışığında yiyince daha hızlı mı oluyor bu iş. Zaten zaman kısıtlı, götür bir muhallebiciye, çok açsan yiyin balık ekmek, partnerin ancak içkiliyken gidebilecek cinstense o zaman da götür en salaş meyhaneye, ye iç 60 mumluk ampülün altında. Nene gerek senin mum ışığında kaçamak. Adamın biri kalkmış salaklığın kitabını yazmış, al sana salaklığın dik alası.
Şimdi madem bu içtihat oldu, durumdan vazife çıkarıp yararlanmak isteyenler de artacaktır doğal olarak. Boşanmayı kafasına koymuş ama bir türlü yakasını kurtaramayanlar artık hakime "Valla billa mum ışığında yemek yedim hakim bey, inanmazsanız bakın, mum elime yapışmıştı da elim yanmıştı" diye söylenmeyecekler mi? Bir de garibim, ucuz olsun diye esnaf lokantalarına gidip, elektrikler kesilince, mum ışığında kuru fasulye, pilav yemek zorunda kalanlara ne demeli? Sen yanmışsın oğlum, seni İnönü bile kurtaramaz... Ölmüşsün sen ölmüşsün... (Nasıl da bağladım ama boşanmayla ölüm ilanlarını...)
..........
Hafta sonu yeni bir bölüm ekledim "Kahve Molası"na; "İLETİŞİM PLATFORMU". Biraz iddialı bir isim gibi görünse de, aslında sizlerden gelen bir isteğin basit bir çözümü. Bundan böyle, bu platforma üye olan kahveciler kendi aralarında mesajlaşabilecekler. Tüm üyelere söylemek istediklerinizi de "Haberler" başlığı altında değerlendirmeniz mümkün olacak. Buranın genel abone kayıtlarıyla bir ilgisi yoktur. Platform'dan yararlanmak isteyenlerin üye olarak kendilerini kaydetmeleri gerekecektir. Konuyla ilgili soru ve eleştirilerinizi bana bildirirseniz sevineceğim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay Merhaba |
|
Merhaba herkes,
Son zamanlarda pek bir şey yazamaz oldum ben... Herkese olur ya, bazen kitap okunmaz, arada uyku uyunmaz, içki istemez canı insanın işte o cinsten, sebepsiz ama sonuçlu... Bu isteksizliğin, bu keyifsizliğin altında da sebep mi ararsınız !! Sizleri bilmem ama bende sebep çok.. Hatta açıkyüreklilik edeyim de "sebep" yerine "bahane" diyeyim isterseniz.. Seçimler ve sonuçları var, sonbahar var, kriz-keriz var, Fenerden yenen altı gol var, tüm sene beklediğimiz "Marmaris Race Week" te havanın yaptığı azizlik var, var oğlu var işte...
Bu bahaneleri kurcalayım da, ya sizin de canınız sıkılsın, ya ben açılayım...
Ne diyorsunuz bakalım bu seçim için siz?? Seçim seçimdir, demokrat olan, kanuna-kurala göre yapılmış seçime laf etmez..Her ne kadar seçmenin %45 inin oyu gözükmüyor olsa da, ezici üstünlükle Tayyip Bey seçimi kazandı.. Hatta FB-GS maçında tribünlerde başkanın Fenerli olmasından taraftarın duyduğu gururu bile okuduk!! Neyse bakalım günler ne getirecek, umudu kaybetmeyin, kendinizi de; o yeter...Ama Deniz Bey in bir durup düşünmesi gerek, ne hata yaptım, neden oyları kapamadım, neden bana güvenip "altı okun böğrüne" mührü basmadılar ?? Geri kalanlar için bir şey söylemiyorum, onlar anlamıştır...
Neyse, bizler gibi teknede-denizde yaşayanlar için hava durumu,
kumanya dolabı mevcudu daha güncel, daha ayar tutturulması gereken şeylerdir, zaten "ekalliyet" yerine koymaktayız kendimizi, "temsil edilemeyen azınlık" tan ne farkımız var ?? Bizim "Hollandalı Amanda" gibi (kulakları çınlasın, okuyordur o da.. ) rakı, türkiş kebap, doğal güzellik-tarih vs ye övgüleri düzer, yaşar gidersiniz...
Bi de futbol durumu var, senelerce konuşulacak; tarihe yazıldı bile son derbi.. Yenilen taraftan olduğum için ben, söyleyecek bir şey yokmuş gibi duruyor; hiç olmamış gibi de davranamayız yine de.. Fener i tebrik edelim, edelim de; iki laf etmeden geçmeyelim.. Takım farklı galip, tribünden Galatasaraylılara korner bile atmalarına engel şişe, yumurta, bıcak vs yağıyor.. Küfür konusunu açmıyorum, can sıkıcı... Sanki Cimbomlu taraftarda aynı şeyler yok mu ?? Ama dikkat isterim, bunlarda amaç futbol seyretmek, takımını desteklemek falan değil, bunların bir bölümü hasta. Hem de ağır tarafından.. Camları indiren, tuvaletleri parçalayanlara müdahale edemeyen polis te bu duruma hazırlıklı değil, beceremediler, yönetilemediler.. İnsan İstanbul un emniyetinden sorumlu olunca televizyonda konuşma yapmadan önce, stada giren bıçak, fişek ve yabancı maddeyi engeller, sonra gaz odasına götürür gibi toptan tribün boşalttırır...
Yazamıyorum dedim, hem yazmışım, üstelik te bir sürü tatsızlık.. Böyle durumlarda hemen bir ağız tadı sıkıştırırım ben araya, mide dolunca insan daha iyi hisseder kendini.. Hepiniz bilirsiniz, marketlerde falan var "hazır mantı" diye bir malzeme.. Küçücük mantıcıklar, fırınlamış naylon poşetlere koymuşlar..Hep merak etmişimdir, mikroskobik kıyma parçalarını nasıl yerleştiriyorlar içine, adına neden mantı demişler bunun diye.. Artık merak etmiyor, bunlara makarna muamelesi yapıyorum, pek güzel oluyor.. Kıymayı soğan, biber salçası, biraz domates ve baharatla pişirin.. O hamurcukları da mikroskobik kıymalarıyla birlikte haşlayın.. Üzerine sarımsaklı yoğurdu, sonra kıymalı karışımınızı, en üzerine de isteyen nane, kekik kırmız biberle yakılmış yağı gezdirin.. Yedikten sonra da göbeği sıvazlayıp bir kenarda yağmura bakar, kahveye yer açarsınız..
Hepinize yağmurlu, lodos fırtınalı Marmaris ten selamlar, keyfiniz yerinde olsun...
Osman Günay
osmangunay@superonline.com
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Hayatım Tefrika |
|
Yaş on iki-on üç. Hafiften tomurcuk vermeye başladığımız yaşlar. Okula gidip gelirken her gün aynı yerde sabit durduklarını görünce 'Ayy bu çocuk da her gün burada beni bekliyor' yanılgısı yaşadığım; eczanenin çırağı, bisikletçinin oğlu ile bakışmaya başladığım yıllar. Hafta sonları arkadaşımda ders çalışma arzumun birden arttığını gören peder beni bir kursa yazdırdı. Tiyatro ile ilk tanışmam böyle olmuştu. Amerikan Kültür Derneği tiyatro kurslarının en küçük kursiyeri olarak başladığım, daha sonra on küsür sene sürecek olan tiyatrolu yıllarım da böylece başlamış oldu.
Yaş on yedi-on sekiz. TRT'li yılllar. Yayın çoğunlukla Ankara'dan yapılmakla beraber, dönüşümlü olarak ya da bazı saatlerde İstanbul, İzmir televizyonu da program yapıyor. İzmir TRT'si yapımı bir program vardı. Hiç unutmam 'Körfezden Esintiler'di adı. O zamanlar körfez hafiften kokmaya başlamıştı, buna rağmen o adı programa niye koydular hiç anlayamadım. Bir gün bizim kursiyer Yalçın bana geldi ve 'Programa parodiler için birilerini arıyorlar, seninle ikili olalım mı?' diye bir teklif yaptı.
Yine o zamanlar Müjdat Gezen, Perran Kutman ikilisi ortalığı kasıp kavurmakta. Eh bizim ne eksiğimiz var dedik, Yalçın'ın mali müşavirlik bürosunda çalışmalara başladık. Ekranla ilk tanışmam böyle olmuştu. 'Yahu Yalçın bu espiriler bayat değil mi?' dediğimde, 'Boşver TRT bundan anlıyor' derdi. Anlayacağınız halk bundan anlar meselesi TRT'den kalma. Ekran o gün ne şeyse, bugün de aynı şey.
Yaş on dokuz- yirmi. Sonunda ağız tadıyla denetimsiz espiri yapabilecek fırsatı yakalamıştık. Bornovalı Nuri bizimle görüşmek istiyordu. İzmir fuarındaki Lunapark gazinosunun sahibi. Fuar zamanı gazinolar arasındaki kapışma içinde bize kim iş verir diye hiç ciddiye bile almadım açıkçası. Görüşmeye gitmeden Yalçın beni uyardı 'Bornovalı Nuri kadın kısmıyla konuşmazmış sen sus ben konuşurum. Aman ha çok dikkatli ol, bu bizim için çok önemli. Bu işi kaptık mı bizi kimse tutamaz' Kazın ayağının öyle olmadığını zifaf gecesi gördük tabii..
Her neyse işi kaptık. 'Size üc gece veriyorum. Eğer iyi alkış alırsanız işe devam edersiniz, gecede on beş bin lira alırsız' dedi. İyi para!..
Koşa koşa eve geldim. 'Heyoooo gazinolarda sahneye çıkıyoruzzzz' Sevindiğim şeye bak!.. Hemen bana sahne kostümleri dikildi. Hiç unutmam toz pembe keten etek üst ve içine annemin çeyizinden beyaz keten dantel perdeden bozma bluz dikilmişti. Komedyenden ziyade Şekerbank şube müdürü gibi olmuştum ama neyse. Gazino programları basına açıklanınca birden tüm fuar eklerinde boy boy resimlerimiz çıkmaya başladı. Hepsi yalan. Külliyen yalan haber doluydu. Efes otelinin havuz başında Yalçın'la abuk sabuk fotoğraflarımızı çekiyorlardı. Magazin basını o gün ney şeyse bugün de aynı şey.
Beklenen gece geldi. Bir heyecan bir heyecan, bin kişilik izleyici sanki bizi izlemeye gelmiş gibi heves içindeyiz. Sahne provalarını yaptık. Giriş çıkış sıraları, sahnede kalış süreleri belirlendi. Patron bizi sahnede izledi, geçer not verdi. Lunapark Gazinosu o sene çok iddialı. İki assolist var. Her iki assolist altına da iki ayrı komedyen. Ne mühim iş demeyin alakası yok. Sahne hazırlanana kadar gereken süre içinde seyirci oyalamacanın adı komedyenlikmiş meğer ne bileyim. Biz Ajda Pekkan'ın altında çıkıyoruz. Samime Sanay'ın altında da bir başka kurt komedyen var. Bizim kurt, bizden önce sahne alıyordu. Provalarda herkes herkesin ne yaptığını gördü elbette. Kurt sahneye çıktı ve ne yaptı dersiniz. Bizim hazırladığımız üç parodinin iki tanesini fıkra gibi anlatmaz mı? Vallahi yaptı bunu... Sahneden inerken de şöyle bir baktı suratımıza, gülümsedi, viskisinden bir yudum alıp yürüdü gitti.
'Gel Yalçın biz de kapıya yürüyelim. İstersen birbirimizin poposuna tekme de atarız'. Yalçın hırslı çocuk. Panik içinde yeni bir şeyler çalışma peşinde. Samime indi.. İzzet indi.. Sıra bize geldi. O sağdan ben soldan kelebek gibi uçarak çıktık sahneye, geldik mikrofonun başına. Bir süre sessizlik olur ya işte tam o anda salondan bir ses geldi.
'Mehtap kız ne işin var orada?'... 'Allah seyirci tanıdık çıktı'. demişim gayri ihtiyari ve tabii mikrofondan hepsi duyulmuş. Biz tiyatrodan alışık mıyız kardeşim mikrofona. Sahneye kim koydu bu mikrofonu der gibi bakıyorum mikrofona...
Salon yerlerde tabii. Gerisini hatırlamıyorum. Yalçın karşımda Gazanfer Özcan taklidi yapıyor. Ben Gönül Ülkü gibi bakıyorum suratına. Esasen, sen konuş, ben gidip arkada dekora yardım edeyim bitsin bu çile duygusundayım. İndik sahneden. 'Kimler geldi hayatımdan kimler geçti' şarkısı söylenirken biz de gazino hayatından gelip geçmiş oluyorduk böylece. Sahne ile tanışmam ilk böyle olmuştu.
Sonraları sadece seyirci kalarak son verdim bendeki sanatın işine...
O gece bütün bunlar yaşanmasaydı şimdi ne olurdum bilemiyorum. Gel zaman git zaman herkes hayatın içinde kendine bir köşe buldu. Yalçın, ulusal bir kanalda Saffet oldu, Yalçın Menteş böyle köşe oldu. Kurt, ulusal bir gazetenin bilmece bulmaca köşesi oldu, hayatı bulmaca oldu.
Mehtap, sanal bir gazetenin ters köşesi oldu, hayatı size özel tefrika oldu. Yazarlıkla ilk tanışmam böyle oldu.
mehtap_akdeniz@yahoo.com
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Dalyandaki yalnız... |
|
Her yer ıslak.. Sırılsıklam.. Bulutlar yükseldi, ama hala bir grilik var yeşil otların üzerinde...
Yalnızım, sakinim... Kimseleri tanımıyorum, kimseler de beni tanımıyor. Herkese ve herşeye yabancıyım.
Saçlarım.. çok uzamış olmalılar.. Okuduğum kitabın sayfaları ile gözlerimin arasında, ince telcikler halinde dökülüyorlar önüme. Kestirmeli miyim acaba? Boşver...
Akşam çöküyor yavaştan.. Bir otel odası.. Benden başka hiçbir müşterinin olmadığı bir otelde bir oda.. Tek başına...Acaba ne anlatıyor yazar 'Yalnızlığın Keşfi' adlı kitabında.. Elimdeki kitabı bitirip ona başlasam.. Buradaki iki günde iki kitap.. Sığar mı acaba? Şimdi gidip devam etmeli okumaya.. Kanalın kenarında bir kafe olacaktı. Her geldiğimde giderim, yeşil suyun kıyısında, Caretta Caretta mıydı adı.. Evet.. Yürüyeyim oraya, belki açıktır..
Açıkmış..
-İftarda başka bir yere davetliyiz, iftar saatine kadar oturabilirsiniz. dediler. Gene kimseler yok. Bira istedim, nazlanmadılar.. Geçip oturdum hemen suyun kenarındaki bir masaya. Elimde kitabımla. Ara sıra, tekneler dönüyor İztuzu plajından. Bir tanesi de kafe'nin iskelesine yanaştı.. İçinden, zamanlamayı şaşırmış üç beş turist indi.. İlgilenmedim.. Devam ettim okumaya.. Güneş batacak artık.. Ama gökteki koyu gri bulutların altından yüzünü gösterdi bir yırtık bulup. Dalyan sazlıklarının üstündeki püsküller ışıldadı, yanıyormuşcasına.. Güneş, aslında iyice güneye inmiş herhalde, ısıtmıyor doğru dürüst. Nedir bu mevsim? Sonbahar? Yok, sevmedim bu adı.. Belki Yaz Sonu demek daha doğru, daha güzel.. Az önce, nasıl da acımasızca yağıyordu yağmur..
Birgün, belki de pek de uzak olmayan bir gün geleceğim buraya.. Alışmalıyım bu yalnızlığa.. Her insan yalnız değil midir zaten? Eninde sonunda? Bir yanılsama değil midir aslında, yalnız olmadığımıza inanmak? Yalnızlığın depresifliği, bazen nasıl da ilaç gibi gelir bana..Belki de herkese..
Ertesi gün oldu. Belediye'deki ıvır zıvır işlerimi bitirdim, Araziye gitmek istiyorum. Arabam yok... Bir motorsıklet kiralamalı.. Yoksa yürümeli mi? Hiç yürümemiştim şimdiye kadar bu yolu, denemeye değebilir. Ağır ve kaygısız adımlarla yürüdüm ana yola kadar. Asfaltta yer yer su birikintileri.. Her yer yıkanmış, hiç çamur yok etrafta. Ağaçların yaprakları cilalanmış...Yolun kenarından bir rota tutturdum, ağır aksak adımlarla, etraftaki limon, mandalin bahçelerine bakarak, tasasızca yürüyorum. Yarım saat çekiyormuş yol, aldırmadım.. Ana yoldan ayrılınca, çamur başladı..kanalın kenarından, otlara basmaya çalışarak yürüdüm.. Etrafta hemen hiç gürültü yok.. Ne kadar dinlendirici aslında. Artık çamurdan kurtuluş yok.. süet ayakkabılarım ıslanıp çamurlanıyor.. Aldırmıyorum.. Girdim tarlanın içine.. Geçen sene diktiğim atmış tane palmiyenin atmışı da tutmuşlar.. Yeni yapraklar hazırlamaktalar ortalardan, zıpkın gibi çıkartmaktalar, yemyeşil, taptaze yelpazeler, henüz katlı, ütülü duruyorlar.. Demek ki, seneye yaza, boylar bir elli santim kadar atmış olabilecek.. Ne mutlu.. Artık zaman aleyhime çalışmıyor.. Dikili ağaçlar.. Hem de atmış tane, hem de palmiye.. Gülümsüyorum.. Dokunuyorum, neredeyse her birine..
Bu seyahatimle ilgili, bir arkadaşıma kısa bir mektup yazmıştım.. Şöyle demişim, 'Amaann.. hayat aslında öyle uzun ki, içine birden fazla yaşam sığdırabilmek mümkün..Ve ben, krallık da, uşaklık da dahil, hepsini yaptım..Ve şimdi, gerçeğe dönmek, sade ve basit bir yaşam kurup, tarımla, seracılık ve az sayıda da olsa hayvan yetiştirmek istiyorum.. Bir çekidek, bir iki koyun, tavuk, köpek, kedi ne bileyim başka ne..
Tabii, belli olmaz hiçbirşey.. Ne kadar tanıyoruz ki kendimizi? Belki bundan da sıkılıp, birkaç sene içinde belki bir Amerikan şirketinde yönetici olmaya heveslenirim büyüyünce.. belli mi olur? Ama şimdilik bunu istiyorum.. Bunu yapacağım..
Haa.. bir şey daha.. Acaba, sorunlarımızı bölmek yerine çarpıyor muyuz diye düşünüyorum bazen.. Burada yalnız başıma ne yenir ne içilir.. Tüm açık olan lokantalar benim diyerek gelmiştim zaten. Kitabım cebimde, giriyorum bir lokantaya, Bir yandan okuyup bir yandan yemeğimi yiyorum uslu uslu.. Mesela şöyle bir menü düşünün şimdi, ızgara köfte, pilav, salata, kola, mercimek çorbası.. Veee.. nasıl bir hesap geliyor dersiniz? Yok, tahmin etmeniz zor.. söyleyeyim madem.. 3,500,000 TL!!! Bir de ulusal para birimimizle yazalım ki, bayatlamasın rakamın anlamı: 2,12 türkiş dolar...İster istemez İstanbul değirmeninde herhangibir hamburgercide ödenen hesaplar geçti aklımdan..
Böyle yerlerde pide yemeyi de çok severim.. Pratiktir ve bir de serde Nazillililik var ya.. Geçen gün, tam da iftar saatinde (tesadüfen, ben oruç tutmuyorum da!) oturdum bir lokantada, dışarı, kaldırımın kenarına atılmış bir masaya.. Biraz da abarttım, hem kıymalı hem peynirli iki pide söyledim.. Okuyorum kitabımı bir yandan, bir yandan da zıkkımlanıyorum işte..
Bir köpek yanaştı.. Biliyor adamını..
'Açım!'
Kıymalının ucundan kopardım.. uzattım ağzına.. Hart! İşaret ve baş parmağımla birlikte! Salak! Onları yemeyeceksin, pideyi yiyeceksin! Anlaşıldı, bundan sonrakiler havadan atılacak, sen de maharetini göstereceksin.. Bir sana bir bana oyunu oynarken, bir başkası bulunup geldi, tasmalı, sahipli yani.. Pek de açmış gibi durmuyor.. daha çok, 'geçiyordum, uğradım' durumları...Eh, sen de bak madem tadına.. Ona da bir parça.. Derken iki minik kedi.. 'Bize yok mu? Biz de açız!!' E, peki madem, battı balık yan gider.. Neticede masaya tek kişi oturup, beş kişi birlikte iftar edip kalktık anlıyacağınız.. Hesabı bana ödetti alçaklar.. Yemek bitince yalanaraktan uzaklaştılar...
Dalyan'da günler böyle geçiyor...
aaltan@superonline.com
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Türkiye'den alınan ilk iki örnekte yoğun dikkat ve tam anlamıyla seferber edilip işe yansıtılan mesleki yetenekler sayesinden diğerlerinin durduğu çizginin ötesine geçmek olgusu ön plana çıkıyor.
Editör'den Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_18.asp
Devamı var
|
Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler |
Kayısı: Antioksidan olan betakaroten açısından zengindir. Hücrelere ve dokulara zarar veren moleküllerin etkisini ortadan kaldırarak kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Lifli olduğu için bağırsakları koruyucudur.
Tahıllar: Arpa, mısır, buğday, yulaf gibi tahıllar B ve E vitamini, potasyum ve kalsiyum içerir. Kanserojen maddelerin vücuttan atılması sürecini hızlandırır. Tahıl ağırlıklı bir beslenme rejimi, bağırsak kanseri riskini yarı yarıya azaltıyor.
Fasulye: Fasulye, C vitamini ve betakaroten gibi kalp hastalığı ve kanseri önleyen antioksidanlar açısından zengindir. B vitamini de seks hormonlarını kuvvetlendirir.
Pancar: Demir ve folik asit açısından zengin olan pancar eski çağladan beri kan hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Amerikalı uzmanlar pancar suyunun sarılık tedavisinde de etkili olduğunu belirtiyor.
Lahana: Kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyen karoten maddesi içerir.
Havuç: Tam 40 araştırma havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin azaldığını ortaya koymuştur. Bunun temel nedeni betakaroten, C ve E vitaminleri gibi antioksidanlar açısından zengin oluşudur.
Nohut: Yağ düzeyi düşük olan ve kolesterol içermeyen nohut kalsiyum, magnezyum, fosfor, potasyum, bakır, manganez, betakaroten ve folik asit açısından zengindir. Göğüs kanserine karşı korur.
İncir: Potasyum, demir ve kalsiyum içerir. Sindirim sistemine yardımcı olur. Eski çağlarda kanserli hücrelerin tedavisinde kullanılan incir, modern tıp tarafından da kansere karşı koruyucu olarak öneriliyor.
Sarımsak: Bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve kansere, yüksek kolesterole, kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarına karşı koruyucu etkisi vardır.
Fındık: Kalp krizine karşı koruyucu olan E vitamini açısından en zengin besinlerin başında gelir. Her gün yenilen bir avuç fındık kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucudur.
Mercimek: B vitamini, demir, kalsiyum, magnezyum, fosfor ve potasyum içerir. Lifli özelliği kandaki kolesterol oranını düşürür, şeker ve kalp hastaları için yararlıdır.
Zeytinyağı: İçindeki omega yağ asitleri, kandaki kolesterol düzeyini dengede tutar. Antioksidan özelliği olan E vitamini açısından da zengindir. Bu sayede kalp krizi, felç, kanser ve erken yaşlanmaya karşı beyni koruyucu etkiye sahiptir.
Soğan: Bağışıklık sistemini güçlendirir. İçerdiği allicin ve sülfür; mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucu etkiye sahiptir. Son araştırmalar kemik erimesine karşı, peynir ve sütten daha etkili olduğunu göstermiştir.
Şeftali: Teki bile insanın C vitamini ihtiyacının yüzde 50,sini karşılayabilir. Sindirimi kolaydır. Kansere ve kalp krizine karşı koruyucu olan betakaroten açısından da zengindir. Bir tanesinde 33 kalori vardır.
Pirinç: Pirinç mükemmel bir enerji kaynağıdır. E ve B vitaminleri açısından zengindir. Bağırsak kanserine karşı koruyucu olan pirinç, kolesterolü düşürerek kalp krizi riskini de azaltır.
Çilek: Kolesterol düzeyini düşürür ve sindirim sistemini düzenler. Ellegic asit adı verilen kansersavan bir maddeyi de içerir.
Domates: Likopen açısından zengin ender bitkilerden biridir. Likopen, pankreas gibi çeşitli kanser hastalıklarını önleme konusunda hayati önemdedir. C vitamini açısından zengindir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Lifli bir besin olması da bağırsak kanseri riskini azaltır.
Bitti...
|
Emanet Yaşamak !
Diyelim çamaşırlarınızı yıkıyorsunuz, sadece ihtiyaç olanlarını. Sonra onları kurumaları için, sadece kendi kendilerine; ama kurumalari için bırakıyorsunuz. Ne kurudukları odanın bir düzeni düzeneği ne de daha cabuk veya daha kırışıksız kurumaları için bir çabanız var. Kurumaları icin terkedilmiş zavallılar onlar. Azapları bununla da bitmiyor. Kuruduktan sonra da günlerce kurumaya bırakıldıkları telde toplanmayı bekliyorlar. Sadece ihtiyaç duyulacakları günü bekliyor onlar. Bir genelevin bir sermayesi gibi . . Ve ihtiyaç günü hangisine ihtiyaç duyuluyorsa o, ipten / telden alınıp alelacele ama itinalı ( yanlış anlamayın gerçekten itinalı ) bir ütü yapılıyor. Çünkü o an ona ihtiyaç vardır. Aynı, zaman zaman bir sermayeye duyulan ihtiyaç gibi. İpteki kıyafetinize sadece ihtiyaç duyduğunuz zaman gereken itinayı gösteriyorsanız ona degil kendinize hizmet ediyorsunuzdur. Sermayeyle sevişirken de kendinize hizmet ediyorsunuzdur. Peki başkasına hizmeti sadece ona ihtiyaç duyduğunda yapan biri diğer zamanlarda ondan ne bekleyebilir. Söyleyeyim . . Ne o kıyafetin onu layığı ile taşımasını bekleyebilir ( ne de bunu sağlayabilir, kendi ruhu engelleyecektir onu ) ne de sermayenin onun müşterisi olmadığı zamanlarda onu hatırlamasını . . Halbuki düşünsenize bir sermayenin onca müşteri arasında bir tanesi aklına geldiğinde içinde bir sıcaklık hissetmesinin – olası mesaisinin en olmadık bir anında bile olsa – yüzünde nedenini sadece kendinin bildiği bir tebessümün oluşmasının gerek kendi gerek buna neden olan için değerini . . Emanet yaşıyorsunuz. . O giysi de emanet size . . Ama daha önemlisi , siz o giysi icin daha bir emanetsiniz. O giysi sizi sadece ona değer verdiğiniz kadar taşıyacaktir. Sermayenin hiç beklemiyor bile olsa, siz yeniden onu görmeye gittiğinizde sizin için ne yapacağınına dair çiçek içtenliği kokan şaşırmasını belki de elinin ayağına dolaşmasının sizde uyandırdığı hazzı düşünün bir. .
Hangi orgazmın peşindesiniz . Emanet yaşıyorsunuz . .
Tam tersini yaşayanları anlatmayayım . .
Anlayan anlamıştır. Ve bilirler ki onların işi daha da zordur . .
yazmacı
|
ben en çok o'nu sevdim
ben en çok o'nu sevdim
hayatımın en temiz en beyaz yanıydı sanki
göklerin maviliği kırların yeşilliği
hepsi iyi güzel ne varsa
o'nda bütünleşmişti
ben en çok o'nu sevdim
ne zaman ne düşünsem
bir o'na bir banaydı...
ne alsam bir değil ikiydi
bazen ne kadar kızsam
öfke değil sevinçti benimkisi
ben en çok o'nu sevdim
bazen iyi şeyleri o başarınca
duyduğum sevinç benim değil onundu
o olmuştum çünkü
denizden geçen teknelere
yanımdaki insanlara
kuşa ağaca güneşe neye baksam
o'nu görürdüm hep
her şeyimde bütün benliğimde
o vardı çünkü
hani Allah korusun o'na bir şey olsa
sonra bana gelip ömründen ömür deseler
yemin olsun bir an bile düşünmem
verirdim
ben en çok o'nu sevdim
bırakın görmeyi düşündüğüm zamanlarda bile
hani bazen fırtınanın ardından
güneş doğar ya öyle
o güneşin sürekliliğini hissederdim
gecenin en koyu yerinde
ben en çok o'nu sevdim
kadehimde şarabım küllükteki sigaramdı
yıldızların en parlak olduğu gecelerde bile
o daha parlaktı benim için
bazen saçlarıyla oynaşan rüzgârı kıskanırdım
gözlerini daldırdığı
mavi denize bile öfkelenirdim
bazen de aramıza giren
dağlara lanet ederdim
o
o en demli çaylardan bile
daha demliydi benim için
çiğdemlerin kokusunu
ilk o'nun teninde öğrendim
yolların tükenmezliğini
belki saçma olsa bile
bulutların bazen insana gülümsediğini
yaz mevsiminin en sıcak
en kurak yerinde bile
mutlaka yağmur yağabileceğini
sevgi olduktan sonra
dört mevsim çiçeklerin açabileceğini
ama bazen de
bazen de insanın yazgısını
kendinin değiştiremediğini öğrendim
ben en çok o'nu sevdim
hiç alışık olmadığım şeyleri bile
o'nunla yaparsam güzeldi
en kararsız olduğum anlarda bile
en kararlı yanımdı o benim
coşkuyu da o'nunla birleştirdim
korkuyu da öfkeyi de...
en büyük kavgam bile
yine o'ydu benim
bazen elim gözüm kulağım
bazen de günahım ve sevabımdı
ben en çok o'nu sevdim
sonu gelmez bir karanlıkta
uzakta küçücük bile olsa
en kuvvetli ışığımdı benim
en büyük telaşım koşuşturmam
bazen de en sessizliğimdi
ben en çok o'nu sevdim
bazen buğulu bir cam gibi
bazen pırıl pırıl aynamdı benim
bazen en kalın kitabım
bazen de tek mısralık şiirimdi
bazen apaçık gün gibi ortada
bazen de yine o en mistikti
ben en çok o'nu sevdim
ne zaman çevremdeki kalabalığın arasında
sıkılıp bunalsam
yanıma baktığımda hep o'nu görürdüm
bazı geceler kâbuslarla
kan ter içinde uyandığım da
hep o'na sarılırdım yokluğunda
bazen özgürlüğüm kurtuluşum
bazen de en büyük teslimiyetimdi
ben en çok o'nu sevdim
tek bir güzel söz beklenen anlarda
buruşuk bir kâğıda yazılıp verilmiş
aşk şiirimdi o benim
ben en çok o'nu sevdim
şairin dediği gibi
"açarken gök, büyürken deniz..."
ben en çok o'nu sevdim
hem de en...
Önder Sayan
|
|
Brejnev Küba'da
Brejnev, Küba'ya gelecekmiş. Kübalılar toplanmış, bir hoşluk yapacaklar. Ülkenin en iyi ressamına başvurmuşlar. Bir tablo yap. Adı "Brejnev Küba da" olsun diye.
Ressam:
"- Hadi oradan" demiş.
"- Ben adamı görmedim bile. Adam hayatında Küba'ya gelmedi. Şimdi ben nasıl "Brejnev Küba da" diye atmasyondan resim yaparım?"
Tesadüf bu ya. Bizim Temel, puro almaya Havana'ya gelmiş o sırada. Sıkıntıyı duymuş.
"- Ben size istediğiniz tabloyu yaparım. Bana bir sandık puro verirseniz" diye. Vermişler.
Temel bir hafta sonra, Kübalılar'ı çağırmış.
- "İşte tablonuz" demiş. Tuvalin üzerini örten bezi hızla aşağı çekivermiş. Kübalılar da donuvermişler. Tabloda, yatakta iki kişi, al takke ver külah.
- "Bu ne" diye gürlemiş, Turizm Bakanı.
- "Bu ne?.. Bu kadın kim?.."
- "Brejnev'in karısı!" demiş, Temel.
- "Peki bu üstündeki adam kim?"
- "Brejnev'in uşağı!.."
- "Peki Brejnev nerde ulan!.."
- "Brejnev Küba'da" demiş Temel!
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://abduyan.turkiye2000.com
Gösteri Sanatlari / Sahne Sanatları / Işıklama Tasarımı konusunda akademik bilgiler içeren internet sitesi
http://www.keriz.com/sms/espri/espri1.html
Keriz.com tarafından hazırlanmış olan cep telefonunuza hazır sms kalıpları. Misal: "bu mesaj ozel bi frekansla gonderilmistir.zekilerde hafiza kaybi aptallarda kisa sureli korluk ibnelerdede bi anlik gulumseme yapar!!!". Daha niceleri sizi bekliyor.
http://www.penceredergisi.com/arsiv/penc25/25_s02_zaric.htm
Islak kül biriktiriyorum sıfıra doğru giderken, Alkış, o beyaz gürültü ellerin arasından çıkan, Yaldızlı çerçevelerin içindeki yasaklar listesi, Biter törenler bir gün aşırı can sıkıntısı kalır, Yenmek ve yenilmek için yeni bahaneler aranır... şiir dolu arayışlar.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
SlideMaker Tool v1.0 [490k] W2k/XP FREE
http://www.microsoft.com/downloads/release.asp?ReleaseID=44510
Internet Explorer 6.0'da gayet hoş izleyebileceğiniz slideshow hazırlamak için üretilmiş bir program. İstediğiniz resimleri bilgisayarınızdan veya internetten seçiyor, dilerseniz müzik ekleyebiliyor, başlıklarını değiştiriyor, sonra da bir güzel seyrediyorsunuz. Ayrıca elde ettiğiniz sonucu bir HTML dosyası halinde saklayabiliyor ve internetten yayınlayabiliyorsunuz. Tek handikapı IE 6.0'a ihtiyacı olması.
|
|
|