|
|
|
12 Kasım 2002 - Bekara karı boşaması kolay tabi |
Merhabalar,
Parti başkanı oldun mu, Tayyip Başkan gibi olacaksın. Attın mı mangalda kül bırakmayacaksın. İcraata soyundun mu etraf cayır cayır yanacak, 363 milletvekili seni ayakta alkışlayacak. Hele o ilk icraat yok mu o ilk icraat. Daha meclise girmeden savuracaksın, savuracaksın ki sana tapsınlar.
Efendim, Tayyip Başkan ayağının tozuyla ilk icraatini buyurdu. "Benim vekillerim lojmanda oturmayacak, öyle değil mi arkadaşlar. Şimdi ben bu alkışları oturmayacağız olarak anlıyorum. Öyle mi arkadaşlar?" Valla Kasımpaşa'lı falan anlamam, bu adam çok akıllı ve işini biliyor. 70 milyonun gözünün içine baka baka dalga geçiyor. Yahu tasarruf edelim diye, memleketin dört bir yanından gelen vekillerimizi lojmanda oturtmayacak, iyi mi? Hayır neden tasarruf edeceğimizi bir anlatsa da dinlesek. Bu vekiller oturdukları lojmana zaten 500milyon kira veriyorlarmış. Zaten aldıkları 3-5 milyar para, bırak adamcağızlar bari kiracı durumuna düşmesinler başkentim Ankara'mda. Üstüne üstlük yeniden seçilen 50 tane vekil de halihazırda lojmanlarda ikamet ediyorlar, onları da mı düşünmüyorsun be başkanım. O lojmanlar kimse oturmayınca kaderine mi terkedilecek sanki, gene korunacak, gene kollanacak. Masrafsa masraf, bırak bari içindekiler otursunlar da, kapılarının önünü temizlesinler.
Lojman, düşük gelirli memur ve işçileri biraz rahatlatmak amacıyla, devlet tarafından subvanse edilen, yaşam birimlerine verilen ortak ad biliyorsunuz. Hem bir destek olması hem de sıkça yer değiştiren memurun mağdur olmasını önlemek açısından oldukça insani bir uygulama. Bunun yanında güvenlik gerekçeleriyle toplu halde oturmalarında yarar olan, asker ve polis gibi kurumlar içinde uygun bir bir yaşam şekli. Milletvekillerine gelince, onlar bu gerekçelerin hepsini taşıyorlar. Bir kere geçici olarak Ankara'ya geliyorlar. Hoş geldikten sonra gitmek bilmeseler de, teorik olarak öyle kabul edilebilir. Gelirleri desen, fazla gibi görünse de aslında masraflarla karşılaştırıldığında az bile sayılabilir. Kızmayın öyle ama. Aldıkları para 3000 dolar civarında. Bugün özel sektörde üstdüzey bir yöneticinin bu paraya çalıştığını hayal edebilir misiniz? Taban bunun 2-3 katından başlıyor bilesiniz. 70 milyonu temsilen, öyle ya da böyle seçilip vekil olmuş adama bu parayı çok görmeyin artık. Kızılması gereken, 3-4 yıl vekillik yapanın süper emekli statüsüyle ilelebet emekli olup yedi ceddine baktırması. Yoksa çalıştıkların da aldıkları para da gözümüz olmamalı. Neyse, yani bana göre gelir düzeyleri nedeniyle de lojmanı hakediyorlar. Ama en önemli konu güvenlik. Hem onların hem de bizlerin güvenliği. Şimdi bu adamları bir araya toplayıp nizamiyeli bir mekana koyup kapıda geleni geçeni kontrol etmek varken, her birini sokağa salıp başlarına en az 2 tane koruma vermek mi tasarruf olacak. Topla adamları bir araya, hem onlar kamp yapsınlar hem de biz huzur bulalım. Doğrusu ben istemem yan komşumun milletvekili olmasını. Rahatsız olurum.
Ah be Tayyip Başkan öyle bir popülizm yaptın ki, aklı ermeyeni can evinden vurdun. Bırak bu işleri de, sen esas mevzulara dal. Bizim gözümüz yok vekilimizin oturduğu lojmanda falan. Çalışsınlar helali hoş olsun. Bir de senin tuzun kuru tabi. Bir karı koca, masrafınız ne olaki. Çocuklar da burslu paşa paşa okuyorlar. Çayı çorbayı da yanındakiler halletse, senin işin tamam. Unuttum sen milletvekili de değilsin değil mi? Eee bekara karı boşaması kolay tabi. 6000 meclis çalışanını 3000 e indirecekmişsin. Yapma be, atma be başkan. İşten attığına yeni iş bulmak zorunda değilmisin? Bırak adamlar nasipleniyor devam etsinler, sen 6000 'i 10000 yapma, 6 aylık arabaları yenileriyle değiştirme, çıban ayıklatmaya milletvekilini ABD'ye gönderme, bankaları hortumlatma, imam hatip uğruna 8 yıllık eğitime sekte vurma yeter.
Bu arada müzmin muhalefet Baykal'da uzattığı zeytin dalından elinden kalanları yemekle meşgul. Sen kim, Kasımpaşalı Tayyip Başkanla aşık atmak kim. Adam tek başına Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etmiş, senin zeytinini napsın. Yedirir işte sana böyle dalın çomağını. Bir komedidir başladı ya, Allah sonumuzu hayır etsin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Misafir Odası : Tanju Akdeniz Aşkın Matematiği |
|
'Aşkın da matematiği olur muymuş' demeyin. Siz isterseniz niye olmasın?
Aşağıdaki aşk grafiğine gelin birlikte bakalım: Yatay eksende zaman var. Mavi ile gösterilen fonksiyon bir aşk grafiği. Kesikli kırmızı çizgi ise sevgi ve nefret duygularını ayırıyor. Çoğu kez bu duygular iç içe geçmiş olarak yaşansa da teşbihte hata olmazmış diyerek konu mankenlerimiz Ali ile Ayşe'nin aşkının matematiğine daha bir yakından bakalım.
Başlangıç noktasının görece düşük değere sahip olmasından Ali ve Ayşe'nin daha önce tanışmadıklarını, hatta daha da ileri giderek birbirlerinden ilk görüşte hoşlandıklarını söyleyebiliriz. Zira çok kısa süren bir karşılıklı yoklama ve/veya yakınlaşma dönemini takiben çiftimizin aşkının hızlı bir yükselişe geçtiğini görebiliyoruz. Kalp çarpıntıları, ses titremeleri, uykusuz geceler, ayna karşısında, telefon başında geçirilen dönemleri izleyen daha sık buluşmalar, sabahlara dek süren sohbetler ve büyük olasılıkla birinci dereceden yakınlaşmalar...
Her şey bir masal gibidir. Sonunda doğru insan bulunmuştur işte... Ta ki o meş'um t1 gününe kadar. Zaman ekseninin ölçeği verilmediği için bu sürenin kaç gün ya da kaç yıl sürdüğünü bilemiyoruz ama Ali ve Ayşe'nin aşk eğrisinin ilk kırılma noktasının O gün yaşananlar nedeniyle oluştuğu gün gibi ortada. İlişkiye şu ya da bu şekilde karışan bir üçüncü kişi, unutulan bir yıl dönümü ya da karşı tarafın farkında olmadığı bir beklentinin karşılanmayışı...
Foksiyonumuz hala türevlenebilir olmakla birlikte eğimi değişmiştir artık. Artık hiç bir şey eskisi gibi olamayacaktır. O t1 günü yaşananları unutmak mümkün müdür? Bunu O' na nasıl yapabilmiştir? Bunu O' nun yapmış olduğuna nasıl inanılabilir?.
Yine de ilişki devam eder. Hatalardan ders alınacağı beklentisi durumu kurtarıyor gibi görünmektedir. Ali ve Ayşe'nin aşkları ve bağlılıkları artmaya devam eder ancak yine de tedbir elden bırakılmaz. Nitekim tüm kuşkuları doğrulayan t2 günü gelir çatar. Dememiş miydim ben size bu ilişki adam olmaz diye? İlişkiyi sorgulama dönemi başlamıştır. t2 öncesi ve sonrası vardır artık. Her şey t2 günü yaşananların etrafında örülür. Nefret çizgisi hızla geçilir. Kendi kehanetini ve davranışlarını haklı gösterme çabaları, rasyonalizasyonlar bu dönemde yaşanır. İlişkiye üçüncü kişiler davet edilir. Öpüşün barışın'cılar, sana kız mı yok oğlum'cular ve zaten bu herifi hiç gözüm tutmamıştı'cılarla birlikte oldukça kalabalık bir grup halinde yaşanır Ali ile Ayşe'nin aşkı. Egoların çarpışması aşk kelimesinden eser bırakmamıştır. Ortalık kirli çamaşırlardan geçilmez olmuş, herkes gereken dersleri çıkartmıştır. Ayrılık kaçınılmazdır.
Beklenenin tersine, denetim dışı oluşan bu şeffaflık -ve de özellikle ayrılık- iç hesaplaşmaları kolaylaştırır. Tamamen unutulmuş gibi görünen t1 öncesi günler gelir hep hatıra. Önce özlemle, sonra nefretle, sonra tekrar özlemle dolar göz pınarları. Duygular kırmızı çizginin bir üstüne çıkar, bir altına iner.
Giderek artan özlem, aşkın zaferini müjdeler sonunda. Onsuz yapılamayacağı anlaşılmıştır. Gecenin bir yarısında apansız çalan bir telefon ya da kapı zili ile başlar herşey yeniden. Aşk grafiğinin üst sınırları zorlanır o gece. Her şey bir rüya gibidir. Gece boyunca yanar mumlar...
Sabahın ışıkları uyandırır Ali ile Ayşe'yi gördükleri rüyadan. Yorgun bedenler ve şiş gözlerle yapılan kahvaltı gerçekle yüzleşme gibidir adeta. Egolar bir kez daha kalkar ayağa. t3 gecesi yaşananlar algıları daha bir bozmuştur. Rüya ile gerçek iç içedir. Sevgi ve nefret de. Özlem ve ayrılık da. Keşke'ler iyi ki'lerle örtüşür. 'Roller Coaster'ın tepesinden düşer gibidir kaşığa yansıyan yüzler. Bir yanda heyecan, bir yanda korku. Bir yanda merak, bir yanda tükeniş. Aşkın türevi bir o yana, bir bu yana işaret değiştirir.
Her sahne tanıdık gelmeye başlar sonraları. Her olay kehanetlerinin gerçekliğine yeni bir kanıt sunar. Kırılma noktaları bağışıklığın ötesinde aşk grafiğinin doğal dokusu haline gelir. Kapı eşiğinde, gitmek ile kalmak arasında bir yerde yaşar Ali ve Ayşe bir süre daha. Şu anda bitmemiş de olsa, bir gün bitecektir nasılsa. Sonu başından belli bir ilişki için çaba sarf etmeye ne gerek vardır. Sağ beyin 'minimum enerji' prensibinin bir kanıtını daha bulmanın gururuyla kıvrımlarını sol beyne doğru uzatıp daha bir yerleşir yerine.
Bu limanda aranılan bulunamamıştır. Her iki taraf da yelkenlerini dolduracak güzel havaları bekler açılmak için yeni limanlara...
Var mıdır böyle bir liman?
Ne yazık ki grafiğimiz burada bitiyor. Ali ile Ayşe'nin aşkının matematiğinin de sınırlarına ulaşmış oluyoruz böylece. Bundan sonrası matematik değil; meta-matematik...
Peki ya öncesi?
Tanju Akdeniz
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Ben de Taş Fırın Erkek'i Olacaaam ! |
|
Bu böyle devam edemez diye kendi kendimi yiyip bitiriyordum ama değiştirilemez iç dünyamız var ya ! Her evde bir dağıtıcı bir de toparlayıcı vardır bildiğiniz gibi ! Bekarlığımda da dağıtmazdım, şimdi de öyle, değişen birşey yok, böyle yetişmişim ne yapiiim ? Titizim, huysuzum, dağınıklığa gelemiyorum. O sinir bozucu hafızamla hatırlıyorum, yattığım gibi kalkardım yataktan, annemin yorganı katlamasına bile gerek kalmazdı, hoş ben yatağımı toplamadan da evden çıkmazdım ya ! Aynı odayı paylaştığım erkek kardeşim, tam bir savaş alanı bırakırdı geride. Onun dolapları, çekmeceleri tam bir çıfıt çarşısı idi, ama derdi ki; "Lütfen düzeltme benim dolabı, aradığımı bulamıyorum !"..
O da bir düzen demek ki, düzensizliğin düzeni.
Neyse, konumuz ben ve benim düzenliliğim. İlkokulda sevgili öğretmenim akşamdan hazırlamalısınız çantalarınızı derdi, hep sözünü dinledim. Her gün düzenli olarak ders çalıştım, hiç taviz vermedim ne dersimden ne eğlencemden. Davul çalsalar duymazdım, tam bir konsantre abidesi. Not bile alsam ıvır kıvır birşeyleri hep en güzel yazımla yazmaya çalışırdım. Üniversite defterlerimi ciltlettim, kitap gibi olmuştu walla ! Sırf el yazımın güzelliğinden benimle mektuplaşan sevgililerim bile vardı açık açık itiraf etmeseler de..! Korkunç kolleksiyoncu gibi her bir anımı biriktirirdim. Babamların evinin çatısında bana ait 2-3 koli vardır sanırım. Arkadaşlarımın mektupları, kağıt peçetelere yazılmış o günün anısına birkaç cümle, imzalar vs.vs.
Bir gün evlendim, o da ne ? Daha ilk dakikadan diş macununu ortadan sıkan bir kadın ! Nefret ! Iyykkk ! Akşam yemeğine oturduğumuzda unutulan bir tuzluk için mutfağa gitsem aman yarabbi ! Ve fakat o çok hızlı, bense çok yavaş. Bir akşam yemeği benim tarafımdan hazırlanırsa 1.5 saat, onun tarafından en fazla yarım saat. Kaşla göz arasında mutfak toparlanıveriyor, onca dağıtmaya karşın, en inanılmazı da TV izlerken. Müthiş bir dikkatle karşı karşıyayım, ben salonda filmi izlerken ara sıra mutfağı toparlayan ve fakat salona geldiğinde filmin konusunu benden çok daha iyi kavramış bir kadın, benim takıldığım yerde açıklamalarda bulunuyor. Sadece dağınık, olsun varsın dedim..!
Ama yine de bu dağınıklık beni hasta ediyor olunca iyice Light Erkek pozuna girivermişim farkında olmadan. Hayat müşterektir, o da çalışıyor ben de, o zaman ev işlerine benim de katkıda bulunmam gerek diye başlayan evliliğin ilk yılları.. Oğlumuzla beraber gelen T bezlerini ütüleme, katlama, alt değiştirme, bulaşıkları çalkalayıp bulaşık makinasına özenle yerleştirme, düz ve ufak şeylerin ütülenmesi, çocuk oyuncağı gibi çamaşır makinasında çamaşır yıkama, bunların asılması, kuruyanların toplanması, ortalığın toparlanması ( zaten uzmanlık alanım ), sofra kurulması, çalışma şartlarının temposuyla akşam yemeği yapılması vs.vs... Çok da başarılıyım üstelik, bir de bakıyorum ;
" Pilav nefis olmuş, bundan sonra hep sen yap ! ", " Bu evde çamaşırlar artık senden sorulur ! ", " Aman yarabbim, bu ne güzel ütü böyle ! " gibi motivasyonlarla tam bir Light Erkek oluvermişiz ..
Geçen hafta Perşembe gecesi, her zaman olduğu gibi futbol maçımdan geldim, pek yemek yiyemiyorum o gecelerde, sadece birkaç lokma atıştırma, ramazan gelmiş pide varmış, ısıtıp peynir felan yiyeceğim, kibarlık olsun diye sordum, biz de isteriz dediler anne-oğul.. Neyse birşeyler hazırladım, birlikte atıştırdık, topu topu 3 parça tabak çıktı, kıyamadım şunları da çalkalayıp yerleştireyim dedim bulaşık makinasına, aman yarabbi yine mutfak yüzyıl savaşları gibi olmuş, elim değmişken düzeltivereyim dedim şunları da !
Hay demez olaydım, rondoyu toparlarken fişe takılı olduğunu görmemişim ve o yeteneksiz kafamla, fişe takılı olan ve dokununca çalışan tarafına bıçağı yerleştirirken ....
Bzzzzzt ! parmağım rondonun içine düştü sandım ama allahtan düşmedi ve fakat 3.5 cm. sol işaret, 1 cm. sol orta parmak olmak üzere acayip bir biçimde doğradım ! Derhal arka sokaktaki Acıbadem Hastahanesi'ne gittik, dikeceğiz dedi Dr. ama terzi çağırmadı, kendisi dikti, ucuz atlatmışsınız, allahtan tendomlar sağlam ..
" Dr. Bey ! Acaba Kahve Molası'na yazı yazmaya devam edebilecek miyim ? " dedim,
- Elbette, ama bir süre poponuzu sağ elle yıkamak zorunda kalacaksınız, ıslanmasın !
" Bir süre için sana başta mutfak olmak üzere bir takım işler yasaklanmıştır ! "
dedi eşim ve ben artık tam bir Taş Fırın Erkek'iyim ..!
asesen@turk.net
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Ben KOBİ'ymişim
Merhaba dostlar,
Bu kahveci muhabbeti beni baya sardı, Yakında kart bastırıcam " Hüsamettin Gezer, arada da Yazar" diye. Hele hele bir de kompitürde yazımı görmedim mi, valla deymeyin keyfime, "bizim oğlan da İnternete giriyo" diyen madrabazlara da gösterttim, ağızları açık kaldı, yaa var mı öyle Hüsam abine poz yapmak.
Artık günde beş saat kompitürün başında oturuyorum, bunun üç saatinde falan da kendi yazılarımı okuyorum. Dükkan komşuları da öğrendi gazeteye yazdığımı "Hüsam abi, şu sokakların pisliğini de yazsana" diyorlar, dangalaklara bak sen, sanki Hürriyet'e köşe yazarı oldum, ona buna posta koycam.
Neyse mevzuyu dağıtmıyım. Geçen gün, komşulardan birinde oturuyorum, geyiğin dibine vurmuşuz, mevzu kontrolden çıkmış, tam Galatasaray'ın onbirini yapmaya soyunmuşuz ki, dükkandan telefon ettiler. Sekreter salağı "Hüsamettin bey, birileri geldi, sizi soruyor" dedi, "kızım 'birileri' diye adam mı olur, kimmiş öğrensene", diyorum, kafa basmadığı için eveleyip, geveliyor, sonunda "maliyeden galiba" dedi. Maliyeden haaa, "hastir" deyip kalktım. Zaten yarım gün devlete çalışıyoruz, yarım gün işçilere, kalırsa bizim karıya, arta kalırsa da Hüsam'ın rakı parasına, bu maliyeciler nerden çıktı şimdi.
Odaya girdim ki, bunlar hiç maliyeciye benzemiyor. Bi tane kafası kaz götü traşlı sivilceli bir oğlan, iki tane de ahu gözlü ceylan. "Allah, Allah bunlar nerden çıktı" derken, zibidi oğlan konuştu. Bunlar bir araştırma şirketinden geliyormuş, KOBİ'lerle ilgili anket yapıyorlarmış. Ben "KOBİ ne lan" diye düşünürken, ceylanlardan kısa saçlı, esmer olanı konuştu, "efendim, yaptığımız incelemeye göre siz KOBİ'siniz " dedi. "Siz KOBİ'siniz" diyen dillerini yesinler senin, sen öyle diyorsan öyledir ceylanım, hatta "siz BOBİ'siniz" desen bile kabulümdür, yeter ki sen söyle.
Hesapta ağır adamım ya, öyle bozuntuya vermedim, kızlar "ayıdır, magandadır" bellemesin diye önce tesbihi kaybettim, sonra en Erol Taş sesimle "öyledir, buralarda en KOBİ biziz" diye zırvaladım. Zırvaladım diyorum, çünkü sonradan öğrendim ki KOBİ demek, 10-50 işçi çalıştıran "Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme" demekmiş, öyle benim üfürdüğüm gibi eni, boyu olmazmış.
Kızlar cıvıl, cıvıl anlatmaya başladılar, yarabbim sen aklıma mukayyet ol. Bunlar ne böyle, biri bırakıp, biri anlatıyor, soruların bini bir para, bilmedikleri yok. KOBİ'lerin "Gayri Safi Milli Hasıla" içindeki payını biliyormumuşum. Benim o kadar lafın içinde tek tanıdığım laf "milli" lafı, o lafdan da aklımda kalan tek şey milli takımdaki "Hakan Şükür ve Hasan Şaş" gayrısını bilmem. Sen gel de bunu dilberlere anlat, adam gibi "bilmiyorum" diyemiyorum, arka arkaya çam devire, devire zırvalıyorum. İşin kötü tarafı hep kızlar soruyor, öbür zibidi "ben ağır adamım" havasında oturuyor.
Hafiften ter basmışken aklıma geldi "bir şey içermisiniz " diye sordum, maksadım fazla sopa yemiş boksörler gibi biraz süre kazanmak. Neyse ki, çay, kahve, bizim sekretere laf anlatmak derken biraz kendime geldim, arada da hafiften plan yaptım.
Çay muhabbetti bitince önce ben sordum "kimsiniz, ne yapıyorsunuz" diye. Kırık, dökük anlattılar, "abi, biz üniversitede öğrenciyiz, boş zamanımızda bu işi yapıp, üç beş kuruş para kazanıyoruz, kapı kapı gezmeye değmiyor ama ne yaparsın" dediler. Sonra da hangi okullarda okuduklarını, hangi yurtlarda kaldıklarını, nasıl her gün okula, yurda gitmek için yollarda süründüklerini, parasızlıklarını, hasılı kelam tüm dertlerini anlattılar. Ulan biz de adammıyız be, iki gıdım sıkıntı çekince isyan ediyoruz, parmak kadar çocukların hayatına bak. O an gözümün önünden kendilerine yaranmaya çalıştığım kızlar gitti, şu anda dört yaşında olan kızımın üniversitedeki hali geldi. Önce çaktırmadan gözlerimi sildim, sonra tesbihimi bulup çıkardım, sonra Erol Taş sesimi kovalayıp Hüsam sesimi tekrar buldum, titreyen sesimle "aferim size çocuklar, çalışmak gibisi yoktur" diyebildim.
Ondan sonraki sorularına da poz yapmadan, bilmiyorsam "bilmiyorum çocuklar" diye cevap verdim, öğle vakti bütün itirazlarına rağmen onları yemeğe götürdüm. İşleri bitince de şirketin arabasıyla yurtlarına bıraktırdım. Ayrılırken, kızların yanağıma kondurduğu öpücükleri ve "sağol abi" deyişlerini ise ömür boyu saklayacağım.
Adam yerine koyup okuyanlara selam olsun.
Hüsamettin Gezer
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_19.asp
Devamı var
|
Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler |
Bu yazı dizimiz bitti biliyorsunuz. Ama kaçıranlar için hepsini bir araya toplayarak tek bir sayfa haline getirdik ve sitemize koyduk. Aşağıdaki linkten kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/yiyecek.html
|
BİN MİSKET TEORİSİ
Genç adam yogun is temposundan iyice bunalmisti. Vakit aksama
yaklasiyordu, ama mesai kavramina çok yabanci oldugu için evine ne zaman gidecegi belli degildi. Basini iki elinin arasina
aldi, gözlerini sikica kapadi. Çok para kazaniyordu. Yöneticiydi, birçok
insanin imrenerek baktigi bir konumdaydi. Ama yasadigi hayati hayat olarak görmüyordu.
"Bu ne biçim hayat böyle!" diye söylendi kendi kendine.
Hafta sonlarinda dahi evine gidemiyordu. Toplantilar, is seyahatleri,
yazismalar ve kosusturmacayla geçen bir hayat. Ailesine, çocuklarina vakit ayiramiyordu. Pek çok yakin dostunun adini dahi unutmustu.
Bu karamsarlik içinde kivranirken, birden çekmecesindeki küçük radyosu aklina geldi. Radyoyu açti. Yayinlanan müzik parçasi
ile biraz rahatladigini hissetti. Müzigin ardindan yasli bir adamin
konusmasiyla gayri ihtiyari radyoyu kapatmak istedi. Ama birden durdu. Ilginç bir teoriden bahsedecegini söylüyordu yasli adam. "BIN MISKET TEORISI"ni anlatacakti. Merakla dinlemeye basladi.
"Birgün oturdum ve biraz aritmetik yaptim. Ortalama bir kisinin yetmis
bes yasina kadar yasadigini varsaydim. Biliyorum, bazilari daha çok,
bazilari da daha az yasar. Ama biz yetmis bes sene yasadigini düsünelim. Bir yilda 52 hafta oldugu için, 75'i 52 ile çarptim ve
ortalama ömre sahip bir insanin tüm hayatinda yasayacagi Cumartesi sabahi sayisi olarak 3900 rakamina ulastim. Simdi beni iyi dinleyin. En önemli kismina geliyorum. Bütün bunlari ayrintili olarak düsünmeye elli bes yasinda baslamistim. Yaptigim hesaba göre bu yasa kadar 2180'in üzerinde Cumartesi yasamistim. Ve eger yetmis bes yasina kadar yasarsam, yasayacagim Cumartesi sayisi sadece bin adet olacakti. Bir oyuncak dükkânina gittim ve elindeki tüm misketleri aldim. 1000 adet misketi bir araya getirmek için üç tane daha oyuncakçi dükkânini ziyaret ettim. Bunlari eve getirdim ve atölyemdeki radyomun
yaninda duran büyük, seffaf bir kavanozun içine hepsini doldurdum. O günden sonra, her Cumartesi kavanozdan bir tane aldim. Misketlerin azaldigini gördükçe, hayatimdaki önemli seyleri daha fazla
DÜSÜNMEye baslamistim. Anladim ki, dünyadaki zamanimin akip gittigini seyretmek kadar önceliklerimi düzene koymama hiçbir sey yardim edemez."
Yasli adamin anlattiklari öylesine etkiliydi ki, genç isadami âdetâ
dünyadan kopmus, radyoya kilitlenmisti. Yasli adam su cümlelerle konusmasini tamamladi :
"Programi kapatmadan önce simdi size son birsey daha anlatacagim. Bu sabah kavanozun içindeki son misketi de aldim. Eger önümüzdeki Cumartesiye kadar yasarsam, bana biraz daha zaman verilmis olacak. Unutmayin, hepinizin kullanabilecegi en önemli sey, biraz daha fazla zamandir."
Kaynak bilinmiyor ©
|
SEVDALI SÖZCÜKLER
Beni tanımadın mı dedi
Bir sözcük bir sözcüğe
Çevir zamanın sayfalarını
Belleğini iyi yokla
İyi bak gözlerimin içine
Anılar devşir yüzümden
Bir yağmur sonrasıydı
Yan yana düşmüştük hani
Bir şiirin ilk dizesinde
Göz göze gelmiştik birden
Bir şey kımıldamıştı içimizde
Sonra sürülmüştük şiirden
İzinsiz öpüştük diye
Anımsadım dedi öbürü
Elin elime değince
Bindim sevdanın mor atına
Gittim ta eski günlere
Küçüldükçe büyüdü hüzün
Adını bilmediğim bir şey
Çıt diye kırıldı içimde
Ne acılar çektim bilsen
Nelere katlandım gurbette
Senetlere tutanaklara
Mahkeme kararlarına geçtim
Yıllarca ad oldum bir kötüye
Bir an bile unutmadım seni
Göz göze gelmedim hiç
Senden başka bir sözcükle
Sesin sesime değince
İçimdeki süt denizleri
Köpürmeye başladı gene
Öpüşe banınca dudaklarımızı
Kendi kokusunu duydu yosun
Şiirin gizli aynasında
Kendi rengini gördü menekşe
Haydi gel dedi
Dişi sözcük erkek sözcüğe
Başka bir şiire girelim
Görünmeden ozan abiye
Ali YÜCE
..........<>..........
KADIN YONTULARI
1
kadın
göz
şimşek
saç
sağanak
sırt
mermer
güvercin
ürkek
ıslak
taze
gerdeğe girer gibi girdi denize
2
kadın
kumral
kahverengi
sarışın
pembe
bel
kalem
beden
keman
bacaklar
merdiven
adımlar
şiir
yüreğimde evrensel kaşıntı
Ali YÜCE
|
|
Şişeler
Akıl hastanesinde delinin biri başhekimden iki tane şişe ister.
Başhekim şişe yerine,deliye iki tokat atar.Deli kızgın bir şekilde odasına döner.
Ertesi gün deli başhekimin odasına gider.Girer girmez başhekime iki tokat atar.
Nolduğundan habersiz başhekim; "Deliye naptığını zannediyorsun" diye çıkışır.
Deli de "birşey yaptığım yok efendim,dün verdiğiniz şişeleri geri getirdim" der.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://laacz.lv/f/swf/hestekor.swf
Sayfa açıldığında ekrana gelen dört at'a sırasıyla tıklayın. Hoş bir sürpriz sizleri bekliyor.
http://www.okulum.net/
Türkiyenin en kapsamlı okul iletişim portalı olarak tanıtmış kendilerini arkadaşlar. İlk öğretim, lise, dersane, üniversite veya askeri okullardan hangisi olursa olsun adınızı ve okul giriş tarihinizi kaydetmeyi ihmal etmeyin. Belkide bu satırları okuyanlardan bazıları benim eski okul ya da dershane arkadaşlarımdandır.
https://interaktif.ptt.gov.tr/postakod2/index.php3
Türk telekom 2002 yılı ağustos ayından itibaren posta kodlarını değiştirdi. Türkiye genelinde sessiz sedasız yapılan bu değişiklikten hemen hemen hiç kimsenin haberi olmamış. 119 nolu telefon ile veya bu web adresinden öğrenebileceğiniz posta kodunuza ilgi gösteriniz.
http://www.ada.net.tr/mutfak/katki.html
Son yıllarda, özellikle tüketici haklarını ilgilendiren ve en çok tartışılan konulardan biri de hergün tükettiğimiz hazır yiyecek ürünlerinde bulunan katkı maddeleri. Bunları hepimiz her zaman her yerde tüketiyoruz; hatta içinde yaşadığımız toplum şartları da bir yerde bunu gerektiriyor diyebiliriz... Lütfen ne yediğinize biraz daha dikkat ediniz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Ability Server v2.18b [66k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105529
Kendi web sunucusunu en basit şekliyle kurup çalıştırmak isteyenler için ideal bir program. Bu küçücük program içinde HTTP, SMTP, POP3 ve FTP sunucularının hepsini barındırıyor. 2 alan adını rahatlıkla host edebileceğiniz bir yapısı var. İnternet işinde biraz derine inmek isteyenler için ideal bir uygulama. İlgililere şiddetle tavsiye edilir.
|
|
|