KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator

 13 Kasım 2002 - Zar tutma, Cennet'ten kovulursun


Merhabalar,

Heyy, artık zar atıp cennete vasıl olabilirsiniz. Memleketin ahvalini ilk değerlendiren müteşebbis ruhlu prodüktör, zar attırıp cennete bilet veren bir oyun icat etmiş. Lafın gelişi icat, keşke etse. Bizlerin hala ayıla bayıla oynadığı monopoly, türkçe adıyla borsayı allem etmiş kellam etmiş müminlere uyarlamış açıkgöz. Adını da "Takva Yarışı" koymuş. Utanmış, başına bir de "Hazret" eklememiş. "Takva" Allah korkusu demekmiş. Ulen bre utanmaz hadi Allahtan korkun yok, hiç olmazsa oyunun adını başka birşey koyaydın. Var mı yahu böyle zar atıp cennete gitmek. Oyun deyip geçmeyin. Monopoly'in çocuklara ilk ticari öğreti olduğunu hepimiz biliyoruz. Sen kalkıp aynısını İslami terimlerle süslersen, buna alenen dini pazarlamak denir yahu. Dini herşeye alet edip, sıradan müslümanı camiden, ibadetten soğuttuğunuz yetmedi, şimdi kalkıp birde çocuklara "Takva" ile takla attırıyorsunuz. Helal olsun size. Bunu piyasaya süren açıkgözün, dini bütün bir müslüman olduğunu sanmıyorum zaten. Bu olsa olsa sinekten yağ çıkarmayı meslek edinmiş uyanık kapkaçcı ticaret erbabı olabilir. Paranın adı puan olunca sıyırdığını sanıyor uyanık. Hazır ramazan da geldi, oturur çoluk çocuk takva partileri düzenlerler, bende arada yolumu bulurum diye düşündü zahir. Zar atıp "Kuran Belgesi" almak, Umre'ye, Hacca gitmek, sonunda cennete ulaşmak mümkün olunca, dini kavramlarda allak bullak olacaktır kuşkusuz. Kaçak Kur'an kursuna devam eden yavru; "Ben dün gece takvadan belge aldım, neme gerek kuran kursu" derse nolacak? Hey büyük Allahım, ordan bakınca bu memleketin hali nasıl görünüyor acaba? Baksana bizimkiler batıyla, doğuyu, İslam'la kumarı bir yoğurdular ki öyle böyle değil. Hani diyorum, şunların tepesine bir "Takva" atsan da biz de huzur bulsak.

..........

Kahveciler arasında Siirt'li var mıdır acaba? Varsa da bu aralar sesini çıkarması güçtür herhalde. Nedir bu Siirt'lilerin hali. Jet Fadıl'ın bir ardını yalamadıkları kaldı. Kimdir bu üçkağıtçı, bilmez mi bu insanlar? Yedikleri kazıklar pek bi tatlı gelmiş olmalı ki, adamı yere göğe sığdıramıyorlar. Herif yanında taşıdığı iri esmer adamı GM yetkilisi diye yutturuyor, hepsi de bir ağızdan "Sen çok yaşaa" diye bağırıyor. Ben o esmer delikanlının ne iş yaptığını gayet iyi biliyorum da, burada söylemek yakışık almaz. İÜK (İnternet Üst Kurulu) "Kahve Molası"nın klavyesine kilit vurur ondan korkarım. Büyük bir sabırsızlıkla yemin törenini bekliyorum. Göreceğiz bakalım hasbelkader vekil olan 549 tane adamın, bu üçkağıtçıya göstereceği tavrı. Geçen sefer Kavakçı'mız vardı, şimdi de jetimiz. Ne garip bir memleketiz ki, düzenbazlardan kurtulmak için seçim yapıp tescilli üçkağıtçıları televekil yapıyoruz. Helali hoş olsun bize.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


BALIĞIN BÖYLESİ

Lise zamanlarımızdı. Beş kız arkadaş bir tatil günü İstinye kıyılarında geziyorduk. Neler konuşmuyorduk neler. Dünyanın en büyük tasasıdır dersler, sınavlar ve ilk aşklar o dönemlerde. Okul da, sıkıntılar da hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Sonradan ne hikmetse özlenir o yıllar.

Deniz masmavi... Kıyılarda balık meraklıları..Oltasını alan koşmuş gelmiş... Oltanın ucundaki yemle saatlerce beklemekten ne anlıyor erkekler hala çok merak ediyorum. Ne düşünüyorlar o kadar süre? Gerçi bayanlar da gidiyor balığa ama çok çok az karşı cinse kıyasla. Bir erkek arkadaşımla konuştum bu konuyu. Önce yukarıdaki soruları yönelttim kendisine. Diyalog aynen şöyleydi:

O - Yaradılışımızda var avcılık.
Ben - İyi de, niye balık?
O - Başka bir şey olsaydı niye o diye soracaktın bu kez.
Ben - Şehirde yaşayanlar için daha kolay, mümkün ve diğerlerine göre maliyeti daha düşük olmasındandır belki... Belki de dinlendiriyordur gerçekten....
O - Neden erkeklerin yaptığı şeyleri merak ediyorsun. Bayanların yaptıklarıyla ilgilensene. Adam Aristo değil ya, ne düşünecek. Tabi ki dinleniyor.

diye bir de payladı beni...Yok yok... Bu böyle olmayacak. En iyisi donanımları hazırlayıp balık tutmayı bilen biriyle balığa gitmek. Erkeklerin maç seyrederken ne kadar zevk aldığını öğrenmek istediğimde, adına "Uygulama" dediğim bu yöntemi kullanmıştım. Babamla maça gitmiştim. Skor, takımım adına hezimetle bitmişti ama öğreneceğimi öğrenmiştim nihayetinde. Maç uğruna her şeyi görmezden gelmelerini, yaşayarak hissederek anlayabilirdim ancak ve öyle de oldu. Yakalayabildim maç izleme ve stadyum freknasını. İmkanı yok,o kadar erkeği tek bir hedef için, böylesine gönüllü olarak biraraya toplayamazsınız. Şimdiki öğrencem olan balığa gitmek, sanırım bir süre daha "yapılacaklar" listesinde bekleyecek. Bize nahoş gelen şeylere burun kıvırıp, aman ne anlıyor bundan demeyi sevmiyor, diyenlerden olmak istemiyorum. Çok dışsal geliyor bu mantık bana. Gerçekten anlamak istiyor, cesaretli olduğunuzu düşünüyor ve sonuçlarına katlanabileceğinize inanıyorsanız sorularınızı geçiştirmek yerine olayın içine girip yaşayarak öğrenebilirsiniz. Riskli bir yaklaşım evet. İnsan kendiliğinden ve elindekilerden kaybedebilir. Veya yapıtaşlarının üstüne yenilerini fire vermeden ekleyebilir. Kazanabilir. Aslında kaybetmek diye gördüklerimiz de bir gün en büyük kazanımlarımız haline gelebilirler.

Balık tutma meselesine takılmamın nedenini merak ediyorsanız sabredin anlatacağım. Ben yine beş arkadaşımla yaptığım çaylak ve aylak geziye döneyim. İçimizden şu anda farkettiğim kadarıyla en çaylak olanı, (Kısaca ismine bundan sonra F diyeceğim) ha bire koskoca kaldırımı bırakıp, denizin kıyısındaki ince şeridin üstüne gidiyordu yürümek için. Bir sürü geyik bir arada... F'nin aramızda olmadığını ancak sohbet aralarında farkediyoruz. Bir baktım kıyıda... Yüreğim oynadı yerinden. Gidip yapıştım koluna ve çektim yanıma. Sen ne yapıyorsun öyle, düşeceksin denize dedim. Allah korusun bir ayak kayımlık işin var. Yüzme de bilmiyorsun.... F'de ses yok. Biz yine sohbete devam ama benim tavşan kulaklar bu kez daha açık, daha dik. Az sonra F yine yok ortada. Nerde tahmin edersiniz artık. Tarih tekerrürden ibaret ya yine tutar çekersin kolundan. Yine aynı anaç nasihatler, azarlar... Sonra mı? Bizimki yine yok!!! E dedim. Kendi düşen ağlamaz. Sen bugün ayvayı yemeye niyetlisin anlaşılan. Tutamadım kendimi, herkese durun bi dakika dedim. F'ye seslendim. Güzelim sen devam et dedim. Düşsen de denize umurumda değil artık. Boğulursun diye korkmuyorum. Bizi duyamayacak kadar epey bir uzakta olan balıkçıları da göstererek; elbet dedim takılırsın birinin oltasına, kurtulursun. Sevdim sevmez olaydım, dedim demez olaydım. Üç adım atmaya kalmadı F'den acı bir çığlık. Baktık denize düşmemiş. Ne olup ta bağırdığını ancak uzaktan bir balıkçı bize doğru koşmaya başlayınca anladık. Adam affedersiniz hanımefendi ama nasıl oldu anlayamadım dedi. Meğer bizim F'yi deniz yerine karada avlamışlar. Hani güzel de bir av. Sarışın bir afet:))) F'nin hırkasına olta saplanmış. Bir sürü iğne. F kıpkırmızı rengi bir alıp, bir veriyor. Biz adamcağıza yardım etmeye çalışıyor ama gülmekten tam randıman veremiyoruz. İğneler ayıklanmaya çalışılıyor ama yok, olmuyor. Ne desem beğenirsiniz. Gördün mü bak, denizde değil ama karada takıldın oltaya. Bu böyle olmayacak çıkarda bırak bari hırkayı... F'den yüzüme öfkeli, utangaç ama haklılığım karşısında suskun bir bakış çakıldı. Neyse bıraktık hırkayı daha sonra alınmak üzere. İşte böyle arkadaşlar.

O gün bugündür acaba erkekler, belki oltamıza bir denizkızı takılır niyetiyle mi bekliyorlar o kadar diye düşünüyorum. Olmaz olmaz demeyin. Bizim balıkçı şanslıydı kız meselesinde. Yoksa biz de pılı pırtıyı toplayıp balığa mı gitsek. Anlarsınız ya... Haydi hanımlarrrr balığaaaa!!!

Filiz Güner Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Dalyandaki yalnız...- 2 -

Bazı şeylere olan ilgimiz, acaba taa taş devrinden bu yana gelen alışkanlıklarımıza mı dayanıyor? Toplumsal kültürlerden bağımsız, ortak bir insanlık paydasından sözetmek mümkün mü? Öyle gibi görünüyor bazı konulara bakınca..

Beş altı yıl kadar önceydi, Amerika'nın Kentucky eyaletinde büyük bir viski fabrikasını geziyordum. Öğlen saatlerindeki program da, tüm bu dev markanın ve tesislerin dünya çapındaki sahibi olan Booker Noah isimli adamın evinde yenecek bir öğle yemeğiydi. Tesis ve çevresi, gerçekten çok temiz ve yeşil, yaşanılası bir yerdi.. Saat öğlene yaklaşınca, davete icabet etmek üzere yola çıktığımda, bu kadar büyük serveti olan birisinin nasıl bir evde ve ne gibi bir şatafat içinde yaşıyor olduğunu merak ederek gittim eve.

İki katlı, diyelim ki bir dönüm bir bahçe içinde, eski, ahşap bir villanın ön kapısındaki verandada karşıladı Booker. Sanırım 70-75 yaşlarındaydı. Dev gibi cüssesi nedeniyle, (yaklaşık 150 kilo vardı) artık ezilmiş ve kendini taşıyamaz olmuş olan eklemlerindeki ağrılardan dolayı elinden düşürmediği ahşap bastonuna dayanarak ayakta duruyordu. Boyu herhalde 1.90 civarındaydı. Yanında, çok çok 50 kilo çekecek bir yaşlı hanım, sakin bir ifade ve sade giysisi içinde beklemekteydi.. Karısıymış.. Salona geçtik, şaşırtıcı bir tevazu ile döşenmiş, eski ve klasik mobilyaların yıllardır yerlerinden oynamadıkları belli, müze gibi bir evdi. Panjurlar kapalı, İçerisi hafif loştu.. Hep birlikte biraz hoşbeş ettikten sonra, mutfağa yakın olan yemek odasına geçtik.. Sofra özenle hazırlanmıştı. Amerikanın bu yöresine ait olabilecek bir sürü sebze kullanılarak hazırlanmış değişik belki sekiz on çeşit sundu ev sahibesi. Şaşırdım, yemeklerin hepsini sadece kendisi yapmakla kalmamış, aynı zamanda kendisi servis ediyordu. Anlaşıldığı kadarıyla evde işlere yardımcı olacak bir kimse yoktu..

Ana yemek olarak bir et yemeği geldi.. Füme edildikten sonra sulu olarak pişirilmiş, 'ye beni!' diyen enfes bir et.. Bir insan bacağı kalınlığında koca bir but, dev bir tabağın içinde, soslar ve garnitürler arasında, üzerinden buharlar fışkırtarak geldi masaya.. Booker keyifliydi.. Ve eti kendisinin hazırlamış olduğunu anlattı.. Yemekten sonra arka bahçeye çıktık. Küçük bahçenin ortasında silindirik, Hollanda değirmenlerine benzer bir ufak binacık dikkatimi çekti. Burası nedir diye sorduğumda, Booker koluma girip, 'Gel göstereyim' dedi.. İçeri girdiğimde, önce ne olduğunu anlayamadım. Silindirik binanın tam ortasında koca bir varil, tavandaki kirişlerden aşağı sarkan kimi yeşil, küfle kaplanmış, kimi henüz kırmızı, siyah, isli onlarca koca et parçası sarkıyordu. Booker'ın füme evi...Sonra uzun uzun hangi odunları kullanarak nasıl bir ateş yaktığını, etleri nasıl hazırlayıp kancalara taktığını ve yukarıya asılmış etleri nasıl füme yaptığını anlattı.. Devasa ihtiyar artık pek kıpırdayamadığı için, evin içinde ve bahçesinde minik hobiler geliştirmiş onlarla uğraşıyordu. Sonbahar'ın o aydınlık ve serin havasında sararmış yaprakların altında, güneşin keyfini çıkartarak bir süre oturduk, kahveler içtik ve sonra da ayrıldım bu efsanevi dev adamın yanından..

Düşünür dururum, bir insanın yaşamı boyunca en büyük zevk alacağı, yaşamının nerdeyse en ulaşılmaz zirvesi nedir diye, kanımca bir ev tasarlamak ve bunu yapmaktır, hem de kendi elleriyle inşa etmek.. Kadınlar için belki bu bir çocuk doğurmak olabilir, bilemiyorum. Ama bir erkek.. çocuk doğuramayacağına, ve olayla ilgili aktivitenin eninde sonunda bir zevk anından öteye gitmediğine, babalık sorumluluğunun içgüdüsel değil, öğrenilen bir şey olduğuna bakacak olursak, bizlerin kendimize seçebileceğimiz zirvelerden biridir bir ev tasarlayıp onu inşa etmek.

Bu amaçla Dalyan'dayım. Ama benim bir avantajım var, o da, marangozum ya hani, kafaya koydum, evi kendim, kendi ellerimle yapacağım. Artık ne kadar zamanda bitiririm bilemiyorum. Önemli de değil. Bu zirveye tırmanmak önemli olan. Ne kadar zamanda olduğu ilgilendirmiyor beni. Acaba ben de bir füme evi yapsam mı? Bir mini atölye, marangozhane, küçük bir şarap mahzeni? Bir de çamur fırın, değişik ekmekler denemek, zaman zaman da kil heykeller pişirmek için.. Bu detayları bilemiyorum daha.. Ama ilgilenenlere söz veriyorum, inşaata başlayana kadar muhakkak bir digital kamera edinip aşama aşama fotoğraflıyacağım inşaatın ilerleyişini. Kendi, pek de yüksek olmayan zirveme, tırmanışımı belgeleyip, paylaşacağım dostlarımla.. İnsana, insan lazım.. Tüm dostlara sıcak bir merhabayla hoş geldin diyen kapı hep açık ve samimiyetle mutlu olacaktır misafir odaları kalmak isteyenleri ağırlamaktan.. İş gücü öneren olursa da hayır demeyeceğimi bilin her biriniz....Sonraki aşama, birkaç kişiyi kandırıp, buralara çekmek olmalı.. Bu daha önemli bir proje ve üzerinde çalışacağımdan şüpheniz olmasın....Bekliyorum...

aaltan@superonline.com

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Kaplumbağacılık oyunu

Kaplumbağacılık oyunu... Ben böyle diyordum. Pılımızı pırtımızı toplayıp herşeyimiz çantalarda, çantalar sırtımızda vururduk kendimizi yollara. İstanbul'a yerleşmeden önce sıradan bir sosyal aktivite yada hayatın alışılagelmiş akışından bir parçaydı dağcılık benim için. Yada ben öyle sanıyordum. Sanki dağa gitmek, karların içinde uyumak, donmasın diye ayakkabıları tulumun içine koymak doğal bir rutindi de bunları yapmayanlar ekstrem yaşıyordu. Yine dağda tanıştığım bir arkadaşım 'dağcılığın en güzel yeri şehirdir' demişti. Suratımda beliren IQ düzeyi düşük ifadeyi görünce açıklama yapma gereği duydu sanırım. 'Düşünsene' dedi, 'kışın ortasında titreyerek ocak yakmaya çalışırken ne kadar eğlenebilirsinki? Ama aşağıda aynı ocağı beraber yaktığın arkadaşınla konuşurken dünyanın en mükemmel işini yapmışsın gibi gelir.' Gerçekten inandırıcı gelmişti o zaman. Ama sonraları hiçte öyle olmadığını farkettim. 2 kişi acilen tuvalete gitmeleri gerektiği halde bir çadırın içinde mahsur kalmışsa ne kadar eğlenebilirki? Emin olun düşündüğünüzden çok daha fazla :))

En güzel maceralar sizi turist zanneden yerli halkla yaşananlardır. Herkesin başına gelebilir, hani otobüs durağında yada bir kafede çekik gözlü bir Japon görürsünüz. Dilimizi bilmiyor nasılsa diye ne kadar şirin olduklarından, insanın yanaklarını sıkmamak için kendini zor tuttuğundan falan bahsedesiniz. Hani utanmasanız yanına gidip küçük bebekler gibi agucuk-bugucuk yapacaksınız. Sonra garson gelir ve bilin bakalım ne olur? Sevgili şirin Japon turistimiz garsonla çatır çatır Türkçe konuşur. Yan masada rezil olmus bir grup insan rolü nasildir bilmem ve hatta bilmekte istemem ama Japon turist rolü çok zevkli. Sırtında 60 lt çantayla terminalden girdiğinde 'hemen Ankara, hemen Ankara'cıların hepsi insanın peşine düşüyor. Buda hiç çözemediğim bir polemiktir. Hangi şehirde olursanız olun, terminale girdiğinizde, yada peronlara yaklaştığınızda hemen Ankara'ya giden bir otobüs mutlaka bulunur. (Bilmeyen ve merak edenler için; Ankara'dakiler hemen İstanbul'a gidiyor)

Bir Erciyes çıkışı öncesi yalnız yolculuk etmek zorunda kalmıştım. Partnerimin sınavı vardı ve bir sonraki otobüsle gelecekti Kayseri'ye. Terminalden girer girmez 'hemen Ankara'cılardan birine yakalandım. Paldır küldür ingilizcesiyle "where are you going" diye sordu. Bende şakır şakır Türkçemle "Kayseri" dedim. Türk olamayacağıma o kadar inanmışki, "come, come" diyerek bana doğru bir hamle yaptı. Herhalde "biletim var, teşekkür ederim" cümleciğinin yarattığı bu şok etkisine tarihte bir daha rastlanamaz. 'Hemen Ankara'cı amcanın yüz ifadesi poster yapılıp duvara asılacak kalitedeydi.

Sonraları, ki bu sonraları eğitimlerimi tamamlayıp dağcı adaylığından dağcılığa terfi ettiğim döneme denk geliyor, dağcılığın şehirde daha güzel olduğu tezinin doğruluğuna inancım minimize oldu. Her durumda, her yerde güzeldi dağlar. En güzel hali bembeyaz, tabir caizse gelinlik giymiş haliydi tabi. Etrafta duvar yada 220 voltluk ışık görmemenin verdiği özgürlük ve uçmak hissi zamanla sevgiden tutkuya, sonra bağımlılığa dönüştü. Zaten dağların kokusunu aldıktan sonra bir spordan öte bir yaşam şekli haline geliyor dağlar. Sahne tozu yutmak gibi...

Ali'yle tam bu dönemlerde tanıştık. Biz baktığımız heryeri tepeler, sırtlar olarak görürken "bende dağcı olcam" diye girdi kulübün kapısından. " E peki o zaman, gel bakalım eğitimlere" dediler bizim ekabir takım. Ali öyle bir hevesle katılıyorduki eğitimlere, teorik derslerde, antremanlarda görmedik mi çocuğu servisi kaçırmış anne moduna giriyorduk.

O zamanlar Ağrı çıkışa kapalı. En yüksek Kaçkar var çıkılabilen. O dönemde birbirimize uykudan önce masalları gibi 5000'lik, 7000'lik çıkış hayallerimizi anlatıyoruz. "Şu şu şu eğitimleride alırsam, şu kadar para biriktirisem, falanca yere giderim" diye planlar yapıyoruz. O günlerde kulübümüzün yurt dışı çıkışı yok. Herkes ilk ben çıkmalıyım hevesinde. Hafiften bi rekabet yapmaca da var aramızda.

Derken bir zaman sonra birincil görevi öğrencilik olan biri olarak artık birkaç dersi vermem gerektiğine karar verdim. Aksi halde bölümün demirbaş listesine adımın eklenmesi işten bile değildi. 2,5 senenin derslerini bir dönemde vermeye çalışınca bünye abandone oluyor tabi. Zamanla antremanlara katılmamaya, teorik dersleri kaçırmaya ve sonunda faaliyetlere gidememeye başladım. Daha açık konuşmak gerekirse sosyal bir öğrenci olmayı beceremedim. Dağlara çıkamadığım o dönemlerde yine haftada en az 2 gün kulübe gider, arada teorik dersleri dinler, faaliyet planlarını içim bir tuhaf olarak takip ederdim.Kulüp odamız giriş kattaydı ve tam karşımızda park vardı. Hafta sonları antremanlardan sonra markete dalar, peynir, zeytin vs alıp kendimizi parka götürürdük kahvaltıya. O kahvaltilarin tadini (ozellikle kahvalti yapmayi sevmeyen biri olarak) birde dagda bulmusumdur, baskada bulamadim. Bu kahvaltilarda ya da konuk sanatci olarak katildigim teorik derslerde hala aktif olan insanlari gordukce hep icim sizlardi. Yildizi gittikce parlayan bir eleman olarak en fazlada Ali'yi kıskanırdım.

Ali herşeyi öyle bir hevesle takip ediyorduki 2. senesinin sonunda kulüp başkanı oldu. Tabi benim Ali'ye bakışlarım da taktir ederek, beraberinde de imrenerek olmustur o zamandan sonra. Ali'yi ne kadar seversem seveyim sonuçta olmak istediğim yerdeydi... O yılın sonunda da benim okulum bitti ve İstanbul'a yerleştim.

İstanbul'a yerleştikten sonra kulüple bağlantımız kopmadı. E-gruplar, telefonlar, aynı şehre yolumuz düştükce görüşmelerle hala az cok haberdar oluyoruz gelişmelerden. Ağrı çıkışa açıldı, yurt dışı faaliyetler başladı derken e-gruptan Elbruz'a çıkış için bütün işlemlerin tamamlandığını, çıkışın ağustos ayının ortalarında yapılacağını söyleyen bir e-mail geldi.

Benim için Kaçkar ve Elbruz'un bambaşka bir anlamı vardır. Neden bilmem, eğitimlere başladığım zamanlardan beri bu iki dağ benim için hep önemli olmuştur. Kaçkar'a beraber tırmandığım insanlar simdi bensiz Elbruz'a gidiyordu. Ali'de gidecekti Elbruz'a. Onlar için sevineyim mi, yoksa kendim için uzuleyim mi ilk anda ayırt edemezsinizya, bende oyle oldum. Ben düşündükçe bile heyecanlanıyordum. Yola çıktıkları günden itibaren burdaki arkadaşlarımızla her konuşmamızda şimdi gemideler, bugün çıkışa başlamışlardır diye kafamızda dramatize ediyoruz çıkışı. Tabi haberleri almak için dönüşlerini de heyecanla bekliyoruz.

3 yada 4. günün akşamıydı sanırım, telefon çaldı. Yine İstanbul'da yaşayan, kulüpten bir arkadaşımızdı arayan. Ne var ne yok muhabbeti yapıyoruz ama iyi olmadığı belli.

-Bet sana bişiy dicem dedi.
-Söyle abicim
-Ali'yi kaybettik....
Sessizlik... Hadi canım...
-Nasıl yani...
-Zirve dönüşü Ali vefat etmiş.

Yine sessizlik. Şu insana yıllar gibi gelenlerden... Bir sürü şey geçiyor aklımdan. Belkide Ümit şaka yapıyodur. Yok canım, böyle eşşek şakası yapmaz Ümit. Ağlamamalıyım, diğer odada yine kulüpten başka arkadaşlar var, onlara haber vermek bana düşüyor. Ağlamamalıyım, çünkü dağdaydı... Ağlamamalıyım çünkü gitmiş olamaz... Bir yanlış anlaşma olmalı. Daha erken, daha çıkacağı dağlar var, daha gelip havadisleri vereceklerdi. Peki yanlış anlaşma varsa neden Rusya'ya hemen gidiyorlardı. Daha bir kaç gün vardı Rusya'ya dönmelerine.

-Başımız sağ olsun.
-Başımız sağ olsun.

Hala ışık hızıyla düşünüyorum. Ali kulübün kapısında, geyik çeviriyoruz. Ali ders anlatıyor. Ali antreman yaptırıyor. Ali gidiyor. Ali gitmemeli. Ali gitmiş bile... Ali mezun olamayacak. Ali kep giyemeyecek. Ali askere gidemeyecek. Biz Ali'nin arkasından 'En büyük asker bizim asker' diye bağıramayacağız. Ali dağlara çıkacak daha. Zirvelere adını yazacak. Dağcılıkla ilgili kitaplarda Ali'nin adı geçecek. Tarih Ali'yi yazacak... Yurt dışında kaybettiğimiz ilk dağcı oldu Ali. Tarih yanlış yazdı Ali'yi. Ali bir daha dağa çıkmayacak. Ali bir daha sevgilisine sarılamayacak. Ali gitmemeli... Daha erken, Ali gitmemeli... Daha erken-di...

BeT
bet_ayh@mynet.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Kartallara öykünerek kamu sektöründe daha geniş bir bakış açısına, daha yaratıcı bir çalışma disiplinine ve daha girişimci bir iş anlayışına sahip kadrolar yetiştirmenin bir yolunu bulmamız gerekmektedir.

Bunu sağlayabileceğimiz her kamu kurumu, her devlet dairesi, her firma ve her işletme bugüne kadar bir hindinin gulu-gulu şarkılarıyla yapmakta olduğu her işi ve o sayede ürettiği her mal ve hizmeti bir kartalın üstün özelliklerini kullanarak yapıp üretir hale gelecek; onların her biri kartalın geniş görüş açısı, keskin gözleri, güçlü pençeleri, yırtıcı gagası ve geniş kanatlarıyla donanmış olacaktır.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_20.asp

Devamı var

 Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler


Bu yazı dizimiz bitti biliyorsunuz. Ama kaçıranlar için hepsini bir araya toplayarak tek bir sayfa haline getirdik ve sitemize koyduk. Aşağıdaki linkten kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

http://www.kmarsiv.com/xfiles/yiyecek.html

 Dost Meclisi


Don Quijote ve Fesleğenler

Beynimin içinde ki yeldeğirmenlerinden bıktım. Üstelik Don Quijote ’ u anlamaya çalışır ve severim. Ama onun felsefi bir obje olarak kalmasını dilerken ona hayatımın neredeyse olağan gidişatı olmasına izin vermek istemezdim. O, ortaçağda aykırılıkların sembolü olarak gördüğü yeldeğirmenlerine saldırmakta haklıydı. Peki ; bizi bugün aynı şeyi denemeye ihtiyaç duyuran şey nedir o halde ? Ya Don Quijote daha şanslıydı. Rahatlamanın yolunu bulmuştu. Ya Cervantes daha şanssız. O sınırları belli çağda bile bizim bugün yaşadığımız çıkışsızlıkları daha o günden farkına varmak zorunda kalmıştı. Keşke bir Fesleğen olarak gelseydim dünyaya derim bazen . . Başkaları sadece sabun kokumdan ötürü severdi beni . Beni sevmek için nedenlere ihtiyaç duymazlardı. En yakın hissettiklerimizle bile alışveriş kaygısı yaşamazdık. Ben de kabul görme veya sevilmek amaçlı nedenler üretmek için kendimi yırtmakla geçirmezdim hayatımı.

Bazen sevgi çadırı içine bazen sosyal yaşam bazen de sorumluluklar adı altına gizlenmiş pişkin istekleri karşılamak zorunda hissetmezdim kendimi. Göstermezdi kimse aba altında sopayı : “ - bak ! haaa; sonra sevmeyiz seni . . ” Sadece kokumla varolurdum. Şimdi ise ömür boyu üstüme yapıştıracak kokular aramış olmaktan yorgunum . .

Seni kıskanıyorum Fesleğen !

yazmacı

 Tadımlık Şiirler


GECE II

karanlık ve yılgın sokakların
sancısı var içimde
başıboş dolaştığı saatler duyguların
gözlerim küskün değiller geceye ama
yine de bir umarsızlık can çekişmekte
seslerin bile sessiz kaldığı zamanlar
ban başlarım konuşmaya
ey gökyüzü! bana neden
bulaştırdın lâciverdini
birkaç yıldız serpeme miydin üzerime
işte o an bakışlarım donuk
ellerim çaresizdirler
bir an çıkıp gitmek isterim ama nereye
gecenin kokusu başımı döndürür
susarım... bir an hiç konuşmam
sonra da
sonra da isyandan öteye
gidemeyen sözler sarf ederim
diğer bir yandan da
rüzgâr hazırlanmaktadır
ağaçların yapraklarını hışırdatmaya
iyiden iyiye sinmiştir
gecenin kokusu üzerime
dedim ya
çıkıp gitmek isterim ama nereye
koyu bir kahve kıvamına ulaştıkça
gece omuzlarım daha da ağırlaşır
karar vermiştir sonunda beni dinlemeye
ama ben bir daha asla
yazmazcasına silerim dudaklarımdan
yaşamdan arta kalanı...
anlatamadım derdimi geceye

Önder SAYAN

..........<>..........

GÖRECE

sen varsın.
anılarımdaki tek kalıntı.
çok fazla anlam arama
oldukça yüzeysel çünkü.

sen varsın.
yine de uzak bir iz
belki de düşsel ama
şimdi görürüz...

sen varsın.
anlasam ne olacak?...
hem arasam yok ki,
yine gizlenmiş o bulut.

sen varsın.
yağmalanmış bir aşktan
tek kalan geride.
zamandan öteye
bi şey yansımaz.
ki bir balık zaten
bulutun içinde yüzen.
o yüzden ben varım.

Önder SAYAN

 Biraz Gülümseyin


Acıların Teyzesi Dünyada Bir Numara köşesine yazan damat adayı diyor ki:

Sevgili Deirdre,
Yaklaşık bir senedir nişanlıyım. Gelecek ay evleneceğim. Nişanlımın annesi yalnızca çok iyi ve anlayışlı biri değil, çok da çekici bir kadındır.

Düğünümüzle de o ilgileniyor ve davetli listesi tahminimizi aştığı için, geçenlerde beni evlerine davet etti. Evlerine gittiğimde listeye birlikte göz attık ve davetli sayısını azalttık.

Daha sonra, müstakbel kayınvalidem gözlerimin ta içine bakarak bana bir ay içinde evli bir adam olacağımı ve bundan önce benimle sevişmek istediğini söyledi. Daha sonra ayağa kalktı ve yatak odasına doğru giderken bana:
"Eğer gitmek istiyorsan, çıkış kapısının yerini biliyorsun" dedi.

Beş dakika oturduğum yerden kalkamadım ve sonunda bu durumla nasıl başa çıkabileceğimi düşündüm. Ani bir kararla çıkış kapısına yöneldim.

Dışarıda, müstakbel kayınpederimi bekler gördüm. Arabama yaslanmış, bana gülümsüyordu. Elim ayağım dolandı. Müstakbel kayınpederim, benim gerçekten iyi bir çocuk olup olmadığımı ve kızlarına sadık kalıp kalamayacağımı anlamak istedikleri için bir oyun oynadıklarını itiraf etti.

Şaşkın şaşkın elini sıktım ve o da, bu küçük imtihanı başarıyla verdiğim için beni tebrik etti.

Sevgili Deirdre, sence nişanlıma, annesiyle babasının bana oynadığı oyunu ve bunun, benim için, ne kadar küçük düşürücü bir hareket olduğunu söylemeli miyim?

Yoksa, bu olup biteni kendime saklamalı ve arabaya, aslında, prezervatif almaya koştuğumu nişanlımdan gizlemeli miyim?

 Kıraathane Panosu



Darülaceze destek bekliyor

Darülaceze de şiddetli bir Maddi - Manevi destek ihtiyacı var.. 328 tane, her biri birbirinden hasta,kimsesiz ve bakıma muhtaç yaşlıya hizmet etmek için, her türlü yardımı oraya çekmek gerekiyor.

İhtiyaçlar
1. Sigara (onları öldürmeye çalışmıyoruz, psikiyatrik hastalar var ve sigara olmazsa, çıldırıyorlar)
2. Yetişkinler için hasta altı bezi(127 tanesinin altı bağlanmak zorunda)
3. Çeşitli tıbbi sarf malzemeleri
4. Ara sıra gelip, hiç bir iş yapmadan acezelerle sohbet edip hem onları,hem de kendilerini mutlu edecek gönüllüler.
5. Kendi is yerleri, şirketler, ve tanıdıkları diğer insanlara ulaşmamıza yardımcı olacak iletişim gönüllüleri.

İLETİŞİM :
Dr. Ekrem ATBAKAN
Kayışdağı - İSTANBUL Darülaceze Tesisleri
0216 - 527 08 72 - 77 dahili 156


 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.shockhaber.com/tengilmania.htm
Stres atmak için arjinal bir sayfa. Bazı ünlü isimlerin resimleri üzerinde mouse yardımıyla istediğiniz her türlü deformasyonu yapabiliyorsunuz. Yani tengıldetiyorsunuz. İyi eğlenceler.

http://www.deathstudios.com/
Bazı korku, gerilim veya bilim kurgu filmlerinde genellikle en çok dikkat çeken şeyler, standart dışı yaratık görüntüleri olmuştur. Bunların hepsinin makyaj hileleri veya maskeler olduğunu bildiğimiz halde, yine de garip tepkiler vermekten kendimizi alamayız. Bu iş film sektöründe bir meslek halindedir. Meraklılarına örnek bir sayfa, hatta istediğiniz maskeyi satın alabilmek de mümkün.

http://www.davidmach.com/sculpture/sculmatchframes.htm
İnanması çok zor; fakat sayfada gördüğünüz çalışmaların tamamı kibrit çöpleriyle yapılmış. "I made my first matchhead in 1982. Kinskihead was a response to a reviewer comparing one of my magazine installations to a weekend modeller making a ship or the Eiffel Tower out of matches." diye anlatıyor tüm bu çalışmaların mimarı David.

http://www.newgrounds.com/portal/view.php?id=65230
Biraz ütopik bile olsa paper wars seyretmenizi tavsiye edebileceğim güzel bir çizgi film. Watch this movie kısayolunu tıklayıp biraz beklemeniz gerekiyor. İyi seyirler.

 Damak tadınıza uygun kahveler


A.F.5 Rename your files v1.1 [1.0M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105531
Kimi zaman elimizdeki dosyaların isimlerini belli bir değiştirme ihtiyacı duymuşuzdur. O an geldiğinde elimizin altında böyle bir program olsa herşey ne kadar kolay olurdu kimbilir? Belli artan sayılarla, ön veya arka eklarle klasör içindeki tüm dosya isimlerini değiştirebileceğiniz. Değiştirirken değişimi izleyip beğenmediğinizi geri alacağınız güzel bir program. El altında bulunması gerekenlerden biri.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021113.asp 13 Kasım 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com