|
|
|
15 Kasım 2002 - Kanaryam kaçtı!? |
Merhabalar,
Sanıyorum "Kanarya Sevenler Derneği"ne üye olduğum artık anlaşıldı, onun için artk göğsümü gere gere ağlayabilirim. Ağlama pozisyonu almadan önce, tüm cimbomlu dostlarımdan özür diliyorum. 6 tane attıkta başımız göğe mi erdi? Baksanıza dün akşam ezeli rakibimize nazire yapar gibi, rezalet bir oyun ve yönetimle dörtleyip geri geldik. Vallahi de Billahi de hepinizden özür diliyorum. Avrupaya açılalım derken komşudan döndük yahu, hiç olmazsa Viyana önlerine kadar gidebileydik. Yazıklar olsun bize, size, onlara... Kanarya aslanın tepesine bindi, birlikte annelerinin ligine kesin dönüş yaptılar. Ama kartalla horoz kanat kanata verip uçup gittiler. Helal olsun onlara. Ha gayret birkaç tur daha geçin de bizi hasetimizden kudurtun. Müstahak bize. A be Rüştü, şu Avrupada bir iyi iş yap da dişimi kırayım. Bir sen kurtarabilirdin bizi, sen de uydun diğerlerine. Neyse seneye artık napalım ölüm yok ya sonunda.
Boşverin şimdi futbolu, ben bugün size hafta sonu için güzel bir tat önereceğim. Geçenlerde yaptığım İzmir seyehati sırasında evinde konuk olduğum aslan arkadaşım kahvaltı için hazırlamıştı, muhteşemdi. İstanbul'a döner dönmez heryeri aradım ve buldum. Anlatayım da okuyun.
Kış sofralarının en güzel tatlılarından biri tahin pekmezdir bilirsiniz. Tahin susamdan, pekmez de genellikle üzümden yapılır. Aslında pekmez denilen şey tatlı olan herşeyden yapılabilir de sanırım üzüm daha masrafsız olduğu için çokça tercih ediliyor. Pekmezi yapılan bir tatlı şey de "HARNUP"muş. Şimdi bu ne diyenleriniz olabileceği gibi, aaa ben bunu zaten biliyorum diyip beni cahillikle suçlayanlarınız da olacaktır. Efendim "Harnup" bizim keçi boynuzu diye bildiğimiz kahverengi fasulye irisi ilginç meyvanın bir diğer adı. Şimdiki çocuklar keçi boynuzu yemeği, balını emmeyi pek bilmezler ama ben iyi bilirim. Halen birçok kuruyemişçide bulabilirsiniz. Ama en iyileri Mısır çarşısında. Bunların tombul ve az yumuşak olanları makbuldür, hem kolay yenir hemde bol ballı olurlar. Keçi boynuzu yememiş çocuklarınıza birkaç tane almayı sakın unutmayın. Biz gelelim Harnup pekmezine. İşte bu keçi boynuzundan yapılmış pekmezle hazırlanmış tahin-pekmez karışımı sultan sofralarına layık bir tatlı oluyor. Yapanlar bilirler, üzüm pekmezini tahinin içine karıştırdıkça, karışım gitgide cıvıklaşır. Ama harnup pekmezi tam tersine karışımın kıvamını artırıyor. Kıvamı tutturmak artık sizin damak zevkinize kalmış. Ben bu işi bir yandan karıştırıp, diğer yandan yalanarak hallediyorum. Size de şiddetle tavsiye ederim.
Hem doğal hem de besleyici bir besin olan bu tahin-harnup pekmezi karışımı, son yılların gözde kahvaltılıkları olan, nutella, şokella gibi fındık ezmesi-kakao karışımlarının yerini almaya aday. Biz de aldı bile, bir kere deneyin sizde de alacaktır eminim. Bu işin en önemli püf noktası, her karışımı taze taze hazırlayıp yiyip bitirmek. Durunca pek iyi olmuyor. Şimdi biz bu Harnup pekmezini nerden buluruz diyenlere, büyük süpermarketlere gitmelerini öneririm. Özellikle Tansaş'da bulunması kuvvetle muhtemeldir. Hafta sonu sıcak pideyle mutlaka deneyin, hafta başında bana dua etmeyi unutmayın. Ağzınızdan pekmez tadı eksik olmasın, mutlu ve sağlıklı hafta sonları hepinize.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları
Ödenekli tiyatrolar oyunlarına devam ediyorlar. Sinemadan bile ucuz olan bu kaliteli oyunları kaçırmayın, üzülürsünüz.
http://www.istdt.gov.tr/
http://www.sanatlink.com/tiyatro/secmeler.asp
HAFTANIN FİLMLERİ
9
Konu :Istanbul'un deniz gören, görünüşte sakin bir mahallesi, Haliç Kıyısı, Yedikule vs. Birkaç aydır mahallede takılan, sokakta eski bir sinagog civarında yatıp kalkan, meczup bir genc kızın cesedi bulunur. Kız ırzına geçildikten sonra bası ezilerek öldürülmüştür. Kızın kim olduğu, nereden geldiği oğrenilemez. Yabancı olduğuna dair, Yahudi olabilecegine dair söylentiler vardir. Olayla ilgili olduğu sanılan ya da tanık olduğu bilinen altı mahalleli sorguya cekilir. Filmin büyük bölümü bu sorgu sırasında geçer. Sorgu odasi kişiliksiz, karanlık bir yerdir. Bir duvarında çift taraflı aynadan bir pencere vardir. Odayı arasıra bu aynanın arkasından 'polislerin' bakış acısından görürüz. Odanın ortasında bir sandalye vardır, tepesinde de bir çıplak fluoresant lamba. Sorgu polisler tarafından sürekli videoya kaydedilmektedir. Sorguya öncelikle altı kişi çağrılmıştır. Film sorgu sırasında birbirlerinden bahseden, birbirlerini kollayan ya da ele veren, kendilerini koruyan, küçük şakalar yaparak aynalı pencereden bakan polislere yaranmaya çalışan, polislerle alay eden ve sonuçta bir mahallenin hikayesini anlatan bu altı kişi üzerinde odaklanır.
Yönetmen: Ümit Ünal
Oyuncular: Ali Poyrazoğlu, Cezmi Baskın, Fikret Kuşkan, Ozan Güven, Rafa Radomisli, Serra Yılmaz
Web Sitesi: http://www.pttfilms.com/9
|
|
|
YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN İTALYANCA
Konu :Eşinin ölümünden sonra hayatının yönünü kaybetmiş genç bir rahip, hayal gücünün sınırlarını zorlayacak derecede sakarlıktan muzdarip bir kasiyer, kullanılmayan organlar körelir kuramına inanıp iktidarsız olduğundan şüphelenen bir otel memuru, bulunduğu ülkenin dilini konuşamayan güzel bir İtalyan garson, sivri dili ve şirretliği en çok kendi başına dert açan futbol delisi bir restoran müdürü ve annesinin hastalığıyla boğuşan hüzünlü bir kuaför... Birbirleriyle yan yana ama yapayalnız yaşayan bu altı karakter, hayatlarında varlığını unuttukları birçok kavramı yeni öğrenecekleri İtalyanca'nın kelimeleri ile telaffuz edeceklerdir... Haftada bir akşam olarak düzenlenen İtalyanca kursunun katılımcılarını eksen alan film, karakterlerine de izleyenelerine de hayatın sıcak yüzünü tanıtacak küçük ama sevimli tesadüfler hazırlamaktadır. Soğuk bir Danimarka sabahı başlayan hikaye, ılık bir Venedik gecesi ile taçlandırılacak sona doğru, hüzünlüden keyifliye doğru bir çizgide ilerleyecektir.
Yönetmen:Lone Scherfig
Oyuncular: Anders W. Berthelsen, Anette Støvelbæk, Peter Gantzler, Ann Eleonora Jørgensen, Lars Kaalund
Web Sitesi: http://www.birfilm.com
|
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın "Hayatımın Şiirsiz Masalı" |
|
Yıllar önce Atilla İlhan ve Selim İleri bir bayan okurlarıyla oturmuşlar sohbet ediyorlarmış.. Kadıncağız, "Sanırım çok renkli yaşamlarınız var, romanlarınızda anlattıklarınıza bakılırsa ilişkilerdeki deneyiminiz de çok zengin" deyince, Atilla İlhan dayanamamış.."Yaşayanlar, kazanova örneği, yalnızca yaşar, yazmazlar..Yazanlar, hayal edip yaşayamayanlardır." demiş..
Ben yine de okuduğum her öyküde, romanda yazarın yaşamından izler ararım. Romanın esas oğlanını, kızını yazarla özdeşleştiririm..Hele yazarın kendi yaşam öyküsünü kıyısından köşesinden biliyorsam. Oysa, otobiyografik olduğu baştan belirtilen örneğin Selim İleri'nin "Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak" ya da kurgusu ve kullanılan tüm öğeleriyle bu yargıyı peşinen doğrulatan Philip Roth'un "Portnoy'un Feryadı" gibi romanlar bir yana bırakılacak olursa, nereden bellidir yazarın kendini ya da deneyimlerinden süzülenleri anlattığı?
Örneğin en güzel kadınların koynunda yataktan yatağa geçen roman kahramanı yazarın kendi deneyimlerinden hareketle üretilmiş olabilir mi? Çoğu kez detaylı betimlemelerle anlatılmasına karşın bunun mümkün olamayacağını nasıl düşünemez okuyucu?. Çünkü kahramanların içtiği içkilerin miktarı ve birlikte olduğu kadınların sayısı bırakın orta yaşlı bir yazarı, özel olarak bu tür yaşamaya antrene edilmiş sağlıklı bir delikanlının da dayanım gücünün üzerindedir kimi kez.!.
"Yalnızlığın ve hüznün yazarı" Selim İleri geçen gün Andersen'e atıfla aynı konunun üzerinden gitti. Selim İleri, çoğunluk doyumsuz masallarıyla tanıdığımız, anımsadığımız Andersen'in anılarını yazdığı kitabına seçtiği ada vurulmuş.."Hayatımın Şiirsiz Masalı". İleri yazısında, "Onca şiirli masalı yazan adam, yaşamının onca şiirsiz olduğunu söylüyor." diyor ve ekliyordu. "Birçok yaratıcınınki gibi, öyle olmalı.."
Andersen'in yaşamıyla ilgili söylenenlere bizim de ufak bir tanıklığımız var..Önceki yaz, bizleri Danimarka'da konaklayan dostlarımız Jesper ve Karin, daracık proğrama sevimli ikinci büyük adacığın özel kenti Odense'yi de sığıştırmışlar ve o günün yarısını da Andersen'in yaşadığı evleri ve adına düzenlenen müzeyi gezmeye ayırmışlardı.. Bizimkiler, onu bugün yere göğe koyamayan Danimarkalıların, onun yaşadığı dönemde çektiği sıkıntılar ve köşeye sıkışmışlığıyla ilgilenmediklerini belirtmişler ve özellikle yazarın fiziki görünüşü ile hiç evlenmemişliği üzerine çıkarılan dedikodulardan biraz mahçup söz etmislerdi. Dahası neredeyse Selim İleri'ye nazire, o gün böylesine çelişki ve acılarla dolu bir yaşamdan, bu kadar unutulmaz ve yürek yakalayan çocuk masallarının nasıl olup ta çıkabildiği üzerine azcık ta konuşmustuk..
Diğer yandan sanırım Balzac , "Yazar kralı'da anlatsa, soytarıyı da, aslında kendinden söz ediyordur." demiş.. Kuşkusuz, kağıda dökülenler önemli ölçüde yazarın deneyimlerinden olmasa da iç dünyasından damıttıkları.. Ancak, bu üretimi güdüleyen ne? Bu yoğunlaşma nasıl sağlanıyor ve nasıl kağıda dökülüyor? Dahası, yazar kağıda dökmekle nasıl bir paylaşmanın peşinde?
"Andersen'den bana hep acı sızdı. Bir uzun masalında, ay ışığı ev ev, pencere pencere gezer, hep kırık, yalnız, mutsuz insanların odasına süzülürdü.. Bunu yazan kişi sanmam ki güzel bir masalda yaşamış olsun" diyen yine Selim İleri.
Bizim 'genç romancı' Ali Ilgın Olut ise ilk romanı Neva'ya Anna Karanina'dan şu alıntıyla başlamıştı.. "Tüm mutluluklar birbirine benzerler ama her mutsuzluğun/acının ayrı bir öyküsü vardır."
"Siz de benzersiz olan şey kendinizi suçlama isteğiniz. Bence bir yazarı büyütüp derinleştiren, mayasında kendisini suçlama isteği ve yeteneğinin var oluşudur.. İlle de sorumlu olması gerekmiyor, önemli olan yazarın birey olarak suçlu olması da değil; önemli olan insanlığı suçlama isteğinin varlığı ve sürekliliği.." diye yazan da Mehmet Eroğlu, son kitabı "Zamanın Manzarası"nda
"İyi yazarlar kendilerini ufalayıp öğütürler, sonra da kahramanlarının hamurlarına katarlar." Belki de öyle.. Siz hiç mutlu, bir eli yağda diğeri balda 'yazar' gördünüz mü, işittiniz mi? Sanatsal üretim; epeyce acı, ve yoğun duyguları yanıbaşında istiyor..
Kendi hayatınız şiirsiz olsa da, şiirli hayatlara kapılar açıyorsunuz..
Neyin bedeli yok ki?
Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Sivimi yazdım
Merhaba kardeşler,
Okumuş adam bi başka oluyor vesselam. Benden iki dükkan ötede acayip makinalar yapan bir yer var. Sahibi de gençten mühendis bir çocuk. Burayı yaklaşık bir sene önce açtı, tam olarak ne iş yaptığını hala anlamadım ama işinin ehli olduğu belli, kısa zamanda işi büyüttü, yanındaki adamlar çoğaldı, arabayı falan değiştirdi. Valla ne diyeyim helal olsun delikanlıya çalışıyor, kazanıyor.
Ben bu oğlanı pek severim, dükkanı ilk açtıklarında hayırlı olsuna falan gittik, tanıştık, efendiden bir çocuk. Sonra bir gün, bizim eşşek yükü para verip aldığımız, arabayı gerip, düzelten makinalardan biri bozuldu, servisini aradık Almanya'dan adam gelcek dediler, kendileri yapmayı bilmiyormuş. Bre deyuslar, adam yapmasını bilmediği şeyi satar mı diye sövdüm, mövdüm ama para etmedi, yattı kaldı canım makine. Bu bizim Levent bunu duymuş, geldi, "abi garanti süresi zaten bitmiş, ben bi bakayım istersen" diye. Yapabileceğine pek gözüm kesmedi ama çaresiz "bak bakalım" dedim. Firmasını aradı, onlarla çatır, çatır gavurca konuştu, buna kömpitürden resim falan gönderdiler, oğlan altından girdi, üstünden çıktı makinayı çalıştırdı. Meğerse bu bok yiyen makina da kompitürlüymüş, salak aklındaki proğramı unutmuş. Zaten bu kompitür denen cenabet her yere girdi, bi kenefte taharet işine bakmıyo, yakında o da olur mazallah.
Neyse makina çalışınca ben buna el emeğidir diye para vermeye kalktım, "ayıp ediyon abi" dedi almadı, ben de aldım zorla bir akşam yemeğe götürdüm. Yemekte nasıl hem çalışıp, okuduğunu, burs kazanıp yurt dışında da okuduğunu, bu yaptığı işi orada öğrendiğini falan anlattı, daha bi bayıldım oğlana. Düşündüm de ben baba parasıyla haytalık ederken çocuk gece çalışıp, gündüz okuyormuş, o gün bu gün ara sıra uğrarım. Bana yaptığı tuhaf makinaları gösterir, bi tarafından sac lehva veriyon, obür tarafından kıvrılmış bükülmüş, delinmiş olarak çıkıyor falan, acayip şeyler vesselam.
Bu yazı yazma işine başlayınca Cem bana "abi şöyle kısa bir hayat hikayeni de yazsana" dedi. Dedi de, ben başladım düşünmeye "ne yazayım, nasıl yazayım" diye. Ulan 45 yaşına geldik, sanki hiç yaşamadık gibi aklıma bi şey gelmiyor, hatırladığım en uzak tarih dün, o da anca öğleden sonrası falan. Baktım olmayacak, kalktım Levent'in yanına gittim. Genelde başkalarının yanında cehaletim belli olur diye korkarım ama nedense Levent'in yanında böyle bir derdim yok. Adam gibi "Levent ya, bi derdim var, sen okumuş adamsın bana bi el at" dedim, derdimi anlattım. Sanırım pek anlatamadım ki bana "ne o abi sivini mi yazacaksın" dedi. Ulan bu lafı Levent'ten başka biri söylese her ihtimale karşı önce çakarım bi tane, sonra öğrenirim ne manaya geldiğini, ama bilirim bu oğlanın öyle sövmesi falan yoktur. "O ne demek oğlum sivi, mivi" diye sordum, meğerse böyle kısa hayat hikayelerine sivi denirmiş, gavurca uzun bi laf söyledi işte onun kısaltmasıymış, CV yazılır, sivi okunurmuş. "Yahu bu gavurlar niye CV yazar da ceve yerine sivi okur, dangalak mı bunlar" sorusunun cevabını o da bilmiyor.
Uzatmayayım, üşenmedi bana anlattı, hatta ona iş başvurusunda bulunanların yazdıklarını gösterdi, bir kaç tane de örnek olsun diye verdi. Allah, allah, neler var da haberimiz yok, meğerse işe adam alırken önce bunlar istenirmiş, bunları okuyup ona göre adam seçermişsin, sonra çağırıp üç, beş konuşmadan sonra işe alırmışsın. Bir de bizim dükkandakilere baktım, iki usta pederden yadigar, diğerleri onların toplayıp getirdiği hala oğlu, dayı oğlu falan, benim salak sekreter bile bunların mahalleden, mecburmuşuz gibi işe aldık, saçlarımın yarısını o döktü. Dur yarın ben bunların hepsinden bir sivi isteyeyimde görsünler bakalım dünya kaç bucak.
Elimde örnekler büroya geldim, sekretere "bana bir kahve gönder" dedim, yarım saat sonra çay geldi, "buna da şükür, geldi ya" dedim, ses etmedim, içtim. Bir yandan da örneklere bakıyorum, bazıları dört dosya kağıdı doldurmuş, ulan adam sanki yüz senedir yaşıyor, dili dışarda oradan oraya koşturuyor, bu kadar işi ne zaman yaptın be adam. Örneklere baktım ama bi türlü bir ucundan tutamıyorum, sonunda akşama kadar ıkına, sıkına bi şeyler yazdım, örneklerdeki fiyakalı lafları da kullanmaya uğraştım. Bitince de koşa koşa Levent dükkanı kapatmadan yetiştim, "nasıl olmuş hele bi bak" diye gösterecem. Levent baktı, baktı sonra gülmeye başladı, "ne gülüyon oğlum" diyorum, "abi sen bana bakma, valla çok güzel olmuş" diyor, yine gülüyor kerata. Onun dediği gibi yaptım, hiç değiştirmeden gönderdim, bak bakalım iyi olmuş mu Cem bey kardeşim,
C V
Adı : Hüsammettin GEZER (peder hep "senin adını eşek koysaydım keşke" derdi)
Doğum tarihi :
23 Mart 1958 (nüfusta böyle yazıyor ama anacığım "üç aylarda doğdun" der dururdu)
Öğrenim durumu :
1965-1973 Kasımpaşa İlkokulu (hocam rahmetli "al diplomanı defol git" diye uğurladıydı)
1974- Kasımpaşa Ortaokulu (kaydım hala duruyor, istersem bitirebilirim yani)
Katıldığı Özel Kurslar :
1975-1985 Üç top, Karambol, Dört top banttan, Amerikan, Tek ıstakada 5 sayı üzerine uzmanlık seviyesinde bilardo kursu.
1976-1980 İkili, Üçlü bahis, Ganyan, Çifte bahis, Banko altılı konularında yoğun
eğitim.
1977-1983 King, Bezik, Maça Kızı, Pişti ve Okey konusunda deneysel çalışma.
1978-1979 Kung-fu, Judo üzerine teorik ve pratik uygulama (peder kafamı kıracaktı, yarım bıraktım)
Askerlik durumu :
Birinci bölük, dördüncü takım, üçüncü manga, Hüsammettin Gezer-İstanbul emret komtanıııımm. (Hey gidi günler, ama askerde çok rahattım, direk binbaşıya bağlıydım, çok baba adamdı, beni çok severdi, hiç unutmam bi gün çavuşun biri gelmiş...........) Devamındaki iki sayfa Editör tarafından silinmiştir.
Medeni durumu :
Gayet medeniyimdir (bazıları bekar, evli falan yazmış, hani lazımsa ben de evliyim malesef)
Çocuk durumu :
İki tane, ellerinizden öper. Oğlan 14 yaşında, koleje gider, çok yamandır kerata, kız ise daha sabi, sübyan dört yaşında, gözümün nuru, canımın içi.
Çalışılan işler :
1974-1975 Kasabada dayımın yanında çalıştım ama ne iş yaptığını bilmiyorum.
1976-1980 Arzum Kıraathanesi (sabah girer, gece yarısı çıkardım allahıma, bu da bir nevi iş sayılır)
1980-1981 Gezer Oto Kaporta Boya Otomotiv Ticaret Ltd. Şti. (peder zorla bi sene getir, götür işi yaptırdı bana)
1981-1982 Boşta gezdim, ne zaman dükkana gitsem kovaladı peder, kaveye de talimat vermiş içeri alırsanız dükkanınızı başınıza yıkarım diye.
1983-1990 Gezer Oto Kaporta Boya Otomotiv Ticaret Ltd. Şti. (pederin elini öptüm, affetti, harbiden çalıştım, sanatı öğrendim, rahmetli oluncaya kadar ne iş verdiyse yaptım)
1990-Gezer Oto Kaporta Boya Otomotiv Ticaret Ltd. Şti. (dükkan sahibi, Genel Müdür olaraktan bir fiil çalışmaktayım)
Hobilerim :
Komşularla tavla oynamak ve derin geyik muhabbeti, denizde deve güreşi, çay, kahve içmek, karıyla dalaşmak, uyumak.
(Kimileri de "sigara, içki içmiyor" diye yazmış, ulan kime ne, naaparsan yap, utanmasa yazacak "o işi de yapmıyor" diye, töbe,töbe)
Hüsamettin Gezer
|
|
Fincanın İçinden: Melih Çelik Forum kuşlarına... |
|
Bundan iki ya da üç yıl önceydi. Bir sabah saat 9 sularında cep telefonum çaldı. Numarayı tanımıyorum, açtım ve o gün bol miktarda tekrarlanacak olan diyaloğun ilk bölümü gerçekleşti:
- Efendim
- İyigünler, ben Aslı hanım ile görüşecektim.
- Yanlış aradınız sanırım, bu numara Aslı diye birine ait değil.
- Pardon, yanlış oldu, iyigünler.
Aradan bir on onbeş dakika geçti, telefon yine çaldı:
- Efendim
- Merhaba, Aslı Hanım'la görüşecektim
- Yanlış aradınız sanırım, bu numara bana ait
- Pardon, yanlış oldu, iyigünler.
İçimde şüphe kırıntıları doğmaya başladı. Bu Aslı kimdi ve insanlar sabah erkenden niye arayıp duruyorlardı. Neyse deyip, işlerime devam etti. Yine bir on onbeş dakika kadar sonra telefon gün boyu beni rahat bırakmayacağını kanıtladı:
- Efendim
- Günaydın, Aslı Hanım'ı aramıştım
- Pardon ama bu sabah Aslı Hanım'a ulaşmak isteyen üçüncü kişisiniz, kimdir bu Aslı?
- Superonline
- Efendim?
- Superonline'ın forumunda yazıyor, bir ilan bırakılmış, numara olarak da bu var.
- Peki, teşekkürler, ama dediğim gibi bu numarada Aslı diye kimse yok.
- Size kolay gelsin şimdiden(!), iyigünler...
- Sağ.. sağolun!..
Bir an afalladım; ipuçlarını yavaş yavaş ele geçiriyordum, ama son arayanın neden "size kolay gelsin" dediğini anlayamamıştım. Neyse, yine birileri arar nasıl olsa, ondan öğreniriz işin içyüzünü deyip işlerime kaldığım yerden devam ediyordum ki telefon tekrar çaldı. Birinci çalış, ikinci çalış, bekle, açıcam, üçüncüde açtım telefonu:
- Efendim
- Click!
Bu da iyi, insan bir ses verir değil mi, anlaşıldı sen de Aslı'yı arıyorsun belli, iyi ama niye??? Arada telefonlar çalıyor, ben açıyorum ama sesimi duyan anında kapıyordu. Sesim telefonda o kadar kötü mü çıkıyor diye düşünmeye başlayacaktım neredeyse, olmadı biraz değiştirip karşıdakinin Aslı zannetmesini sağlarım diye kafa yorarken telefon tekrar çaldı.
- Efendim!
- Merhaba, Aslı Hanım'la görüşecektim ama yanlış oldu sanırım, pardon...
deyip kapatıyordu ki durun dedim, numara doğru ama Aslı yok! diyerekten karşımdakine sabahtan beri yaklaşık 10 kişinin aradığını, birinden Superonline forumundaki bir mesajla ilgili olduğunu öğrendiğimi, bazılarının sesimi duyar duymaz telefonu suratıma kapadığını bir çırpıda anlatıp o mesajda ne yazdığını sordum?
Karşımdaki hafifçe gülerek, "geçmiş olsun" dedi. Superonline'daki ilan forum köşesinin arkadaş arayanlar kısmında yeralıyormuş. İçeriğini de anlatınca karşılıklı bir kahkaha atıp telefonu kapadık. Peki neydi bizi bu kadar güldüren? Mesaj aynen şöyle (o günü nasıl unutabilirim ki!):
" Merhaba, adım Aslı, Hollanda'da yaşıyorum. 15 günlüğüne İstanbul'a tatile geleceğim. Bu 15 günde bana İstanbul'u gezdirecek, genç, yakışıklı, arabası olan beylerle görüşmek istiyorum. Telefon numaram 05xx xxx xx xx! "
İşin içyüzü ortaya çıkmıştı, e böyle bir ilana talep elbette olurdu. Bulabildiğim ilk Internet kafeden Superonline'a durumu anlatan bir e-posta gönderdim. Şu başlık altındaki şu mesajda bir cep telefonu numarası belirtilmiştir. Mesajda geçen numara mesaj sahibine değil, şahsıma aittir. En kısa zamanda mesajın kaldırılmasını rica ederim.
O gün yanlış hatırlamıyorsam saat 4'e kadar telefonum hiç susmadı. İnsanlar arıyor, ben onlara durumu anlatıyordum, sonra kahkaha ataraktan telefonu kapatıyorduk. En ilginçlerinden birini ise sesimi duyar duymaz kapayan ve numarasını görüp sonradan Belçika'dan aradığını öğrendiğim birine aitti! Hadi ben Internet'te karşıma çıkabilecek bu tarz sürprizlerin farkındayım, gülüp geçebiliyorum. Peki ya hayatında bırakın Internet'i, bilgisayarla tanışmamış birini arayıp dursalardı. O günkü olay, bir arkadaşımın bana şaka olsun diye ya da mesaj sahibinin rastgele bir numara yazmasıyla başıma gelmişti. Sebebini hala öğrenebilmiş değilim, ama bu bir arkadaşımın şakasıysa ve ben bunu günün birinde öğrenirsem intikamım acı olacak :-)
Bol köpüklü kahveler efendim, görüşmek dileğiyle,
Melih Çelik melih.celik@pcturkiye.com
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Her kitap bir insanın, bir semtin, bir kentin, bir ülkenin ya da bir kültürün iç dünyasından kesitler yansıtır. Burada yansıtılan ise biraz sanat ruhlu, iyi eğitim almış, pratik zekalı ve gelişmeye kendini adamış birinin özel sektördeki 3 güzel yılın ardından iş hayatını devlet memuru olarak sürdürme kararı alan ve bu yüzden başına gelmedik kalmayan bendenizin kamudaki çalışma ortamında mengenelerle sıkıştırılıp kalıplara tıkılan iç dünyası olacaktır. Tabi ki o iç dünyanın dışında da kamudaki çalışma ortamının iç yüzü ona sarmalanmış olarak gelecektir gözler önüne. Bir anahtar deliğinin gösterebileceği kadar sınırlı bir alandır belki yansıtılacak olan; fakat o dar alanda bütünü çözmemize yardım edecek çok değerli ip uçları bulunabileceğine inanılmaktadır.
Önceki bölümlerde "emek" ve "sermaye" şeklinde özetlenebilecek aynı üretim girdilerini kullanan özel sektör ile kamu sektörü arasındaki anlayış, üretim yöntemleri ve ürün kalitesi farkının sermayeden ziyade emek faktörünün her iki sektörde bir birinden farklı biçimlerde kullanılmasından kaynaklandığını ifade etmiştik. Hindiler ile kartalları emeğin farklı biçimde, yani göreceli olarak daha durağan ya da daha dinamik, daha sınırlı ya da daha taşkın biçimde kullanıldığı iki aykırı noktayı yansıtan birer sembol olarak kullanıldığı kıyaslamanın zihnimizde oluşturduğu yargıları göz önünde tutarak,şimdi her iki sektördeki emek faktörünün, yani insan kaynaklarının kullanışındaki bu farklılığa biraz daha yakından bakalım.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_22.asp
Devamı var
|
Once BOR, sonra TORYUM simdi de NEPTUNYUM....!!!!
Neptünyum Elementi 93 Atom Numaralı Neptünyum radyoaktif bir element ve uranyum pillerinin üretiminde kullanılıyor.
1940'ta Kaliforniya Universitesi profesorlerinden Amerikalı McMillan ve Abelson tarafından keşfedilen bu radyoaktif elementinden son yıllarda enerji üretiminde had safhada faydalanılıyor. Üstelik de alternatifleri içinde en ucuza mal edilen bir tanesi. Peki bilin bakalım bu Neptünyum dünyada en çok nerede bulunuyor? Türkiye. Tahmin edilen rezerv ne kadar? 127.000 Ton. Sonra hangi ülke geliyor? Bulgaristan. Onun rezervi ne kadar? 2.500 Ton. Peki sahip oldugumuz Neptünyum'un değeri ne kadar? Çok şaşıracaksınız.
9 Trilyon $ Türkiyenin, İç borcu 85 milyar $. Dış Borcu 125 milyar $. Toplam
220 milyar $. Elimizdeki Neptünyum'un değerini tekrar ediyorum 9 TRİLYON $. Yani toplam borcumuzun 40 kat fazlası. Önce Bor sonra Toryum simdi de Neptünyum. Bilgilenmek ve bildirmek amacı ile mail listinize ulaştırın...
Kemal Yıldırım Bimtes Bilgi İşlem Makinaları Teknik Servis ve Elektronik Laboratuarları Ltd.Şti. Antalya Şube Müdürü Tel:02422434865 Fax:02422434867 e-posta:kyildirim@bimtes.com.tr
|
YANSIMA
kulaklarımda uğuldayan ormanların sesleri
hâlâ bıraktığım gibi mi bu kent
diz boyu yoksul akşamlarda
karanlık
kösnül
ve sarhoş mu
zamanın saçma ritimli döngüsünde
güz
ya da ilkyaz
beş yüz yıl uyuyabilir mi insan
kötürüm duygular içinde
hiç görmese ve bilmese
yurtsuz
huzursuz
ve sensiz
ne fayda...
Önder SAYAN
..........<>..........
AKŞAM SEZGİLERİ
Akşamın binbir rengi
Deli bir tekne olur yüreğimde
Nerede gül beyazı balıklarım
Deli bir tekne olur yüreğimde
Bütün yaşadıklarım
Ve bütün yaşamadıklarım
Alır başını açılır
Kuşlar gibi ne varsa içimde
Yasalarını bile duymadığım
Alır götürür beni
Adını ve yerini bilmediğim
Uzaklara bırakır
Bir akşam vakti sana sarılışım
Deli bir tekne olur yüreğimde
Haydi gidiyoruz der
Derken buluşur dudaklarımız
Birden papatyalar açar içimde
Afşar TİMUÇİN
|
|
Promosyon
Benzin istasyonunun önünde bir afiş: "Depoyu dolduran Lotaryada tutturursa bedava seks kazanıyor."
İki kafadar benzinciye "Doldur depoyu" der, sonra bedava seks için lotaryaya talip olur... Benzinci sorar: Kafamdan bir sayı tuttum, bilirseniz bedava seks. "Üç" derler... Benzinci, "Bilemediniz, ben beş tutmuştum." Bir hafta sonra iki kafadar yine gelir, depo yine doldurulur, yine lotarya... Bizimkiler "Yedi" der. Benzinci "Olmadı, ben altı tutmuştum". Üç gün sora yine depoyu doldururlar, yine lotarya... "Iki" derler, benzinci "Bir" der. Kafadarlardan biri arkadaşına açılır... "Yahu bu bizi kandırıyor galiba, hep başka rakam söylüyor... Hile yapmasın!" Diğeri cevap verir: "Yok canım kız arkadaşım arka arkaya iki kere kazandı."
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ilaydakarabulut.com/
İlayda Karabulut 8 yaşında bir minik kardeşimiz. Şu anda Cerrahpaşa Hastanesinde
yoğun bakımda koma halinde yatmakta. Hastalığı şu ana
kadar dünyada sadece ve sadece 9 kişide görülmüş fakat bulgular tam
olarak benzeşmiyor. Hastalığın çözümü için beyin doktorlarının önerilerine
ihtiyaç var.
http://www.nobodyhere.com/toren.php3
Sadece bazı özel bayram törenlerinde değil ya. Web sayfalarında da özel tören kuleleri inşa edilebilir. Biraz zayıf ve mouse hareketlerine karşı duyarlı bile olsa bizim de bir tören kulemiz var yani...
http://www.kumsaati.us
Yılbaşı yaklaşıyor. Promosyon için ürün arayanlara hoş saat seçenekleri var. Göz atmanız menfaatiniz icabıdır. Sahipleri bizden, yani kahveci. Kısaca "Hamili kart yakinimdir".
http://home.iprimus.com.au/korob/fdtcards/AlphaD.html
...was elected prime minister of Turkey in 1983, after several years of harsh military rule. But while free expression in Turkey has opened up somewhat in recent days, torture and long prison terms for political opponents and government critics... Bakalım tanıdık gelecekmi?
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
TinyResMeter v0.95a [92k] W9x/2k/XP FREE
http://194.6.133.21/pesoft/
Windows'umuzun sistem kaynaklarını izlemekte yarar var. Bu sayede bazı tıkanmaları, kitlenmeleri önlemek mümkün olabilir. Bu küçük yardımcı programla pekçok sorunuza yanıt bulabiliyorsunuz. Özellikle teknik elemanların çok işine yarayacağını sanıyorum.
|
|
|