Deniz Feneri yardımlarınızı bekliyor



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 619

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Kasım 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Ne dediler? O ne dedi?


Posta Kartı olarak yollamak için tıkla
10.Yıl Nutku'nu izlemek için... W.Media
10.Yıl Nutku'nu dinlemek için...

• Kemal Atatürk'ün ölümünün 25. Yıldönümünü anma törenine katılabilmekten şeref duymaktayım. Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir akseri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır.

Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilân ve o zamandan beri koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

John F. KENNEDY
A.B.D. Başkanı, 10 Kasım 1963

• Türk milleti'nin özgürlük ve Türkiye'nin millî kalkınması için çetin mücadelelere adı karışan Kemal Atatürk'ü memleketimiz çok iyi tanır. Atatürk Türk Milleti'ni, kışkırtıcı kuvvetlere, emperyalistlere ve silah zoru ile Türk Milleti'ni ezerek memleketi büyük devletlerin bir sömürgesi haline getirmek isteyen gerici kuvvetlere karşı savaşa girmesi için uyandırmıştır. Yakın ve Orta Doğuda ilk Cumhuriyet, doğuşunu O'na borçludur. Bu Cumhuriyet, birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık borçludur. Bu Cumhuriyet birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık tutmuştur. Atatürk'ün kutsal saydığı emperyalizmle savaşını, yalnız Türk Milleti değil, diğer doğu ülkeleri de takdirle karşılıyordu. Türkiye'nin yüzyıllık geriliğinden kurtulması için Atatürk pek çok şey yapmıştır. Gerçekleştirdiği reformlar memleketin ekonomik hayatının, sinaî tarımsal kalkınmanın hızla ilerlemesini hedef tutmuştu. Atatürk yönetimi zamanında, Türkiye'nin milletlerarası otoritesi yükselmiş ve memleket, dünya siyasetinde önemli rol oynamaya başlamıştır.
N.S. KRUSHCEV
Sovyetler Birliği Başkanı, 10 Kasım 1938


• Tarihte büyük bir diplomatın veya ünlü bir kumandanın hayatını okuduğumuz onun yüzünü, sözünü, bakışlarını hayal etmekten zevk duyar ve kendi kendimize: "O'nu görsek ve tanısak ne iyi olurdu." Deriz. "Bugün Türkiye'nin yazgısını yöneten büyük diplomat, büyük asker ve büyük inkılâpçı Kemal Atatürk'ün heyecanlı hayatını yıllar geçtikten sonra hayranlıkla öğrendikleri zaman, hiç kuşkusuz çocuklarımız da böyle düşüneceklerdir. Ateşli bir inkılâpçı olduğu için haftalarca sultanların zindanlarında yatan, kumandanlık yaptığı zaman galip gelerek ülkesine bağımsızlığını kazandıran, Devlet Başkanı sıfatıyla Cumhuriyet'i ilân edip kurumlandıran Atatürk'ün hayatı elbette ki heyecanlıdır. ... Fakat Kemâl Atatürk'ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu: -Görüyorsunuz ya, dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum." Cesaret ve zekâsından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef'in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?...
George BENNES
Paris, Vu Gazetesi - 1938


• Biz, O'nun gövdesine tapan bir putperest değil, ölmez eserine ve mânasına bağlı bir şuuruz. Çünkü O, kendi vücuduyla beraber kaybolacak fâni bir milletin değil, kendi mânasıyla beraber yaşayacak ebedi bir milletin yaratıcısıdır.
Peyami SAFA

• Hiçbir baba yetimlerine Atatürk kadar zengin ve ölümsüz miras bırakmamıştır. Bu gün, Türk vatanı denen toprakta yaşayan bütün insanlar O'nun zekâsından, aşkından, enerjisinden kopmuş parçalardır.
Reşat Nuri GÜNTEKİN

• ...
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
....
Nazım Hikmet
Kurtuluş Savaşı Destanı (Kuvayi Milliye)


• Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.

Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu, 'Türk gençliğine' emanet ediyorum.

8 mesaj var. Ata'ya mesaj Yaz / Oku

Yukarı

 

 Ümitsiz kalmayın : Ümit Yoket


ATATÜRK

Geçenlerde katıldığım bir Atatürk panelinde konuşmalar bittikten sonra izleyiciler tarafından şöyle bir soru soruldu. "Niçin 10. yıl marşı gibi hep coşku ile dinlediğimiz ve söylediğimiz bir marşımız daha olmadı?..." Panelistin yanıtı beni çok sarstı;

-" Ulus olarak bir daha, 50. yılda, 60. yılda ve 75. yılda hiç o yıllarda ki kadar üretken, fedakar ve çalışkan olunamadı, Atatürk davasına sahip çıkamadığımız için ve ona layık olunan öyle bir dönem daha yaşayamadık ta ondan...."

Bırakın geçmişi, Cumhuriyetin 100. yılında böyle bir marşımız olabilecek mi sizce?... 20 yıl sonra Atatürkçü düşünce derneklerinin, Atatürk'ü kurtarma ve yaşatma derneklerine dönmesi daha büyük bir olasılık gibi gelmiyor mu sizlere?...

Peki, niye bu durumlara düştük?... Buna kendi dışımızda bir çok yanıt bulabiliriz... Ekonomik, siyasal ve sosyal nedenlere bağlıyabiliriz, yönetimleri suçlayabiliriz... Ama şimdiye kadar hep böyle yaptık ta ne geçti elimize?... Gelin şimdi hep birlikte elimizi vicdanımıza koyalım, aynayı karşımıza alıp görüntümüze bir bakalım ve belki de hiç yapmadığımız bir şekilde herkes ben ne yaptım veya ne yapamadım sorusunu kendine sorsun... Ben kendime sorduğumda şu hesaplaşma çıktı karşıma... Sizlerin önünde özeleştiri yapmak istiyorum...

Çocuğuma derslerde gördüğü, ezberlediği ve geçer not aldıktan sonra da unutup gittiği kavramlar konusunda, evde kendisini karşıma alarak dostça bir sohbette Atatürk'ü anlatmaya çalıştım mı hiç?...Atatürk'ü insan yönü ile paylaşabildim mi kendisi ile?...Kurtuluş savaşının hangi koşullar ve zorluklar altında, ne adına ve kimin için yapıldığını anlatabildim mi acaba?... Sosyal derneklerde, sendika veya meslek kuruluşu toplantılarına ayırdığım zaman kadar, Atatürk'ün konuşulduğu ve yaşatılmaya çalışıldığı toplantılara, törenlere coşku ile katılıp zaman ayırdım mı, çocuğum ile birlikte?...Ki çocuğum da bu konuda beni kendisine örnek alsın... Belki törenleri için çocuklarımıza hepimiz şiirler ezberlettik... Ama hiç düşündük mü kendimizin gurur duyması için mi, çocuğumuzun başarılı olduğunu hissetmesi için mi, yoksa gerçekten Atatürkçü düşünce için mi?...Dost sohbetlerinde, maç konusuna ayırdığımız zaman, memleketi kurtarma adına ayırdığımız zaman kadar veya geyik muhabbeti kadar zaman bile demiyorum, hiç Atatürk'ün ne yapmak istediğini bizim şimdi nelerin peşinde koştuğumuzu, ne amaçla yaşadığımızı hiç düşünüp konuşabildik mi, çocuklarımızın bulunduğu ortamlarda?....

Hep bizi izleyen gözlerine baktığımızda, kafamızı hemen önümüze eğmekten başka ne yapabiliriz?.... Biz bakamıyorsak bile çocuklarımızın güvenle ve başı dik bir biçimde o gözlere bakabileceği günlere şimdiden soyunmamız gerekmez mi?.. Bence hiç bir şey için geç değil yeter ki düşünce ve isteklerimizde samimi ve kararlı olalım...Biz ulus olarak hep kaybettiklerimizin ardından ağlayıp sızlarız, dövünürüz ve methiyeler düzeriz, yitip gidenin ardından, Atatürk'ü asıl manevi olarak ve devrimleri ile birlikte yitirdiğimiz de, o büyük insanın bizlere neler kazandırmış olduğunu anımsayacağız ve dövünüp, pişman olacağız ama sizde çok iyi bilirsiniz ki giden bir daha asla geri dönmüyor!.....

Ümit Yoket
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
              9 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 Yazı-Yorum : Leyla Ayyıldız


   ASLAN YAPILI TUNÇ KOLLARIN

Siyah deri ciltli eski bir defter var elimde. Cildinin köşeleri yıllara dayanamamış yer yer açılmış. Kenarları süslerle bezeli sararmış yapraklarında senin o güzel el yazın...

Hep hayran kaldım el yazına. Mürekkeple doldurulmuş dolmakalemler kullanırdın... Senin el yazına benzetebilmek için yazımı, sayfalarca yazardım. Bir gün kocaman bir kız olduğumda 'Hanım, yazısı benim yazıma ne çok benziyor değil mi? Kendi yazım zannettim.' diyeceğini bilmeden...

Kocaman bedeninde hala kaybolsam da, o zaman daha bir heybetliydin. Anımsıyorum; bir Cumhuriyet Bayramı törenini kalabalığın arasından görebilmemiz için beni omuzlarına, abimi sağ, ablamı ise sol koluna almıştın... Aslan yapılı tunç kollarınla, dört bedenin Cumhuriyeti izlemesini sağlamaya çalışarak...

Geçenlerde bulduğumda bu defteri, nasıl sevinmiştik seninle. Kaç zamandır kayıptı... Benim isteğime dayanamayıp diğer üç çocuğunun adına da saklamam için bana verdiğin defterinin yapraklarını çeviriyorum... Karşımda 60'lı yıllardaki delikanlı babam...

Parmaklarımı gezdiriyorum, kimi yerleri küçük su damlaları ile akmış mürekkeplerin üzerinden... İlk sayfasının bir dizesinde diyorsun ki;

'Eğilip rüzgara fısıldasam;
'Sevgilimden topladığın kokuları getir bana' ...


Belki göz yaşların dağıttı bu mürekkepleri... Birkaç sayfa sonra başka bir dizede diyorsun ki;

'Şimdi ben Leylasız Mecnuna döndüm'...

Belki bu satırı yazarken koydun adımı...

Otuzyedinci sayfadayım şimdi, aynı heyecanla titriyor ellerim, yine senin şiirini okuyorum... Şöyle yazmışsın parantez içinde '10 Kasım 1962 tarihinde yazdım ve o gün Ata'nın ölüm günü okudum'... Biliyorsun hep senden aldık bayrağı, taşımak için... İkisi mimar, ikisi doktor evlat yetiştirdin, aydınlıklarınla... Öğrenciyken her 10 Kasımda okuduk biz, bu şiirini. ' Hadi Ayyıldız!' derlerdi öğretmenlerimiz, kimi zaman ablama okuturlardı, kimi zaman abime, kimi zaman da bana...

Birden kürsüye çıktım yine işte... Derin bir hüzün kaplamış yüzleri. Siyah, simsiyah bir gündeyim yine, yerlerin göklerin üşüdüğü...

Kalbim küt küt atıyor heyecandan, yerinden fırlayacak... Kısa, beyaz çoraplarımı giydirmiş annem, üşüyorum... Elimdeki dosya kağıdı titriyor. Öğretmenimin gözleri ışık, ışık 'hadi başaracaksın' bakışıyla bakıyor...

Başaracağım babacım, yine başaracağım...

ATAM

Bakışların bir aslandan dehşetli,
Fani vücudun her şeyden kıymetli,
Aslan yapılı tunç kolların,
Düşmanları ezecek kadar kuvvetli.

Kocatepe'de Çanakkale'de
Bir aslan çarpışıyordu,
İsmini biliyor musunuz?
Büyük baş Mustafa Kemal!

Bütün Türklerin atası o,
Yıldırım gibi bakışlarıyla
Milyonların kalbini
Fetheden, fetheden o...

Bütün Avrupa, bütün dünya
Yılmıştı onun dehasından
O kalplerde yaşadıkça
Kimse haykıramaz Türkün arkasından!

Otuz milyon hep beraber
Seni saygı ile yad eder.
Sen ölmedin yaşıyorsun diye
Durmadan feryat, feryat eder...

Diyorlar mezarı Anıtkabirde
On Kasım Perşembe dokuzu beş geçe
Hayata gözlerini yummuş
Bir sonbahar, Dolmabahçe'de...

Sen ölmedin
İnanmaz ki kimse sana,
Yaşıyorsun milletin kalbinde
Çılgınca sevile sevile...

Daima akıllarımızda sen
Kalplerimizde sen,
İnanmam senin öldüğüne
Ben öldüm desen...

Atam, sen ölmedin yaşıyorsun,
Otuz milyonun gönlünde,
Okyanuslardan daha fazla
Atam taşıyorsun, taşıyorsun!

Ahmet AYYILDIZ


Leyla Ayyıldız
ayyildiz@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,829,829,829,829,829,829,829,829,829,82
              17 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


REŞAT VE ALİ

Bu gün 18 mart, bahara bir adım daha yaklaştık. Dışarıda bol güneşli ama hala buz kesen bir hava var. Ben ve benim gibi yaşayanlar için sıradan bir gün ve olağan işlerle geçiyor. Yaşama bağlılığımızı oluşturan günlük, küçük problemlerimiz dışında her şey oldukça güzel. Oysa, doksan yıl önce bu tarih, ülkemizin aziz topraklarında, kahraman insanlarımızın kanlarıyla yazdığı zaferin en önemli günlerinden biriydi. Aynı başlangıç cümlelerini o günlerde Çanakkale Savaşlarında bulunmuş 19 yaşında genç bir Tıbbiyeli Reşat komutanın günlüğünden takip edelim. Bu günlük, savaşın sonunda Hafız Ali ile birlikte savaşmış Tokatlı Gazi Mehmet tarafından büyük babaanneme, dedemin diğer şahsi eşyaları ile birlikte teslim edilmiştir.

Bu gün 18 mart, bahara bir adım daha yaklaştık. Dışarıda bol güneşli ama hala buz kesen bir hava var. Ekim ayı ile birlikte yerleştirildiğimiz Tabya'da çok güç günler geçirdik. Kasım ayında düşman donanmalarının sürekli top atışları bazı tabyalarımızda büyük hasarlar oluştursa da, büyük saldırılar şubat ayının 19 ve 25'inde oldu. Yer gök ateşler içinde kaldık. Tabyalarımızın hizasına demirleyen bir çok zırhlı savaş gemisi, uzun menzilli toplarıyla ateş ve ölüm kusuyordu. Yirmi beşi akşamında büyük hasarlar ve can kayıpları oluştu. Komutasını yürüttüğüm bölükte 11 ölü 45 yaralı vardı. Erlerimin ağır savaş koşullarına ve üstün silah gücüne sahip düşmanın durmak bilmeyen saldırıları karşı yiğitçe duruşları ve hiç eksilmeyen umutları zemherinin o en şiddetli soğuk gecelerini mutlu bir temmuz akşamına dönüştürüyordu. Gece çok çetin geçiyordu. Kendi bölüğüm ve yakın mevzilerdeki bölüklerdeki erlerin tedavisine koştuk gece boyu. Sabaha bizi ne bekliyordu bilmiyorduk. Karanlık ve soğuk aleyhimizeydi. Sabaha karşı bir ara dalmışım. Nöbetçinin kısık sesi ile uyandım."Komutanın XIX. Tümen Komutanı Mustafa Kemal siperleri geziyor". Hemen üstümü başımı düzeltip, bölüğüme teftişe hazır olmaları emrini verdim. Az sonra yanımızdaydı Komutan, gözleri çakmak çakmaktı. Kısa bir tekmilden sonra elini omzuma koydu "Dayanın, bu can bu topraklar için var" dedi. Mavi gözleri umut ve sevgi doluydu.

Yirmialtı şubat şafak sökmek üzereyken düşman gemilerinde bir hareketlenme göze çarpıyordu. Az sonra topları tabyalarımızı dövmeye başladı. Bu kez gemiler sabit durmuyor kıyılarımıza doğru yavaş yavaş yaklaşıyorlardı. Kuşluk vaktini geçerken hafif topçu atışı yapan düşman gemileri kıyılarımıza demir attı. Çıkarma yapacaklardı, bölüğüme hazır olmaları emrini verdim. Sınırlı sayıda mühimmatlarını idareli ve dikkatli kullanmaları talimatını eklemeyi unutmadım. Çünkü boşa harcanacak mermimiz yoktu…

İkindi zamanıydı, saatlerdir karşılıklı çatışmalar oluyordu. Düşman bize yaklaştıkça biz de daha fazla atış yapmaya başlamıştık. İnsan sesleri, çeşitli çap ve büyüklükte silahların sesleri içerisinde garip bir uğuldama halinde perde perde yükselip sönüyordu. Birden "Komutanım !" diye bir ses duydum siperin derinliklerinden. Aynı anda metal bir nesnenin yanı başıma düştüğünü duydum. Ben düşen metal nesneye yöneldiğim anda, çevik bir gölgenin yan tarafımdan metal nesneye atladığını gördüm. Gölge aynı hızla metal sesi çıkaran nesneyi siperin dışına fırlattı ve yanı başıma uzandı. Nesne daha yer düşmeden patladı, bir el bombasıydı bu. "Aman Allahım" diyebildim. Bir patlasaydı, sadece ben değil bölüğümün önemli bir kısmı ölecekti. Yüzüstü kapaklanan gölge bana doğru döndü "Bir şeyiniz yok ya komutanım ?" Hafız Ali'ydi bu sesin sahibi. Keçiborlu'nun Eber köyünden. İncecik seyrek bıyıkları ve hep terleyen yüzüyle, geçen günlerde kaybettiğim ağabeyime ne kadar benziyordu. "Sağ ol Ali, yerine geç !" "Emredersin, komutanım !" dedi ve üstü başını hafifçe silkeleyerek sağıma geçip mevzisini aldı. Konuşamadım uzun süre, ölüme ilk defa bu kadar yakın oluyordum. Akşama doğru düşmanın ateşi azaldı, belli ki geri çekilme hazırlıkları yapıyorlardı. Kayda değer bir ilerleme yapamamışlardı, muhtemelen ciddi kayıplar vermişlerdi. Az sonra düşman topları mevzilerimizi dövmeye başladı belli ki daha fazla zayiat vermeden geri çekiliyorlardı.

Tokat'lı Gazi Mehmet anlatıyor. Şubat ayının son günlerinde yapılan deniz destekli başarısız kara hareketinden sonra, düşman sessizliğe gömüldü sanki. Hepimiz bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu biliyorduk. Komutanlarımız sık sık siperlere girip, bu son büyük saldırı olabilir diyorlardı. "Bu seferde püskürtebilirsek, düşmanın belini kırabiliriz" diyorlardı.

O sabahta her günkü gibi şafakla uyandık. Gittikçe daha da az verilen azıklarımızı siperin nemli duvarlarına yaslanarak yedik. Güneş her tarafı ışıl ışıl parlatıyordu. Tam siper almış bekliyorduk. Kuşluk vaktini biraz geçe ön nöbetçilerin canhıraş bağırışları tabyaların sessizliğini bozdu. "Geliyorlar, bir çok düşman gemisi var". Nöbetçilerin seslerine komutanlarımızın "Tam siper, hazır olun !" emirleri bastırmaya başladı. Az sonra denizin görülebilen tüm yerlerinde düşman gemilerinin karaltıları doldurmuştu. Çok geçmeden cehennemi andıran top atışları başladı. Allahım ne kadar çoktular, ne kadar çok top atışı yapıyorlardı. Tabyalarımızdan az sayıda mukavemet atışları yapılıyordu. Ne zaman bitecekti, bu topların ölüm kusan haykırışları ?

İkindiye geliyordu, düşmanın atışları hız kesmemiş aksine bir o kadarda hızlanmıştı. Yer gök patlıyordu. Patlamalar bizim mevzilere doğru kaymaya başlayınca Reşat Komutan, bölüğün daha geri mevzilere kaydırılması için hazır ol emri verdi. Yer değiştirme mangalar halinde olacaktı. Siperin en solunda bulunan askerlerden ilk üçü yavaşça çıkıp geri mevzilere doğru sürünmeye başladılar. Oldukça yakın bir patlama ile birlikte "Yandım anam" diye bir feryat duyuldu. O anda Ali Hafızın ani bir hareketle mevziden çıktığını gördük, feryadın geldiği yere doğru fırlamıştı. Bir patlama daha duyuldu "Yandım Allah !" Bu ses hafızın sesiydi. Reşat komutanın siperden doğrulduğunu ve ani bir sıçrayışla Ali'nin gittiği yöre doğru koştuğunu gördük. Bir yakın patlama daha "Allahım Allahım…" Bakmaya bile gücümüz kalmamıştı. Sürünür halde birinin yaklaştığı duyuldu, başlarımızı hafifçe doğrulttuk Reşat komutandı bu. Yüzünün her tarafı kanlı bir çamurla sıvanmıştı sanki. Siperin kenarına geldiğinde başını aşağı doğru sarkıttı ve bir çuval gibi aşağıya yuvarlanarak, yüz üstü yere düştü, sırtında kocaman bir delik açılmıştı. Yüzünü çevirdiğimizde son nefesini vermişti. Elinde sıkıca kavranmış bir başka el gördük. Kopmuş ve adeta kanla yıkanmış gibiydi. Biraz dikkatli bakınca bu elin hafızın eli olduğunu anlamıştık. Belli ki Reşat Komutan Hafız Ali'ye yaklaşabilmiş ve onu sipere doğru taşımaya başlamıştı. Heyhat ki son patlamayla gencecik komutanımıza ve Ali'ye büyük şarapnel parçaları isabet etmişti. Komutanımız ölümcül yaralanırken, Ali'nin yaralı vücudunu paramparça etmişti.

Yürekler yakan bu manzaraya bakarken deniz tarafından arka arkaya, o güne kadar hiç duymadığımız patlamalar duyuldu. Düşmanın ateşi birden kesildi. Siperlerden doğrulduk, bir büyük patlama daha geldi. Denizde bir şeyler oluyordu, büyük patlamalar ve kargaşalar yaşanıyordu. İki zırhlı geminin battığını haber verdi gözcüler. Derken o en şiddetli üçüncü patlama ile yer gök sarsıldı. Hepimiz başımızı siperlerden doğrulttuk, bir düşman gemisi daha sulara gömülüyordu. Siperler bayram yerine döndü. O anda rütbeli, rütbesiz birbirini kucaklıyordu. Sonradan bizimkilerin saldırılarını yoğunlaştırmasıyla üç düşman gemisinin ağır yara alıp karaya oturduğunu sevinçle gördük. Artık sıra bizdeydi…

Tarihe Çanakkale Savaşları olarak geçen bu büyük savaş 18 Mart'ta bitmedi ancak Türk askerlerinin büyük moral kazandığı gün oldu. Savaş zaman zaman daha da şiddetlenerek yaklaşık altı ay sürdü. Büyük destanlar yazılarak kazanılan savaş, karma bir yönetim ve çok az bir cephaneyle yürütüldü. Yıllarca hafızalardan silinmeyecek bu savaşta Türk kuvvetleri Tıbbiyeli Reşat komutan ve Hafız Ali gibi 55.000 şehit, 100.000 yaralı, 10.000 kayıp, 25.000 hastalıktan olmak üzere 190.000 insanını yitirdi. Düşman kuvvetlerinin kayıbı ise 150.000'i buluyordu.

Geçen yıl düzenlenen Çanakkale gezisinin büyük bölümünü bu kutsal destanın yazıldığı yerleri gezmeye ayırdık. Okuduklarımız ve rehberimizin anlatımında o anı hissetmeye çalıştık. Elbet mümkün değildi o anları anlamak ama o yerlerin kasveti ve ihtişamı ile hepimiz suspus olmuştuk. En çok heyecanı büyük komutanımız Gazi Mustafa Kemal'in siperini görünce duyduk. Daha sonra ben guruptan ayrılarak şehit büyük dedemin mezarını aramaya koyuldum. Hep yüreğim ağzımdaydı. Sanki rahmetli büyük dedem ve kucak kucağa öldükleri komutanı Reşat'ın mezarlarını hemen göreceğimi sandım. Ama ne mümkün, o kadar çok isim arasında gözlerim yoruldu, yüreğim kalktı daha fazla bakamadım. Ayrıca saçmada geldi, onların hepsi benim dedemdi ve bu cennet vatanın aziz bağrında ebediyen uyuyorlardı. Üstelik düşmanlarını alt ettikleri yerde özgürce uyuyorlardı. Bizlere bu cennet vatanı bırakma uğruna şehit olan bu yiğit kahramanların aziz hatıralarını düşünmek bile beynime, gözlerime çok ağır geldi. Yere oturdum ismini okumadığım bir mezarın taşına sarıldım ağladım ağladım…

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


DEĞİRMENLER HİÇ UYUMAZ -III-

Şakası yok, bu boz eşeği gerçekten severim. Hem sakin bir hayvandır. Hem de bu civardan bizim köye giden bütün yolları ezbere bilir. Rahmetli dedemin de böyle bir eşeği varmış. Dedem eşeğin üstüne biner binmez, daha köyden bile çıkmadan uyuyup kalırmış. Hayvancağız yanlış yola sapmadan, yardan veya köprüden aşağıya dedemi atmadan kasaba pazarına ulaştırırmış. Benimki bu kadar becerikli mi? Bilmiyorum. Çünkü eşeğin sırtında uyumaktan korkarım. Koyunları birkaç köy öteye götürdüğümde bile hayvanı dehlediğimde rahatlıkla evimize döner.

Bundan önceki eşeğimiz çok huysuzdu. Yanına yaklaşanı teper ve ısırır, bazen yükü ile yere yatar, kıtır kıtır kessen kalkmazdı. Bir keresinde odundan dönerken havya bir iki çifte savurup beni sırtından kapinaların (böğürtlen çalılığı) içine atmıştı. Abim önce gelip beni çalıların içinden çıkarmış, sonrada öfkesini hayvandan çıkarıp onu bir güzel dövmüştü. Katır gibi iri, gösterişli bir hayvandı. Köydeki bir çok kişi babama verdiği paranın iki katını teklif edip o eşeği kendilerine satmasını teklif etmişlerdi. Ama babam eşeği satmaya yanaşmamıştı. Hayvan yaşlanmadan, hastalanmadan ölüp gitti. Bir sabah annem kalkıp ahırdaki hayvanlara bakmaya gittiğinde onu bağladığımız yerde ölü bulmuştu. Huysuz falandı ama güzel bir hayvandı. Anneme söylediğine göre eşeğimiz nazardan çatlamıştı.. "Hayvanda gözü olanlar muradına erdiler. Artık kıçlarına kına yakarlar."demişti.

Sonra babam İştip pazarına gidip kırk bankaya bu eşeği aldı. Geldiğinde bir deri bir kemikti. Hatta ön ayağının biri aksıyordu. Arpa kırmasına kepeği bol bol katıp yaslasına doldurunca hayvan beslenip iyice semirdi. Kanı, canı yerine geldi. Aksayan ön ayağı iyileşti. Tüyleri bile pırıl pırıl parlamaya başladı. Babam eşeği tuğlacıların birinden satın almış. Hayvana hem bakmamışlar hem de canını çıkarmışlar. Tuğla ocağında çamur karmak için kocaman bir dolabı akşama kadar gözleri bağlı bir eşek çevirirmiş. Tuğlacıların yaz gelince yağmur yağmasın diye her sezon bir eşeği canlı canlı toprağa gömdüklerini duymuştum. Belki de bizim eşek son anda babam sayesinde canlı gömülmekten kurtulmuştur.

Pek gösterişli değil ama ayağına çok çabuk bir hayvan. Köyden çıkıp arkadaşlarla birlikte ormana yada kasabaya falan gitmeyi kalktığımızda bizimki sanki öteki eşeklerle yarışıyor gibi davranır. Yoluna düştüğümüzde pıtır pıtır yürüyerek hepsini geçip gider. Bana eşek sırtında diğer arkadaşlarla ağız tadıyla sohbet olanağı vermez. Diğer eşeklerle arasında sanki bir yarış varmış gibi davranır.

Alikoçan'ın aşağısından akan dere boyunca ilerlerken köyden tek tük horoz sesleri duyulmaya başladı. Ay ışığı yarım saat kadar önce yavaş yavaş kocaman bir ormanın içine girip saklandı. Tan yerinde hafif bir aydınlık var ama daha havanın aydınlanmasına epey vakit var. Buradan yamacın altından her geçtiğimde aklıma karın içinde yuvarlanan keçiler gelir.

Kış ortasındaydık. Derenin kıyısından ormana, karşıki kırana doğru çıkıldıkça kar her adımda artıyordu. Babam keçileri ahırdan çıkarıp dere boyunda dolaştırmamı istemişti. Hayvanlar neredeyse yirmi gündür kar yüzünden ağılda kapalı kalmışlardı. Kış olduğu için zaten yerlerde ot falan da yoktu. Hayvanlar çalı filizleri yada uçları ile oyalanıp vakit geçiriyorlardı. Arkamdaki yamaçtan önce kocaman bir kütleme sesi, peşinden de dev bir kar yığını su gibi aşağıya doğru akmaya başladı. Kayan kar yığınını görünce canımı kurtarmak için can havliyle derenin karşısına geçip bayıra doğru koşmaya başladım. Ben kurtuldum ama göz açıp kapayıncaya kadar kar içinde gezinen keçilerin hepsini yuttu. Korkudan aşağıya inip bakamadım. Biraz bekledim ama keçilerin ne sesi duyuldu ne de soluğu çıktı. Ağlaya ağlaya eve koştum. Olan biteni babama anlattım. Babam " Keçilere ne olursa olsun. Yeter ki sana bir şey olmasın" diyerek beni teselli etti. Birlikte keçileri karın yuttuğu dere kıyısına geldik. Oraya vardığımızda keçilerin bir kısmı çoktan silkelenerek kardan çıkmıştı. Diğerleri de biz oraya vardıktan sonra çıktılar. Meğer bizim keçiler çığın ucuna, karın en yufka olduğu yerine yakalanmışlar. Bir tanesinin burnu bile kanamadan hepsi kurtulmuştu.

Alikoçan Köyü' ve horoz sesleri geride kaldığında yol dereden biraz daha yükseğe çıkmıştı. Burası yumuşacık eğimli kocaman bir otlaktır. Köylüler bazen buraya buğday, arpa, yulaf gibi ürünler ekerler. Bazı yıllar da hiçbir şey ekmeyip sadece etrafını çitlerle çevirip otların büyümesini beklerler. . Daha sonra büyüyen otları biçip kurutarak koyunlara kışın vermek için samanlıklara doldururlar. Yol düzlüğe ulaşınca karartı gibi köye doğru sinsi sinsi ilerleyen birkaç tilki gördüm. Eğer köpekler kokularını alamaz ve köye yaklaşmayı başarırlarsa sabaha karşı mutlaka birilerinin kümesinde curcuna kopartacaklarını anlamak için müneccim olmaya hiç gerek yok. Tilkilerin karartılarını görünce tüfeğimi doldurup rasgele birkaç fişek atmayı düşündüm. Hem boş yere yakacağım fişeklere kıyamadım. Hem de benim onlarla ne derdim var diye düşünüp vazgeçtim. Nasılsa bizim kümese gitmiyorlardı ya. Üstelik ben tilkileri çok severim. Gerçekten şirin ve sevimli hayvanlardır..

Nisanın ortalarındaydık. Hurşit'le Hocalı Köyü'nün koruluğunda koyun otlatırken ikide bir karşıki kayalığa tırmanıp orada gözden kaybolan bir tilki dikkatimizi çekti. Hayvan günde dört beş kez kayalıklarda bir kovuğa giriyor, yarım saat sonra çıkıp ormana doğru koşarak gözden kayboluyordu. Bir gün, iki gün, üç, beş gün derken ben daha fazla dayanamadım. Koyunları Hurşite'e emanet edip koruluğu geçip kayalığa tırmandım. Fakat kayalıkta ne bir oyuk ne bir kuytu var. Ayağım kaysa parçamı yerden toplayacaklar. Biraz dolandıktan sonra taşların arasından huysuzlanmış kedi enciği gibi miyavlamaya benzen sesler gelmeye başladı. Tilki kolay fark edilmeyecek bir taşın altını kendisine yuva seçmiş, oraya yavrulamıştı. Büyük yassı bir taşı, biraz yerinde oynatınca altında iki tane gözleri yeni açılmış ufacık yavru çıktı.

Arkası Yarın (4/5)

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Ata'ya hepimiz adına açık telgraf

"Ey Büyük Atatürk STOP Daha yükseklere tırmanmamız için bizlere bıraktığın aletleri, yol haritasını ve pusulayı devlet dairelerinden birinin arşivindeki tozlanmış bir sandıkta kilitli bulduk STOP Yazdıklarını okumayı ve onları başkalarına aktarmayı, seni anlatıp yüceltmeyi, kısacası bu işin edebiyatını artık bir kenara bırakıyor ve senin gibi bir tırmanıcı olabilmek azmiyle derhal yola koyuluyoruz STOP Bizden öncekilerin sebep olduğu gecikmeden dolayı özür dileriz STOP Bu çetin tırmanış için gerekli koşullara ve olanaklara sahip olmayı beklemeden harekete geçiyoruz STOP Muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu hepbirlikte göreceğiz

NON-NON-NON STOP"


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.377 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Posta Kartı olarak yollamak için tıkla ATATÜRK'ÜN BİR SAATİ VARDI

Atatürk'ün bir saati vardı
Yediveren gül gibi açardı

Atatürk'ün bir atı vardı
Etiler'den beri yaşardı

Atatürk'ün bir resmi vardı
Buğday tarlası gibi ağardı

Atatürk'ün bir saati vardı
Durmadı

Melih Cevdet Anday

<#><#><#><#><#><#><#>

ON KASIM'LARDA YÜRÜMEK

Atatürk'üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Posta Kartı olarak yollamak için tıklaDalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım

Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Yukarı

 Kıraathane Panosu



Şeli Benhabib Resim Sergisi

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.ataturkiye.com/
Atatürk için hazırlanmış en kapsamlı ve en hoş dizayna sahip sitelerden biri. Mutlaka uğramalısınız.

http://www.ataturk.net
Atatürk için hazırlanmış en kapsamlı sitelerden biri.

http://www.ada.com.tr/ataturk/
Seçilmiş Atatürk fotoğraflarından hazırlanmış bir sayfa. İzlemeye değer.

http://www.kmarsiv.com/postcard/step11.asp?cat_fldAuto=5
Kahve Molası'nın Atatürk resimlerinden oluşan Posta Kartlarını dostlarınıza yollamak ister misiniz?

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041110.asp
ISSN: 1303-8923
10 Kasım 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com