|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 468 |
24 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : BOŞVERMEYİN!.. |
Merhabalar,
Seçim geliyor diye çenem düştü ya, bazı arkadaşlarımın da sesi çıkmaya başladı, mutlu ve huzurluyum. Ve her türlü eleştiriye varım. Sorulacak sorulara dilim döndüğünce cevap vermeye de çalışırım. Ancak lütfen Kahve Molası'nda siyaset yaptığımız için sitem etmeyin bana. Bizler bu sayfalarda herşeyi konuşuyoruz. Kahve Molası apolitik çizgide bir magazin gazetesi olduğu iddiasında hiç olmadı. Aksine söyleyecek lafı olan herkese açık bir platform olduğunu her fırsatta beyan etti. Unutulmamalı ki bugünlerin havası farklı. Üç gün sonra seçim var. Aktı karaydı derken, kapıdan çıkar çıkmaz kafalarımıza rengarenk afişler değerken, mobildiskolardan yamultulmuş şarkılar dan dan beynimize vururken siyaset yapmamak olur mu? Genç arkadaşlarıma sesleniyorum. N'olur siyasetten korkmayın, fikriniz varsa göğsünüzü gere gere haykırmaktan çekinmeyin. Bu seçimin bence en anlamlı ve en güzel afişinden esinlenerek, lütfen 'BOŞVERMEYİN'.
Editör olup başköşeyi kapınca olumlu olumsuz pekçok eposta alıyorum kuşkusuz. Dün gelen sitem ve eleştiri yüklü epostaların birini izinli olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Sakın ola yanlış anlaşılmasın. Amacım sevgili Merve'yi hedef tahtası yapmak değil, aksine ona aynı sütunlarda yer vererek bir nevi tekzip hakkı tanımak. Sonunda bana bir soru sormuş, kimbilir belki aranızdan bazılarının bir cevabı vardır.
''Merhaba
Kahve Molası her gün posta kutuma geliyor ve tüm içeriği okuyamasam da başta sizin girişiniz olmak üzere yazılara şöyle bir göz atıyorum. Diğer konular hakkındaki yazılarınız iyi hoş da, iş politikaya gelince iktidara öyle bir saldırıyorsunuz ki maşallah yılların muhalefet uzmanı, itiraz etmek için doğmuş sayın Baykal bile yanınızda amatör kalıyor. Sizin ve siz gibi düşünenlerin koltuktakilerle ne alıp veremediği var, yıllardır anlamış değilim doğrusu. Bu millette bir kısım insan var ki sağcısı başa gelir adamlar dırdır eder, liberali gelir beğenmezler, solcusu gelir yine laf ederler.Tabi kimileri de sırf "dindar iktidar" düşmanı. Başa gelen kişi biraz seccade görmüş biri olduğu zaman, "eyvaaah yandık ki ne yandık, bittik, mahvolduk, gitti laiklik geldi şeriat, bunlar yarın bizi zorla örter, üzerimize üç de kuma getirir, caaart ... cuuurt ... " ederek ortalığı velveleye vermeye bayılır. Yahu biz size başbakan beğendiremeyecek miyiz? Bu memleket yıllardır, hatta on yıllardır afedersiniz b.kun, borcun, pisliğin içinde. Adamların geldiği olmuş daha ancak 1.5 sene, bu kadar zamanda vatan kurtaracak bir babayiğit var mı şu gezegende de Tayyip bey kurtarabilsin, el insaf yahu!! Haftalardır dem vurup da, çözülemediğinden yana yana şikayet ettiğiniz sorunlar bu milletin ben kendimi bildim bileli yakasında zaten. Kolay mı öyle Cif ile tezgah siler gibi hüüüüp bir geçişte ortalığı pırıl pırıl etmek? Adamların attığı her adıma kusur buluyorsunuz. Sanki daha öncekiler çok mu güzel yönetti bu memleketi? Bir cümleyi 10 dakikada ancak çıkarabilen Mesut Y., başbakanlık anlayışı meydanlarda artistlik yapıp cebini doldurmanın ötesine geçemeyen Tansu Ç., ülke yönetmeyi bırakın kendini yönetmeye mecali olmayan Bülent E., ve daha kimler geldi kimler geçti o koltuktan ve hangisi ne yapabildi? Tayyip E. daha yeni çıktı bu saflara ve henüz 1.5 yıldır savaşıyor. Ülkemin kadrolu muhalefet camiası da "hadi konuşurken aksırsa ya da burnunu kaşısa da biz de ayıplasak" diye açmış dört gözünü bekliyor.
Size tek bir sorum var, tabi iş güçten zahmet edip oturup bana cevap yazar mısınız ya da adımı saklı tutarak bu konuya giriş yazınızda bizzat değinir misiniz bilemem ammaaaa... Edi koltuğundan muhalefet yapmak kolay da, Allahaşkına söyler misiniz, size bugün "başbakan oldunuz, buyrun koltuk, hodri meydan" deselerdi, önümüzdeki bir ya da iki sene içinde ne yapar, sihirli değneğinizi nasıl sallar da bu memleketi cillop gibi yapardınız acep? Valla cevabını harbiden merak ediyorum yani.
Selamlar, Merve Yıldırım''
Gitmeden sizlere bir de içimizden dedikodu vermek istiyorum. Eskiler bilir ama özellikle KM'ye yeni katılanlar için yinelemek gerekirse, 17 Nisan KM'nin 2 seneyi devirdiği, 3 yaşına sağ salim bastığı gün olacak. Sağolsun bazı arkadaşlarımız bu günü hepberaber kutlamak üzere çalışmalara başlamışlar. Benden duymuş olmayın ama aranızdan katılmak isteyen olursa da çok mutlu olacaklarmış. Katılmayı arzu edenler bana bir ufak mesaj yollarlarsa ben sizlere seve seve aracılık ederim. Hadi gene iyisiniz. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
AKIL OYUNLARI : Prof. Dr. Nevzat Tarhan İLETİŞİMDE BAZI ALTIN KURALLAR: |
|
1- Altın orta nokta kuralı: Tarafların beklentileri, fiziksel, ruhsal ve duygusal ihtiyaçları konuşulduğun da; her iki taraf birer adım atarak orta noktada buluşup uzlaşmaya çalışırlar.
2- İyi zan kuralı: Eşinizin sinirli, kızgın, öfkeli veya ilgisiz tavırlarında iyi zanlı yaklaşın. Eşinizi yanlış anlayabileceğinizi, sizi incitmek amacı ile yapmadığını öncelikle düşünün. Olumsuz senaryolara inanmak analitik düşünce yeteneğini bozduğu için kişiyi yanlış yargılara götürür .
3- Kendini gerçekleştiren ön kabul kuralı: Bir insan, diğer insanın kendisi hakkında kötü düşündüğüne inanırsa farkında olmadan beden dili ile bunu yansıtır. Karşı taraf olumsuzluğu hisseder ve savunma işine girer. Karşılıklı negatif etkileşim ve yersiz düşmanlık duyguları oluşur. Bunun çaresi diyalogu sabırla devam ettirmektir.
4- Saldırı hakkı tanımak: Bir insan her zaman neşeli, mutlu olması hoş olurdu ama bu mümkün değildir. Eşinizin sinirli olmasının nedeni sizinle hiç ilgili olmayabilir. Ona saldırı hakkı tanımak gibi güzel bir armağan verirseniz fırtınaya fırsat vermezsiniz.
5- Kendinizi kanıtlamanız gerekmez: Her anlaşmazlık genelde tarafların güç mücadelesine dönüşüyor. Kendi kimliğini, özgürlüğünü ispat etmek için fırsat olarak görülür. Bu düşünce tarzı karşılıklı duygusal enerjileri savunmaya harcamaya iter. Sürekli gerilim hali devam eder. Böyle durumlar çok az sevgi sağlar ve ilişkileri sağlamlaştırmaz. Kendine güvenen insan kendisini ispata ihtiyaç hissetmez. Başarıları kendini kanıtlamaya yeter.
6- Aykırı duygulara sahip olma hakkı tanımak: Duygular genelde ak ve kara şeklinde değildir, gri tonları daha fazladır.İnsan duygu yapısı çeşitli duyguların karışımından oluşur. Şuan sevgi hissetmediğimiz kişi ve olay tekrar sevmeyeceğimiz anlamına gelmez. Sevgi değişkendir, bırakalım karşımızdaki olaylarda farklı duygular gösterebilsin.
7- Avukat gibi değil hakim gibi olmalı: Bir şeyler ters gittiğinde hata nerede objektifliği ile hareket etmek. Benim “ Eşim haksız da olsam beni desteklemeli “ düşüncesini sorgulamak gerekir. Bazen kol kırılır yen içinde kalır ama bu hatayı onaylamak şeklinde olmamalıdır.
8- Ayda bir oturum yapmak: Evlilik anlaşmaya varma sanatıdır. Bunun için gündemli oturumların ihtiyaç sıklığına göre yapılması çok işe yarar.
9- Eşini değiştirmeye çalışmamak: Evlilik sorunlarından önemli bir kısmı kişi kendisi hakkında düşünmez, eşi hakkında düşünür.Onun ruhunu bile kontrol etmek ister. Başkalarının olmalarını istediği gibi olmadıklarına sinirlenmek yanlıştır. Çünkü; sen kendin bile olmak istediğin gibi olamıyorsun.
10- Aidiyet duygusu ve bağlılık testi: (tablo 1 ) :
1- Aileye güçlü bir şekilde bağlı olduğumu hissediyorum.
2- Aileye ait olduğum için memnunum.
3- Ailenin önemli bir parçasıyım.
4- Diğer aile üyeleri ile uyumum iyi.
5- Ailem tarafından engellenmediğimi, desteklendiğimi hissediyorum.
6- Ailemin geleceğini çok iyi görüyorum.
7- Hasta ve muhtaç olsam ailem yanımdadır.
8- Ailemdeki çok kişi benim için birçok zevklerinden vazgeçebilirler.
9- Beraber özel zaman geçirebiliyoruz.
10- Övgü takdir sözcüklerini aile içinde çok kullanırız.
11- Ailede kararları beraber alırız.
12- Kendimi ailede önemli hissederim.
13- Kendimi ailede değerli hissederim.
14- Düşüncelerim dinlenir, eksikliğim hemen fark edilir.
15- Benimle yakından ilgilenilir.
16- Bana saygı gösterildiği, varlığımın farkına varıldığı, hissini hep taşırım.
17- Bana güvenildiği hissini hep taşırım.
18- Sevgi ve şefkatin yoğun yaşandığı bir ortamdayım.
19- Kendimi evde mutlu hissediyorum.
0: hiç 1: Az 2: Orta 3: İyi 4: Çok iyi
Not: Eğer puanınız 20’nin altında ise avukatınızla konuşunuz.20 – 40 arası ise psikolojik yardım almalısınız.
11- Sosyal baskı ve yasaklara sağlıklı tepki: Bastırılmış duygu, duygusal yoksunluk psikolojik hasar oluşturur. Bastırılmış duygular yeni tecrübeler, kendini kanıtlamaya, sevilme, övülme arayışlara itebilir. Doygunluk ve haz için haklı ve mantıklı tepkiler verip veremediğinizi kontrol edin.
12- Boşanma tehdidine dikkat: Şok konuşmalar yapmak, evliliği test etmek tehlikeli yöntemlerdir. Güven ve sevgiyi arttırmaz. Egonuzu tatmin çabasından başka bir şey değildir. Kazananı olmayan bir uygulamadır.
13- Farklı düşünmeyi sağlamak: Sorun olduğunda verdiğimiz tepki karşımızdakini düşündürtüyorsa başardınız demektir. Sorunlu evlilikler de çocuğu kullanmak eğer düşünce kalıplarını değiştirirse faydalıdır.
14- Kontrol duygusunu hesaba katmak: Karşınızdaki kişiye kontrolü kaybediyor hissini uyandırırsanız ilişki zarar görür. Kazan – kazan ilişkisi için iki tarafta kontrol bende diyebilmelidir.
15- Fırtınalara fırsat verin: “Bu adam beni deli etti “ diyorsanız bırakın fırtına essin arkasından sağanak yağış gelsin sonradan çiçekler açacaktır.
16- İzle – bekle yöntemi: Sabırlı olmak diğer bütün erdemlerin geliştiği temel erdemdir. Sabır ve zaman duygusu birbiri ile ilişkilidir. Hayatın kalıcı zevkleri beklemeyi bilenlere verilir. Meditatif bir eylem olan sabır sadece katlanmak anlamına gelmez. İnsan kendisini bir zevkten mahrum bırakıyorsa mantıklı bir nedeni olmalıdır. Aktif sabır dediğimizde de kişi hareket halinde bekler. Ümidini kaybetmez sürekli fikir üretir. Kesinlikle sabır haklı ve mantıklı olmalıdır. Kişiliği ezdirmek, hakkını aramamak sabır değil pasifliktir. Girişimciliği yok eder. Aktif sabır ise sessiz ama soylu bir davranıştır. ”Senin yaptığını onaylamıyorum ama evliliğimiz için bu yaptıklarına katlanıyorum “ diyebilen insan karşı tarafın kendisini suçlu hissetmesine neden olur ve sonuca yaklaşır.
17- “ Ah Olsaydı “ sendromuna dikkat: Amerikalılar “ Eğer, umarım, gelecekte “ sözcüklerini çok kullanırlar. Bu kapitale dayalı sistemin daha çok şeye sahip olmayı teşvik için geliştirildiği sistemin sonuçlarıdır. Beklenti düzeyini yükseltir. Çok şeye sahip olduğu halde mutlu olamayan insanlar çoğalır. Sahip olduğu şeyin değerini bilen ama çoğu hedefleyen insan tehlikeden kurtulur. Yetinme duygusu yani kanaat tembelliğe itmemeli ama nankörlük gibi bir çirkin özellik evliliğe çok zarar verir. Daha iyiyi isterken sahip olduğu şeylerin farkına varmayan insana nankör denir. Doyumsuz eşler ciddi evlilik sorunlarına neden olurlar.
18- Şefkatin önemi: Sevgiden farklı bir duygudur. Batı dillerinde tam karşılığı olmayan karşılıksız sevgi olarak da söylenebilir. Annenin çocuğuna verdiği en önemli hediyedir. Ruhsal bir enerjidir ve verdiği kimseyi de vereni de iyi hissettirir, şefkat şefkati doğurur. Vicdana giden duygudur, iç sesi, içteki uyarı sistemini harekete geçirir. Bu duyguya sahip kişi bilerek kötülük yapmaz. Şefkatli kişilerin iyi eş olmaları daha kolaydır.Yumuşak ve sıcak kalpli insanları kim sevmez ki. Şefkatli insan aynı zamanda bağışlayıcıda olur affetmeyi başarır. Sevgide bağışlayıcılık daha azdır.
19- Olgun savunma mekanizmaları: Bunları bilmekte ve sorunlu kişilik tiplerini tanımakta yarar vardır.
Sublimasyon ( Yüceltme ): İç çatışma yaşayan kişi yüce değerlere sarılarak ego doyumunu sağlar.
Alturizm: İç çatışmadan fedakarlık yaparak çıkmayı başarmaktır.
Assetizm: İç çatışma durumunda zevke değer vermemeyi, zevki ertelemeyi başarmaktır.
Antisipasyon: Sezinleme ve önsezi özellikleri ile sorunu önceden çözümlemeyi başarmaktır.
Supresyon: İç çatışma yaşandığında sorunu çözüp bilinç altının derinliklerine gömmeyi başarmaktır.
Nevzat Tarhan
ntarhan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
YAŞAM BİR ÇERÇEVEDE GİZLİ - I -
Yaşlı adam, elinde tahta bavuluyla yavaş adımlarla ilerliyordu. Yılların ihanetine uğrayan ayakları, iri gövdesini taşımaktan yorulmuş olacak ki, bir yandan da bastonundan destek alıyordu. Yüzündeki gülümsemeye rağmen, acı çektiği herhalinden belli oluyordu. Baharın gelişiyle yeşillenmiş olan bu parka uzun zamandır gelmemiş olduğunu fark etti. En son geçen sonbahar gelmişti. Geçen zamanda hayatında değişen tek şey ise mevsimler olmuştu.
Gözüne kestirdiği boş bir banka oturdu. Demir kısımları paslanmış, koyu yeşil bank yaşlı konuğunu ağaçların gölgesinde ağırlıyordu. Sabahın erken saatleri olsa bile güneşin yakıcı sıcaklığı hissediliyordu. Adam, ağaçların gölgesine sığındığında biraz rahatladı. Yaklaşık iki saattir yürüyordu. Yaşlı ve yorgun bedeni için hayli uzun bir yoldan gelmişti. Önce bavulunu ve bastonunu koydu yanına, sonra buruşuk elleriyle alnını terleten kasketini çıkardı. Kasketini bavulunun üzerine koydu. Cebinden çıkardığı bir mendille alnında ve yüzünde biriken terleri sildi. Elleri ile saçlarını düzeltti. Tüm bunları yaparken hiç acele etmiyordu. Beklediği ya da bekleyeni yok gibiydi. Mendilini yerine koyarken, cebinden çıkardığı tren biletini eline aldı. Uzun uzun bu tren biletine baktı.
"Daha zamanım var, " dedi usulca kendi kendine.
Bileti tekrar cebine yerleştirdi. Tahta bavulu dizlerinin üzerine koydu. Yavaşça kilitini açtı ve bavulun içinden büyük bir çerçeve çıkardı. Hemen hemen bavulun ebatlarında olan, bu hayli pahalı görünen çerçeveyi özenle bankın üzerine koydu. Bavulunu kapattı ve tekrar aldığı yere bıraktı. Altın rengi, üzeri desenli büyük çerçeveyi, adeta bir bebeği tutuyormuşcasına, dikkatli bir şekilde dizlerinin üzerine koydu. İki eliyle sıkı sıkı tuttuğu bu çerçeveye bakarken, yanına oturmaya çalışan iki kişinin farkına varmamıştı.
- Merhaba amca, diye seslendi daha genç olanı.
Duyduğu bu sesle bir an irkildi, sanki çerçeveyi elinden düşürecekmiş gibi oldu.
- Merhaba, diye kısık ve yorgun bir sesle yanıtladı adamları.
- Oturabilir miyiz amca? diye sordu diğerinden biraz yaşlıca olan adam.
- Tabii, diyerek biraz daha bankın kenarına giderek, onlara yer verdi yaşlı adam.
- Havalar güzel gidiyor, diye ortaya bir söz attı genç olan.
Kısa bir sessizlik oldu. Yaşlı adam, yanına gelen bu iki adamın kendisi ile konuşmak istediklerini tahmin etmiyordu. Bu yüzden gözlerini elindeki çerçeveden ayırmıyordu.
- Amca sana diyorum ya havalar, havalar ısrarcı bir şekilde devam etti genç.
Belli ki işleri güçleri yoktu, belli ki birbirleriyle konuşacakları yoktu. Yanlarına oturdukları yaşlı adamla sohbet etmek istiyorlardı. Yaşlı adam sessizliğini bozmadı. Elindekine bakmayı sürdürdü.
- Anladım, dedi yaşlıca olan gence
- Neyi? diye sordu genç olan
- Amca eski anılarına dalmış, baksana elindeki çerçeveden gözlerini ayırmıyor, dedi yaşlıca olanı.
- Amca ya, baktığını bize de göstersene, acayip merak ettim, diye laubali bir sesle devam etti genç olanı.
Yaşlı adam, griye çalan kısık yeşil gözlerini iki adama çevirdi. Ve kısık sesiyle konuşmaya başladı.
- Sizin ne kadar ilginizi çekeceğini bilemem, ama isterseniz bakın, diye uzattı altın renkli çerçeveyi genç olana.
- Amca, burada bir şey göremiyorum dedi önce genç adam.
Yaşlı adam, cebinden çıkardığı mendille sildi çerçeveyi ve sonra devam etti sözlerine.
- Şimdi bak, ama sadece ve sadece burada gördüğün kendince en önemli şeyi söyle bana.
- Bu hiç zor olmayacak amca, dedi genç olan.
- Ama yalnızca bir tek şey söylemelisin. Orada gördüğünü etmelisin, dedi yaşlı adam.
Genç adam, biraz da şaşkınlık içerisinde çerçeveye bakmaya başladı. O çerçeveyi yaşlı adam gibi sıkı tutmuyordu. Her an elinden düşecekmiş gibi duran çerçeveyi bir sağa, bir sola eğip duruyordu. Belli ki gördüğü en önemli şeyi tarif etmek ona zor geliyordu. Öğle yemeğinden sonra, biraz hava alalım isteğiyle geldikleri parkta, meçhul bir yaşlı adamın oyununa dahil olmuştu. İş arkadaşı onun kadar meraklı görünmese de, arkadaşının omuzunun üzerinden çerçeveye bakmaya çalışıyor ama sürekli hareket halindeki arkadaşı yüzünden başarılı olamıyordu.
Nihayetinde, genç adam çerçeveyi sıkı sıkı tutarak sözlerine başladı.
- Koyu takım elbiseli, yakışıklı bir adam...
- Demek sen o adamı seçtin, diye anlamlı bir ses tonuyla sözünü kesti genç adamın ve sordu
- Peki onun gözlerinde ne görüyorsun?
- Her şeyden önce gençliği, heyecanları ve hırsı görüyorum. Oldukça hırslı biri. Hep kazanmaya oynuyor gibi. Arkasındakileri tam seçemiyorum, biraz puslu. Dünyayı hep kendi çevresinde görmek istermişcesine ortada duruyor. Hayli şık birisi, giyinmeyi biliyormuş. Yaa, amca ben bu oyunu çek sevdim, daha devam edeyim mi?
- Sen bilirsin, ama yalnızca seçtiğin adamın gözlerinde ne gördüğünü söylemelisin, başka şeyleri değil, dedi yaşlı adam.
- Bende öyle yapıyorum zaten, sadece gördüklerimi söylüyorum. Bu adam fazla büyük acılar çekmemiş, yüzünde yıpranmışlık yok. Biraz bencillik görüyorum kısılan gözlerinde. Bence hep kazanan bir adam o.
Yaşlıca olan iş arkadaşı şaşkınlık içinde genç arkadaşını dinliyor, çerçeveye bakmak için sabırsızlanıyordu. Ama genç olan elinden bırakmak istemiyordu. İlk bakışta gördüğü kişiyi tarif etmenin verdiği heyecan çok hoşuna gitmişti. Yaşlıca olan iş arkadaşı saatine baktı.
- Haydi biraz acele et, mesainin başlamasına onbeş dakika var. Daha ben bakacağım. Genç olan çerçeveyi bırakmadan kısa bir süre sessizce kaldı. Sonra arkadaşına döndü
- Haydi gidelim, sen başka bir zaman bakarsın.
Genç adamın elinden çerçeveyi büyük bir ttitizlikle alan yaşlı adam, genç adama
- Gördüklerini asla unutma, dedikten sonra yaşlıca olana döndü.
- Maalesef ben daha sonra burada olmayacağım, ama bu çerçeveye bakma şansın hep olacak.
İkinci planda kalmaktan dolayı morali bozulan yaşlıca olanı,
- Bende oradakileri görmeyi çok istiyordum. Oradan önemsediğim şeyi bulup çıkarmayı.
- Elbet başka bir yerde bu çerçevenin bir benzerine bakma fırsatın olur, dedi yaşlı adam.
Aralarında küçük bir tartışma yaşayarak bankın ve adamın yanından uzaklaştılar. Genç olanı bir sigara yakmıştı. Yaşlıca olan sağ elini cebine sokmuştu, sol eliyle el salladı geriye dönüp yaşlı adama.
Yaşlı adam, yine kendisi ile başbaşa kalmıştı. Ağaçların tepesindeki kuşların seslerinden başka bir ses duyulmuyordu etrafta. Tekrar uzun uzun çerçeveye bakmaya başladı.
"Oysa ne çok şey görmeliydi" diye mırıldandı kendi kendine. Kendi göremediklerini hatırladı birden. Biraz içi buruldu. Tekrar çerçeveyi bankın üzerine bıraktı ve bavulunda birşeyler aramaya başladı. Karnı acıkmıştı. Daha akşama çok vardı. Bavulun içinden bez bir torba çıkardı, bez torbanın içinden iki ayrı poşet. Poşetlerden birinden yarım ekmek çıkardı, diğer poşetten dilimlenmiş bir peynir parçası. Peyniri ekmeğin arasına koydu. Poşetleri tekrar bez torbanın içerisine yerleştirdi ve sonra torbayı bavula koydu. Bunları yaparken, peynirli ekmeği daha önceden bankın üzerine yaydığı mendilinin üzerine bırakmıştı. Bavulu tekrar yere koydu. Ve dişsiz ağzıyla peynirli ekmeğin ilk dilimini koparmayı başardı. Defalarca çiğnediği lokmasının ardından bir kez daha ısırdı ekmeği. Dişsizliğine rağmen, açlığı ağır bastırmıştı. Biraz acı duyarak yemeye devam ediyordu. Yutkunurken zorlandığını hissetti. Damağı kurumuştu. Lokmaları koparıp, defalarca çiğnemekten yorulmuştu yaşlı adam. Daha yarısını bile yemediği ekmeği tekrar mendilin üzerine bıraktı. Tekrar bavuluna doğru yöneldi. Bavulundan hayli eski görünen bir termos çıkardı. Metal rengi solmuş termosun kapağını yavaşca açtı. Kapağı ters çevirip bardak haline getirdikten sonra, termosun içindeki suyu yavaş yavaş bardağa boşalttı. Yudum yudum suyu içti. Boğazının kuruluğu biraz olsun azalmıştı. Bardaktaki suyun hepsini içtikten sonra, termosun kapağını kapattı ve bankın üzerinde duran mendilinin üzerine yatık bir şekilde yerleştirdi. Tekrar ekmeğini eline aldı ve adeta kemirircesine yemeye başladı. Ekmeğin tamamını bitirdiğinde hayli zaman geçmişti. Yaşlı, dişsiz ağzı yediği ekmekle büyük bir mücadele etmişti. Yine boğazının kuruduğunu hissetti. Tekrar termosu açtı ve bu sefer bardağın hepsini doldurmadan iki sefer su içti. Termosu kapattıktan sonra, yeniden bavula yerleştirdi. Bunları yaparken öylesine yavaş hareket ediyordu ki; dışarıdan onu seyredenler olsaydı, adamın hareket etmediğini bile düşünürlerdi. Bavulunu bankın yanındaki yere koydu. Bankın üzerinde duran çerçeveyi yeniden eline aldı ve sımsıkı tutarak bir sağa bir sola hareket ettirmeye başladı. Adam bu hareketleri yaparken yüzünde bir gülümseme belirmişti.
Öğle güneşi tüm sıcaklığı ile yüzüne vuruyordu. Sabahtan beri gölgesine sığındığı ağaç bile yüzüne vuran güneşin yakıcılığına engel olamıyordu. İlerde gölgede kalan banklara baktı, ama yerinden kalkıp oraya gitmeyi istemedi. Yüzüne vuran sıcaklık, buruşuk yüzünün tüm gölgelerine sinmişti. Kısık gözleri daha bir kısılmıştı. Elindeki çerçeveyi bırakamıyordu. Ama alnına biriken terlerin yavaş yavaş yüzüne akmaya başladığını hissediyordu. Sağ eliyle çerçeveyi tutarken, sol eliyle cebindeki mendili çıkardı. Her zamanki yavaş hareketleriyle alnında biriken terleri sildi, sonra mendili yüzünde gezdirdi. Bavulunun üstünde duran kasketini yeniden başına geçirdi ve mendilini cebine koyduktan sonra tekrar çerçeveyi iki eliyle kavrayarak bakmaya başladı. Baktıkça yüzüne vuran gülümseme, yerini biraz hüzne bırakıyordu. Terine karışan gözyaşları ise gizli gizli akmaya başlamıştı. Elleri titriyordu. Ama hala çerçeveyi sıkı sıkı tutuyordu. Çerçevenin altın rengi güneşte parlıyordu. Adam çok uzaklara dalıp gitmişti, yanına oturan iki kadını nice sonra farketti.
Arkası Yarın
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : H.Anıl Analan |
Hatıra Unutma Merkezi -II-
Muzaffer yalnız başına yürürken bir yandan gökyüzüne ve kuşlara bakıyordu.İçine sindiremediği mağlubiyeti unutmaya çalışıyordu.Öyle berbat hissediyordu ki aslında , kendini öldürmeyi sıklıkla düşünmeye başlamıştı.
Derken , poliklinikten dağılan kalabalığa gözü ilişti."Bu da ne yahu?" diye kendi kendine mırıldandı ve gidip bir bakmaya karar verdi.
Yaldızlı harflerle "H.U.M" yazılı tabelayı gördü , altında küçük puntolarla yazan "Hatıra Unutma Merkezi"'ni okuyunca aklı başına geldi."Tabii ya şu gazete ilanı , rastlantıya bak!" diye içinden geçirdi.Bir iki adım attı ve durdu.Sonra içinden "Haydi hayırlısı" diyerek "Hatıra Unutma Merkezi"ne doğru yürümeye başladı.
Kapıdan içeri girdiğinde yerde basın toplantısının ardından kalan kağıt parçaları ve boş plastik bardaklar vardı.
Sekretere doğru gitti ve "Merhaba!" dedi.
-Buyrun hoşgeldiniz , oturun.
Muzaffer , sekreterin masasının hemen önünde duran rahat koltuğa oturdu.
-Ben unutmak istiyorum.
Sekreter gülümseyerek ;
-Tamam efendim , size doldurmanız gereken formu vereyim , buyrun.
-Ben ücreti de öğrenmek istiyorum , unutmanın fiyatı ne kadar acaba?
Sekreter yine gülümseyerek;
-Siz ilk hastamız olduğunuz için sanırım doktor beyler bir indirim yaparlar.
-Pekiyi buna sevindim.
Muzaffer formu doldurmaya başladı.Formda çok özel sorular da vardı , bunları cevaplamakta tereddüt etti ama aklına Selin ve de gözlerine yaş gelmeye başlayınca tereddütünden vazgeçti.
Bu arada sekreter , doktor beyleri telefonla arayıp ilk hastalarının geldiğinin müjdesini vermişti bile.
-Metiiin bak ilk hastamız gelmiş bile , hadi iddiaya girelim.
-Of Sami of yani , dinin imanın para olmuş senin.
-Hadi Metin! Ben tahmin ediyorum , eeeee , tecavüze uğramış bir bayan !Arabamı koyuyorum bahse.
-Öff hiç sevmem böyle şeyleri pekiyi gönlün olsun , bence bir hasta yakını.
-Lan ben neden düşünmedim bunu?
-Yani Sami aklın fikrin .... neyse , arabanı istemiyorum rengi zaten hiç hoşuma gitmiyor , onun yerine , öğlen yemeği yapalım.
-Tamam.
İki doktor aşağıya inip Muzaffer'i görünce Metin'in içi rahatladı , onun bir hasta yakını olduğunu düşünmüştü .İddiayı kazandığı için de sevinmedi çünkü Sami bu huyundan yenilse de vazgeçmeyecekti.Sami ise Muzaffer'i görünce içinden "hay aksi, araba gidiyormuş az daha" diye geçirdi.
Sami yüzünü buruşturarak ;
-Buyrun efendim siz ilk hastamızsınız , tebrik ederiz.
Metin , Sami'ye alaycı bir bakış takınarak ve gözlerini Sami'ninkilere dikerek ;
-Tebrik ederiz , şöyle buyrun özel odamıza geçelim , formunuzu da Dr.Sami'ye verin .
Cümlesine içinden "ibret olsun diye." ekledi.
Dr.Sami formu okuyunca ses tonunda bir ilkokul çocuğunun şenliği oluştu ;
-Demek ayrıldığınız sevgilinizi unutmak istiyorsunuz , ilginç , değil mi Dr.Metin?
Dr.Metin hafifçe gülümsedi.
Girdikleri odada saatler süren konuşmaların ardından , Muzaffer bu işlemi yaptırmaya ve Selin'i aklından çıkarmaya , doktorlar ise Muzaffer'in işlem için uygun olduğuna karar verdiler ve ertesi gün için Muzaffer'le sözleştiler.
Muzaffer poliklinikten ayrılırken içinde bir rahatlık oluştu.Selin yine de aklındaydı ama kendini avutacak birşey bulmuştu nasıl olsa.
Evine gitti ve biraz ortalığı toparladı , ailesinin resmine baktı , iç geçirdi.
Tam akşam yemeğini yemek üzareyken kapısı çalındı , gelen ağabeysiydi.
-Lan Muzaffer , hayvan herif , evde yoksun , işte yoksun , telefonun kapalı , nedir bu hal oğlum?
-Ağabey dur anlatıcam , gel yemek yiyelim önce.
-Tamam geç hadi geç.
Yemekte Muzaffer ve ağabeysi herşeyi eni konu konuştular.Fakat ağabeysi bir türlü ikna olmamıştı.
-Delirticeksin oğlum sen beni.Neymiş bu unutma falan hikayeleri , saçmalama , iyi ki annemle babam yoklar , meydanı boş sanma , biz varız burda , daha ölmedik oğluum , akıllı ol biraz , başka kız mı yok?
-Ağabey öyle deme Selin'den başka kız yok bana.
-Tüh sana be.
-İçecek birşeyler getireyim ben.
Sohbetleri alkolun de etkisiyle biraz yumuşamıştı , radyoda çalan aşk şarkıları ikisinin de efkarlanmasına neden olmuştu.
-Off beee , lan unutucaksın , geçicek öyle mi?
-Öyle ağabey , canım yanıyor.
-Olm sen acı mı çektiğini sanıyorsun ? Sana bir soru sorayım.Dünya'dan acıyı çıkarırsan ne kalır?
-Hıck!Ne kalır ağabey?Mutluluk , neşe , heeeyt! Karakolda ayna vaar , ayna vaaar!
-Şşşşş saçmalama , bak sana söyliyeyim , Dünya'dan acıyı çıkarırsan daha çok acı kalır , bu lafımı da yaz bir yere çerçevelet , as.
-Haydii çin çin.
Ağabeysi ne dediyse Muzaffer'i operasyondan vazgeçiremedi.
Ertesi gün , H.U.M'da;
-Sami , bağlantı uçlarını kontrol ettin mi?
-Ettim , Metin.
-Tamam , hasta narkozda , yavaş yavaş seviye bire geçelim.
-Tamam.
-Ekranda olsun gözün , kaldır o dergileri oradan!
-Tamam be Metinciğim.
-Bölgeye ulaştığımızda beni uyar.
-Pekiyi .
-Ulaştık mı?
-Ha , evet ulaşmışız.
-Tüh ulan , operasyon bitince hatırlat yüzüne tüküreceğim.
Lakayıt ve başarılı bir operasyonun ardından Muzaffer'in beyninden Selin ile ilgili her türlü anı yok edilmişti.Muzaffer'e üzerinde "Hatırlamak istersen ara." yazılı kartı da vermişlerdi.
Muzaffer operasyonun ardından kendini harika hissetmeye başladı , mutlu bir insan oldu.
İşyerine gittiğinde patronuna tonlarca yalan uydurması gerekti.
Günler günleri kovaladı , aradan iki yıl geçti .
Seçimler oldu ve hükümet değişti.
Son gelen hükümet ile birlikte sağlık bakanı da değişmişti ve ortada "H.U.M." ile ilgili garip söylentiler dolaşmaya başlamıştı.Söylentilere göre , hastaları tedavi etmek yerine onları kobay olarak kullanıyorlardı.Ama ortada halinden şikayetçi ne bir hasta yakını ne de bir hasta vardı.
Yeni sağlık bakanının açtığı soruşturma neticesinde eski sağlık bakanı hüküm giydi , süper doktorlarımız ise hem meslekten men edildi hem de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar.
"H.U.M" artık kapanmıştı.Dr.Metin ise Dr.Sami'ye lanetler yağdırıyordu.
Dr.Sami "H.U.M" kapanırken ,hırsından, anıların depolandığı ve içerisinde yaklaşık olarak ikibin insanın anılarının bulunduğu diskleri ve yedeklerini kasten yakmıştı , kısacası tüm anıları da kendisiyle birlikte hapise götürmüştü.
Arkası Yarın
H.Anıl Analan
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Kemal Türkmen |
DUYGULAR
Duygular, eğitildiğinde bireylere erdem kazandıran değerlerdir. Aristotales, erdemin kazanılmasının ayni zamanda duyguların eğitimiyle ilgili bir konu olduğunu ve bizim korku, kızgınlık gibi duygulardan kurtulmak yerine, kendimizi doğru kişiye, uygun durumda , haklı nedenle uygun miktarda kızgınlık duymak bakımından eğitmemiz gerektiğini söyler.
Çok uzun bir zamandır, duygusal olmak modern insan için bir erdem sayılmamakta. Birey günümüzde, duygularını arkasına gizlediği binlerce maske ile senaryosunu başkalarının yazdığı ve yönettiği yarar amaçlı adı yaşam olan bir oyunda oynuyor.
Nefret ettiğiniz kişilere son derece sevecen ve dost görünebilmek, bugün siyah dediğiniz şeyi, yarın beyaz, sonraki gün kırmızı olarak sunabilmenizdeki inandırıcılığınız, bu yozlaşmış dünyada sanki başarının sırrı oldu. Bir konuda haklı görülürken gücünüzü yitirdiğinizde ayni konuda haksız olabilirsiniz. Günümüzde 'yarar' rüzgarlarına bağlı olarak, doğru ,yanlış, iyi ve kötü gibi kavramları biteviye değişmektedir.
Ben mutlu olabilmenin bir yolunun eğer varsa yüzümüzdeki maskelerden kurtulmaktan geçtiğine inanıyorum. Onlar, yaşamımızı zorlaştırdığı gibi bizleri her geçen gün biraz daha mutsuz ve yorgun yapıyor.
Sevgiye ulaşabilmek, bu katmerleşmiş maskeleri teker teker kazımadıkça sanki olanaksız gibi. Akıl duygularımızla kimi durumlarda çelişebilir ama kanımca sevgi ve ahlak alanlarında, duygularımıza en az aklımız kadar önem vermemiz gerekmektedir.
Ben tüm maskeler atıldığında, insanları birbirine çeken, birbirine bağlayan doğal bir eğilimin, doğal bir kaynaşmanın ve uyumun hemen gerçekleşeceğine inanıyorum. Bunun felsefede karşılığı 'duygudaşlık (sympathie) ' olarak geçer.
Kemal Türkmen
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Merhaba,
Bugün sizlerle ilk olarak Nil Karaibrahimgil'in son çalışması "Nil FM"i, ardından Julia Roberts'ın idealist bir öğretmeni canlandırdığı "Mona Lisa Gülüşü"nü ve son olarak Selim İleri'nin iki kadının aşkını ele aldığı "Yarın Yapayalnız"ı paylaşacağım.
Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.
NİL FM / NİL KARAİBRAHİMGİL :
Türk popunun çılgın, Hazırkart reklamların özgür kızı Nil Karaibrahimgil, kendi dünyasının kapılarını ilk kez araladığı albümü "Nil Dünyası"nın ardından ikinci albümü "Nil FM" ile sevenlerine radyo tadında bir albüm hediye ediyor.
Nil, geçen sene sekiz Grammy alarak bütün gözleri üzerine çeviren Norah Jones'un da iki parçayla yer aldığı, Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli caz müzisyenlerinden olan İlhan Erşahin'in "Wax Poetic" grubuyla birlikte kaydettiği yeni albümü "Nublu Sessions"a konuk sanatçı olarak katıldı. Bu sayede Nil, Jones ile birlikte uluslararası bir projede çalışmış oldu.
İlk albümünde erkek hakimiyetinin sürdüğü dünyadan sıkılan ve hayatındaki olumsuzlukların "Erkekler Yüzünden" olduğunu haykıran, sevgilisine "Ben Ona Resmen Aşığım" diyen ve onun için "Kek" yapan, kız kıza rekabeti "Pelin"le anlatan, kendisini "Madonna Olacakmış" diye anlatan Nil, ilk albümünde olduğu gibi bu albümünde de bir genç kızın kendi iç çatışmalarını, hesaplaşmalarını, dostluklarını ve aşklarını ön plana çıkartmış. İlk albümüyle dünyasının kapılarını açan Nil, ikinci albümüyle radyo kanalı kuruyor.
Nil FM'in özel cingılının da yer aldığı albümde çıkış parçası olan "Gitme Yoksa", "Akbaba", "Ben Aptal Mıyım?" ve "Havuz Problemi" dikkat çeken çalışmalar. Ayrıca albümde Orkid'in 25. Gümüş yılı için yapılan ve kısa sürede gündeme oturan reklam cingılı "Çocuk Da Yaparım Kariyer De"de bulunuyor.
Esprili sözleri ve farklı melodisiyle insanın radyosunu hep bu frekansta tutturası geliyor "Nil FM"le.
MONA LİSA GÜLÜŞÜ (MONA LİSA SMILE) :
Toplumu her zaman bir adım öne taşıyan insanlardır sıra dışı idealist kişiler. Ancak onlar sayesinde halklar bazı cesur adımlar atabilirler. İlk bakışta yadırganan bu insanlar ya zaman içinde bulundukları topluluk tarafından kabullenilir ve değerleri onay görür ya da dışlanırlar. Ancak sabit olan bir şey vardır, ki bu da tepkidir. Çünkü toplum durağan bir topluluktur ve değişimi çok sevmez. Ancak bu tepkinin ne kadar büyük olup olamayacağı halkın ve zamanın şartlarına göre değişir.
"Mona Lisa'nın Gülüşü" bizleri Amerikan'ın muhafazakarlığının had safhada olduğu 1950'lere götürüyor. Katherine Watson sanat öğretmeni olarak California'dan New England'daki Wellesley Koleji'ne gelir. Amerika henüz savaştan yeni çıkmış yorgun bir ülkedir. Katherine bu ortamda ülkenin en iyi öğrencilerine sahip olduğunu ve onların bütün imkanlardan yararlanmaları gerektiğini düşünmektedir. Ancak herşey Katherine'in düşündüğü gibi gitmeyecektir. Çünkü kasaba halkı saygınlığı paraya endekslemiş insanlardan oluşmaktadır.
Katherine idealist ve sıra dışı olmasının bedelini ise muhafazakarların düşmanlıklarıyla almaktadır. Okulda çok kapalı görüşlere sahip olan öğretmenler bulunmaktadır. Bunlardan biri olan Nancy Abbey de kızların okuması yerine iyi bir evlilik yapmaları taraftarıdır. Bu görüşe sadece öğretmenler değil kasaba halkı da sahiptir.
Katherine'e karşı olanlardan biri de öğrencilerden biri olan ve yeni evlenen Betty'dir. Betty'nin düşmanlığının nedeni Katherine'in, en yakın arkadaşı Joan'ı Yale Üniversitesi'ne göndermek istemesidir. Joan ise erkek arkadaşından evlenme teklifi alacağı bir dönemdedir.
Ancak herşey bu kadar da karamsar değildir. Bazı öğrenciler genç öğretmenden pek çok şey öğrenmektedir. Kısa bir süre içinde Katherine bazı öğrencilerin akıl hocası konumuna gelmiştir. Onlara düşünmeyi ve kendi yollarını kurmayı öğretmeye çalışmaktadır.
'Donnie Brasco ve 'Dört Nikah Bir Cenaze' filmlerinden hatırlayabileceğimiz İngiliz yönetmen Mike Newell imzası taşıyan "Mona Lisa Gülüşü", uzun süredir beyazperdede göremediğimiz Julia Roberts, Julia Stiles, Kirsten Dunst ve Maggie Gyllenhaal gibi başarılı oyuncuları birleştiriyor.
Film bize idealist öğretmen imajıyla dünya çapında büyük yankılar uyandıran "Ölü Ozanlar Derneği"ni hatırlatıyor.
"Mona Lisa Gülüşü"nün adı da bir başka merak konusu. Neden Mona Lisa? Bunun nedeni Da Vinci'nin eserindeki kadının gerçekten mutlu olup olmadığı bilinmeyen o esrarengiz gülüşünde yatıyor.
1950'lerin Amerikan eğitim sistemine eleştiri getiren ve öğretmen-öğrenci ilişkilerine getirdiği farklı yorumuyla "Mona Lisa Gülüşü" mutlaka izlenilmesi gereken bir film.
YARIN YAPAYALNIZ / SELİM İLERİ :
Aşk dünyada bir eşi olamayacak kadar güçlü bir duygudur. Hiçbir şey onun kadar yer, zaman,biçim dinlemez değildir. Selim İleri de bu güçlü duyguyu ele alıyor ve çok güzel bir şekilde işliyor.
İleri oldu olası hep medya tarafından aşk yazarı olarak lanse edilmiştir. Ancak o kendince hiçbir zaman aşkı yazan biri olmamıştır. İşte bütün bunlara karşı İleri bir aşk romanı yazmaya karar vermiş. Ancak söylenenlere inat imkansız bir aşk hikayesi yazmış ve ortaya "Yarın Yapayalnız" ortaya çıkmış. İmkansız aşktan kastı sadece yaşları, kültürel ve sınıfsal farkları değil yazarın. Ne de olsa bunlar çokça işlenmiş konular. İleri bir adım daha ileri gidiyor ve iki kadının ünlü soprano Handan ile terzilik yapan gencecik Elem'in tutkulu ve hüzünlü aşkını anlatıyor. Bu sayede kadınların dünyasına da giriyor bu romanıyla. Karmakarışık duyguları ve tutarsızlıklarıyla...
Ayrıca İleri yazım tekniğinde de bir değişikliğe gidiyor. Hikayeyi romanlarında, hikayelerinde aşka yer veren ancak aşkı yazmayan Selim İleri'yi arayıp hikayesini yazmasını isteyen Handan Sarp'ın ağzından anlatıyor.
Aslında romanın başında bu imkansız aşkın sonunu biliyoruz ancak anlatım dili ve yaşanan olaylar o kadar canlı ki hiçbir şeyi atlamak istemiyoruz. Ne de olsa aşkın başından bilmez miyiz biteceğini. Ancak yine de kaptırırız kendimizi. İşte 450 sayfalık "Yalnız Yapayalnız" da bu duygularla okunuyor.
Kitapta bir aşktaki herşey var. Tutkulu duygular, tensel etkileşimler, ihtiraslar, gurur ve elbette ki toplumun tabuları. En çok da tabular yıpratıyor bu aşkı. Eşcinsel aşkı günden güne bitirmeye ve iki tarafı da yaralamaya başlıyor. Bize de bütün bu olanları Handan Sarp'ın ağzından okumak kalıyor.
"Yarın Yapayalnız' sadece Selim İleri'nin eşsiz üslubunu beğenen, son zamanlarda bir trend haline gelen aşk romanlarını okumayı seven herkesin büyük bir zevkle okuyacağı çok güzel işlenmiş bir aşk romanı.
http://www.kmarsiv.com/cafe.asp
serdar@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.222 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
ANIMSAMA
Ne zaman sen aklıma düşsen
Düşer bir elma yamaçlarıma
En kırmızı ısırık izleri bırakır sesin
Senden arda kalanlarıma
Ne zaman sen aklımdan düşsen
Kırılır yüzün gözün, yaralanırsın
Müteferrik eczaneler satışa çıkarılmışken
Cümle aleme ahvalinle ziyan kalırsın.
Celal Kılıç
Yukarı
|
Akrep Nalan'ın terliği!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://siir1990.sitemynet.com/siir/id19.htm
Şairlerin hayat hikayeleri ...1926 İstanbul doğumlu. Eski milli eğitim bakanlarından Hasan Âli Yücel'in oğludur. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu. Öğrenimine İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde klasik filoloji okuyarak devam etti. Sanat tarihi dersleri izledi. Şair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak tanındı. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı...
http://tarihci.8m.net
Tarih konusuna İzzet Akça gözüyle kısa bir bakış ...Başta Fransa olmak üzere bir çok yabancı ülke tarih yapanlara sadık kalmayarak, kendi isteklerine göre tarih yazmaya çalışıyorlar. Bu günün güya insan hakları savunucusu Fransa ve Avrupalıların, tarihin karanlık dönemlerinde Veba hastalığının sebebi oldukları gerekçesi ile Yahudileri topluca öldürmelerini, 15 ve 16’ncı yy’da Amerika kıtasına yerleşirken barutun ateşli silahlardaki etkisini kullanarak Maya ve İnka Medeniyetlerini yok etmelerini, kendilerine köle olmayan Kızılderili neslini tüketerek...
http://www.lensmarket.com/lens.asp
Siz hiç lens kullandınız mı? ...Kontakt lensler, kornea yüzeyine yerleştirilerek gözdeki kusurların tashihi veya bazı hastalıkların tedavisi için kullanılan lenslerdir. Refraksiyon ve optikle ilgili ilkeler gözlüklere benzer şekilde kontakt lenslere de uygulanır. Bunlar, miyopi ve hipermetropi derecesine göre kornea eğriliğini bir kontakt lens yüzeyi ile değiştirerek var olan kusuru düzeltirler. Astigmatizmalarin çoğunlukla kornea ön yüzeyinin çarpıklığı sonucu oluşmasından dolayı ya sert kontakt lenslerin kullanılması ya da özel olarak astigmatizmaya yönelik üretilmiş yumuşak lenslerin kullanılması gerekir...
http://www.randomdrivel.com/shawk_karaoke.php
"Stephen Hawking" kendi orjinal sesiyle söylemlerini dinlemek isteyenlere özel. ...Here's what happens after a few too many beers and being locked in a room with an audio editing proggie. Heavily inspired by the very funny...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
|
|