İdare Amiri: Ebru Kargın





MICHEL BUTOR: Ben kendi payıma, ondan sonra felsefe öğrencisi oldum, Sartre'ın okuluna gitmek için değil, daha çok ona mesafeli olabilme yeteneğini kazanabilmek için; ama aynı şeydir bu, bu yolu seçmiş olmanın nedeni odur…

BERNARD HENRI LEVY: Sartre, ilk medyatik entelektüel…

CHARLES DE GAULLE : Sartre Fransa'dır…

ZAMAN - KÜLTÜR SANAT: Dünya, ünlü Fransız filozof ve yazar Jean Paul Sart-re'ın 100. doğum yılını kutluyor. 'Varoluşçu' Sartre, yapıtları ve düşünceleriyle 20. yüzyılda derin iz bırakmıştı. Son günlerde Türkçede yayınlanan Sartre kitapları, filozofu ve onun çağını yeniden düşündürüyor.
Devamı...>>

ALİ KIRCA - SABAH: Doğrusu; o yıllarda en çok satan kitapların yazarının Jean Paul Sartre olduğunu hatırlayınca, bu ülkede "Düşünce dünyasında giderek bir yoksullaşmadan söz edilebilir mi?" diye düşünüyor insan ister istemez.
Devamı...>>

H.BÜLENT KAHRAMAN - RADİKAL : Jean Paul Sartre, çağının önemli düşünce adamlarından birisiydi. Malraux'nun, 'Fikirler düşünmek değil yaşanmak için vardır' diye başlattığı bir geleneği kendi geliştirdiği ve kökü Nietzsche'ye, Heidegger'e, hatta bütün Hıristiyan düşüncesine kadar uzanan varoluşçu felsefe bağlamında sürdürüyordu.
Devamı...>>

ZÜLFÜ LİVANELİ - SABAH: De Gaulle'ün, kendisine Sartre'ı şikayet eden ve tutuklanmasını isteyenleri reddetmesi henüz unutulmadı. "Sartre'ı tutuklamaya gücüm yetmez." demişti general. Bunun üzerine "İyi ama siz Fransa demeksiniz" demişlerdi ötekiler. İşte De Gaulle o ünlü sözünü o zaman söylemişti: "Beyler Jean Paul Sartre da Fransa'dır."
Devamı...>>








Adrese Teslim Günlük E-Gazete - 23 Ocak 2006




   

Jean Paul Sartre JEAN - PAUL SARTRE
1905 - 1980


21 Haziran 1905' te, Paris' te varlıklı bir burjuva ailesinin çocuğu olarak doğan Sartre, Birinci Dünya Savaşı ile ansızın modernizm çılgınlığının içine atılan bir kuşaktandır. O dönemde, bir yandan edebiyat ve sanatta her şeyi yıkmak ( dadacılığın ve gerçeküstücülüğün amacı buydu ) düşlenirken, bir yandan da kurtuluşu edebiyatta aramak söz konusu olabiliyordu: nerdeyse altmışında biyografisini kaleme alan yazarın seçimi de bu yönde oldu. İşin özü, kendini yalnız ama evrenselliğe giden bir tekillikte bir insan olarak kavramaktır: Sartre' da bu "evrensel tekillik" kavramı, durum, kötü niyet, angajman, pislik, özgürlük gibi Sartre'cı ahlaktan ayrı düşünülemeyecek kavramlarla birlikte temel bir nitelik taşır. Bu nedenler, yazar, sözcüklerde kendisini, kuşağın ve sınıfın bir örneği olarak gösterir. Klasik kültürle yetişmiş, on dokuz yaşındaki Ecole normale supériuere'deki başarısı ve Simone de Beauver ile tanıştığı yıl olan 1929' da birincilikle kazandığı felsefe öğretmenliği, bunun bir kanıtıdır. Ancak Sartre, çağdaş popüler kültürden de uzak değildir; çizgi romanlar, küçük bir çocukken annesi ile gittiği serüven filmleri, daha sonra polisiye romanlara olan tutkusu, her türlü modern sanat olayına olan ilgisi ve Amerikan şehirlerinden hoşlanması bunun bazı belirtileridir. Berlin'de (1933-1934) ve Neuilly' de öğretmenlik yapan Sartre, II. Dünya Savaşı'nın ardından, ülkesi özgürlüğe kavuştuktan sonra, yazarlık çalışmalarına ağırlık verebilmek amacıyla öğretmenlikten ayrılır. Ancak, Sartre, öğretmenlikten ayrılan bir eğitmen olmaktan bir bakıma asla vazgeçmemiştir; otuz yıl boyunca, kendisine bir düşünme ustası arayan Fransızların öğretmeni olmuştur…

Felsefe eğitimi gören Sartre, o yıllarda çok yazı üretti: "Düş Gücü" üstüne bir deneme (1936), "Ego Alışkanlığı" (1937); bir roman, "Bulantı" (1937); uzun hikâyeler, "Duvar" (1939) ve "Özgürlük Yolları" olarak anılacak roman çevrimiyle ilgili çalışmalar (1945-1979). Felsefi düşüncesine paralel geliştirdiği ilk yazı biçimi, anlatı ve romandır. İkisi arasında bir geçiş arayışı da söz konusu değildir; tersine, "Bulantı" olumsallık üstüne bir denemeden doğmuştur ve "kimsenin yüzleşmek istemediği"(Duvar) korkunç bir şey olan varoluşun bilinciyle boğulmuş bir çeşit günlük tutan başkişi Roquentin'in sıkıntılı dünyasında varlığın dayanağı varoluşçuluktur. Tiksintiyle, umutsuzlukla, şeylerin kendiliğinden varoluşuyla dolu ve yapış yapış imgelerin gelip geçtiği bu dünya görüşü, karşısına çıkan ideolojilere (Marksizm, gerçeküstücülük) karşı son derece mesafeli, ancak "varlık önce geldiğine" göre, insanın kendi yaşama biçimini, kendisinin kurmasının gerektiğini, ve insanın kendisini ötekiyle olan ilişkisine göre tanımladığını öne süren varoluşçu ahlakın çekiciliğine kapılan Sartre'ın ilk dönemini yansıtır. Varolmak, dünyada olmaktır, başkası için olmaktır ve bu varoluşçu somut ve tarihsel olarak kavranmalıdır. Özgürlük Sartre varoluşçuluğunun temel özelliğidir. Sartre ile tarihin (askere alınışı, Almanya'daki tutsaklığı ve kaçışı) çarpıcı karşılaşması, bu felsefeni somutlaşmasıdır v özgürlük, durum, angajman gibi sözcüklere ciddi bir içerik kazandırır. "Özgürlük Yolları" nın 1939'da başladığı ve 1945' te yayımlanan "Akıl Çağı", "Yaşanmayan Zaman / Bekleyiş", 1949' da yayımlanan "Tükeniş" gibi roman taslaklarında ağır basan yine tarihtir; olaylar, 1937-1940 yılları arasında geçer ve eşzamanlık tekniğinin kullanımıyla, tarihin parçalamayı üstlendiği alçaklıklar, kuşatılmış hayatların oluşturduğu bir fon üzerinde kişi ve düzenler birbirine karışır.

Kurtuluş'ta, Sartre, Simone de Beauver ve arkadaşları (Queneau, Le iris, Giacometti, Vian ve Camus "inişli çıkışlı ilişkiler") ansızın ünlenirler; halkın gözünde varoluşçular, direnişçiler, sol, Saint-Grmaindes Prés' yi mesken tutan genç aydınlar, toplum katında az ya da çok birbirine karışmıştır. Paris'te verilen bir konferansta varoluşçuluğun ne olduğunu açıklar: "Varoluşçuluk bir hümanizmdir". Yine, aynı yıl (1945) les Temps modernes dergisini kurar. Zaferle nefret birbirine karışır; belki de hiçbir entelektüel, Sartre kadar, Hıristiyanlarca, komünistlerce, ona sorumsuz, kaçık diyen Céline gibi bir çok muhafazakarca ısrarlı biçimde karalanmamıştır.

O andan başlayarak, Sartre ve Simone de Beuver, sahnenin önünü hiç terk etmezler. İşgal sırasında keşfettiği ve gözlerinde tarihin geri kalan bölümünden ve kolektif eylemden ayrı düşünülemeyecek olan tiyatro yazarlığı, Fransa'nın dışına uzanan bu ünü daha da pekiştirir. Sartre, işgal sırasında büyük felsefi eseri "Varlık ve Hiçlik" (1943) ve "Gizli Oturum" (1944) ile birlikte "Sinekler" adlı oyununu yazmış ve oynatmıştır.

1946'da "Saygılı Yosma" ve "Mezarsız Ölüler" i, 1948'de "Kirli Eller" i yayımlar. Tiyatro anlayışı onu kahraman ve karakter üstüne dayalı psikolojik ve gerçekçi tiyatro ile birlikte eğlencelik tiyatroyu da redde götürür. Şiddetli, uç durumlardaki kişilerin gerisinde, düğümü daima akıl, özgürlük, sorumluluk gibi çoğu zaman oyunla çelişki halindeki taleplere dayalı, çağın büyük sorunlarının ele alındığı bir tiyatroyu savunur. Sinekler'de, Oreste, kendini, işlediği cinayetlerle, iktidarın kötüye kullanılmasına ve zorbalığa karşı çıktığı için haklı bulunan cinayetiyle tanımlar. Gizli Oturum'da, çoktan öldükleri için sonsuza kadar bir salonda toplanan üç kişi, her biri ötekinin vicdanında tutsak olduğundan, ebediyen kendi kendilerini yargılamaya ve yargılanmaya mahkumdurlar. Ünlü söz de buranda çıkmıştır; "Cehennem, başkalarıdır". Kirli Eller gibi, insanı öldürmeye iten devrimci mantık ve buna karşı koyan veya kahramanın yaşamının taşıdığı anlamı eylemde ararken, ne Şeytan' ne de Yüce Tanrı' ya yakın duran "İyi Tanrı" (1951) ve br Nazi subayının hayali bir mahkeme önüne çıkmaya çalıştığı "Altona Mahpusları" (1959) gibi oyunlar, bu tiyatroda siyasetin ne kadar önemli bir yeri olduğunun kanıtıdır. Eski Yunan' da olduğu gibi, sahne, bezgin ama hakkını arayan bir halkın en can alıcı sorunlarının tartışılmasını izlediği bir agoradır. Öteki oyunlar, "Dumas"dan uyarladığı "Kean" (1953); gazeteci çevrelerini hicvettiği Nekrassov (1955); "Troyalı Kadınlar" dan uyarladığı "Troyennes" (1965), genelde bütün iletişim sanatlarıyla ilgilenen Sartre'ın, tiyatroya karşı hiç bitmeyen yakınlığını ortaya koyar. Sartre bir çok film senaryosu yazmış, çok sayıda söyleşiyle, konferansa ve radyo programına katılmıştır…

Sartre, kalın camlı gözlükleri (miyopluğu nedeniyle, 1974'te hemen hemen hiç göremez hale gelecektir), hiç çıkarmadığı kanadyenleri, atkısı, piposu ya da sigarasıyla, Paris entelijensiyasının ve sol kıyının bir simgesidir. Karşısında Lipp birahanesi, kilisenin solundaysa Gallimard kitabevinin göründüğü Deux Mogats'yu Le Floure'dan ayıran saracık yer, onun alanıdır. Sartre, buluşma ve çalışmalarında kahveleri kullanan bir sokak ve kalabalıklar adamıydı da. Sayısız yürüyüşte ve gösteride fotoğrafı çekilmiştir. 1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülünü'de reddetmiştir. Mayıs 1968' de Sorbonne Un ve Billancourt'da Renault fabrikasının işgaline katıldığı gibi, hak arayan her toplulukta yer almış; ayrıca Libération'un yazı işlerinde de görev yapmıştır. Gerçekten de, Sartre'ın yansıttığı imaj doğrulanmıştır. Sartre, kesinlikle bu dünyanın ve çağın insanı olmak istemiştir. Oyunun kurallarını kendisi koyarak, aynı anda, her şeyi birden yaşamaya çalışmıştır; siyaset, felsefe, adalet, özgürlük… Sonunda efsaneleşen bir çekiciliğe sahip olan Sartre'ın yaşamında önemli bir yeri olan aşk…

Dönemin siyasi kaygılarının pek çoğuna katılan düşünür, romancı, dramaturg, edebiyat eleştirmeni ve gazeteci Sartre, Özgürlük tutkunu ve dünyayı çok yakından izleyen biri olarak karşımıza çıkar… Yazarın Cezayir Savaşı'na karşı çıkışını engellemek isteyenlere de Gaulle şöyle diyordu; "Voltaire'i hapsedemeyiz". Sartre aydınlanma filozoflarının pek çok özelliğine sahiptir; her şeye karşı bir merak, büyük bir çalışma ve eylem gücü, çok geniş bir kültür, eğitim bakımından klasik, ancak seçim olarak modern; disiplinler (felsefe, psikanaliz ve edebiyat gibi) ve bu arada kıtalar, halklar ve sınıflar arasındaki sınırları yıkma konusunda duyduğu apaçık istek. Sartre için bir kitap yazmak ve düşünmek, kendini bir davaya adamak anlamına gelir. 23 Mart 1980'de, onu, Montparnasse mezarlığına uğurlayan ve yine onun için hiç de yabancısı olmadığı bir kardeşlik ruhu içinde kaynaşmış ünlü, ünsüz bütün o insanlar, işte, bu entelektüel için ağlamışlardı…

Yukarı



AKIL ÇAĞI : ÖZGÜRLÜĞÜN YLLARI 1
İkinci Dünya Savaşı sonunda Fransa'ya renk ve bütün dünyaya ses veren "Jean-Paul Sartre"ın yaşamöyküsünün, peş peşe sıralanmış bir reddedişler bütünü olduğu ileri sürülebilir. Tanrıyı, kurulu düzenlerin tümünü, bu arada aileyi, klasik anlamıyla edebiyatçıyı, filozofu, eylem adamını, sayısız dostlukları, partileri, kalıplaşmış düşünceleri reddettiği gibi, 1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülünü'de reddetmiştir. Sartre'ın, edebiyat alanında kaleme aldığı yapıtları arasında önemli bir yeri olan "Özgürlüğün Yolları" başlıklı dizi romanı üç kitaptan oluşuyor: "Akıl Çağı", "Yaşanmayan Zaman ve Yıkılış". Tümü 1945-1949 yılları arasında yayımlanan bu üç romanın 1945 yılında yayımlanan ilk ikisi, anlamlı farklılıklarıyla İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı altüst oluşu sergiler. Dizinin ilk kitabı olan ve 1941'de bitirilen "Akıl Çağı"nda, 1937-1938 yıllarının aldatıcı iyimserliği içinde, iki gün süresince kendilerini arayan ve kendilerinden kaçan, çok içe dönük birkaç kişisel yaşamın sınırlı çerçevesi içinde süre giden arayışlar anlatılır. Çeviri: Gülseren Devrim Can Yayınları

Yukarı

ALTONA MAHPUSLARI
"Savaş, onu biz yaratmayız. Bizi yaratan odur. Savaşırken çok eğleniyordum. Üniforma giymiş bir sivildim. Bir gece, asker oluverdim, sonsuza dek. Zavallı, yenik bir asker. Bir çaresiz."

Altona Mahpusları, Sartre'ın başyapıtlarından biri. Faşizme ve nazizme, ajitatif, indirgemeci bakışı yadsıyan, bu totaliter, insansız ideolojilerle kapitalizm arasındaki ilişkiyi hatta geçişliliği çarpıcı ve yalın bir biçimde sergileyen bu yapıtında Sartre, dehşetli bir trajediyle karşı karşıya bırakıyor okuru; savaş, soykırım, işkence ve yok olan, yok edilen insani değerler!

Kendisi de İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilere esir düşen, savaşın tüm dehşetini ve insan dışılığını deneyimleyen Sartre, çelişkileri, trajedileri ve ironileriyle savaşta bir yaşamın yarattığı travmaları unutulmaz yapıtı Altona Mahpusları'yla ebedileştiriyor...

Çeviri: Işık M. Noyan
İthaki Yayınları

Yukarı

AYDINLAR ÜZERİNE
Aydın kimdir? Kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan, küresel insan ve toplum kavramı adına kabullenilmiş gerçeklerin ve bundan kaynaklanan davranışların tümünü sorgulama iddiasında olan biri midir? Bir işlevi var mı? Bu işlevini yerine getirmek için kim görevlendiriyor onu? Onun özelliği, hiç kimse tarafından görevlendirilmemiş olması, konumundan dolayı da kimseye borçlu olmamasıdır. Bu özelliğiyle o, canavarlaşmış toplumların ürünü bir canavardır. Onu hiç kimse istememekte, hiç kimse tanımamaktadır; söylediklerine duyarlı olunabilir, ama varoluşuna aldırılmaz. Ünlü filozof ve yazar Jean-Paul Sartre, üç konferans ve bir söyleşiden oluşan "Aydınlar Üzerine" başlıklı incelemesinde aydınları her yönüyle irdeliyor.

Çeviri: Aysel Bora
Can Yayınları

Yukarı

BAUDELAIRE
''Baudelaire: kendisinin uçurum olduğunu hisseden adam. Gurur, sıkıntı, baş dönmesi: kendini ta kalbinin derinliklerine dek gören, kimseyle kıyaslanmaz, kimsenin iletişim kuramayacağı, yaratılmamış, saçma, yararsız, tam bir yalnızlık içine bırakılmış, kendi yükünü tek başına taşıyan, tek başına varoluşunu doğrulamaya mahkum edilmiş ve durmadan kendi ellerinden kaçan, kendi avuçları arasından kayan, kendi içine dönüp gözleyen, ama, bir yandan da kendi dışında sonsuz bir kovalamacaya atılmış, dipsiz duvarsız ve karanlıksız bir uçurum, öngörülemeyen ve de pek iyi bilinen, apaydınlıktaki bir gizem. Ne yazık ki, kendi imgesi de elinden kaçar. General Aupick'in oğlu, borçlu şair, zenci kız Dunal'in sevgilisi, Charles Baudelaire adında birinin yansısını arıyordu: bakışları insanlık durumuna takıldı. İçine korku salan bu özgürlük, bu nedensizlik, bu bırakılış, bir tek onun değil, her insanın payına düşen bir durumdur. Kendimize dokunabilir, kendimizi görebilir miyiz hiç? Aradığı bu tekil ve değişmez öz, belki de bir tek Başkaları'nın gözlerine görünür. Belki de kesinlikle dışarıda olmak gerek bunun özelliklerini yakalayabilmek için. Belki de kendimiz için nesne gibi var oluyoruz. Hatta belki de hiç mi var olmuyoruz: hep gündeme getiririz kendimizi, hep erteleme durumunda kalır, durmaksızın yapmamız gerekir kendimizi.

Baudelaire'in tüm çabası, hoşa gitmeyen bu düşünceleri kendinden saklamak olacaktır. Kendi ''doğası'' elinden kaçıp gittiğine göre, bunu başkalarının gözlerinde yakalamaya uğraşacaktır. İyi niyeti bırakıp gider onu, durmadan kendi kendini inandırmaya çalışmalı, kendi gözlerine yakalatmaya uğraşmalıdır kendini; kendisi için değil de bizim için kişiliğinin yeni bir çizgisi çıkar ortaya: Baudelaire kendi insanlık durumunu en derin biçimde duyup da, en tutkulu biçimde bunu kendinden saklamaya çalışan adamdır.''

Çeviri: Alp Tümertekin
İthaki Yayınları

Yukarı

BEKLEYİŞ
Büyük Fransız düşünürü Jean-Paul Sartre uzun yıllar fikirleri ile kitleleri etkilemeyi başarmış büyük yazarlardan biridir. J. P. Sartre 2. Dünya Savaşında Fransız direniş hareketine katıldı. Faşizmin yeniden dirilmesine karşı ve barış uğruna etkin bir savaşım yürüttü. Dünya Barış Konseyine üye seçildi. 2. Dünya Savaşından sonra varoluşçu (existantialist) felsefenin yaygınlık kazanmasında felsefi yapıtları kadar, romanları ve politik görüşleri de etkili oldu.

1964 Nobel Edebiyat Ödülü, "Sayısız fikirlerin kaynaştığı özgür düşünceyi ve gerçeği araştırmasından, ayrıca çağımız üzerine büyük etkide bulunan eserlerinden ötürü" Jean-Paul Sartre'a verilmiştir.

Çeviri: Nazan - Haluk Dedehayır
Altın Kitaplar / Nobel Dizisi

Yukarı

BULANTI
Sartre 1938'de yayınlanan ilk ve dünyaca ünlü romanı Bulantı'da yeni bir denemeye girişir. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında roman kahramanı Antoine Roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin'in kendi bedenine de yönelikti.

Kimi eleştirmenler romanı, hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdi. Ne var ki, Bulantı yansıttığı güçlü "bireyci ve toplum karşıtı" düşüncelerle, Sartre'ın sonradan geliştireceği bir çok felsefi konuya yer veren son derece özgün bir yapıttır. Doğaötesi sezgi, roman evrenini kendi dokusuyla besler. Bulantı Sartre'ın hemen hemen bütün felsefi ve sanata ilişkin düşünce ve yönelişlerini içinde barındırır. Özgürlük, kötü niyet, burjuva karakterleri, sanatın yapısı üstüne görüşleri, romanın kahramanı Antoine Roquentin'in doğaötesi bir önem taşıyan buluşunun sonucu olarak dile getirilir. Bulantı bir romandan çok, bir "şiire" benzer.

Romanın kahramanı çok ilgi çekici bir kişiliktir. Ne var ki okuru duygulandırmaz. Roquentin herhangi bir insanda görülen normal aldanışlardan ve ilgilerden sıyrılmıştır. Çektiği acılar bile, okuru etkilemez. Çünkü Roquentin bu acılara kapılmamaktadır. Romanın ilginç yanı, Roquentin'in sağlam bilincinden çevresindeki nesnelere uzanan yönelişi sergilenmesidir. Roquentin varoluşçu felsefesinin tipik kişisi değildir. Dünyanın saçmalığını, yüreğinde "bulantı" duyacak derecede açık seçik görebilen, ama bu gerçek karşısında yaşamını değiştirmeyecek kadar uyuşuk bir aydındır. Saçma bir dünya içinde saydam bir kahramanın işlenmesi, bir çok edebiyat tarihçisi ve eleştirmeni, Sartre'ın bu romanını Kafka'nın "Dava" romanıyla karşılaştırmaya itmiştir. Bulantı'yı insan yaşamının anlamsız parçalanışını ve bu yaşantının dış görünüşündeki yapmacıklığı konu edinmiş romanlardan ayıran özellik, kitabın felsefi bir bilinç taşıması, kahramanın çözümleyici kişiliğiyle orantılı bir felsefi boyuta sahip olmasıdır.

Sartre'ın düşüncesi bir bütün olarak ele alındığında, Bulantı romanı bu bütünün yalnızca iki romanıdır. Sartre'ın temel endişesi, okura evreni olduğu gibi gösterebilmektir. Kitap bu amaca ulaşır, ama ele alınan sorunlar soyut düzeyde kalır. Öte yandan roman, değişik bir yazış biçimi de getirmiştir. Duru, ılımlı, soğukkanlı bir anlatım, insanoğlunun durumunu apaçık belirtirken anlatıcı bile gözden silinir. Sartre'a göre "bulantı", insanın kendi sorumluluğunu duymaktır. İnsan, sorumluluklarını maskeleyen bu "bulantı"yı azaltabilir, ama gene de içi rahat değildir. Gerçekte, sadece olmak istediği kimseyi değil, bir yasa koyucusu olarak bütün insanlığı seçen kişi, sorumluluk duygusundan da, onun sonucu olan "bulantı"dan da kurtulamaz. Çoğu kimse yaptıklarının yalnız onu bağladığına, yalnız onu sorumlu kıldığına kendisini inandırmaya çalışır, gene de bir türlü rahat edemez. Çünkü sorumluluk da, "bulantı"da insanın varlığından gelmektedir.

Çeviri: Erdoğan Alkan
Oda Yayınları / Dünya Klasikleri Dizisi

Yukarı

ÇARK
"Çark"ın senaryosu 1946'da yazıldı. Başlangıçta, ilgimi çeken, anglosakson romancıların savaştan önce sık sık uyguladıkları bir tekniği ekrana aktarmaktı: bakış açılarının çoğulluğu düşüncesinden esenlendim. İmgelediğim filmde zamandizin altüst edilmekle kalmıyor, aynı kişi, Helene, ondan söz eden kimsenin bakış açısına göre çok farklı görünümlerde sergileniyordu... Düşündüm de... zengin petrol kaynakları olan küçük bir ülke. Ve devrim yapmak niyetiyle iktidara gelen bir adamın durumu... Sosyalizme gerçekten inanan namuslu ve açık yürekli bir kişiyi seçerek, sorunun kişiden ya da karakter yapısından kaynaklanmadığını göstermek istedin: yabancı güçlerin kuklalar aracılığıyla egemen olduğu bir ülkede, çürümüş olan, iktidarın kendisidir; iktidarı ellerinde tutanlar da tıpkı Jean gibi, kendilerine rağmen cani olur. -Jean-Paul Sartre-

Çeviri: Ela Güntekin
Telos Yayıncılık

Yukarı

DUVAR
Varoluşçuluk'un babası sayılan Jena-Paul Sartre Aydınlanma Çağı'ndan bu yana çağının tanığı ve bilinci (vicdanı) olabilmiş, edebiyata, felsefeye ve politikaya ilişkin görüşleriyle çağını etkilemiş, tartışmalara yol açmış ender bir yazar. "Duvar"da yazarın beş öyküsü de yer alıyor. Kitaba adını veren "Duvar" adlı öyküde, Frankocular tarafından ölüme mahkum edilen bir cumhuriyetçinin direncinin yitirip bir arkadaşını ele verişi; oda da kocasının deliliğini paylaşmaya çalışan Eve'nin çabaları; çağcıl 'Erostrates'te kalabalığın üzerine ateş ettikten sonra teslim olan Paul Hilbert'in gerçeküstücü eylemi; gizlilikte iktidarsız kocasını daha erkeksi biri için terk eden soğuk bir kadının öyküsü ele alınıyor. Son öykü 'Bir Yöneticinin Çocukluğu'nda ise bir sanayi yöneticisi olmaya hazırlanan Lucien'in cinsel gelişimine koşut olarak düşünsel bunalımları işleniyor.

Çeviri: Eray Canberk
Can Yayınları

Yukarı

EDEBİYAT NEDİR ?
Edebiyat Nedir, 20. yüzyılın en etkili düşünür ve yazarlarından Jean-Paul Sartre'ın 1940'ların sonlarındaki kültleşmiş kitaplarından. Kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştiren, yazar-aydın kimliğiyle yaygın bir etki uyandıran Sartre, döneminde tartışmalara yol açan bu kitabında edebiyat kavramını 'yazar', 'yazarın görevi' ve 'okurun konumu' üzerinden üç ayrı kategoride ele alıyor. Yazarı, çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın olarak görüyor. Bireyin kökten özgürlüğünü savunan varoluşçuluğun bu büyük sözcüsü, okurlarını da özgürleşme sürecine taşıması gereken aydının görevini 'yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek' diye tanımlıyor. Edebiyata 'bağlanma' kavramı açısından yaklaşırken, Aydınlanma Çağı'nın gününün tanığı aydınını övüyor, 19. yüzyılın burjuva ahlâkını dayatan gerçekçi yazarlara ateş püskürüyor. Sartre'ın edebiyatı olduğu kadar yazarı da sorgulayan bu kült metni, her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur' diyen Dostoyevski'nin sözlerini doğruluyor.

Çeviri: Bertan Onaran
Can Yayınları

Yukarı

EGONUN AŞKINLIĞI
1934'te kaleme alınan ve Sartre'in gerçek anlamdaki ilk felsefi yapıtı olan Ego'nun Aşkınlığı, "bilinç" ile "ben" arasındaki ilişkinin, Husseri fenomenolojisindeki kimi tehlikeli eğilimlere (solipsizm) karşı çıkılarak yepyeni bir perspektifle ortaya konduğu bir çalışmadır. Sartre bu yapıtında, Ben'in, aşkın bir psişik nesne olduğunu ileri sürer ve çarpıcı fenomonolojik betimlemeler yaparak onu 'bilinç'ten kesinkes ayırır. Aynı zamanda derin ahlaki uzantıları olan ve bizi idealizmin tuzaklarına düşmekten koruduğu savunulan bu görüş, hiç kuşku yok ki, Varlık ve Hiçlik'e uzanan düşünce güzergahında önemli bir kilometre taşıdır.

Çeviri: Serdar Rifat Kıroğlu
Alkım Yayınevi

Yukarı

ESTETİK ÜZERİNE DENEMELER
Jean-Paul Sartre'ın estetik üzerine görüşleri, diğer görüşleriyle (özellikle insanoğlunun içinde bulunduğu açmazlarla ilgili olanlarıyla) karşılaştırıldığında, en az tartışmalı olanları denilebilir. Sanata oldukça açık bir zihinle yaklaşan Sartre, bulduklarını her zaman kendi düşünce sistemine uyarlama arayışı içindedir. Bu kitapta, bir sanatçının nasıl biçimlendiği ve işlevi de dahil olmak üzere, sanatın doğası ve insanla olan ilişkisi hakkında Sartre'ın düşüncelerini okuyacaksınız.

Ele alınan dört sanatçı var bu sayfalarda: Tintoretto, Giacometti, Lapoujade ve Calder. Hem kendi çelişkileriyle dolu, hem de bir sürü muamma ile kuşatılan bu sanatçılardan her biri, sanat hakkındaki görüşüne destek oldukları, aydınlattıkları ve iyi birer örnek olduklarından ötürü, Sartre özellikle ilgilenir onlarla. Tintoretto, hem sınıfsal çelişkilerin bir ürünü hem de kendi başarısını ve bireysel doyumunu değişik dalaverelerde arayan birisi olarak incelenir. Giacometti'nin saplantısı ise, dünyadan ve ulaşılabilir -ama bir türlü ulaşamadığı- nesnelerden soyutlanmışlık; ve yanı sıra, boşluğu nasıl resmedebileceğini bulmaktır. Calder, özgürlük ile kontrol altına alınmışlık arasındaki bir sınırda çalışmasını sürdürürken, aslında hareketsiz olan bir şeyi nasıl hareketlendirebileceğinin yollarını araştırır durur. Lapoujade'a gelince; o da bir yandan güzellik ile yaratıcılığı bir araya getirmeye çabalarken, yapması gereken başka bir şey daha vardır: "Bir bütünün bölünemez birliğine, sonsuzca bölünebilir bir düzlem kazandırmak".

Çeviri: Mehmet Yılmaz
Doruk Yayınları

Yukarı

HEPİMİZ KATİLİZ
"Bugün Fransız işçiler, Cezayirli özgürlük savaşçılarıyla dayanışma içinde hissediyorlar kendilerini. Çünkü sömürgeci çetenin berhava olmasında her ikisinin de acil çıkarı var. Yeni sömürgecilik, özgürleştirici halk savaşlarını doğurur; adım adım faşistleşen ve harap olan bu ülkede, kitleler, kendilerini savunmak için özgürlük savaşçıları ile yeni ve derin bir dayanışmaya girmek zorunda olduklarının bilincine varmışlardır artık. Belirleyici olan sorun, başka bir sol, başka bir insan yaratmayı zorunlu kılmaktadır." -Jean Paul Sartre-

"Hepimiz Katiliz", Jean Paul Sartre'ın Cezayir Savaşını sorgulayan yazılarını derliyor. Bu yazılarda sömürgecilik bir sistem olarak yargılanırken, aydınların ve solun ulusal sorun ve ulusal kurtuluş mücadeleleri karşısındaki tavrı da sorgulanıyor. Ve aynı zamanda yürütülen kirli savaş karşısında suskun kalan Fransız toplumu da eleştiri oklarından nasibini alıyor. Sartre şöyle diyor: "Bu savaşı yargılıyorsunuz, ama hala Cezayir Savaşçılarıyla dayanışma cesaretini gösteremiyorsunuz. Korkmayın! Sömürgeci efendilere ve paralı askerlere güvenin. Onlar zamanı geldiğinde sizleri ite kaka en öne çıkaracaklardır. Belki sırtınızı duvara dayadıkları zaman, o eski ve sık sık tekrarlanan suçların içinizde yarattığı yeni şiddetin dizginlerini koy vereceksiniz. Ama bu, hep söylendiği gibi, konu dışı bir öykü, insanın öyküsü. Bugünün tarihini yapanlara katılacağınız anın yaklaştığından eminim." -Jean Paul Sartre-

Çeviri: Süheyla Kaya
Belge Yayınları

Yukarı

İŞ İŞTEN GEÇTİ
Yeni Fransız edebiyatında yeri ve etkisi çok büyük olan Sartre'ın yapıtları arasında yer alan "İş İşten Geçti", özü kadar biçimiyle de değişik bir kitaptır. Bir film kadar kısa sahnelerden kurulu bir senaryo-romandır bu: Ölüm sonrası tanışan ve birbirlerine aşık olan iki ayrı sınıftan bir çifte, 24 saat süreyle tam uyum içerisinde, sevgilerini her şeyden üstün tutarak sevişmeleri koşuluyla, dünyaya dönme izni verilir. Başaramazlarsa ölüler dünyasına geri geleceklerdir...

Çeviri: Zübeyir Bensan
Varlık Yayınları / Anlatı Dizisi

Yukarı

SARTRE SARTRE' I ANLATIYOR. FİLOZOFUN 70 YAŞINDAKİ OTOPORTRESİ
Michel Contat: Genç aydınların sizi daha çok okumamalarına, sizi hakkınızdaki yanlış fikirlerle tanımalarına hayıflanıyor musunuz?..
Jean-Paul Sartre: Bunun, benim açımdan hayıflanılacak bir şey olduğunu söylüyorum.
M. C.: Sizin açınızdan mı, onların açısından mı?
J-P. S.: Doğrusunu söylemek gerekirse, onların açısından da. Ama bunun da bir dönem olduğunu düşünüyorum.
M. C.: Sonuçta, Roland Barthes'ın yeniden keşfedileceğinizi, ve bunun yakın bir zamanda ve doğallıkla olacağını söyleyerek yaptığı kehaneti kabul ediyor musunuz?
J-P. S.: Bunu umuyorum.
M. C.: Peki yeni kuşakların yapıtınızın hangi kısımlarına eğilmelerini temenni ederdiniz?
J-P. S.: Konumlandırmalar (Situations), Aziz Genet, Diyalektik Aklın Eleştirisi ve Şeytan ve Yüce Tanrı. Konumlandırmalar, bir bakıma felsefeye en yakın olan felsefece olmayan kısımdır: eleştiri ve politika. Bunun kalmasını ve okunmasını isterim açıkçası. Ve sonra Bulantı'nın da öyle. Tastamam yazınsal açıdan, yaptıklarımın en iyisi olduğunu düşünüyorum.

Çeviri: Turhan Ilgaz
Yapı Kredi Yayınları / Cogito Dizisi

Yukarı

SÖZCÜKLER
Bu çalışma Sartre'ın otobiyografik eserlerinin belki de en eksiksiz olanıdır; çok sayıdaki ses ve film kayıtlarındaki yorumlar dışında, söyleşiler, röportajlar, 1983'de yayımlanan Tuhaf Savaş Günlükleri ve Castor ve Başka Bazı Kimselere Mektupları da içine alır. Sartre, 1953-1954'de edebiyatı reddettiği, huzursuz bir dönemde, büyük ölçüde kökünden koparılmış insan mitosunu hatırlatan ve Yurtsuz Jean adını verdiği otobiyografik bir ilk metin kaleme alır. Bitmiş haliyle, daha törpülenmiş ve o kadar reddedici olmayan 1963 baskısında Sözcükler iki bölümden oluşmaktadır ("Okumak ve Yazmak"): birinci bölüm, kökenlerin atıldığı bir hikaye, "Poulou"nun Almanca profesörü olan büyükbabası, üçkağıtçı bir ihtiyarla romanlara gömülmüş büyükannesi ve çocuktan farksız ve yazarın kız kardeşi gibi gördüğü annesi arasında yaşadıklarının anısıdır. Kitaplarla haşır neşir olan çocuk, dünyayı keşfeder, kitap kahramanlarıyla özdeşleşir. Yazı yazmaya başlayınca, kahramanı bir yazar olur ve kendini, insanlığı kurtaran değeri bilinmeyen ama bir gün şan ve şöhrete ulaşacak büyük bir yazar olarak görür. Metnin sonunda, "ben"in gözünde edebiyat bir meslek, diğerleri gibi bir etkinlikten başka bir şey değildir. Sözcükler'in özgünlüğü, anlatıcının kendi saplantıları, toplumsal komedi, kötü niyeti hakkındaki iğneli çözümlerinden ileri gelir. Bütün kurumlar, bu genel ikiyüzlülükten payını almıştır ve buna verilecek tek doğru yanıt, bir hümanizm olarak varoluşçuluktur.

Çeviri : Selahattin Hilav
Can Yayınları

Yukarı

TÜKENİŞ
Büyük Fransız düşünürü Jean-Paul Sartre uzun yılları fikirleri ile kitleleri etkilemeyi başarmış büyük yazarlardan biridir. J.P.Sartre 2. Dünya Savaşında Fransız direniş hareketine katıldı. Faşizmin yeniden dirilmesine karşı ve barış uğruna etkin bir savaşım yürüttü. Dünya Barış Konseyine üye seçildi. 2. Dünya Savaşında sonra varoluşcu (Existantialist) felsefenin yaygınlık kazanmasında felsefi yapıtları kadar, romanları ve politik görüşleri de etkili oldu.

Çeviri: Nazan - Haluk Dedehayır
Altın Kitaplar / Nobel Dizisi

Yukarı

UYANIŞ




Satışı yok…





Yukarı

VAROLUŞÇULUK
Varoluşçuluk nedir? Şimdiye değin çeşitli karşılıklar verilmiş bir sorudur bu. Sözgelişi, Weil'e göre varoluşçuluk bir bunalım, Mounier'ye göre umutsuzluk, Hamelin'e göre bunaltı, Banfi'ye göre kötümserlik, Wahl'a göre başkaldırış, Marcel'e göre özgürlük, Lukacs'a göre idealizm (düşüncülük), Benda'ya göre usdışıçılık (irrationalisme), Foulque'ye göre saçmalık felsefesidir.

Bu değişik karşılıklar varoluşçuluğu gereğince tanıtıyor mu bize? Eski deyişle, "agyarını mani, efradını cami" bir tanıma (tarife) varıyor mu? Sanmıyorum. Çünkü onlar, tanımlamaktan çok, varoluşçuluğun belli bir yanına parmak basıyorlar. Belli bir özelliğini ya da belirtisini ortaya koyuyorlar. Üstelik abartarak, büyüterek....

Çeviri: Asım Bezirci
Say Yayınları

Yukarı

YAHUDİ SORUNU
Son dönemde ülkemizde yaygınlaşan ve her olayın arkasında Yahudileri gören komplocu bakışı yansıtan pek çok kitap piyasada bulunuyor. Sartre'ın bu kitabı ise Yahudi düşmanlığının ve toplumsal eşitsizliklerin kaynağını Yahudilere bağlamanın nasıl bir mantıksız görüş olduğunu inceliyor.

Yahudi sorununa farklı bir gözle bakmak isteyenler için kaçırılmaz bir fırsat.

Çeviri: Serap Yeşiltuna
İleri Yayınları

Yukarı

YAŞANMAYAN ZAMAN ÖZGÜRLÜĞÜN YOLLARI: 2
... "Yaşanmayan Zaman"da yazar, Mathieu'nun kendi kendisiyle hesaplaşmasının yanı sıra, İkinci Dünya Savaşının o korkunç uçurumunun kıyısında, savaş korkusuyla barış umudu arasında gidip gelen bir Avrupa'da geçmişinden koparılarak, geleceğe akan yolun başında beklemek zorunda bırakılmış bir avuç insanın durağan ve sessiz acısını anlatmaktadır. Bu kitabın özgün adı olan 'sursis' (erteleme) insanlığın, bir kıyametin öncesinde bağışlanmış ek süreyi bir şeyler bekleyerek yaşayışını ve gerçekte yaşamadan bekleyişini dile getirir.

Çeviri: Gülseren Devrim
Can Yayınları

Yukarı

YAZINSAL DENEMELER
Bu kitap, Sartre'ın çağımızın ünlü yazarları ve kitapları üzerine yazdığı yazınsal denemelerden oluşmaktadır. Faulkner'dan Camus'ye dek birçok yazarı ele alan Sartre, yazınsal eleştiri alanında da güçlü bir kalem olduğunu kanıtlamaktadır. Edebiyat üzerinde birtakım eleştiriler yaparken, gerçek edebiyat yapıtlarının nasıl olması gerektiğini de vurgulamaktadır. Bir edebiyat yapıtı gerçek yaşamı nasıl yansıtmalıdır? Romanlardaki tipler nasıl gerçeklik kazanabilir? Bir romancı, kahramanlarını özgür mü bırakmalı, yoksa onları kaleminin ucuyla tutsak mı etmelidir? Bu ve benzeri sorulara yanıt getirmeye çalışan Sartre, günümüzün önde gelen yazarlarını ele alıp incelerken sık sık klasikleşmiş yazarlara da uzanmakta, onlardan örnekler vermekte ve gerçek edebiyat yapıtlarında neler bulunması gerektiği konusunda birtakım kuramsal bilgiler sergilemektedir. "Edebiyat Nedir?" kitabının bir anlamda tamamlayıcısı sayılabilecek bu önemli yapıtın sonunda, Sartre'ın kendisini büyük bir içtenlikle anlattığı iki konuşması yer almaktadır.

Çeviri: Bertan Onaran
Payel Yayınları

Yukarı

YÖNTEM ARAŞTIRMALARI
Sartre, Yöntem Araştırmaları'nı, 1960 yılında yayımlanan ve tarihle hesaplaştığı başyapıtı Diyalektik Aklın Eleştirisi'ne bir ön metin olarak kaleme almıştır.

Kitap, "Marksçılık ve Varoluşçuluk," "Dolayımlar Sorunu ve Yabancı Disiplinler," "İleriye Gidişli-Geriye Dönüşlü Yöntem" ve "Sonuç" başlıklarını taşıyan dört denemeden oluşmaktadır. Sartre, Marksçılık ve varoluşçuluk arasında bir köprü kurmaya çalışırken, bireyin gelişiminin açıklandığı sınıf, topluluk, aile çevresi gibi ortamları irdeler, diyalektik anlayışın açımlanmasını yapar.

"Özel bir vesileyle" yazılmış özel bir yapıt.

Çeviri: Serdar Rifat Kıroğlu
Kabalcı Yayınevi

Yukarı

YIKILIŞ ÖZGÜRLÜĞÜN YOLLARI: 3
Jean-Paul Sartre'ın Özgürlüğün Yolları adı altında yayımladığı ünlü üçlemesinin ilk kitabı "Akıl Çağı", ikinci kitabı "Yaşanmayan Zaman" ve üçüncü kitabı "Yıkılış", üçlemenin son kitabıdır. Yazar üç ayrı kitaptan oluşan bu dizi romanı 1945-49 yılları arasında yazmış. Bilindiği gibi, yaratıcısı olduğu "Varoluşçuluk Felsefesi", sürekli bir arayışın felsefesidir. Bu felsefeye uygun olarak Jean-Paul Sartre'ın bu üçlemesinde aradığı şey özgürlük'tür. Üçlemenin son romanı olan "Yıkılış"ta 1940 Haziranı anlatılır. Yani Paris'in Almanların eline geçişi. Kadınlı erkekli küçük bir Fransız topluluğu, bu işgal karşısında büyük tepki gösterir. Sartre, bu diziye "Son Şans" adını verdiği dördüncü bir kitap daha eklemeyi tasarlamış, ama sonradan vazgeçmiştir. Yazarın olgunluk döneminin ürünü olan birbirine bağlı bu üç roman, Sartre'ın romancılığının en önemli belgesidir.

Çeviri: Gülseren Devrim
Can Yayınları

Yukarı


AKLIMIZDAKİLER :

• İntihar kaçış değil, reddediştir…

• Ask; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba çünkü insan kendi bilincine mahkumdur…

• En büyük günah pişmanlıktır…

• Varlığında, varlığın var olmasının söz konusu olduğu bir varlık olarak var olan bir varlığım…

• Nesnelerin bir ters yüzü vardı, insan aklını kaçırdığı zaman bunu görürdü…

• Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir. ( Nobel Ödülünü reddederken )

• Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister...Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu...

• En bayağı bir olayın serüven haline girmesi için onu anlatmaya koyulmamız gerekir ve yeter. İnsanları aldatan da bu zaten. Kişioğlu hikâyecilikten kurtulamaz, kendi hikâyeleri ve başkalarının hikâyeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır.

• Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil hiç düşünememiş olmaktır…

Yukarı



Yorum yazmak ister misin?



oğuzhan / 28.09.2010 20:44:53
malın teki yaaa yazarrrrrrrr

HaneyMelody / 7.04.2010 07:14:50
Do you recognize that this is the best time to get the personal loans, which would make you dreams real.

günlük / 29.09.2009 19:04:17
ben bu yazarın yazdığı günlüğü aramıştım ama bişey bulamadım

TUĞÇ€€€€€ / 2.10.2008 13:37:34
bence cok saçam bişey ben günlük istedim karşıma cıkan seye bakın yanee!

heracles / 26.09.2008 16:20:58
arkadaşlar eğer mezarsız ölüler oyununu bulanınız olursa bana mail atsın deniz_yiltan@hotmail.com


gülben / 18.09.2008 13:15:35
hiiiç okumak içimden gelmedi

barbie / 11.09.2008 14:45:58
bence tüm kitaplar okumaya değer çünkü tüm kitapların yazarları o kitaba emek sarf etmişler hemde günlerce gecelerce,aylarca yada yıllarca uyumadan çabalayıp o kitapları yazmışlar bence her kitap okunmalı

kedikız / 11.09.2008 14:40:26
bence yazdığı kitaplar güzel ve önemli kitaplara benziyo herkesin okumasını tavsiye ederim

c@n$$u / 10.09.2008 17:06:45
ben bu kitapların hepsini okudum sizede tafsiye ederim......!

befin / 10.09.2008 17:01:11
harbiden güzelmiş???

ayşe / 10.09.2008 16:31:14
yazarların günlüklerini www.edebiyatogretmeni.net te arayın

sinemmm / 9.09.2008 17:57:50
bnde yazarların günlükleriyle ilgili bişiler arıyorrum ama hiç bişi yok yardııımm!!!!!

aman bu ne bea / 9.09.2008 17:53:41
bizm manyak türkçeci yazarların günlükleri dedi aman int.tede hiç bişi yoook

devrim / 6.09.2008 22:22:10
yazlar ve bilgiler harika herkesin bilmesi gerekenler ne ilginçtirki insanoğlu hep geçmii merak eder romanların çogu 1930 lara ait o zamanlar herşeyin olduğu gibi romaların tadı bir başkaymış halen defalarca okuma isteği uyandırıyor....

ahmet / 6.03.2008 22:03:20
hade lan bune böle:D ordan bi ferdi baba açın yeter bana ne kılıbıksınız be


alpay / 25.09.2007 21:37:42
okumak iyidir

nehir / 23.09.2007 11:29:06
cemrecim sana katılıyorum bende yazarların günlüklerini arıyorum yok ama acılen bulmak zorundayım yani!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

cemre / 19.09.2007 14:32:49
ya ben yazarların günlüklerini arıyorum ama bulamıyorum!!!!!

ibrahim / 4.07.2007 13:55:00
Unutmayalım ki o geçen yüzyılın en büyük filozofuydu. Sarte Yüzyılı ise onu anlayabildiğimiz müddetçe devam edecek ve zaman kavramıyla açıklanamayacak kadar uzun sürecektir. Çünkü filozoflar kendinden sonraki yüz yılları hatta bin yılları etkilemişlerdir. Oda onlardan biridir.

songul GUL / 1.06.2007 17:13:00
gercekten yasam felsefesı adına yazılacak en basarılı yazıalrı yazmış harıka ya ayrıca sızı bu gbı basarılı ınsnları tanıutma fırstı vermış olduğunuz için kutluyorum

gökhan / 5.03.2007 14:49:12
Temel kitabı "Varlık ve Hiçlik" halen tercüme edilmedi. 2006 Eylül ayında çıkacağı söylenen kitabı büyük bir merakla bekliyorum. Umarım çok başarılı bir tercüme olur, çünkü ingilizce baskısından neredeyse hiçbirşey anlayamadığım gibi 800 küsur sayfalık kitabı daha başlarında bırakmak zorunda kaldım...

seçil / 21.09.2006 14:26:03
seatre,muhteşem bi yazar.Akıl çağı kitabında çok sevdiği kedilerini denize atmaya götürmesi.böylelikle kendini de atmış olacak sonra yapamayıp geri dönmesi hiç aklımdan çıkmıyor

ali-x / 30.08.2006 16:05:04
didem isimli bayan , camus ,sartre simone
3gen inden sozetmis .. felsefe ile az biraz ilgisi
olanlar bilir ki simone hanim filozof degildir .kendileri icin sartre nin ogrencisi, bir donem sevdigi kadindi denebilir ..
camus 'a gelince ; camus 'u da varolus felsefesine romanlari ile katkida bulunmus derin adam gozu ile degerlendirebiliriz .. ama asla filozof sayilmaz ..


Gökçe / 20.03.2006 11:59:58
Sartre'ı bence çok iyi tanımlayan bir yorum okumuştum. Yazar onun için "Sartre 21 haziran doğumlu yani bu tarih en uzun gün'e tekabül ediyor, şimdi varoluşçuluğun neden sartre'la bütünleştiğini anlayabiliyoruz. S.Ö ve S.S diye ayırabiliriz. En sevdiğim sözlerinden biri de "Beynin hiçbir zorlukla karşılamayıp, yan gelip yatmasından nefret ederim"
Sartre'ı okuyun, okuyun ve okuyun..Ardından da Simone de Beauvoir tabii ki :)


Belkıs / 16.03.2006 20:06:15
"Bulantı"yı okumanızı tavsiye ederim...
Duvar başta olmak üzere Sartre'nin diğer kitaplarını da merak ediyorum


devrim / 15.03.2006 18:18:02
harbiden çok güzel saolun bütün insanların bu
bilgileri okuması gerekir


didem / 10.03.2006 18:40:21
camus, simone, sarte üçgenine pek bi hakim yeni sistemde varoluşçu felsefenin babası... hatta sarte ve simone arasında tutkulu ve de az kaçık bir aşk yaşandığı her bir dilde rivayet edilir. gereksiz ayrıntıları bir kenara atarsak ortaya en alasından kesinlikle okunası bir durum çıkar ki, yadsımak söz konusu dahi olamaz... diye düşünmekteyim.

varoluşçu felsefeye merak buyuranlara ya da merak buyurmuş da atlamış olanlara meraklısından not: kazara da olsa sartre okumak demek, en kısa sürede camus'nin aklını da kurcalamak ihtiyacanın hızla doğuşu demek... gerisininse çorap söküğünden hiç bi farkının olmadığı tecrübeyle sabittir.


evrim / 8.03.2006 14:10:43
sözcükleri büyük bir keyifle okudum....geçen hafta Baudelaire 'i aldım,merak ediyorum açıkçası




İsim:
Yorum:
Resimdeki karakterleri aynen yazınız: This Is CAPTCHA Image
 

Yukarı







Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
GÜNÜN
ŞARKISI
(Yeni)




ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM

Uygulama : Cem Özbatur