|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Cumhuriyetimizin ilk yıllarından bu yana kamuda görev yapanlardan kim bilir kaçı benimkine benzer haksızlıklara uğramış ve gördüğü baskılar nedeniyle bunları sessizlikle kabullenmeyi tek çare olarak görmüştü. Kim bilir belki de pek çoğu bu haksızlıklara direnmeyi bir anlamda "devlete başkaldırı" olarak görüp bu yola gitmek yerine yaşadıkları tatsız olayları kişisel birer sorun olarak sineye çekmeyi ülkeye hizmet açısından daha uygun bulmuşlardı.
Ancak onların ve bir süre öncesine kadar da bizzat benim göremediğimiz husus, ülkemize olan sevgimiz ve içimizdeki hizmet duyguları nedeniyle "sorun çıkartmak yerine sessizce katlanmak" şeklindeki bir formülü fedakarca benimsemekle aslında gelecek nesillere, dolayısıyla ülkemize iyilik değil kötülük yapmış olduğumuz gerçeğiydi. Zira yaşanan her örnekte keyfilik canavarı biraz daha güçleniyor ve kurumsal yapının hakim unsurlarından birisi haline geliyordu. Önceleri amirlerin kişisel istekleri doğrultusunda iş görmekle sınırlı olan keyfiliğin sınırları bu sayede pervasızca genişlemiş ve artık yolsuzluk, hatta talan boyutlarına dayanmıştı.
Bırakınız yolsuzlara direnmeyi ya da yapılan yanlışları düzeltmek üzere ortaya atılmayı, doğruyu söyleyenin bundan kişisel olarak zarar gördüğüne ait örnekler sayesinde, doğru bildiğini söyleyebilen insanlara rastlamak dahi güçleşmiştir bu ortamda...
Her koşulda "Evet efendim, çok isabet buyurdunuz! Bu konuda gerçekten çok haklısınız! Sizi canı gönülden kutlarım efendim!" demenin kişisel çıkarlarına en izi hizmet eden yöntem olduğunu gören kadrolar ülkelerine başlıca iki bakımdan zarar verdiklerini anlayamadılar:
Birincisi her yaptıkları mutlaka doğruymuş gibi davranılan yöneticiler öylesine aşırı güvene kapıldılar, öylesine kendilerini dev aynasında gördüler ki hata yaptıklarını belki de hiç fark edemeden, çok başarılı olduklarını zannederek sadece lafla büyük işler yaptıklarına ve takdir edildiklerine inanmaya başladılar.
|
|
|