HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı


Yukarıdaki bilgiler yeniliğin mal ve hizmet üretiminde bazen emek ve sermaye girdilerinden daha çok artış sağlayan bir faktör olduğunu açıkça ortaya koymaktaydı.

Yeniliğin, özellikle sanayide ve ticarette, üretim ya da satış potansiyelinde artış sağlayabilen bir işletmecilik gereci olduğunu kabul eden Batılı ülkeler, yeniliğe ulaşmak için büyük yatırımlar yaparak araştırma geliştirme faaliyetlerine yönelmekteydiler. Daha geçen hafta İsviçre'deki bir boya fabrikasını gezerken koskoca tesiste 80 kişi çalıştığını, bunlardan sadece 18'inin üretimde, 14'ünün pazarlama ve satışta, diğer 48 kişini ise Araştırma ve Geliştirmede görevli olduğunu, 5 yıl önce kurulan firmanın bu sayede yılda 1.8 milyar Dolar kar seviyesine ulaştığını öğrenmiş ve hayretler içinde kalmıştım.

Özel sektör kuruluşlarının iç ve dış pazarlara sürülen çeşitli mal ve hizmetler için talep yaratılmasında ya da mevcut talebin korunmasında başarıyla kullandıkları yenilik faktörünün artık kamu sektöründe de kullanılması zorunluydu. Zira bu faktörü daha iyi ve daha yaygın bir şekilde kullanan özel sektör kendisinden çok daha geniş olanaklara sahip kamu sektöründen kopmuş ve daha ileri bir gelişmişlik düzeyine ulaşırken kamu sektörü büyük bir hantallık ve savurganlık batağına sürüklenmişti. Yenilikten uzak duran kamu sektörünün artık harekete geçerek aradaki bu uçurumun daha da büyümemesine engel olması gerekiyordu. Zira bilinç düzeyi yükselen tüketicilerin kendisine sunulanla yetinmeyip daha kaliteli mal ve hizmet talep ettiğini gösteren, son derece yerinde ve haklı homurtuları kamu sektörünün üretim ve çalışma yöntemlerinde de reformu zaruri kılmaktaydı. Artık Türk halkı sesini kısıp kendisine buyrulanla idare etmekten farklı bir davranışı özlediğini her fırsatta dile getirmekteydi. Bu yüzden yeniliğin alternatifi yoktu Türkiye için! Mevcut yolsuzluklar ve depreme verilen gereksiz kayıplar karşısında yenilik bir seçenek değil bir zaruretti artık.

Aslında, uzun yıllardan beri tutucu bir yönetim anlayışının hakim olduğu kamu sektörü bu gereç için son derece bakir bir alan olduğundan, uygulamada kısa sürede büyük başarılara ulaşılması olasılığı bir hayli yüksek görülüyordu. Farazi bir örnek olarak, önemi ve kullanım yeri dikkate alınmaksızın hemen her konunun A4 boyutlarındaki birinci sınıf kağıda yazılması yerine,her boy yazı yazabilen bilgisayarların ve istenen ebatlarda küçültme sağlayabilen fotokopi makinalarının da yardımıyla, ihtiyaca göre yarım, hatta çeyrek dosya kağıdı büyüklüğündeki belgelerin de resmi iletişimde kullanılması yolu açılarak her ay tonlarca kağıt tasarrufu sağlanabilirdi.

Ancak kamu kadrolarının yenilik faktörünü kullanmaktaki aşırı deneyimsizliklerinin yanı sıra, mevcut çalışma alışkanlıklarının da başarıyı engelleyebileceği aklıma takılmıştı. Bu yüzden, kamu personelinin yaratıcı gücünü kullanmaktan alıkoyan mevcut kalıpların kısıtlayıcı, bağlayıcı ve sınır koyucu etkilerinden kurtarılmaları gerekiyordu. Öyle bir model bulmalıydım ki hem mevcut yapıyı sarsmayacak şekilde onunla uyumlu olsun, hem de onun kısıtlama ve engellerinden bağımsız olsun...

Modelime esasa olacak örneği doğada aramaya karar verdim. Netice olarak ben de insanı kendi doğal yetenekleriyle buluşturup onu içinde var olan güçle buluşturmayı hedeflemiyor muydum zaten.

Önce fizik dünyasına dalıp Einstein Hocanın sözlerine kulak verdim.

1912'de Zürih'te kendi el yazısıyla ölümsüzleştirdiği bu formülle izafiyet gerçeğinden söz ediyordu. Onun sayesinde her hangi bir gerçeklik düzlemindeki yargılarımızın bir başka gerçeklik düzleminde ele alındıklarında farklılaşacağını öğrenmiştik. Her yargı, ancak izafi olarak doğru kabul edilebilirdi...

İzafiyet gerçeği, en bilinen, klasik örnekte şöyle anlatılıyordu: saatte 60 km hızla Batıya doğru yol alan bir trende Batıya doğru yürüyen bir yolcunun hızı, trendeki bir nokta esas alındığında saatte 5 km, trenin az önce geçtiği yerlerdeki bir nokta esas alındığında ise saatte 65 km olarak hesaplanabilecekti...

Geleneksel düşünce kalıplarını parçalayıp gündeme yepyeni kavramlar getiren bu yeni anlayışı, daha mütevazı ölçüler içinde bile olsa, bu günkü kamu yönetimi sistemimize uyarlayarak bambaşka bir kavrayışa ulaşabilirdik. Örneğin bugüne kadar kamu etkinliklerini hep kamunun gözünden (yani trenin içindeki bir noktaya izafeten) değerlendiriyorduk... Oysa özel sektörün ya da uluslararası alandaki bir başka örneğin zaviyesinde (yani trenin dışındaki bir noktadan) yapılanların ne anlama geldiği ve nasıl yorumlandığı hakkında bir fikir sahibi değildik; olmayı da düşünmüyorduk.

Aradığım ilhamı bulmuştum... Kamuda yapılanları kamu görevlisi gözüyle incelediğimde normal, olağan, bir öncekinin aynısı, dolayısıyla da makul ve yeterli bulurken aynı şeyleri özel sektördeki bir işletme müdürü gözüyle incelediğimde aykırı, mevcut başarı kriterlerine uymayan, yetersiz ya da yanlış olarak görüyordum.

Nasıl ki Einstein'ın teorilerini rehber edinen fizikçiler doğanın en katı, parçalanmaya en dirençli varlığı olan atomu parçalamayı başarmışlardı; ben de bu teorinin farklı uygulamaları olarak, kamu yönetimindeki en sert ve en dirençli yapılar olan çalışma ve davranış kalıplarının parçalanmasında Kuantum fiziğinin yöntem ve ilkelerinden yararlanabilirdim belkide...

Geri - 113 - İleri





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur