|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Oysa ben, iki yıldır ne eşime, ne de kendime bir çift ayakkabı almaya para ayıramıyordum. Geçenlerde eşim elinde plastik bir yer fırçası, yakın zamanlarda görmediğim kadar neşeli bir şekilde eve geldi: "Bak ne aldım! Alman malıymış... Hem de fiyatı sadece 2 milyon TL! Beni asıl mutlu eden yanı ise markete gidip ilk defa ekmek ve süt dışında bir şey alıp eve gelmek!!! Yihhuu! Ha ha haaa..."
Yani o kadar zor durumdaydık ki zaruri olmayan hiç bir şeye para ayırmadığımız halde sağdan soldan borç para bularak geçinebiliyorduk!
Böyle bir ortamda akıllı bir adamın hala o eski işine devam etmek yerine bir başka iş araması gerekiyordu. Fakat en güzel yıllarımı verdiğim ve hizmette kusur etmediğim bu görevden, tam da her türlü sıkıntıların sonu demek olan yurtdışı tayin sırasına girmişken ayrılıp yeni bir işe sıfırdan başlamak doğrusu içime sinmiyordu. Belki bir kaç yıl sonra herşey çok daha iyi olabilir düşüncesiyle sabretmeliydim.
Fakat cep delik, cepken delik olunca insan
her sabah aynı asap bozukluğuyla başlıyor güne.
Hani kendini hiç iyi hissettiğin olmuyor ama,
giderek kendini kötü hissetmeye alışıp bunu
dert etmemeyi öğreniyorsun...
Aynı isteksiz uyanış, aynı bıkkın tıraş,
aynı taranmaktan yorgun saçlar,
aynı otobüste aynı insanlarla aynı yöne yolculuk...
Aynı küçüklük öğretisinin haylaz talebesi olan ben,
aynı küçük işler kostümlerimin içinde, aynı küçük
şeylerle ilgilenmek üzere tutarım ofisin yolunu...
Ayaklarımın geri geri gitmesini bastıracak bir güç
harcayarak, her vesileye takılıp beni alıkoymaya
çalışan uçarı zihnime yüz vermeden ve daireye
yaklaştıkça daha da şiddetlenen mide
kramplarıma aldırmadan varırım işyerime…
Orada da acılarım devam etse de en azından
biraz hafifler; çünkü tek kurbanın ben olmadığımı
açıkça gösterip içimi rahatlatan ve aradığım
teselliyi cömertçe sunan bir iş ortamına girilmiştir.
Hemen her gün yapmakta olduğum şekilde, kendimi daha az yetenekli birisinin yerine koyarak bir sürü küçük iş peşinde kendimi paralarcasına çalışır, aklımın ve benliğimin kabul etmediği bu duruma katlana katlana ölürüm her gün…
Çünkü burada muteber bir eleman olmak için, daha doğrusu "asi ruhlu, burnu büyük, kendini beğenmiş, itaatsiz" gibi olumsuz sıfatlarla damgalanmaktan uzak kalabilmek için bir başkası gibi davranmam gerekmektedir…
Onaylamadığım şeylere dahi "isabet buyurdunuz efendim" şeklinde karşılık vermem için; işlerimi yapılması gereken şekilde değil amirlerimce nasıl yapılması istenmişse o şekilde yapmam için; kendi bilgimi, zevkimi, yeteneklerimi, düşüncemi, iş ahlakımı, estetik anlayışımı, yaratıcılığımı işime yansıtmaksızın kendimi başkalarının istediklerinin yerine getirilmesine amade kılabilmek için kendimi gizleyip bir başkası gibi davranmam en kestirme yoldur. Bunları kendi kimliğimle zaten yapamam; kendi kimliğimle yapacaklarım ise başıma bela açar. Bu yüzden ben, işe gelirken kendimi evde bırakarak "küçük işler" kostümlerime bürünür ve gün boyu kendimden daha az yetenekli, daha az akıllı, daha az duyarlı, daha az düşünen birisi olarak davranırım. Bu iş ortamında mesleki anlamda hayatta kalmanın yegane yolu budur. Ancak bu mesleki yaşam yolu, benim için her sabah yeniden yaşanan duygusal bir ölümdür.
|
|
|