HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

Gelişmiş ülkelerin yüksek standartlara ulaşmasını sağlamakla kalmayıp o standartların daha da geliştirilmesini sağlayan ve adına "süreç yönetimi" denilen yöntemi burada uygulayarak o görünmeyen prangalarımızı görünür hale getirebilirdik... Bu yöntemin en belirgin yanı bir olguyu, bir hareketi, bir olayı safhalara ve süreçlere ayırıp her alt parçada etkili olan sebepleri ortaya çıkartılması, sonra da bu sebeplerin arzu edilen sonucu yaratacak şekilde denetlenip yönlendirilmesiydi.

Söz gelimi yeryüzüne dönüş yolundaki Uzay Mekiğinin atmosfere girdiği sırada yanmaya başlayıp havada infilak etmesi olayının "tüm önlemler alınmışken yaşanmış, istenmeyen bir kaza" olarak arşivlere kaldırılması yerine iniş sürecinde rol oynayan tüm etmenlerin ayrıntılı olarak sorgulanarak bu kazaya yol açan sebeplerin bulunup bir sonraki uçuşlar için onların ortadan kaldırılması şeklinde bir strateji benimsenmesi "Süreç Yönetimi"nin tipik bir örneğini oluşturuyordu. Bu yöntem sayesinde sorunun yakıt tanklarından kaynaklandığı bulunmuş ve uçuş programının yakıt tanklarının kullanımı ve denetini ile ilgili süreci mercek altına alınarak kimlerin ne tür hatalar yaparak kazaya neden olan sebeplerin ortaya çıkışına katkıda bulundukları konusu gün ışığına çıkarılmış; böylelikle gözle görünmeyen bir şey görünür hale getirilmişti...

Ben de kendi payıma mesleki yaşamımı safhalara ve süreçlere bölmüş, günler, haftalar, aylar, yıllar ölçüsüyle adım adım geriye gidip bu prangaların ilk ne zaman ayağıma dolandıklarını, onların ağırlığını ilk ne zaman hissettiğimi bulmaya çalışıyordum. İnsanoğlu ne müthiş bir şey... Yukarıdaki patlamayı saniyenin bindebiri nispetince aralılarla görüntüleyen o kamera gibi, insan da kendi yaşamını kare kare geriye sarılan bir film gibi zihninde canlandırabiliyor işte...

Geriye doğru hızla ilerlerken tüm hislerimle ilk kıvılcımın nerede olduğunu bulmaya yoğunlaşmıştım. Kalıplara ilk tosladığım yere baktım önce; patronumun 200,000 dolar kadar bir meblağı sahte faturalarla caba indirdiğinin farkına vardığım günlerde her şey normal gözüküyordu... Bu olayı hiç tereddüt etmeden rapor etmiş ve eski hızımla işime koyulmuştum.

Birkaç ay sonra onun yerine atanan yeni patronumun makam taşıtını beğenmeyip yeni bir araç almaya kalkışması ve bunu bu alımı kılıfına uydurup kamu harcamalarındaki Başbakanlık kısıtlamalarını aşabilmesi için dahice bir buluşla hazırlattığı Komisyon Teklifini "Komisyon Başkanı" sıfatıyla benim imzalamamı istediği günlerde de her şey normal gözüküyordu. O belgeyi imzalarsam, yok yere 50,000 Dolar verilip alınacak o arabayı kapının önünde göreceğim her sabah mideme kramplar gireceğini gayet iyi biliyor olduğum için, derhal odasına gidip "Beni bu komisyonda görev almaktan mazur görünüz beyefendi" diyebilmiştim. "Tekrar düşününüz... Bunu bir mesleki yetersizlik sayacağımı ve ona göre işlem yapacağımı bilmenizi isterim!" şeklindeki uyarı da beni hiç etkilememişti... Böyle bir şey yapamayacağını, yaparsa da benim değil kendisinin bir ayıbı olarak dosyalara gireceğini düşünmüş ve "Orası tabi ki sizin takdirinize kalıyor Efendim!" diyerek odadan başım dik vaziyette çıkmıştım.







O günlerde elime geçen 14.1.1991 tarihli Milliyet Gazetesinde yer alan, Gürkan ATA imzalı şu karda yürüyerek okula giden köy kızı fotoğrafı "DOĞRU" bir karar verdiğimi müjdelemişti bana...

Varsın ben kötü olayım diye düşünmüştüm...Onun için yaptığım şeyi benden başka kimse bilmese de benim içim rahattı.

Kalıplardan korkmuyor, kontrol onlarda olsa dahi, nihai zaferin iyinin ve doğrunun alnında parlayacağına inanıyordum...





Geri - 155 -





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur