HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

Kamu kadrolarının idari baskılarla belirli davranış kalıplarına itilmelerinin uzun dönemde ortaya çıkan sonuçlarından birisi de kendi pozisyonlarına zarar verebilecek şeyleri görmemek, duymamak, bilmemek eğilimi göstermeleridir. Kötü niyetli insanların yetkili konuma gelmeleri halinde alt kadroların bu eğilimden yararlanmaları son derece kolay olacağından keyfi tasarruflara da zemin hazır demektir. Keyfilikte insanoğlu sınır tanımaz, bilirsiniz... Bu yüzden pek çok canlı türünün soyu tükenmiş, bunlar yeryüzünden tamamen kaybolmuştur.



İnsanları böyle keyfi şeyler yapmaya iten şey özgürlüklerini belirli ölçülerde yitirerek duyarsızlaşmış olmalarıdır. Buradaki balık yüzgeçleri örneğinde söz konusu olan ekonomik özgürlüktür. O insanlara bu canlıları katletmeye yönelten duyarsızlığın asıl kaynağı olan bu bağımlılık zinciri kırılmadığı sürece, ekonomik özgürlük ortamına kavuşulmadığı sürece o adamların gözü balık felan görmeyecektir. Ekonomik özgürlük ile duyarlılık arasındaki bu ilişki, idari kısıtlamaların ve gizli sicil, keyfi tayin ve atamalar gibi dolaylı yönlendirme mekanizmalarının da yardımıyla, kamu sektöründe de çirkin yüzünü göstermektedir.

Suyun 100 derecede kaynaması, rüzgarın buharlaşmayı hızlandırması, sürtünmenin ısı yaratması gibi bir doğa kanunu olarak, özgürlüğün kısıtlandığı ortamlarda duyarlılığın barınamadığını, duyarlılığın olmadığı yerde ne daha iyisini arama çabasının, ne de kötülüğe engel olma gayretinin görülemeyeceğini anlamış bulunuyoruz.



İşte bu nedenle masalımızdaki kamu görevlileri ne tanık oldukları yolsuzluklara direnebilmiş, ne keyfi uygulamalar karşısında yasal yollara başvurup haklarını arayabilmiş, ne de ülkemizi medeniyet dünyasında kusurlu gösteren, utanç verici talimatları yerine getirmekten uzak kalabilmişlerdi. Çünkü keyfi uygulamalarının faturasını başarısızlık olarak kendilerine çıkaracak bir rekabet ortamı yerine, bu uygulamaların amirler tarafından başarı puanı olarak sicillerine yazılmasını sağlayabilecek bir subjektif değerlendirmeler sistemi söz konusuydu.



Bu tek-tipleştirme sürecinde Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere bıraktığı parıltılı özgürlük mirası da kalın bir örtü altında gözlerden gizlenmiş, onun ateşten sözleri buz kalıpları üzerine kazınarak derin donduruculara atılmış; onun dişiyle tırnağıyla meydan getirdiği o büyük eser, tüm kavramları, kurumları, felsefesi ve düşüncesiyle bir kartallık manzumesi olan Cumhuriyet macerası, bu şekilde hindilerin zaviyesinden yorunlandığı şekliyle daha alt düzeydeki bir varoluş çizgisinde takılıp kalmıştı. Bundan en büyük zararı da sistemin tüm eksikliğinin, yetersizliğinin ve kusurunun kaynağı gibi gözüken Kemalizm görmüştü. Oysa bu sistem Kemalizmin tarif ettiği insan sevgisi, medeniyet tutkusu, kalkınma ve gelişme azmiyle yoğurulmuş, dinamik, katılımcı, zenginleştirici ve atılımcı özgürlükler dünyasının tam aksi yöndeki örneği olarak gösterilebilecek kadar sevgiden yoksun, tutucu,katılımı engelleyici, dışlayıcı ve sığ kalıplara hapsedici bir model olarak karşımızda durmaktaydı.

Atatürk Türk Milletini ne hazin bir geleceğin beklediğini daha 1919 yılında net biçimde görmüştü… Onu harekete geçiren, bunca güçlüğü, zorluğu ve ızdırabı göze alarak yeni bir varoluşu temelinden başlayıp inşa etmeye yönelten şey bu millete duyduğu sevgiden başka bir şey değildi… Büyük bir empatiyle kendisini o milletin yerine koymuş ve kendi adına kabullenemediği o esareti milleti adına red etmenin çarelerini aramaya koyulmuştu.

Geri - 170 - İleri





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur