|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
İşte bu yüzden kamu sektörü asık suratlı ve buyurgan bir kimliğe bürünürken onun memurları olan bizler de uysal ve edilgen birer iş kimliği edinip onun gazabından korunma yolunu seçmiş olduk… Bu şekilde kamu yönetiminde özgürlüklere veda edildiği için yaratıcığa, açık fikirliliğe, yeniliğe açılan kapılar da kapanmış oldu…
Artık daha iyisini tasarlayıp onu elde etmeye çalışma özgürlüğü yitirilmiş, onun yerine eksik, güdük, hatta yanlış bile olsa yukarıdan ne buyruluyorsa onu yerine getirmenin üstü örtülü tutsaklığı benimsenmişti bu alemde geçerli yegane iş kimliği olarak...
Bu sıkı sıkıya idarenin iradesine tabiyet öyle ileri noktalar kadar uzandı ki değil yaratıcı çalışmalar için kalıpların dışına çıkmaya kalkışmak, memurluğun yasalarla düzenlenmiş kurallarından olan "tanık olunan yolsuzluğu bir üst makama rapor etmek" gibi yükümlülükleri yerine getirmek dahi "idareye meydan okuyucu bir başkaldırı" olarak görülüp cezalandırılmaya başlandı. Muteber bir memur olmak için çalıştığı büronun duvarları da sökülüp götürülürken saygı ile eğilmek gerekiyordu...
Türk Ceza kanununa yolsuzlukların önlenmesi amacıyla konulmuş "bir usulsüzlüğe ya da yolsuzluğa tanık olup da bunu bir üst düzeydeki amirlerine bildirmeyenler o yolsuzluktan dolayı müştereken (ortaklaşa) ve müteselsilen (emir komuta zincirindeki sıralamaya bağlı olarak) sorumlu tutulurlar" hükmü doğrultusunda dürüstlük ettiğim için sicil amirlerimin gazabına uğrayıp 3 yıl süreyle terfi edememem, eşim ve iki çocuğumla 5 parasız kalmam, sicilimle birlikte tüm kariyerimin mahvolması başka ne anlama gelebilirdi ki?
Benden ettiğim memuriyet yeminini unutmamı, bu kurumun Protokol Salonlarını 40 - 50 yıllık naçiz fotoğraflarıyla süsleyen eski meslektaşlarımın tam bir vatanseverlik anlayışıyla, göz nuru, emek, hatta birkaç örnekte nakledildiği üzere hayatları pahasına ortaya çıkardıkları bu esere ihanet etmemi ve onun bazı bölümlerinin birilerinin kişisel sermayesi yapılmasına göz yummamı istiyorlardı benden. Bunu yaparsam diğer meslektaşlarımın bu tür şeylere aldırmadan, daha yüksek mevkilere ulaşmak çabasıyla kendilerine verilen işler peşinde koşturdukları o kalabalık koridorlara geri dönebilecek ve yeniden kendime bir yer edinebilecektim. Bu koridorlarda yer alabilmek için cenaze törenimi satmam gerekiyordu anlaşılan...
Artık herşeyi bugünkü aklımla net bir şekilde görebiliyorum... Burada görev yaparken beni neyin huzursuz ettiğini artık çok iyi biliyorum... Kafesinde huzursuz hareketlerle bir aşağı, bir yukarı yürürken hayatındaki eksik olan şeyi bulmaya çalışan o doğadan koparılıp kafese tıkılmış panter gibi, ben de burnumu demir parmaklıklara sürttükten sonra beni orada tutan kalıpların farkına varmıştım artık... Ve onlara uyup burada çürümeye hiç niyetim olmadığı anlamak bana yaşama sevinci veriyordu... Ben burada kalmayı kabullendiğim sürece ülkem için yapabileceğim en iyi şeyi yapmaktan vaz geçip kamu yönetiminin üst kademelerinde egemenlik kurmuş birilerinin çıkarlarına hizmete razı olmuş sayılacaktım.
Biliyordum ki bu şekilde boyun eğerek elde edebileceğim hiçbir şey, özgürce düşünmek, özgürce konuşmak ve özgürce davranmakla kendime, kurumuma ve ülkeme kazandırabileceklerimin yanında çok değersiz kalacaktı...
Bu yüzden ben o standart, basmakalıp memurların beş-milyon-sekiz-yüz- elli-üç-bin-dört yüz doksan ikinci örneği değil,yeryüzündeki insan yaşamının en ilkel dönemlerinde, mağaranın dışına ilk keşif adımlarını atıp ateşi bulan ve sonra da kendi kabilesine o ısı ve ışık kaynağına ulaşmakta rehberlik eden cesur adamın günümüzdeki örneği olmalıydım...
|
|
|