|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Böyle bir yüksek görev için ihtiyacım olan şey, o ilkel dönemdeki cesur adamın sahip olduğundan daha fazla bir şey değildi kesinlikle...
Yapmam gerekeni yapmaktan kendi kendimi alıkoyacak tüm korkularımdan sıyrılarak özgürleşmek; sadece ve yalın bir biçimde özgür olmaktı tüm ihtiyacım...
Başarmak hevesinde olduğumuz herşeyin anahtarıydı bu aslında: bütünüyle özgürleşmek!
Hepimiz adına zaferler kazanmaya kendisini adamış birkaç güzel insanın kendileri özgürlüğe götürecek yolları bulması ve böylelikle insanlık tarihindeki bütün büyük atılımların itici gücü olan insanın kendi iç kaynaklarıyla buluşması yeterli olacaktı bana göre... Bu sayede bizi hareketsizleştiren otorite korkusundan sıyrılmamız ve korkusuzca, özgürce, sınırsızca düşünüp çareler bulmamız mümkün olacaktı.
Çünkü o noktadan sonra sahip bulunduğumuzun farkında dahi olmadığımız gizli cevherler birer ikişer gün ışığına çıkarak bir zamanlar Kaptanı Deryamız Barbaros Hayrettin Paşa'ya "Bu millet isterse donanmasının gemilerini gül ağacından, direklerini ibrişimden, yelkenlerini kaftandan yapar" dedirten o büyük potansiyelin harekete geçmesini sağlayabilirlerdi. "Türk Milleti çalışkandır, zekidir" şeklindeki sözleriyle bu potansiyele olan sarsılmaz inancını her vesileyle dile getiren ve giriştiği bunca ağır işlerde hep o potansiyelin bir gün harekete geçip meyveler vereceğine güvenerek ona özgürlük izleri, hürriyet mesajları, bağımsızlık aşkları bırakan Mustafa Kemal Atatürk de yeterlilik gücüne sahip olacak ilk adımın tam bir özgürleşme safhasının sonunda atılabileceğini gayet iyi biliyordu. Bir gün böylesi farklı bir idrake ulaşan birileri olursa, kendilerini küçük görüp yılmasınlar, içlerindeki o özgürlük parıltısını karartıp gözlerinde büyüttükleri kişilere ya da kurumlara esir olmasınlar diye her Türk Gencine ayrı ayrı görev veriyor ve onlardan kendilerini önemsemelerini istiyordu...
Eğer bugün Atatürk'ü anladığımıza inanıyor, onun fikir ve düşüncelerine saygı duyuyor ve onun eserlerini bugünkü çarpıtılmış tezahürleriyle değil, gerçek mahiyetleriyle sahipleniyorsak, onun da bize aynı yalın ve basit özgürlük yolunu gösterdiğini kavrayabilmemiz gerekir.
En hayal edilemeyecek yenilgiler, en tarifsiz yokluklar, en acımasız teslim alınmışlıklar ve en sıkı kuşatmalar altında dahi harekete geçmek için hiçbir ön şart, hiçbir iç ve dış koşulun varlığı ya da yokluğu bahis konusu edilmeksizin "muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" nihai cümlesi, eğer onu anlayabiliyorsak, bizleri her türlü korkudan, kalıplardan ve duruma uygunluğu daima onaylanacak davranış biçimlerinden özgürleştirmeye yetmelidir!
Zihnimizi sınır tanımaz bir biçimde açmamız ve yapılması gerekeni hiçbir korku ve tereddüt duymadan yapmamız sadece ve sadece özgür olmamıza bağlıdır. Başımıza gelen bunca yoksulluğun, bunca iflasın, bunca belanın ve bunca tükenmişliğin genel bir sebebi varsa o da böylesi bir özgürlüğe sahip olmayışımızdır. Zira özgür insanlar dertlerine çare, sorunlarına çözüm bulmak için bir an bile beklemeden yerlerinden kalkıp harekete geçerler ve kendi imkanları, yetenekleri, bilgileri ve kapasiteleriyle sınırlı da olsa mutlaka bir çözüm yolu bulurlar. Özgürlüğe sahip olmayanlar ise "birileri bunu yaptığımız için bize kızacaktır" korkusuyla öylece hareketsizleşerek birilerinin kendilerine ne yapmaları gerektiğini söylemesini ya da birilerinin gelip kendilerini kurtarmalarını beklemeye koyulurlar. Bu tembellik ya da bilgisizlik değil, düşük düzeyli de olsa, düpedüz bir esarettir... İnisiyatif alamamak da onun en belirgin işaretidir.
|
|
|