|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Benim gibi pek çok insan, artık bir eza haline gelen bu emir kulluğuna katlanmak yerine adam gibi işler yapmak üzere harekete geçmenin arzusuyla yanmaktaydı... Çünkü ülkemin insanları yaşanan bunca büyük acılardan, felaketlerden, gereksiz kayıplardan sonra artık daha fazla zaman, emek, para ve insan kaybetmek istemiyordu.
Kalkınan Türkiye'yi eteklerinden toprağa mıhlamak isteyen düşmanlarımızın tezgahladıkları oyunları bir bir alt etmiş; 70'li yılların öğrenci olaylarını, 80'li yılların Ermeni Terörünü, 90'lı yıllarda PKK terörünü hesaba kitaba sığmayacak can ve mal kaybıyla atlatmış, fakat tam düze çıkacağımız dönemde bu kez de içimizden birilerinin yolsuzluk ve talana girişmesiyle kendimizi tam anlamıyla sırtımızdan hançerlenmiş gibi hissetmiştik... Zira yetkili konumdakiler yetkilerini kötüye kullanarak arkada bıraktıkları izleri yok ettiklerinden hazinemiz boşalıyor, faturalar kabarıyor fakat işin failleri bir türlü bulunamıyordu. Ayağımıza dolanan iç ve dış belaların bu kadar canımızı yakmasının neden ise, hırsızların maharetinden ziyade bekçilerin zayıflığıydı.
Özel sektörde insan kaynakları çağıl çağıl çağlayıp büyük işler yaparken kamuda hizaya girmek ve sadece üst düzeydeki kadroların iş yaşamlarını süsleyen havuzlardaki sakin sulara dönüşmekten öteye yol yoktu. En becerikliler, olsa olsa o havuzlardaki fıskiyeler olma rolünü kapabilirlerdi. Çünkü kalıplar ancak buna izin veriyordu.
Artık birilerinin bu kısır döngüye son vermek üzere o mağara adamının yaptığı şeyi yapması, yani sınırları belirlenmiş güvenli dünyanın dışına adım atarak ateşi bulup getirmesi gerekiyordu... Yani bunca şey görüp geçirmiş, ülkeye hizmet ettiğini sanırken kendisini birilerinin kişisel çıkarlarına hizmet eder vaziyette bulmuş birisi olarak benim bunu yapmam gerekiyordu, biliyordum.
Onun kadar yaşamın dışındaydım bir defa... Çünkü kamuda her günkü işleri adına yapılanları anlamlı bulup onlara katılamıyordum...
|
|
|