|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Kamu Pistlerine İlk Çıkış
Patronlarıma göre bir bankanın böyle ayrıntılı bilgiler talep etmesi garip karşılanmıştı. Bu yüzden cevap verip verilmemesi konusunda tereddüt duyulmuş olabilirdi. Sebep her ne olursa olsun, resmi yazışmalar yoluyla bilgi temininin uygun bir yöntem olmadığı anlaşılıyordu. Kütüphanelerden elde edilecek bilgilerin ise bu konulara yıllarını vermiş yetkililerin görüş ve düşüncelerinden arınmış salt bilgiler olarak çok fazla işe yaramayacağını düşünüyordum. Bir sempozyum, seminer ya da atölye çalışması çerçevesinde her kurumdan bir kaç yetkiliyi bir araya getirmek ise bana çok cazip gelmiyordu. Zira bu pratik olarak hem çok zordu, hem de işe çok fazla resmiyet kazandırıp bizim hareket alanımızı daraltabilirdi. Patronlarımı ikna ederek farklı bir yöntem uygulamaya koyuldum: yüz yüze görüşmeler...
Günde 3-4 kapının ipini çekerek bir hafta içinde Ankara'da kömürden doğal gaza, elektrikten petrole kadar enerji alanında faaliyet gösteren ne kadar kuruluş varsa, hepsinin üst düzey yetkilileriyle görüşüp kendimi tanıttım. Amacımı ve temel fikirlerimi açıkladıktan kısa süre sonra bana bu konuda en iyi şekilde yardımcı olacağı düşünülen uzmanlar telefonla odaya çağrılıyor ya da benim onlara ulaşmam sağlanıyordu. Yüzlerce sayfalık not almış, bir o kadar istatistiki bilgi, broşür ve rapor türü belge toplamıştım. En önemlisi yetkili ağızlardan bu işin tarihsel evreleri, ne zaman hangi yönde müdahalelerde bulunulduğu, nerelerde ne tür hatalar yapıldığı ve ileriye dönük olarak nelerin yapılması gerektiği konusunda som derece rafine bilgiler alıyordum. Doğrusu ben de işin keyfine varmıştım. Sohbet arasında öyle güzel şeyler anlatılıyor, öylesine işin püf noktalarını kapsayan yorumlar yapılıyordu ki 100 yıllık emektar bir buharlı lokomotifin tasarımcılarından imalatçılarına, kömürcüsünden ocakçısına, makinistinden sofajcısına, yolcularından kondüktörüne kadar tüm ilgilileriyle görüşüp onun hayat hikayesini çıkartıyor gibiydim.
Kütüphaneye kapanıp notlarımı tasnif ederken fark edilen eksiklikleri de birkaç telefon görüşmesiyle gidererek raporumu hazırladım: "İKİBİNLİ YILLARDA TÜRKİYE'NİN ENERJİ PROFİLİ".
Ahh… aaaah! Neler yoktu ki bu raporda… Örneğin 2001 yılı yaz aylarında Başbakanlıkça uygulamaya konulan elektrik kısıtlamaları bana hemen 1986 tarihli bu raporda 2000'li yılların başında karşı karşıya kalınacağı öngörülen enerji açığı ile ilgili projeksiyonun ne denli isabetli olduğunu düşündürmüştü. Tabii ki beni ilgilendiren husus enerji açığı projeksiyonunun isabetliliğinden ziyade, bu projeksiyona dayanarak bankaya önerdiğim yatırım projelerinin isabetliliğiydi. Zira ben enerji yatırımları sayesinde ortaya konacak ilave enerji arzının talep garantisi olacağını savunuyor ve bunu sözünü ettiğim enerji açığı projeksiyonuna dayandırıyordum.
Rapordaki öneriler sadece enerji yatırımlarına finansal destek sağlanması yoluyla ilave iş hacmi yaratılması ile de sınırlı değildi. Kalkınmaya paralel olarak artacak olan talep nedeniyle giderek pahalı bir üretim girdisi haline enerjiden daha verimli bir şekilde yararlanarak tasarruf sağlayacak teknik ve yöntemlerin kullanımına imkan sağlayacak teknoloji transferleri de cazip bir iş alanı olarak gözükmekteydi. Mikro düzeyde yönetilip finanse edilecek bu tür teknik yeniliklerin makro düzeydeki sonuçları ülkemizin enerji açısından dışa bağımlılığını azaltıp enerjinin daha rasyonel kullanım yoluyla çevresel kirlenmenin önlenmesine de katkıda bulunacağından hem ulusal düzeyde, hem de Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Merkezi (UNCHS-HABITAT), Dünya Bankası gibi kuruluşlar çerçevesinde uluslararası düzeyde destek bulmalarının ciddi bir olasılık olarak karşımızda durduğu bu raporda örnekleriyle anlatılıyordu.
En büyük potansiyel müşterimizin ülkenin Doğusunda üretilen elektrik enerjini ülkenin Batısına taşırken %30 ila % 35 oranında kayıp veren Elektrik Kurumu olabileceğini düşünüyordum. İletim hatlarında süper iletkenler kullanılması gibi teknolojik yeniliklerle bu kaybın yarısının bile önlenmesi, yapılacak yatırımın bir kaç yılda geri kazanılmasına yetebilecek denli büyük bir parasal değere işaret ediyordu. Formül ise yukarıda bahsedilen Enerji Sözleşmesi'nde yatıyordu.
En küçük müşterimiz ise, evinde yaz kış kullandığı elektrikli şofbeni güneş enerjili bir sistemle destekleyerek yazın hiç elektrik kullanmadan, kışın güneşli günlerde ise normalinde 10-15 derece daha sıcak bir suyu istenen sıcaklığa kadar ısıtmak için daha az miktarda elektrik kullanarak yıllık elektrik tüketiminde kayda değer bir tasarruf sağlamayı planlayan orta halli bir Ankara'lı bile olabilirdi.
Çünkü yılda en az 200 güneşli gün gören Ankara'da, çatıları gün boyu 60 dereceye kadar ısınan yüz binlerce konutta sıcak su ihtiyacı yıl boyunca elektrikli, doğalgazlı ya da LPG tüplü şofbenler aracılığıyla karşılanıyor ya da kalorifer kazanları ateşlenerek sıcak su elde ediliyordu.
Ne bireysel tüketicinin çatısına güneş enerjisi sistemi yaptırmaya, ne de Elektrik Kurumunun nakil esnasındaki kayıpları en aza indirebilecek altyapı yenileme çalışmalarına ayırabilecek paraları olmadığından bu tür yatırımlar için bizim bankadan gelebilecek uygun kredi önerilerini ret etmeleri olasılığı yok denecek kadar azdı. Tüm mesele ciddi bir şekilde bu işe girerek bir enerji yatırımları finansörü olarak isim yaparak dış kaynaklardan uygun fiyatlı kredi bulmak ve bu krediyi uygun garantilerle tüketicilere pazarlamak şeklinde özetlenebilecek bir girişimciliği üstlenmekti.
Raporum öylesine beğenildi ki beni ilave temas ve araştırmalar için 1 haftalık bir yurt dışı göreviyle Paris'te yapılacak bir IEA Uzmanlar toplantısına gönderdiler. Sevinçten havalara uçuyordum zaten. Ancak o güne kadar bankadan değil adaylık süresinin tamamlamamış bir memurun, Şube Müdürlerinin dahi yurt dışı toplantılara katılmaları gibi bir durum görülmemiş olduğunu öğrenince, bunun ne denli ciddi bir ödül olduğu çok daha iyi anlamıştım.
|
|
|