HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu

Milenyumun Mandalı

Libya'yı Yakından Tanıma Çabaları...

Ertesi gün Trablus'daki Ticaret Müşavirliğine ve kent merkezindeki Türk Hava Yolları Bürosuna gidip güncel sorunlar, dış ticaret rakamları, başlıca ithalat malları, yılda taşınan yolcu sayısı gibi istatistiksel bilgiler aldık.

Akşam yemeğinden sonra da Ekip Başkanımızın odasında toplandık ve elbirliğiyle raporumuzu yazmaya koyulduk. Özetle Libya'daki ticari ve ekonomik potansiyeli ve petrol alımları ile finanse edilebilecek bir mal ve hizmet dışsatımı projesinde Bankamızın oynayabileceği aracılık rolünü vurgulayan raporumuzu gece geç saatlere kadar çalışıp 3-4 günde tamamladık.

Sonra ekip ikiye ayrıldı. Tercüman Semih ile ben Libya'da kalıp bir de Bingazi yöresini gezecektik. Diğer iki üyemiz ise raporu Ankara'ya götürmenin zevkini yaşayacaktı.

Biz Bingazi'den döndüğümüz gece müjdeli bir telefon geldi: raporumuz çok beğenilmiş ve en azından iki ülke heyetleri arasında 5 hafta sonra yapılacak resmi toplantılara kadar orada kalmamız uygun görülmüştü. Heyet Başkanımız Osman Bey Ankara'da kalıp ilgili Bakanlık ve kuruluşlarla görüşmeler yapacak, bizler de Libya'daki araştırmalarızı derinleştirecektik. Gizli tuttuğumuz hedefimiz, Libya'daki ilk özel bankanın kurulması olasılığını araştırmak ve böyle bir girişimin muhtemel öncülerini bulup onlarla temasa geçmekti.

Öncelikle daha rahat edeceğimiz, şehrin Batı ucundaki bir turizm kompleksinde kiraladığımız daireye taşındık. Sonra da aylak aylak gezip yeni birileriyle tanışmakla vakit geçirmeye başladık. Öncelikle şehir merkezindeki küçük dükkanlara girip kendimizi tanıtıyor, sonra da Türkiye'den getirebilecekleri mallarla burada çok daha iyi iş yapabileceklerini, bir kaç kez Türkiye'ye gidip gerekli bağlantıları kurduktan sonra da bankamızda bir döviz hesabı açarak da bu çarkı kolaylıkla uzaktan sipariş / para transferi / mal sevkiyatı şeklinde döndürebileceklerini anlatıyorduk. İlgi duyanlara da en çok seyahat edilen İzmir ve İstanbul'daki Şubelerimizde ücretsiz olarak kendi adlarına birer döviz hesabı açıp hesap cüzdanlarını da hemen orada ellerine vererek daha yola çıkmadan paralarını hesaplarına göndermelerinin yolunu açıyorduk. 15-20 kişiyle başlayan bu dış ticaret teşviki kampanyamız 2 hafta sonra hiç hesapta olmayan bir gelişmeyle müthiş büyüdü ve biz değil reklam yapmak, müşterilerden kaçabileceğimiz delik aramak zorunda kaldık: Albay Kaddafi, Libya Devriminin 20. yoldönümü hatırına önce buldozere binip bir hapishanenin duvarlarını yerle bir ederek tüm tutuklu ve hükümlüler için "genel af" ilan etmiş, sonra da yine bir başka buldozere binip Tunus-Libya karayolu sınırındaki sınır karakolunu yıkarak bou iki kardeş ülke arasındaki gereksiz (!) pasaport kontrolü ve vize zorunluluğunu tek taraflı olarak kaldırmış, Libyalıların kendilerine ait ev iş yerlerini ticarethaneye çevirmelerine de bir gün içinde izin vermişti. Albay Kaddafi aldığı methiyeler ve gördüğü olumlu tezahürat üzerine bunlarla da yetinmeyip yurt dışına gidecek her aile reisine 5,000 ABD Doları verme kararı almıştı. Esas devrim işte o günlerde yaşanıyor; Libya çatır çatır yıkılarak dişa açılıyordu. İnsanlar ellerinde kazma kürek evlerinin caddeye bakan duvarlarını bir kaç saat içinde yıkıp camekanlı vitrin haline getirerek derme çatma dükkanlar yapıyorlardı harıl harıl...

İlk Bavul Turizmi Nerede Başladı Dersiniz?

Bir kaç gün içinde elimizdeki 4,000 adet Banka cüzdanını dağıtıp bitirmiş ve merkezden acele yeni sevkiyat yapmalarını istemiştik. Meğerse bu çaresiz insanlar bir anda vize peşine düşmüş gidecek yer arıyorlardı ve bizden aldıkları banka cüzdanlarını "işte benim Türkiye'de hesabım var... Bu da oraya havale ettirdiğim parayı gösteren dekont... Haydi bana bir vize verin artık!" diyerek bizim konsolsoluktan vize istemek için kullanıyorlardı... Günde en az 80-100 kişi bizden Türkiye'ye giriş vizesi alabilmeleri için kendilerine yardımcı olmamızı istiyordu.

O dönemde 1996'daki ABD hava saldırından sonra pek çok Batılı ülke diplomatik temsilciliğini kapatmış olduğundan açık bulunan Federal Almanya, İtalya, SSCB, ve Türkiye konsolosluklarının önlerinde geceden gelip kuyruğa giriliyor, sabaha kadar piknik tüplerinde çaylar demlenip yenilip içilerek sabah içeri alınma şansına sahip mutlu azınlık arasında yer almanın çareleri aranıyordu. Doğrusu Türkiye için bulunmaz bir fırsat doğmuştu. Hemen gidip Ticaret müşavirliği ile görüştük, o da bizi Konsolos Atilla Beyle tanıştırdı. Meslek hayatının henüz başındaki bu genç diplomat zaten elinden gelen çabayı gösterip yapabileceğinden bile fazla sayıda müracaatçıyı içeriye almaya çalışıyordu hergün. Diğer konsolosluklarda günde en çok 40-50 başvuru alınırken burada rakam 350-400 civarında değişiyordu. Fakat bunun bir acil durum durum olduğunu, çeşme akarken küpünü dolduran tarafın Türk esnafı olması gerektiğini o da anladı ve Büyükelçiden izin alarak süper bir işletmecilik performansı sergiledi: Türk vatandaşları için ayrı bir banko açarak bahçe kapısı tamamen vize başvurularına tahsis edildi. Gözlerimizle tanık olduk ve kendilerini tebrik ettik; masalar uç uca eklenip bir tür üretim hattı kurulmuş ve şöför, kavas, çevirmen sekreter, bahçıvan kim varsa vize işlemlerinin bir safhasında görevlendirilmişti. 2-3 hafta gece geç saatlere kadar çalışıp vize verilmesi uygun olan her Libyalıya vizelerini verip o birikimi erittiler. Konsolosluk personelinin bir günde 1700 işlem ile rekora imza attıklarındaki gurur ve sevinçleri görülmeye değerdi doğrusu...

En az bunun kadar görülmeye değer bir diğer şey de İzmir'den Trablus'a gelen feribotun limana yanaşmasıydı. Alt kattaki taşıt alanı tepeleme yük dolmuş, insanlar da üzüm salkımı gibi geminin güvertesinden bacasına kadarki her santiemetrekareye asılı vaziyette tamamlıyorlardı 24 saatlik bu yolculuğu... Esas ilginç olanı gemi yanaşıp iskeleye bağlandıktan sonra üstteki koliler, halılar, balyalar alınınca alttan çıkan Murat'lar, Şahin'ler, Doğan'lardı... Onların da arkasında ise mutfak dolapları, ahşap kütüphaneler, koltuklar, yemek masaları ve sandalyeler, buzdolabı ve çamaşır makinası türünde beyaz eşya... ve hiç tahmin edemeyeceğiniz miktarda plastik leğen, kova, sepet, renk renk plastik güller, plastik üzüm salkımları ve kumaş çiçekier... kısacası yok yoktu gemiden inen eşyalar içinde... İzmir'de her türden esnafı ihya eden, geniş kapsamlı ve hergünkü uçak seferlerine ilaveten haftada iki feribot ölçekli, dev bir b-a-v-u-l- - - t-u-r-i-z-m-i yaşanıyordu Türk konsolosluğunun fedakar çalışmaları sayesinde... O dönemde en kolay, en çabuk ve en çok kişiye vize veren temsilcilik olarak yurtdışına alışverişe gitmek isteyen Libyalılar için birinci adres haline gelivermişti Türk Konsolosluğu... Eski SSCB'den gelen turislerin 1992-1998 döneminde Laleli'de yaratıkları bavul ticareti bereketini onlardan 10-15 yıl kadar önce İzmir'li esnaflara yaşatmıştık elbirliğiyle...Tabi bizim şubeler de nasibini fazlasıyla alıyordu ki ilanla Arapça bilen eleman aramaya koyulmuşlardı hemen... Libyalıların "Swissbank"ı olmuştuk aceleden....

Feribotla gelen eşyayı taşımanın uçağa kıyasla daha ucuz, gümlük işlemlerinin ise hiç yok denecek kadar kolay olması nedeniyle Libyalılar uçakla gidip Feribotla dönmeye başladılar. Anlatıldığına göre bir seferinde Trablus'a gelen feribot öylesine yüklüymüş ki İzmir'e hareket saati geldiğinde kavga çıkmış; Geminin Kaptanı "kapatın kapakları gidiyoruz! Kalan eşyayı bir dahaki gelişimizde indiririz!" diyormuş, yolcular ise "Laaa! Miş mümkün vallahi yaaa seyyid! / Hayır, mümkün değil vallahi beyefendi!" diye isyan ediyorlarmış... Sonunda bir ara çözüm bulunmuş: Feribotun yarı yerine kadar boşalmış olan araç kısmına bir kepçe sokmuşlar, sonra gemiyi ters çevirip tekrar limana yanaştırarak bu kez diğer yöndeki kapağı açmışlar ve kepçe malları kürüyüp bir iki saatte kıra döke de olsa tüm eşyayı limana yığmış... İş bittiğinde liman öylesine mal dolmuş ki kepçeyi indirebilmek için bu kez gemiyi 100 metre ilerideki bir başka alana yanaştırmak zorunda kalmışlar...

(Biz sonrasını göremedik, ancak Libya Deniz yollarının İzmir seferleri yaz başından kışa dek tepeleme yolcu ve yük dolu olarak dönmüş Trablus limanına... Bir sonraki yılın ilkbaharında gemi seferleri tekrar başladığında İzmir Ticaret Odası yetkilileri boş gemilere bakıp telefon etmişler Konsolosluğa:"Gemiler sefere başladı ama neden hiç yolcu gelmiyor?" Sebebinin geçen yıl ödenen adam başı 5,000 Dolardan o yıl bir haber çıkmaması olduğunu anlatabilmek de onu anlamak kadar güç olmuştur her halde...)

Geri - 56 - İleri





Sitemiz ve sanal gazetemiz MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Dizayn, programlama, uygulama ve yayınlama: Cem Özbatur