|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Ancak benim tepemi attıran, sabrımı taşırıp beni isyan ettiren şey olumlu bir şeyler yapma gayretimin görülmemekte ısrar edilmesi değil, olumsuz bir şeylere engel olma sorumluluğuma sahip çıktığım için banka yönetimi tarafından fiilen cezalandırılmam oldu...
İçlerinde tuvalet bulunmayan ve fazlasıyla eskimiş Rus uçaklarına binip Eski SSCB topraklarını ülke ülke gezmiş ve sonunda o topraklarda iki yıl önce açılmış bulunan bir şubeye Bölge Temsilcisi olarak atanmıştım. Bankanın ülke çapındaki Genel Müdüründen sonraki ikinci adam konumundaydım. Bir yıl kadar birlikte çalışmıştık ki bir kaç ay sonra Türkiye'ye dönmesi beklenen bu zatın sahte faturalarla resmi harcamaları bir kaç misliyle kabarık göstererek en az 250,000 Doları zimmetine geçirdiğini fark ettim. Devlet memuru olurken ettiğimiz yeminin, aldığımız aile terbiyesinin, devlet imkanlarıyla okuyup adam olmakla ilgili vefa borcumuzun ve asker ocağında pekiştirdiğimiz yurt sevgisinin bir gereği olarak, bu durumu belgeleriyle birlikte Banka Yönetimine rapor ettim. Bu sadece ahlaki değil, müşterek ve müteselsil sorumluluk çerçevesinde kanuni de bir yükümlülüktü.
Ancak raporumun hiç bir doğrudan sonucu olmadı ve benim patron, öngörülen şekilde merkeze döndü. Ardından da ne teftiş, ne inceleme, ne de herhangi bir sorgu sual... Şaşırmıştım doğrusu, ancak boyumdan büyük işlere de kalkışmaya niyetim yoktu doğrusu; ben üzerime düşen görevi yapmıştım.
Onun yerine atanan Ülke Temsilcisi çalışkan birine benziyordu. Ancak 10 gün kadar sonra kapıda bekleyen 120,000 Dolarlık makam taşıtını beğenmediğinden yeni bir otomobil alınmasını istediğini söyleyince bunun bir bela olacağını hissettim. Araç henüz 3 yıl önce alınmıştı ve kusursuz çalışıyordu. Üstelik kamu kuruluşlarının taşıt alımları tasarruf önlemleri kapsamında yasaklanmış bulunduğundan yeni bir taşıt alınması mümkün değildi. Buna rağmen galeriler gezildi, fiyatlar alındı, görüşmeler yapıldı. Sonunda bir gün önüme bir belge geldi: "Komisyon Kararı" başlıklı bu belgede bir araca ihtiyaç duyulduğu ve bunun en uygun fiyatı veren "X" firmasından 70 bin dolara 2 yıllığına kiralanmasının en uygun yol olduğu yazılıydı. Kendisine gidip beni mazur görmesini istedim ve vicdani sebeplerle bu belgeyi imzalayamayacağımı söyledim. "Ne biçim bankacısın sen?" diye çıkıştı bana. Öyle ya, minare çalınmış ve kılıfına konulmak üzereyken bir bankacı çıkıp "ben elimi sürmem"
diyebiliyorsa bu garip bir bankacı olsa gerekti.
Bir veznedar, bir hesap uzmanı ve bir de sekreter komisyon kararının imzaladılar, patron da "uygundur" diyerek tasdik etti. Onun işi tabii ki kolaydı. Bir aksilik olsa, Maliye'den ya da Sayıştay'dan bir denetçi gelip birkaç soru sorsa "Ben bu ülkeye 10 gün önce gelmişim, 70 bin Dolar iyi bir fiyat mı, yoksa pahalı mı bilemem ki. Komisyon önermiş, ben de onayladım" deyip işin içinden çıkabilirdi. Oysa böyle bir teftiş ve soruşturma sonucu yapılan işin gerçek yüzü ortaya çıksa zavallı komisyon üyelerinin hapse atılmaları ve yıllarca çalışıp ödeyemeyecekleri kadar bir borçla baş başa kalmaları işten bile değildi.
Birkaç gün sonra da bankadan onay geldi ve araç alındı. Ben ise kızak göreve alındım, artık sadece halkla ilişkiler kapsamında vatandaşların düğünlerine gidip çiftlere bir hesap cüzdanı armağan ediyor, firma açılışlarına katılıyor, medya mensuplarıyla yemeğe çıkıp bankamızın reklamına katkıda bulunmaya çalışıyordum. Zaten 4 ay sonra da İstanbul'a bir başka göreve atandım.
Meğer benim kızak görev diye düşündüğüm şey fırtına öncesi sessizlikmiş. Daha ben İstanbul'a yerleşemeden Ankara'dan bir zarf geldi: önceki görevim esnasında Rus vatandaşı bir veznedarın yaptığı işlemlerde yaklaşık yirmi bin Doları zimmetine geçirdiğinin saptandığı ve derhal işine son verildiği bildiriliyor ve gerekli kontrolleri yapmadığım için bu meblağın benim görev dönemine rastlayan 9,500 Dolarını hemen o şubeye ödemem gerektiği yazıyordu içinden çıkan tebligatta... Başımdan aşağıya kaynak sular döküldü adeta... Bu üzüm yemek değil bağcıyı dövmek amacıyla uygulamaya konmuş acayip bir numaraydı... Son patronumun "ne biçim bankacısın sen?" şeklindeki çınladı kulaklarımda. "Sen büyüklerinin işlerine karışmayı bırak da hesaplar nasıl kontrol edilirmiş öğren bakalım" der gibiydi bu para cezası.
Çok üzüldüm. Öylesine ki hemen istifayı basıp
bu cendereden kendimi kurtarmak istedim.
Ama hayatının en güzel 14 yıllını vermiş,
iyi bir kariyer yapmışsın, tam meyvelerini
toplayacağın dönemde kaçmak olurmuydu?
Hem işsiz aşsız ne yapabilirdim ki eşim ve
iki çocuğumla? Durumumuz zaten kötüydü.
Oraya itiraz, buraya dilekçe, Ankara'ya gidip banka yönetiminin üst düzey yetkililerine ulaşmaya çalış... nafile. Birden bire maaşımın üçte biri bu borca mahsuben kesilmeye başlayınca mahkemeye başvurdum. Ev kiramı ödeyemiyordum.
Bazı günler öyle parasız, öyle çaresiz kalıyordum ki eve ekmek götürmenin yegane yolu Boğazda balık avlamak gibi gözüküyordu.
Eşimin tüm ziynet eşyası, araba ne varsa satıldı 8 ayda... Çoluk çocuk sefil olmuştuk, her yere, süpermarket alışverişine bile belediye otobüsüyle gidiyorduk, çünkü taksiye verecek paramız yoktu.
Nihayet bunun hukuka aykırı olduğu ve kesilen paranın iade edilmesi gerektiği yönünde bir karar çıktı mahkemeden. Fakat bu gelişme banka yönetimini daha da kızdırdı.
Bir yıl önce sicilim bozulmuş, buna bağlı olarak terfim engellenmişti. Bu engel o yıl da kalkmadı. Durumu bir mektupla Genel Müdüre duyurup yardım istememin yegane sonucu ise idari silsilede kademe atlayıp bir üst makama başvurmak suçundan disiplin cezası almam oldu.
Dönem arkadaşlarım birer ikişer daha yüksek pozisyonlara atanırlarken ben tahtaya yüz kere "ben kötü bir elemanım" yazma cezasına çarptırılan haylaz talebe gibi köşede bekliyordum.
O güne kadar "Herşey bu kadar kötü olamaz! Bir gün nasıl olsa gerçekler anlaşılacaktır!" safdilliği ile önemsemeden sineye çektiğim bunca şeyi artık ciddiye alıp dikkatle mücadele etmem gerektiğini anlıyordum geç de olsa...
Karşımdaki yapılan güzel şeylerin kıymetini bilmeyen "cahiller" değildi kesinlikle... Tam aksine, ayrı bir planları olan, hesap kitap bilen birilerinin son derece sistematik çalışmalarının sonuçlarıydı ayağıma dolanan belalar... Ve onlar "otorite" konumundaydılar.
|
|
|