|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Kalıpların Dayanılmaz Ağırlığı
Yaratıcılığa daha açık, bireysel çalışmaları daha teşvik edici ve daha yenilikçi bir kamu yönetimi anlayışına ulaşmamızın ilk adımları olabilecek bu büyük görevi yerine getirebilmem için yıllardır fark etmeden içinde yaşadığım kalıpları tam olarak algılamam ve tanımlamam gerekiyordu.
Dünyada hiç bir şeyin sebepsiz yere ortaya çıkmadığı ve sebepsiz yere ortadan kaybolmadığı düşünülürse, kalıpların da belirli sebeplere bağlı olarak ortaya çıktığı söylenebilirdi. Buradan yola çıkarak kalıpların beni ne yapmaya ya da yapmamaya zorladığı üzerine kafa yorarak onların işlevleri, sınırları ve güçleri hakkında bir fikir edinebileceğimi düşündüm ve akıl yürütmeye koyuldum hemen:
- İdare memurlara ne yaptırmak istiyor?
- İş gördürmek!
- Bunu nasıl yapıyor?
- Biraz korku, biraz da ümit vererek... yani ödül ve ceza ile!
- Ödül ve caza birer kalıp olabilir mi?
- Hayır, onlar kalıplara bağlı kalmayı sağlayan gereçler!
- Peki kalıplar memurlara ne empoze ediyor?
- İdarenin beklentilerine uygun hareket etmeyi! Yani belirli şeyleri yapmayı, belirli şeyleri ise asla yapmamayı...
- Kalıplara uygun davrananlar ile kalıplara uymayanları tanımlayan kavramlar var mı?
- Var elbet: "iyi memur" ve "uyumsuz memur".
- Pekiyi; çalışanlar arasında bu ikisinin yollarının nereye gideceği hususunda belirli bir fikir var mı?
- Kesinlikle bir şema, bir şablon var memurların ve amirlerin zihinlerinde... İyi memurun tayinde, terfide, sicilde, izinde ve günlük iş ortamında kayrılacağı; buna karşılık uyumsuz memurun daima zorluklar, güçlükler, mahrumiyet ve sıkıntılar içinde sürüneceği hususunda sayısız örneklere dayanan bir anlayış birliği içinde tüm kamu personeli.
- Bence kalıplar daha çok kime hizmet ediyor? Amirlere mi, yoksa memurlara mı?
- Kalıpların memurların işlerini kolaylaştırmak için konulduğu söyleniyor; ancak uygulamada amirler bu kalıplardan yararlanarak memurlara her istediklerini yaptırabiliyorlar.
- Kalıpların değişimi daha çok kimin elinde?
- Tabii ki amirlerin elinde... Değişim kararları yönetim mekanizmasının en üst katlarında alınıp aşağı katlara talimat olarak iletiliyor.
Bu düşünsel egzersiz bile beni bazı sonuçlara ulaştırmıştı. Kesin olarak söyleyemesem bile kalıpların özgürlük ortamını ortadan kaldırarak tüm çaba ve davranışları dar bir alanda sınırladığını hissediyordum. Bana göre ulusal kalkınma için gerekli olan çabalar bir futbol sahası büyüklüğünde bir alanı kapsarken devlet memurlarına sadece bir voleybol sahası kadar bir alanda faaliyet gösterme serbestliği tanınmaktaydı. O sınırlı alanda dahi tüm çalışma yöntemleri önceden ayrıntılı olarak tanımlanmıştı. Dolayısıyla derdimize derman olacak bitkiler sahanın henüz erişemediğimiz öbür ucundayken tüm kamu personeli o küçücük alanın artık her santimetrekaresi bilinen yüzeyinde haybeye yeni bitki türleri arıyor gibiydiler.
Bu konudaki yargılarımı sınayacak örnek olaylar bulmak için uzaklara bakmaya ya da başkalarını gözlemlemeye ihtiyacım yoktu, zira yeterince çeşitli alanlarda ve çok sayıdaki kendi deneyimlerim bana yardımcı olabiliyordu.
Kendi kendime düşündüm; bunca yıldır bankanın hedeflerini anlayıp o hedeflere daha büyük katkılarda bulunmaya çalışırken, bunca projeyi ve araştırma faaliyetini ortaya koyarken ben özgür bir adam gibi mi hissediyordum kendimi? Ya da 20 yıla yakın şu sürede geldiğim nokta bir özgürlük kıvamını temsil ediyormuydu?
Doğrusu kendimi Avrupa'nın özgürlükçü demokrasi olarak tanımlanan serbest topraklarından ziyade Berlin Duvarının önünde, yıllardır onu aşmak için debelenen birisi gibi hissediyordum.
Yeni bir şeyler bulmanın içten hevesi ve olabileceği en iyi şey olma arayışının enerji veren tutkusu ile çıkılabilecek tüm tepelere tırmanmış, yüzlerce kavak ağacına binbir güçlükle çıkıp geri inmeyi başaran bir karınca misali, sıradan bir memur olarak sahip kılındığım kişisel boyutlarımın çok ötesinde işler yapmış olmama karşın, hiçbir olumlu sonuca ulaşamamıştım... Bu da beni yön hissinden tamamen mahrum bırakmıştı.
Serbest rekabet koşullarında insanları başarıya ulaştıracak her şeyi deneyerek geldiğim bu hiçlik noktasında artık ne yönde ilerleyeceğini bilemeyen, gözü bağlı bir adama benziyordum. İşteki duruşum aynı bunu andırıyordu.
Denediğim yollardan sonuç alamayınca belirgin bir ümitsizliğe ve yorgunluğa kapılmıştım. Olmaması gereken bunca terslikten sonra yeni adımlara cesaretim kalmamıştı adeta. Yarış atı olarak yetiştirilmiş olup dolap beygirliğine koşulan bir at gibi, bir gün mutlaka çıkacağına inandığı o yarış pistlerinin hayaliyle mevcut sığ ve iddiasız koşullara tahammül ederek hayatta kalmaya çabalıyor ve kapasitemin çok çok altındaki işlere koşulmaya sabır gösteriyordum yıllardır. İsyan ederek zarar görmektense, başıma gelenlere uysallıkla katlanıp bedensel, ruhsal ve zihinsel bütünlüğümü korumaya çalışıyordum işte...
Etrafımda parmaklıklar, ayağımda pranga ya da sırtımda mahkum giysileri yokken; üstüne üstlük dışarıdan bakan pek çok kişinin imrendiği bir mesleğe sahipken, beni mahkumların reçetesiyle hayatta kalmayan zorlayan şey kalıplardan başka ne olabilirdi ki?
|
|
|