KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



Hepinize kucak dolusu teşekkürler...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
1.YILIMIZI KUTLUYORUZ
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 245

 18 Nisan 2003 - Sanallıktan Gerçekliğe...


Merhabalar,

Bugünkü sayımız oldukça yüklü. Bir taraftan güzel yazıları hatırlarken bir taraftan da uzunca bir aradan sonra harika yazısını okuyacağımız Sevgili Cumhur'a yer açmak istiyorum.

Dün haklı bir uyarı aldım. Kahve Molası'na "Sanal" diyerek haksızlık ettiğimizi söylüyordu. Düşündüm hak verdim. Sanal deyince aslında varolmayan bir şeyden sözediyormuşuz hissi uyanıyor. Oysa "Kahve Molası" kanıyla canıyla okuruyla yazarıyla var ve gerçek olduğunu ispatladı geçen bir yıl içinde. O yüzden bundan böyle Kahve Molası sanallığı bir kenara bırakıp, gerçek bir e-gazete olarak yayınına devam edecek. Sevgili Ebru'ya bu olumlu eleştirisi için çok teşekkürler. Hoşçakalın derken hepinize güzel bir haftasonu diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Öncelikle geçtiğimiz hafta sizlere ulaşamadığım için özür dilerim... Ama öyle yoğun bir hafta yaşadım ki, zaten sizlerle paylaşılabilecek hiçbir krema yoktu kahvemde...

Bu hafta 19.04.2003 günü açılacak olan, benimde çok merak ettiğim bir sergiyi önererek başlıyorum. Ama gerçek bir 'krema' olduğu konusunda hiç şüphem yok. Yurtdışında da oldukça iyi tanınan modacımız Hüseyin Çağlayan, 1999-2003 yılları arasında yaptığı video ve fotoğraf çalışmalarını sergiliyor. Ayrıca sergide çeşitli mekan düzenlemeleri(installation) yer alıyor. 31 Mayıs'a kadar sürecek olan sergiyi Pazar ve Pazartesi günleri hariç, hergün 12.00-19.00 arasında Galerist'te görebilirsiniz.
Galerist : 0 212 233 6268

18.Nisan.2003 Cuma akşamı, yine Babylon'da çok 'özel' biri var. Geleneksel rumba ile yoruba müziğinin canlı ritm ve tonları ile, hip hop ve rap'i amlamlı bir tarzda buluşturan Eleyo ilk kez İstanbul'a geliyor. Dünya müziği festivallerinin en prestijlisi 'Womex' te iki yıl önce sahne alan sanatçıyı görmenizi öneririm. Çok neşeli geçeceğine inandığım bir performans...
Babylon : 0 212 292 2368

Bu haftaki kitap önerim, çok sevgili bir dostumun bu sabah bana müjdelediği kitabı... Tavanarası Yayıncılık'tan çıkan, Mehmet Bilal'in, Üçüncü Tekil Şahıs adlı romanı. Uzun yıllardır tanıdığım bu dostumun, yine uzun yıllardır yazdığı metinleri, kısa film öykülerini bilme şansına sahip biri olarak, bu habere çok sevindiğimi belirtmeliyim. Bu haftasonu benim için önemli bir keyif olacak, umarım sizler içinde öyle olur...
www.tavanarasi.com

Bu hafta aslında 6 aydır piyasada olan bir albüme dikkatlerinizi çekmenizi, almanızı ve dinleyip bu şehrin, bu ülkenin ezgilerini içselleştirmenizi öneriyorum. İncesaz grubunun çıkan son albümü ; Eylül Şarkıları bence her Kahve Molası okuyucusunun evinde bulunması gereken bir albüm. Bunu niye bugün yazdığımı sorarsanız, geçen hafta 'Oyun Atölyesi'nde verdikleri muhteşem konserdeydim. Üstelik grubun kurucularından sevgili Cengiz Onural'da hem çok sevdiğim dostum, hemde filmim 'Hiçbiryerde'nin o güzel müziklerini yapan dahi. Albümde, televizyonlardan da aşina olduğunuz süper baba, ikinci bahar, ekmek teknesi, deli yürek, hayat bağları gibi dizilerin müziklerindeni de dinlemiş olacaksınız. Yakında yine konserleri olacak, sizlerle paylaşacağım.

Sinemayı en sona bıraktım, çünkü bildiğiniz üzere Türkiye'nin en önemli sanat olaylarından biri olan 'İstanbul Uluslararası Film Festivali' sürüyor. Bu festivalin benim için çok önemi var....Sinemacı olmaya bu festivalin daha sinema günleri adı altındayken karar verdiğimi hatırlıyorum. Sonra sinema öğrencisi olduktan itibaren, her festival zamanı, nasıl kuyruklarda beklediğimi, bilet bulamadığım filmlere kapısında bekleyip bir şekilde görmeyi başardığımı, birçok ünlü sinema insanını bu sokaklarda görebildiğimi anklatmak istiyorum. Yıllar geçti, çalıştığım, yapımcılığını yaptığım filmlerin festivalde gösterilmesi ayrı bir onur oldu benim için...Daha da ötesi geçtiğimiz yıl dünyanın her yanındaki festivallere filmim 'hiçbiryerde' sebebi ile davetliydim... Bu kez başka bir açıdan değerlendirebilme fırsatım oldu ki, 'İstanbul Uluslarası Film Festivali' yurtdışında da prestijle anılan, sevilen ve çok önemsenen bir festival...Bu ayrıca bana gurur verdi....Dolayısıyla, bu festivallerin ne zorluklarla yapıldığını bilen biri olarak, herkesin bu güzel dönemi değerlendirmesini diliyorum. Benim önerilerim şöyle;

19.Nisan.2003 El Bonaerense 13.30 Emek Sineması
20.Nisan.2003 Salome          21.30 Emek Sineması
21.Nisan.2003 Beyaz Rapsodi 16.00 Emek Sineması
22.Nisan.2003 Kadın Dediğin  13.30 Emek Sineması
23.Nisan.2003 Karşılaşma      19.00 Beyoğlu Sineması
24.Nisan.2003 Sahil             19.00 Emek sineması

Önerilerimi kendim içinde seçtiğim 6 filmden yana kullandım, katalog tüm festival sinemalarında var.

Size, sinema ile dolu, keyifli, mutlu bir hafta diliyorum.

Zeynep Özbatur

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Meğer yaşam siz olmadan da yaşanıyormuş!..

Bugünlerde birinizden ayrılığım 24. yılı tamamlıyor.. Diğeriniz ise henüz daha taze, beş yıl geçmiş üstünden.. O kadar uzun süre o kadar çok şey paylaşmışız ki, benim hamurumun yoğrulmasında öylesine katkılarınız olmuş ki!

Sizlerden ayrıldıktan sonra yaşamın nasıl sizler olmadan geçeceğini düsünmüştüm. Kendimi yalnız, korunmasız hissetmiştim. Yönümü bulamayacağımı, yaşamın artık eski renkleriyle yaşanamayacağını varsaymıştım..

Oysa, oysa.. Yaşam siz olmadan da yaşanıyormuş, meğer.. Eski tadları olmasa da, çoğu kez sıradan da olsa yaşanıyormuş.. İnsan, soluksuz kalacağını düşündüğü günlerin ardından, yeniden nefes alabiliyor, yeni limanlara kulaç açabiliyormuş.. Ölümlerin, acıların, ayrılıkların ardından güzelliklere doğru direnebiliyormuş.

Sizleri unuttum mu? Buna olanak var mı? Özel sevinçler, özel acılar unutulur mu? İlk aşklar, ilk ayrılıklar..

"On altısında bir kızdı sevdiğim
ihtiyarlamış
eski günleri düşünüyormuş
o bahçeler o papatya dolusu
tarlalar geçiyormuş aklından
ilk öpüş
benim de aklımda, unutulmuyormuş!"

Unutulmuyormuş, ancak yaşam da devam ediyormuş.. Bazen, hem de hiç olmadık, hiç beklenmedik anda anımsarım sizleri.. Kah sabahın köründe ansızın, kah gece olduğunda.. Kimi kez bir matematik problemi olur, bazen bir cocuk kukuletası beni o günlere götüren..

Ekranda ağlayan bir çocuk yüzü görsem, kederlenirim, yalnızlığım gelir aklıma.. Ölen, öldürülen, çocuklar, insanlar, hem de durup dururken, hem de hic suçları yokken.. Hiç kirlenmemişlerken, hiç doyasıya gülememişken, daha yaşanacak yıllar varken, biz öyle sanırken, ansızın göçüp, gidiverenler.. Seni getirir aklıma.. Gözyaşlarımı saklamaya çalışırım..

Bazen bağırdığımda, bazen suskunlaştığımda, bazen içim içime sığmazken, ama illede, bana dayatılanı kabullenmediğimde, aklımı kullandığımda bunun acısını ve hazzını yaşadığımda sizleri anımsarım.. Konser salonunda orkestranın ezgisinde soluğum kesilir, bir daha hiç geri gelmeyecek günlere dalar giderim..

'Yeni dünyaları', dutları dallarından koparışlarımı anımsarım örneğin. Bir başka gün emek verdiğim, senin desteğinle çıkardığımız dergileri.. Ya senin bana döktüğün göz nurları..

Saşılacak şeydir.. Kızmışlığım olmuştur sizlere, kıymetinizin sizler yanıbaşımdayken ayırdına varamamışımdır, çoğu kez.. Biliyorum.. Kadın seslerinin neler olduğunu ya da ilk penisilini bulanı bana habire yinelediğinde, ne çok bunalmışımdır.. Tom Amca'nin Kulubesi'ni de, Suç ve Ceza'yi da senin ellerinden alıp, okuduğumda, gizlice keyif alsam da, hakkınızı teslim etmemiştim..

Üstelik, ilk gençlik heyecanları, gözüpekliği içinde küçümsedim de çoğu kez.. Ne değisti dedim.. Herkes benim gibi zaten dedim.. Onlar daha az çaba harcadılar, daha fazla eğlendiler ama işte benimleler, hatta benim önümdeler dedim.. Ben den daha mutlular dedim..

Oysa yanılıyor muşum.. İlmik gibi dokunan emekler, uykusuz geceler, okunan bunca satırlar boşa gitmiyormuş.. Emek gerekiyormuş.. Güzellikler hemen ele geçmiyormuş.. Sıradanlık hemencecik aşılamıyormuş.. Yedi senede geçse, yetmiş sene de, bir sonsuz ugraşmış öğrenmek, kendini geliştirmek.. Onlarla yücelirmiş, alınteri, namus, onur..

Çoğu kez, çok acı çekiyorum bilesiniz.. Çünkü öylesine acılar yaşanıyor ki, yanı başımda, dünya da. Onları algılamayı, nedenlerini sorgulamayı bana sizler öğrettiniz.. Kafa yormayı, kabullenmemeyi, insana yakışanın da bu olduğunu..

Aklımın karıştığı olmuyor mu? Korktuğum.. Bıktığım.. Keşke, diğer bazıları gibi daha az etkilenseydim, daha az düşünseydim dediğim olmuyor mu sanırsınız?

Ancak, hemen sonra bir kez daha anlıyorum ki, insan olmak biraz da bu demek.. Acı çekmek, düşünmek, yorumlamak, kafa yormak, sonrasında sevinmek, keyif almak elbette. Yaşama, yaşadığın güne sorumlu olmak, ona sahip çıkmak.. Bunu öğrenmemde sizlerin katkısını nasıl unuturum?..

Yıllar geçtikçe, ürküntüm de artar bazen.. Sizler birer ikişer ortadan kaybolduğunuzda, "geçmiş hissedebildiğim ama artık dokunamadığım bir şey" olmaya başladığında. Oğuz Atay ustanın dediği gibi "Giderek tümüyle sana benzemekten korkuyorum. Ben de senin gibi ölecek miyim? ." dediğim olur. Beni eski günlerdeki gibi kucaklamanızı istediğim günler olur. Kulağıma fısıldamanızı beklediğim anlar.

"Ben ölünce gelirim
bir taşa atlar gelirim
parlarım mumunda odanın
ıslak camına dönük,
gölgeler içi yoldan
beklerim sessizliği, kalmam
aydınlığa yağmurla gelirim
gelirim bekleyin gelirim
saat çalınca
biri gidince
gece inince."

Bahar gelince işte böyle olur bana.. Yirmidört yıl öncesinden okulumun sıraları, beş yıl öncesinden babamın son kez el sallaması düşer gözlerimin önüne..

Göz yaşlarımı saklarım, bilirim yıllar geçmektedir, yaşlanmaktadır her şey.. Üstelik henüz yaşamin, yaşamanın yanıbaşındayken vedalar olmaktadır, binlerce çocuk, insan sucsuz yere, hic haketmedikleri halde göçüp gitmektedirler bu yaşanılası dünyadan..

Yine de bahar gelince yureğim daha çok atar olur, gözyaşlarım daha fazla akar.. Hele bir de, bu hafta sonu olduğu gibi her ikisini de İzmir'imde ziyaret edeceksem..

Bir yanım yerinde duramaz, diğeri kala kalır.

(** Şiirler: Bütün Şiirleri III, On beş yıl önce yine bir nisan günü yitirdiğimiz büyük usta Oktay Rifat'a saygı ile..)

Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr

Yukarı


NOSTALJİ - İlk Yayın: 20 Ocak 2003

 Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku


MAE CULPA
(ya da YENİ YETMELİĞİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ)


"Mommy …Yarın Nathalie'ye dışarı sorucam."

Geçen yıl Şubat ayı idi galiba. Akşam yatmadan önce, Jeff'in bebeklik izlerini hala taşıyan yüzünde beliren ilk ergenlik sivilcesine kurutucu krem tatbik etmekteydim.
Minik bebeğimin yüzündeki ilk sivilce. Yavrucuğumun elimden kayıp o tuhaf, o anlaşılmadık, o garip erkekler dünyasına karışmak üzere olduğunun ilk belirtisi.
Tam burnunun ucunda minik, zararsız görünümlü bir kızarıklıktı o zaman. İçimden çocuklarının ilk sivilcelerine krem süren annelerin tipik düşüncelerini geçiriyordum işte:
"Şimdi ben onu şu ilaçla bir güzel kurutayım da görsün o sivilce gününü."
"Daha bebek benim evladım. Zaten ergenlik filan diildir bu. Ellerini yüzüne sürüyor, ondan olmuştur." "Sesi de çatlak çatlak geçen aydan beri. Soğuk aldı garibim, geçmek bilmiyor bir türlü."
"Oniki daha yaşı, yedinci sınıf. Sesi ne zaman değişiyo bunların? Onsekiz ondokuz olmalı, değil mi?"


İşte böyle, bir çocuk doktoruna yakışmıycak bir kendini aldatma, gerçeği inkar ki o kadar olur. O yüzden ne dediğini önce anlamadım. Alık alık baktım yüzüne.
"Efendim? Bir daha söyle bakayım."
"Yarın," diye tekrar etti gözlerini kırpıştırarak ve utangaç. "Nathalie'ye dışarı sorucam."
Jeff'in direkt tercümelerine öteden beri alışkınım. O yüzden kafamda kelime kelime İngilizce'ye çevirdim: "Tomorrow, I will ask Nathalie out."

Kahkahayı bastım.

Dışarı sormak. To ask out. Senelerdir icat ettiği komik terimlere yeni birini ekledi diye öyle güldüm ki, cümlenin anlamının farkına varamadım hemen. Ama sonra yavaş yavaş kafamdaki gürültü dindi ve cumlenin içeriğini kavradım.

Aaaaa … Jeff bir kıza benimle çıkar mısın diyecek!

"Nasıl yani?" demişim kekeliyerek.

"I will ask her out," dedi bu sefer İngilizce. Dikkatle yüzüme baktı.

Aman Tanrım … görüyor musun başıma geleni? Kremli parmağım havada asılı kaldı. Napıcaz şimdi? Sakin olmaya calıştım. Kim bu Nathalie? Ya hayır derse oğluma? Ya reddederse? Jeff dört yaşından beri aşık kızlara. Kızlar da ona. Ama hiç resmiyete dökülmemişti bu işler böyle. Ne olucak şimdi? Yatağın kenarına oturdu. Konu derinleşince yetmiyor Türkçesi, İngilizceye döktü.

"Ne yapar sence?" dedi. "Sen nasıldın 7. sınıfta? Sen olsan o zaman, ne derdin?"
Ben mi ne yapardım? Dur bakalım. Kafamı toparlayıp hatırlamaya çalıştım.

Eve gidip geldiğimiz külüstür servis otobüsünde benden bir sınıf büyük bir çocuk vardı. Bana arkadaşlık teklif etmek için yanıma gelmeye calışmıstı otobüsten inince. Ben önde, o arkada koştura koştura bizim apartmana geldiğimizde ben kendimi içeri atıp apartman kapısını yüzüne kapamıştım. Sanki bir manyaktan kaçıyorum. Neler hissetti acaba zavallı çocuk? Oğlum yoktu ki o zaman, aklıma gelsin böyle sorular. Bu hatırayı anlatmadım tabi.

Sonra, kim olduğunu şimdi unuttum, bizim sınıftan bir çocuk geldi aklıma. Orta bir miydi ne, okul çıkışı yanağımdan bir makas aldıydı. Sen misin laubalilik eden? Şrak diye tokadı patlattıydım yüzüne. Amma bağnazmışım. İyisi mi bunu da geçelim.

Birlikte kitap almaya gideriz diye söz verip ektiğim, yağmur altında bekleterek zaatürre ettiğim arkadaşa ne demeli? Ertesi gün ateşi çıkmış, öksürürken görmüş ama özür bile dilememiştim. Bunu söylesem hiç olmaz.

Orta okul hallerim yıldırım hızı ile geçti gözlerimin önünden. Jeff'e cesaret verici tek bir hatıra bulamadım. Ne anlayışsız davranmışım yeni yetme erkek arkadaşlarıma. İyi de, oğlum yoktu ki, nerden bileyim.

Jeff'e moral verecek tek bir anı bulup çıkaramadım ama pes edicek değilim tabi. "Mutlu bir çocukluk geçirmiş olmak için hiç bir zaman çok geç değildir," diye bir söz okumuştum bir arabanın arkasında geçen gün. Yani, yoksa öyle bir hatıran, uydurucaksın. Ben de o hesap, "anlayışlı ve iyi kalpli bir okullu kız olmak için asla çok geç değildir" diye işe giriştim.

"Ah, tabi ki senin gibi akıllı ve yakışıklı biri benimle arkadaş olmak istediği için çok memnun olurdum," dedim. "Çok da iyi karşılardım, çok sevinirdim."
Gözlerini devirerek şüpheli şsüpheli baktı yüzüme. "Hmm …" dedi.
Çocukları kandırmak ne kadar zor.
Konuştuk biraz ama,benim yüreğim kıpır kıpır. Akla yakın, işe yarar bir şey söyledim mi bilemiyorum. Sonunda onu öpüp yorganını örttüm üstüne. Oyuncak kuzusuyla yatıyor hala. Farkında mı acaba daha bebek olduğunun?

Ertesi günü tedirgin geçirdim. Ne yaptı acaba? Ne dedi kız? Reddettiyse çok sert çıkışmamıştır inşallah. Ya gururunu incitecek bir şey yaptıysa? Benim yüzümden mi oluyor bütün bunlar? Vaktiyle yeni yetme gururlarını kırdığım çocukların ahı tutabilir mi? Varmıdır öyle bir ihtimal? Hepsini bulup özür dilesem olayın karması değişir mi? İyi de, ya bir de kız tutar evet derse? O zaman ne olacak? Aman, ne olursa olsun, oğlum üzülmesin de. Kızın ailesi Türk olsa, çoktan bir kutu lokum yaptırıp Allahın emri paygamberin kavli ile istemeye gidicem. Ama nerde?
Oylesine korumak, kollamak istiyorum bebeğimi.

Akşam geldi bizimki eve. Radarlarim son kerteye açık, antenlerim üzerine çevrili, ne oldu ne bitti, anlamaya çalışıyorum. Hiç bir şey okunmuyor yüzünden. Sonunda dayanamayıp "Ne oldu?" diye sordum.
"Ne ne oldu?"
"Nathalie … hani soracaktın ya."
"Ha," dedi buzdolabını karıştırırken. "Sordum … hayır dedi."
Hay allah. Canım benim. Ne kadar üzüldü, gururu incindi kimbilir. Akşama en sevdiği pizzacıdan pizza mı ısmarlasam? Hafta sonu alıp bir yerlere mi götürsem? Babasını mı arasam? Allahım, ne yapsam?

"Konuşmak ister misin?" dedim.
Omuzlarını silkti. "Tahmin ediyordum zaten hayır diyeceğini," dedi.
"Uzüldün mü?" diye sordum.
"Biraz," dedi.

Uzerine varmayım dedim ben de, konuyu daha küllenmiş bir zamanda yeniden açmak üzere bir kenara koydum. Aradan bir hafta geçti. İçin için Nathalie'den nefret ederek, dikkatim Jeff'in üzerinde geçirdim haftayı. Jeff her zamanki gibi harala gürele, bir şamata devam ediyor hayatına. Yok öyle korktuğum gibi bir dalgınlık, bir hüzün, bir gözyaşı filan. Haftasına artık yüreciğindeki yaraları küllenmiştir diye konuyu yeniden gündeme getirdim.

"Nathalie …" dedim. "Konuşalım mı biraz?"
"Hangi Nathalie?" diye sordu.
"Hani," dedim "şu sevdiğin kız?"
"Ha," dedi. "Nathalie. Bu hafta Beanie'yi seviyorum."

Ne?? Buyrun bakalım! Geçen hafta Nathalie, bu hafta Beanie. Bakalım haftaya kim? Tam eski hallerimden nedamet getirip töbe istifar eylemişken, yeniden şüpheye düştüm. İyi mi yapmışım acaba vaktiyle? Oh olmuş mu desem? Bu durumda Nathalie'ye de aferin mi demek gerekiyor? Şaşırdım kaldım. Bu bir yıl önceydi. O zamandan beri Jeff her hafta başkasına aşık. Sivilceleri arttı, saçları bukle bukle uzadı, boyu da benim boyumu geçti. Sesi çatlamıyor artık, düpedüz erkek sesi. Kızlı erkekli guruplar ellerinde gitarlar filan eve girip çıkmaya basladılar. Kimseyle çıktığı yok daha, ama her hafta başka kıza besteler yapıyor. Nathalie'ye yaptığı beste ile bir yarışmaya katılıp ödül bile aldı bu arada.

Ben de aldırmıyorum artık.

Hatta kendisini reddeden her kıza bir beste yaparak işi ilerletirse belki ilerde altın plak filan sahibi bile olur diye umut doluyum.

Yukarı


NOSTALJİ - İlk Yayın: 16 Ekim 2002

Tanju Akdeniz

 Misafir Odası : Tanju Akdeniz

   Her Şeyi Bilmek

"Her şeyi bilme şeklindeki bu kendini beğenmiş küstahlığın temeli hiçbir zaman hiçbir şeyi anlamamış olmaktan başka bir şey değildir. Bir kerecik de olsa, tek bir şeyi tam olarak anlama deneyimi olan ve bilginin nasıl elde edildiğini gerçekten duyumsamış olan bir kimse, kendisinin hiç anlamadığı, sonsuz sayıda başka hakikatlerin de var olduğunu fark eder."
Galileo


Kitapçı rafları arasında dolaşırken bir kitap ilişti gözüme: "Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi-1". Şöyle bir karıştırdım sayfalarını. Paslanmaz çelik niçin paslanmaz?; Floresan lambalar niçin daha ekonomiktir?; Gökyüzü neden mavidir?; Fotoğrafta gözler niçin kırmızı çıkar?; Atletler niçin saat yönünün tersine koşar?; Elma kesilince niçin kararır? ve daha bir çokları...

Yazarın lüzumsuz olarak nitelediği bilgilerin neredeyse tamamını bildiğimi fark ettim birden. Çok şey bilmenin verdiği bir tür gurur ile gereksizlik arasında karmaşık duygular yükseldi içimde. Sonra aklım ve mantığım işe el attı:
- Bu bilgilerin lüzumsuz olduğu ne malum? Hiç de lüzumsuz değiller. Hatta ziyadesiyle faydalı ve gerekli oldukları bile söylenebilir.

Duygularımın pes etmeye niyeti yoktu besbelli. Ters mantığı soktu devreye:
- Gözlerin kırmızı çıkmasının nedenleri fotoğraf makinesi üreticileri için çok değerli bir bilgi olabilir elbette ama bu bilgiye sahip olmanın sana bir yararı yok!
- Hangi bilginin ne zaman işe yarayacağını asla bilemezsin!
- Bu söylediğin "herşeyi bilmek gereklidir" ile aynı şey.
- Herşeyi değil belki ama bazılarını bilmek gerekir.
- Giderek batıyorsun. Nasıl seçeceğiz o bazılarını?

Bu anda Galileo'nun yukarıya aldığım sözlerini anımsadım. Ona bu cümleleri sarfettiren ne olabilirdi? Eve döndüğümde ilk işim Galileo ile ilgili ne var ne yoksa indirmek oldu raflardan. Dişe dokunur bir şey bulamadım. Evdeki mütevazı kitaplığımda bu sorunun yanıtı yok gibiydi. Kilisenin kendisini anlamayışına bir neden arıyor olmalıydı. Bu arada Aristo ve onun gibi düşünenlere giydirmekten de geri durmuyordu. Galileo'ya bir başka yazıda değinmek üzere 'her şeyi bilme' konusuna dönmek istiyorum. Bilgi çağında her şeyi bilmek hiçbir zaman olmadığı kadar işe yararmış gibi görünüyor. Çağımız bilgi çağı. Öyleyse en çok bilen en kazançlı. Bilinebileceklerin birkaç rafı dolduracak büyüklükte bir ansiklopediye sığdırılabildiği dönemlerde bu stratejinin işe yaradığı sayısız örnekle gösterilebilir. Peki ya günümüzde? Bilgi denen şey ne ansiklopedilere, ne kütüphanelere ne de süper bilgisayarların hafızalarına sığamayacak kadar çoğaldığı günümüzde ne yapacağız? Sayılı beyin hücrelerimizi neredeyse sonsuz denebilecek büyüklükteki bilgilerden hangileriyle dolduracağız?

Katlanarak artan bilgi birikimi nedeniyle giderek daha az şey bilir hale geliyoruz. En basit kararların bile çok sayıda uzman görüşüne gereksinim duyduğu günümüzde neye bakıp karar vereceğiz? Nasıl hesaplayacağız risklerimizi?

Karar Destek Sistemleri kavramının 20. yüzyılda bulunmasına şaşmamak gerek. Yol bilgisayarı olmayan bir arabayla birkaç yüz metre bile gidemeyeceğimiz günler çok uzak değil.

Nasıl ki bilmek eyleme geçmeyi kolaylaştırıyorsa; bilmemek de kararsızlığa ve eylemsizliğe itiyor bizleri. Bilgi çağının yerini 'eylemsizlik' çağına bırakması kaçınılmaz gibi görünüyor. Ya da 'bilgiye karşı gelme'.

Galileo'yu ölüme gönderenleri daha iyi anlar gibiyim...

Tanju Akdeniz

Yukarı


NOSTALJİ - İlk Yayın: 21 Ekim 2002

 Entel Kahveci: Mustafa Uyal


Jacques, Dario ve Tenten..

Fransızlar ve Belçikalılar birbirlerini pek severler (!) . İkisi de birbirlerinin otellerdeki döner kapıları kapatmaya çalıştığını, Sahra çölünü dünyanın en büyük plajı zannettiklerini söylerler. Konuştukları dil aynı omasına rağmen aksanları nedeniyle birbirinle dalga geçerler.Bu iki ülke arasında her anlamda çekişme yaşanır. Brükseldeki restoranlar Fransız mutfağının zorlama tatlarıyla alay eder Fransız ahçılar Belçikayı Benelüksün Tereyağ stokunu eritmeye çalışmakla itham eder. Belçika Fransa maçları bizim derbi maçları
gibidir. Buna düşmanlık diyemeyiz ama dostluktan asla bahsedemeyiz. Bu düzeyli komşuluk ilişkilerinin herşeye rağmen tüm dünya çekişmelerinde olduğu gibi hafiflediğini görebilirsiniz. Nasıl genç kuşak Yunan ve Türkler arasında veya Japonlarla Koreliler arasında yumuşama olduysa Belçikalılar da Fransızlar da epey yumuşamış görünüyorlar. Bu rekabetin çok daha yoğun olduğu yıllarda yani 50- 60 yıl önce bir iki Belçikalı Fransayı içten ve kalpten fethedebilmişti. İkisi de malumunuzdur. Önce 1930 lu yıllarda Gazeteci Tenten köpeği Fındık, Arkadaşları Kaptan Haddock, Profesör Turnusol , DuPont biraderler , Kontes Kastofiore ile tüm Dünyayı Fransadan başalayarak altüst etmişti. Tabii Tenten'in aksanı yoktu, heryerde uygun davranıyordu ve tüm dünya arkasındaydı. Yani Herge onu çizerken avantajlarını öne çıkartıp dezavantajlarını saklayacak imkana sahipti.

Peki ikincisi ? Yani Jacques Brel ne yapsaydı? 1953 yılında Henüz memleketinde bir yıldız olmadan onu keşfeden Jacgues Canetti'ye uyarak cebinde yazdığı beş on balladla Parise geldiğinde derin aksanıyla , gülen ayı balığı lakabıyla ve tipik bir Flaman görünümüyle Tentenin tam tersi her türlü dezavantaja sahip olarak başlangıç yapmıştı. Alay edilmiş, dikkate alınmamıştı ama George Brassens, Juliet Greco ve diğer genç sanatçı takımının ondaki derinlikleri keşfetmeleri uzun sürmedi. Jacques Brel "Sadece Aşk Olsaydı"(Quand on a que l'amour) yı yazdığından itibaren büyümeye, yakışıklı olmaya, aksanı kaybolmaya (!) başladı. Artık bu Brüksel doğumlu flaman dinleniyor, şarkıcılar onun eserlerini seslendirmek istiyorlardı. Ozan mı, şarkıcı mı, besteci mi, şair mi , tiyatrocu mu, aktör mü tartışmaları arasında etrafına ışıklar saçarak büyüyerek Fransa ve Avrupayı fetheden Brel bu ünvanı hakeden ikinci Belçikalı olmuştu. Müzikal yapıdan çok derin ve çok iyi kullanılmış söz yapısıyla dikkati çeken ve her parçada etrafı sarsacak fikirler öne süren veya eleştiren inanılmaz eserler üretiyordu. Tabi Aşk ve arkadaşlık ve
yaşadığı şehirlerin öykülerini anlattığı parçalar daima iki üç adım öne çıkıyordu Mesela Bruxelles, Amsterdam, Ne Me Quitte pas, Jef , Kadınlara kızgınlığını ortaya koyan Les Biches, Sıaradan aşkları ve duygu yoksunluğuna tepkisel Au Suivant ( sıradaki) ortalığı kasıp kavuruyor, Frank Sinatra, Neil Diamond, Elvis PresleyTerry Jacks,Shirley Bassey, Mort Schuman Brel şarkılarını söylüyor, dünyada Ne me quitte pas, If you go away, Beni terketme gibi binlerce isimle aşıkların favori şarkılarından biri oluyordu. Hatta Brelin Le Moribond'u 1974 yılında Terry Jacks tarafından "Seasons in The sun" olarak lanse edildiğinde büyük başarı göstererek POP listelerini altüst ediyordu.

Brel Valonlarla Flamanların, Burjuvalarla emekçilerin, din adamlarıyla ateistlerin aralarındaki çelişkileri herkesi tiiye alarak ve kızdırarak çözmeye çalışıyorken bir gün şarkı söylemekten sıkıldığını söyler ve Tiyatroya takılmaya Başlar. Manchalı Adam yada daha yaygın ismiyle Don Kişot ta inanılmaz bir performans sergiler. Burada en yakın dostu bize bildik tanıdık bir isimdir. Brel'e Sancho Panza rolünde İzmirli, büyük sanatçı Dario Moreno eşlik etmektedir ve gelmiş geçmiş en iyi Sancho diye anılır. Oyun yıllarca devam eder taki Dario Moreno Yeşilköy Havalimanında kalp krizi geçirip bir tane Doktor bulunamadığı için ölene kadar. Jacques derhal oyunu keser, dostum artık yok onun yeri dolmaz der. Keser atar. Biraz da küskündür; kadınlara, hayata, sahneye.. Bir kaç veda konseri verir. En son konseri dehşettir. Tüm şarkılarını söyler saatler boyu kendinden geçer insanları büyüler ve sahne arkasına gittiğinde alkışlar durmaz. Bu bis alkışlarına bir kaç kez geri dönerek sadece selamla karşılık verir ama yaklaşık bir saat boyunca kesintisiz süren kuvvetli alkışa rağmenartık şarkı söylemez. Biraz inatçıdır, biraz sıkılgandır, kravatı, papyonu sevmez. Eserlidir de. Öyle her yere gitmez, her ödülü almaz falan.

İşte bu Brel, 1968 yılında Kültür ve Turizm bakanlığımızın akıllı bir kararla Dario Moreno adına koyduğu ödülüne layık bulunmuştu. Her yıl bir içeriden bir dışarıdan sanatçıya verilmesi planlana ödül Brel ile beraber Esin Afşar'a verilmişti. Paris Büyükelçiliğindeki törene davet edilen Brel'in geleceğine hiç kimse ihtimal vermemişti. Brel , o bir saatlik alkışa cevap vermeyen, smokin sevmeyen, ödüllere hep ters bakan Brel tam saatinde özenle seçilmiş smokinini giymiş olarak bu ödülü almaya gelmişti. Dario Moreno'ya olan sevgisini saygısını böylece sembolik olarak gösterebileceğini açıklayarak ödülü aldı. Biz mi ne yaptık bir yıl sonra bu ödülü devam ettirmeyi unuttuk.. Dario Moreno gibi bir kıymeti de unuttuk. Sadece içiki masalarında "Deniz ve Mehtap" diye koro yapmayı bildik o kadar.

Brel sahne çalışmalarını bırakınca müzikle çok ilgilenmez. Bazı film çalışmaları yapar bundan da sıkılınca sevgilisi Mandy ile beraber Karayiplerde Markiz adalarına çekilir. 1977 yılında bir telaş içinde Parise gelir Eddie Barclay'ın ofisine gelir ve Plak dolduracağını söyler. Bütün stüdyo derhal ayarlanır ve " Brel" albümünü doldurur. Brel'in telaşının bir sebebi vardır artık ölüm onu yakalamak üzeredir. Kanser son aşamaların gelmiş ve zamanını çok kısıtlamıştır. Plak ilk gün 650.000 adet satar,toplamda 3 milyondan fazla satar ve hala satmaya devam etmektedir. Brel 1978 Ekiminde ölür . Bugün hala Brükselde, Pariste, Amsterdam ve New Yorkta, İstanbulda , Londrada her mahsun şarkıcı If You Go away veya Ne me quitte Pas diye şarkıya başladığında Brel oradaymışçasına bir hava oluşur, titreşimler herkesi kaplar, duygular yoğunlaşır. Belki gerçekten de oradadır.

Yukarı


 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_94.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.217 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BASİT YAŞAMAK

Basit yaşayacaksın.

Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

basit...

Yalçın ERGİR
www.ergir.com

Editörden Önemli Not:
Bugün yollanan gazetede söz konusu şiirin altına internetteki bir düzenbazlığa kurban gidilerek "Nazım Hikmet" imzası atılmıştır. Bu yanlışlık için Sayın Yalçın Ergir'den özür dilerim.

Yukarı

Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 İRMİKLİ KUP

Acil durumlar için birebir...

1 litre süt
200 g toz şeker
150 g irmik
50 g nişasta
100 g dövülmüş ceviz
1 tatlı kaşığı tarçın

Nişastayı sütle ezin. İrmik ve şekeri ekleyip orta ateşte sürekli karıştırarak muhallebi kıvamına getirin. Karışımın yarısını kaseye dökün. Arasına cevizleri serpiştirin ve kalan yarısını dökün. Soğumasını bekleyin.
Üzerine tarçın serperek servis yapabilirsiniz.
Dilerseniz hazır soslardan yararlanarak farklı lezzetler ekleyebilirsiniz. Frambuaz ya da çilek sosu tavsiye edilir. Ama tabii ki sizin damak tadınıza kalmış...
Bir ufak not: Hazırladığınız karışımı dondurma kuplarına da dökebilir, servise böyle sunabilirsiniz...
Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

Yukarı  

 Biraz Gülümseyin


Bilmiyordum

Üniversiteden yeni mezun olmuş bir genç süpermarkette bir işe başlar. İlk çalışma günüyle ilgili bilgi almak üzere müdürün odasına gider. Müdür genci kutlayarak, sıcak bir gülümsemeyle elini sıkar ve eline bir süpürge verir:
“İlk işin marketi temizlemek” der.
Genç;
“Ama ben bir üniversite mezunuyum” diye öfkeli bir şekilde yanıt verir.
“Oh, özür dilerim, bilmiyordum” der müdürü, “Gel bakalım, süpürgeyi bana ver, sana nasıl yapacağını göstereceğim”...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Öncelikle oyunumuza katılan ve Enişte'ye NANİK yapmaya çalışan tüm dostlara teşekkürler... Her olayda olduğu gibi bir İLK sorunu elbette yaşadık :-) Sanırım bundan sonra daha rahat oynayabiliriz. Bu arada yeni oyun programımız Pazartesi ve Perşembe günleri olarak haftada 2'ye yükseldi. Bulunacak kelimeler; basit, tartışma götürmeyecek, günlük yaşamda rahatlıkla kullandığımız kelimelerden seçilmeli. Örneğin; İLK sorunun cevabı :

SAVAŞ - YAVAŞ - YAVAN - YALAN - YALIN - YARIN - YARIŞ - BARIŞ

şeklinde en basit anlamdadır. Bu şekliyle çözüme giden Dilek A.BUSHKU ve Akın CEYLAN'a teşekkürler..
SAVAŞ - SAVAN - YAVAN - YALAN - YALIN - YARIN - YARIŞ - BARIŞ
SAVAŞ - SAVAK - KAVAK - KAYAK - KAYIK - KAYIŞ - KARIŞ - BARIŞ

çözümlerinde SAVAN ( kalınca kilim, yaygı, örtü ) ve SAVAK ( değirmen veya barajın suyunu başka yöne akıtan düzenek ) kelimeleri sözlük anlamıyla mevcut ve fakat günlük yaşamda pek kullanılmayan kelimelerdir, ancak hamle sayısını etkilememektedir. Bu nedenle; Selcan LAFÇI ve Meltem ÖZBATUR'a teşekkürler..

SAVAŞ - YAVAŞ - YAVAN - YARAN - YARIN - YARIŞ - BARIŞ

çözümü ile 1 hamle daha öne getiren Mehtap AKDENİZ'i alkışlarken yine karşımıza günlük yaşamda pek kullanmadığımız Farsça'dan dostlar manasına gelen YARAN kelimesi ile karşılaşıyoruz. Benzer şekilde pek kullanmadığımız; YARAŞ ( bir kimseye kendini beğendirmek için alımlı davranan kimse ) kelimesi ile bizlere çok daha kısa bir yol olan;

SAVAŞ - YAVAŞ - YARAŞ - YARIŞ - BARIŞ

çözümünü gönderen; Ceren DOĞAN, Mustafa UYAL, Berrin CERRAHOĞLU, Deniz Şevki KAYABAY, Sinem GÖĞDÜN, Ayşe Nur Gedik AZRA ve Hasan RIZA'ya alkışlarımızı gönderiyoruz... Pazartesi'ye görüşmek üzere...

asesen@turk.net

Yukarı

 Kıraathane Panosu



1001 ÇOCUK 1001 DİLEK

Onlar bir dilek tuttu. Hayalini kurup mutlu oldukları bir dilek. Yoksullukları yüzünden hiç gerçekleşmeyeceğini sandıkları...
6 yaşındaki Gökhan; kornalı bisiklet istiyor, sokakta arkadaşlarının varmış ama onu bindirmeyip kıskandırıyorlarmış.

11 yaşındaki Deniz okumak istiyor. "Okuyamazsam yaşamak istemem" diyor.
Biz onların dileklerini gerçekleştirmek istiyoruz. Ya siz?

1001 yoksul, ihtiyaç sahibi ve başarılı çocuğun dileğini gerçekleştirmeyi amaçlayan projeye katkıda bulunacak, minik yürekleri sevinçle, coşkuyla dolduracak 1001 iyi kalpli insan aranıyor. Siz de onlardan biri olmaya ne dersiniz?

Tüm çocukların dileklerine buradan ulaşabilirsiniz...
http://www.denizfeneri.org.tr/icerik.asp?kategori=1001DILEK

Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Tel : (212) 665 8200 Faks : (212) 665 8303
http://www.denizfeneri.org.tr

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.adanasanat.com/adanali_sairler/halil_izlemek.htm
Kim bu çocuk? ...Yırtık pabucundan kıymık çıbanlarının acısı haykırır, Dudaklarında Eyüp'ten bilge acıyı kemiriş var, Sabah selamları kahvaltıya katık şehre girerken, Ya dokuzun da ya da onun da bu çocuk, Bir yudum suya uzanan minik avucunda, Antik nehirlerin çılgın sevinçleri var... Adanalı bir şair yazmış.

http://www.maviplanet.com/mizah/hakaretcik-01.htm
...Belki abartıyorum ama düşünceli bir halin var. Eğer söylediğim bir şeye darıldıysan bileyim. Sonra yine söylerim. Demek benimle tartışmak istiyorsun. Beynimi aldırıp geleyim. Şartlarımız eşit olur. Öbür dünyaya giderken yanında sadece sigara götür; ateşe ihtiyacın olmayacak. Eğer bir gün yolun düşer de benim evin... Hakaret etmenin incelikleri.

http://www.angelfire.com/mi/sharkcage69/nudi/nudindex.html
Su salyangozlarının büyülü dünyasına kısa bir yolculuğa çıkalım ...Nudibranchs, some of my favourite photographic subjects, cos they don't move too fast, and are very colourful.In case you are unaware of what a nudibranch is, it is in fact a type of underwater snail... Biraz büyü, biraz merak..?

http://www.play-create.com/pieces/flowers2d.html
Bu web sayfası için yorum yazmak biraz zor; ama denemeye değer. Tamamen birbirinden mükemmel görsel çalışma ürünlerinin sunulduğu bu web sayfasından ben en ipnotize edici olanı seçtim. Yaklaşık iki dakikalık konsantrasyon sonrasında beynimde ciddi gevşemeler hissettim diyebilirim. Diğer çalışmalar için play/create link'ini tıklayabilirsiniz.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Getleft v1.1 [2.0M] W9x/2k/XP FREE
http://switch.dl.sourceforge.net/sourceforge/getleftdown/getleft-setup-v1.1-full.exe
Bir siteyi olduğu gibi, sizin belirleyeceğpiniz parametrelere göre indirip offline izleyebileceğiniz bir program. Oldukça verimli çalışıyor. Denemenizi öneririm.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030418.asp
ISSN: 1303-8923
18 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com