Atina 2004 Olimpiyatları başlıyor!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 554

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Ağustos 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : ŞÜKÜR KAVUŞTURANA!..


Merhabalar,

Kısaca merhaba deyip hasret gidermem lazım biliyorum. Çünkü sizi bilmem ama ben sizleri epeyce özledim. Ama 23 Temmuz yazımı tekrar okuyunca gördümki ben bilmişim olacakları. Ancak bu hasret dolu satırları ciddi bir yazıyla heba etmek istemiyorum. Belki yarın o konuya değiniriz. Yalnız bir konu var ki ondan söz etmeden lafa başlayamayacağım. Sağdaki resimle balık hafızamızı tazelemek istiyorum. Bizlere yıllarca hasret kaldığımız bir rüyayı yaşatan kızımız Süreyya'yı ne çabuk unuttuğumuzu hatırlatmak istedim. Çok önemli bir nedeni olmasa spor yaşantısında bir yada iki kere önüne gelecek böyle bir şansı elinin tersiyle itebileceğine inanmıyorum. Diyelim hakkındaki tüm dedikodular doğru, ama onun arkasında yanında durması gereken yöneticilere, reyting uğruna babasını bile satacak medya leşkerlerine n'oluyor? Ayıp yahu ayıp. Eğer uluslararası boyutta bir gayriyasal durum varsa bırakın onun araştırma sonucu alınsın. Dava görülürken sanık sandalyesinde oturan kızın Süreyya olduğunu unutmamak lazım. Antrenörünü sırf kızla evlendi diye hoşhoşun gerisine sokmamak lazım. Bu kızı o adamın bu duruma getirdiğini yok saymamak lazım. Lazım da lazım. Ama herşeyden önce vefalı insan olmak lazım. Lafım anlayanlara!..

Neyse biz dönelim kendimize. Evet birkaç sürprizle döndüm geriye. Öncelikle gazetemizin görüntüsünü sitemize uyarladım. Neden derseniz öyle olması gerekiyordu der geçerim:-)) Gördüğünüz gibi 2 hafta ayrı kaldık ama KM adına yan gelip yatmamışız. Herşeyden önce muhteşem bir toplantı yaptık. Bu toplaşmayı Sevgili Seyfullah aşağıdaki yazısında öyle güzel anlatmış ki benim bir ek yapmam son derece gereksiz. Kendi adıma söyleyebileceğim tek şey var o da son derece gururlu olduğum. Şunu gördüm ki, artık KM benim olmaktan çıkmış bizim olmuş. Bunun ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde göreceğiz sanırım.

Sitemizde can alıcı bir değişiklikle karşılacaksınız. Ama bugünlük bunun sürpriz olarak kalmasını, fikrimi, yorumlarınızı aldıktan sonra sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu konuda yarın uzun uzun konuşuruz nasılsa. Son birkaç gündür sunucularımın bulunduğu servis sağlayıcımda teknik problemler yaşıyoruz. Çalışmalar son hızla sürüyor ama erişimde güçlükler yaşarsanız affola.

İnternetle uğraşmaya başladığımdan beri ilgimi en çok kaliteli ses ve görüntü iletimi çekmiştir. Bağlantı hızlarının artması ve gelişen teknolojilerin buna olan ilgimi artırdığını söyleyebilirim. Bu konudaki ufak tefek uygulamalarımı sizler de denediniz biliyorsunuz. Şimdi bunlara yeni birşey ekliyorum. Bundan böyle hergün bir şarkıyı online dinleme olanağı bulacaksınız. Günün şarkısına ancak KM'nin sitedeki arşiv kopyasından ulaşmak mümkün olacak. Zira Flash teknolojisini epostalarda kullandığım takdirde virüs programlarına yakalanıyor ve kapıdışarı ediliyoruz. Bugünkü şarkımız son ayın flaş şarkısı "Canım". Nazan Öncel'in bu güzel şarkısını Özcan Deniz söylemiş. Mutlaka deneyin, ses kalitesine hayran kalacağınızı şimdiden söyleyebilirim. "KM JUKEBOX" uygulamamız da devam ediyor tabi.

Minik kahveciler aramıza katılmaya devam ediyor. Son olarak sevgili Fatma ve Gültekin Gök'ün minik Duru'ları aramıza katıldı. Fatma bizleri biraz korkutsa da şimdi gayet iyi olduğunu öğrendiğimizden mutluğumuz arttı. Kendilerine minik yavrularıyla kocaman bir ömür diliyoruz. Bugün yeni uygulamamız yüzünden epeyce zor ve uzun geçecek sanırım. O nedenle ben şimdi gidip, gelecek eleştirilere hazırlanayım. Yeni yayın dönemimizde hepimize mutlu, sağlıklı ve başarılı günler diliyorum. Şimdilik hoşçakalın...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

16 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

 

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


FOKAI’DA KAHVE DİBEKTEN GELİR

Dostlar haber salmışlar. “FOKAI’da şenlik var. Durmasın. Çabuk gelsin demişler.” Deniz, kum, güneş, güzel kızlar, eğlence, felsefe, edebiyat hatta astroloji bile varmış. Böyle bir teklife kim hayır diyebilir? Sinop’tan otobüse atladığım gibi coğrafyamızın dağları denize dik olarak uzandığı için girintisi, çıkıntısı bol diye rivayet edilen batı kıyılarına kadar gittim. Meğer çok aceleci davranmışım. Yemek ve eğlence 24 Temmuz Cumartesi akşamıymış. Birkaç günü Manisa’da bol bol mesir macunu yiyerek ve gölgesi koyu parklarda kitap okuyarak geçirdim. Gecelerin ve Ege sahillerinin efsane adamı olmak için hem enerjik hem de entelektüel olmak gerekirmiş.

Daha önce Kahve Molası sakinleri ile yüz yüze tanışma olanağım olmamıştı. Netten arada sırada konuştuklarım vardı. Kurdukları iletişimi kamp ateşi etrafında oturup yıldızlı bir göğün altında sohbet etmek olarak tanımlayan bu toplulukla kanlı canlı ve yüz yüze temas kurma zamanı artık gelip çatmıştı. Kimdiler, neyin nesiydiler anlamam gerekiyordu. Bütün dostluğumuz kısa iletiler, yazılara yapılan yorum veya eleştiri tarzında cümlelerle sınırlıydı. Benim için Foça’da toplaşmak, onlara katılmak ilk olacağı için sürprizlere ve bilinmezlere gebeydi. Başıma gelebilecek en kötü şey bir akşamı sıkılarak geçirmek ihtimali ile sınırlıydı. Sonuçta suyun dibi bile görünüyordu. Atlamakta bir sakınca görmedim. Tanışacağım insanları ve benim hakkımda ne düşündüklerini merak ediyordum.

Yemekten birkaç gün önce Seda Demirel’le tanışınca işin rengi birden değişti. Kız netteki iletişimimizden bile daha sıcak ve doğaldı. Onunla karşılaştığım ilk dakikalardan itibaren çok eskiye dayanan bir arkadaşlığımız varmış gibi hissettim. Beni arabasına attığı gibi Gümüldür’e götürdü. Sarışın bir afetin arabasına atılmak öyle her erkeğe nasip olmaz. Tanrının ne kadar sevgili bir kulu olduğumu buyurun siz takdir edin artık. Bir saat sonra Temmuz ve Mehtap’la Gümüldür Ürkmez sahillerindeydik.

Aynı gün bir saat arayla ikinci kez sanal diye bir şey olmadığını keşfettim. Her ikisi de beni sımsıcak ve sevgiyle karşıladı. İş bununla kalasa yine iyi. Yarım saat bile geçmeden Mehtabın babası, annesi ve teyzesiyle, hatta çocukları ile tanıştım. Temmuz’un da çok yakışıklı bir oğlu vardı. Mehtabın Babası bir ara bu kahve molası işine pek akıl erdiremediğini, “Sinop’tan kalkıp buraya kadar gelmemin pek akıl işi gibi görünmediğini.” söyledi. Bence amca haklıydı. Seda beni akıllı biri gibi gösterebilmek için bir arkadaşımızın yemeğe taa Hollanda’dan katıldığı söyledi. Hollanda’dan yemeğe katılan Nur AYKANAT arkadaşımız sayesinde ben göreceli olarak başkalarından daha az deli gibi algılanacak konuma düşütüm. Bu zır deli gibi algılanmaktan daha güzeldi.

Temmuz kaldığı pansiyonun balkonunda bizi akşam yemeğine davet etmiş. Elleri dert görmesin yedik, içtik. Soframız onun cömertliği ve içtenliği ile hatırı sayılır bir ziyafete dönüştü. Karanlık çökünce gün boyu insana eziyet eden sıcaklar yerini bir serinliğe bıraktı. Sohbetin ucunu epey kaçırdığımızı saate bakınca anladım. Herkes bizim gibi tatilci değildi. Örneğin Seda yarın sabah işe gidecekti.

“Hayatında ilk defa yüz yüze gelmiş bu insanlar böyle bal börek olacak sohbeti nereden bulmuş?” diye sakın sormayın. Henüz bunun sırrını çözebilmiş değilim. Bol bol yazılardan, yazarlardan filan konuştuk işte. Sanki dudağının ucunda piposu sürekli aslı duran kocaman yazarlarmışız gibi entel dantel konulara bile girdik. Gülben ERGEN’in son kasetini, klibini konuşmadık ama elbette bol bol magazin bile yaptık. O akşam, o güzel gecede bence yapılabilecek en yersiz şey belki de insanlar, yaşamlar ve felsefi konulara girmekti. Haddimizi aşarak onu bile yaptık. Biz o gece Seda ile İzmir’e döndük. Cumartesi sabahı birlikte Foça’ya gitmek üzere kavli karar ettik ve gecenin dolambaçlı sokaklarında kaybolarak ayrıldık.

Cumartesi sabahı aradığımda Seda çoktan evden çıkmıştı. Sağ olsun, erinmeden, yüksünmeden gelip beni Bornava kavşağından aldı. Karşıyaka, Menemen filan derken İzmir’in trafiği biraz azalınca aklıma karnımın aç olduğu geldi. “Kahvaltı edelim. Ben acıktım.”dedim. İstemeye istemeye biraz zaman kaybına razı oldu. Yolun kıyısında bir yerde durduk. Meğer Gülümse, Müjgan, ve Uğur İstanbul’dan yola çıkıp Foça’ya varmışlar. “Biz Foça’da seni bekliyoruz.” diye Seda’ya telefon etmişler. Arkadaşlar sahipsiz kalmasın diye sevgili organizatör, distürübütör ve de kondüktörümüz kahvaltı etmedi. Ben biraz gamsız davrandım. Ak mı kara mı diye bakmadan masaya ne konduysa silip süpürdüm. Uzun uzun çay keyfi yapmadım ama kahvaltının tadını da çıkardım. Lokantadan çıkıp yeniden yola koyulduk.

Foça’ya vardığımızda kasabanın yüzünde henüz sabah mahmurluğu duruyordu. Sokaklar uykulu gözlerle aradan oraya koşturan kumrulara ve yükselen güneşe bakıyordu. Otele ulaşmak için girdğimiz kesme taş döşenmiş sokaklar çok dardı ve belediyeye ait vidanjör yolu kapatmıştı. Bir başka sokağa girip Anfora Otel’e ulaşmaya çalıştık. Girdiğimiz diğer sokakta da karşımıza başka bir vidanjör çıktı. Sabah kısmetimiz atık su ve kanalizasyon görüntüsünde olunca aklıma birkaç ucuz espri geldi. Seda’nın tadı kaçar filan diye çekindiğim için esprilerimi kendime sakladım.

Balıkçılar sabah çayı içerek denizden yeni getirdikleri yosun kokan ıslak ağları temizliyordu. Öğretmen evinin sokağa taşan masaları erkenciler çoktan doldurmuştu. Tıknaz, esmer garson kız benden sakın bir şey istemeyin diyen bakışlarıyla bir içeri bir dışarı gidip geliyordu. Çaylarımızı dursun yerine gidip ocağa söyledim. Üç, beş dakika süren “Daha, daha nasılsınız?” gibi kelimelerin durgun ve uslu yerineden başlayıp yeni arkadaşlarla tanışmaya başlamıştık. Seda’nın telefonu durmadan çalıyordu. Organizatörümüz 23 Nisan çocukları gibi kıpır kıpır bir telaş içinde sağa sola koşturup duruyordu. “Filanca gelmiş, falanca yerde bekliyormuş. Ben gidip ona bakacağım.”deyip koşmakla yürümek arası telaşıyla Foça’nın altını üstüne getiriyordu. Oturduğumuz yere her geri gelişinde yanında getirdiği biri oluyordu ve ben onlarla ilk kez tanışıyordum. Kıza yardımcı olmak bir yana onu izlemek bile beni yorduğu için öğleden sonra denize kaçtım. Kayık bağlamak için yapılan onlarca tahta iskelelerden birinin üzerine postu serip keyfime baktım.

Ben denizden çıkıp konukların çoğunun misafir edileceği Anfora Otel’e geldiğimde yemeğe katılacak kahveci yazar ve okurlar neredeyse tamamen toplanmıştı. Gelemeyecek olanlar da telefon edip mazeretlerini belirtiyor ve yemeğe katılanlara güzel dileklerini gönderiyordu.

Akşam ezanı Foça’nın taş duvarlarında yankılanırken namı Kenya Leylek olarak ünlenmiş lokantaya ulaştık. Otuz iki kişi, otuz iki diş gibi masalara dizildik.. Cem Bey’in katılanlara teşekkür etmesinin ardından Kahve Molası şerefine kadeh kaldırıp içkilerimizden ilk yudumu aldık. Böylece gece ve eğlence başlamış oldu. Yılların verdiği alışkanlıkla saygı duruşu ve İstiklal Marşı söylenecek mi diye etrafıma bakındım. “Sakin ol. Bu kahvecilerin eğlencesi. Cumhuriyet Bayramı gecesi düzenlenen fener alayı değil.” dediler. Rahat bir nefes alıp ortama uydum.

“Denizden babam bile çıksa yerim icabında.” tarzındaki yemek listesi ilk başlarda İsmail BABA’yı biraz rahatsız etti. Ağabeyimiz ara sıcak olarak yenilme riskinden dolayı “Sıra bana da gelir mi?” diye düşünmeden edemedi. Cem Bey onu yemeyeceklerine dair kahvecilerin editörü olarak güvence verdi. Biz de verilen güvenceyi başımızla onayladık. İsmail BABA’nın kaygıları giderilince ortam biraz daha yumuşadı. Tam eğlence kıvamına ulaştı. Deniz ürünleri yanında şarap, rakı, hatta Hollanda’dan özel olarak gelmiş içki de mönüye katılınca kuş sütünden başka eksiğimiz kalmadı.

Ümit YOKET arkadaşımızın toparladığı güzel müzikler eşliğinde efendi efendi yemeğimizi yeyip, masada yakın düştüğümüz arkadaşlarla sohbet ederken, havayı fazlaca kasvetli bulan bir kaç dış mihrak kahveci piste fırladı. Çökertme oynayacaklarmış. Fokai’de niye başka bir yerleşim yeri adı ile anılan oyunu oynamak isterler hiç anlamadım. Müzik derhal bulunup kahvecilerin isteği üzerine hoparlörden oyun pistine ve de tüm Ege bölgesi sahillerine bırakıldı. Temmuz “ Halil’in çökertmeden çıkması ve başının selameti konusuna evde çalışıp gelmişti. Yaka paça piste çekilen sevgili edimiz ege çökertmesi bilmiyormuş. Bize İstanbul yöresinde oynanan metro seksüel bir çökertme sergiledi. Uğur, Gülseren, Mehtap çökertme uzmanları olarak hepimizin takdirini kazanmayı başardı. Oynamak konusunda Gülümse, Seda, Zeki Hoca, Sevgili Eniştemiz ve Müjgan arkadaşın da hakkını teslim etmeden geçemeyeceğim. Herkesin o geceye dair yıllarca sonra bile anımsayacağı en tatlı şey elbette ki Mehtap, Seda ve Zeki Hocam’ın KEDİ klibi olacak sanıyorum. Kahveci okurlarımız da dahil o gece o piste çıkmayan ve arzı endam eylemeyen kimse kalmadı. Bir ara karga tulumba beni bile piste çıkardılar. Silahlı ve maskeli kahveciler tarafından zorla dans ettirildim.

Kenya Leylek çalışanlarının sabrı saat iki buçuk gibi tükenmese, “Ayıp oluyor.” filan manasında bakışlarını üzerimizde hissetmesek sabahın ilk ışıklarına kadar orada kalacaktık. Baktılar bizim kalkmak gibi bir niyetimiz yok, ışıkları filan söndürüp “Hadi ama. Gidin artık. Biz de uyuyalım.”mesajlarını vermeye başladılar. Zaman su gibi akıp geçmiş ve kimse saatin bu kadar geç olduğunu fark etmemişti. İstemeye istemeye otellerimize dağılıp yatmaya gittik. Sonradan öğrendiğime göre bir grup arkadaşımız sohbeti lokantada koptuğu yerden sahilde yeniden bağlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar sürdürmüş.

Sevgili doktorumuz, organizatörümüz ve kompozürtörümüz Seda ertesi gün kahveciler için akşama kadar sürecek bir tekne gezintisi düzenlemiş. Armağan ağabeyim, Sevgili Ahmet ŞEŞEN, Gülümse ve Müjgan, Erkan Bey, güzel eşi ve oğlu Doğa tekne gezintisine katılamadılar. Tekne saat on buçuk gibi Büyük Deniz diye bilinen büyük koydaki limandan hareket etti. Mavi suların üzerinde beyaz köpükler bırakarak FOKAI’den uzaklaştık. Siren Kayalıkları’nın önünden geçerken denizin ve rüzgarın yarattığı eşsiz güzellikteki biçimlere hayran kaldık. Mağaralar, oyuklar ve tenha köşelere acaba bir tanecik bile olsa fok görebilir miyiz diye umutla baktık. Umutlarımız gerçek olamadı. Hiç fok görmedik. Siren kayalıklarının güzel görüntüsünün ve martıların fotoğraflarını çekmekle yetindik.

Teknemiz dalgaları perdeleyip denizi bir göl gibi kıpırtısız ve durgun yapan küçük bir adanın kuytusunda demirledi. Su serin ve aydınlıktı. Sanki suyun altındaki kayaları birisi özel olarak süslemişti. Siyah deniz kestaneleri ve kırmızı yıldızlar, değişik renkteki yosunlar görsel bir şölen gibiydi. Kayaların arasında sakin sakin gezinen lapinaları, isparozları, karagözleri, izmaritleri, küçük ahtapotları ve adını bilmediğim değişik türdeki balıkları izlemeye kendimi o kadar kaptırmışım ki üşüdüğümü bile çok geç fark ettim.

Kaptanlarımız öğle yemeği için çubuk makarna ile ızgara Çipura ve köfte hazırladılar. Yanına da çok güzel çoban salata yaptılar. Öğle yemeğimiz denizde hafif hafif sallanan teknede eşine az rastlanır güzellikte bir ziyafete dönüştü. Deniz hepimizi acıktırmıştı. Yemeğin ardından isteyenler sırt üstü yattı. Yatmayanlar ise kırk adım atacak kadar uzun bir parkur olmadığından yenden serin sulara atladı. Saat üçe yaklaşırken tekne bizi başka bir adanın kıyısına götürdü. Orada deniz çalkantılı olduğu için fazla kalmadık. Son durağımız Küçük Deniz diye bilinen koyun açık denize yay çizdiği sakin bir kıyıydı. Gezinin sonu için saklanmış çok güzel bir yerdi. Yemeğin üzerine içilen kahve ve nane likörü gibi, en sona saklanan bir dilim çikolatalı pasta gibi hoş bir kıyıydı. Hepimiz o gün güneşten, denizden yeterince hevesimizi aldığımız için arkadaşlarımızın bir kaçı dışında kimse o çarşaf gibi dümdüz, kıpırtısız suya atlamak istemedi. Toparlanıp limana geri döndük. Tekne gezisini ve Kahve Molası sakinlerinin Foça Yaz Şenliklerini limandaki Atatürk Anıtının önünde grupça çektirdiğimiz bir hatıra fotoğrafı ile sonlandırdık. O saatten sonra geçen her dakika ayrılmaya ilişkin bildik ve hüzünlü bir havaya dönüşmeye başladı. Birer birer vedalaştık. Bir sonraki yemekte görüşmek için birbirimize sözler verdik.

Güzel zamanlar insanda hızlı yaşanmış, zaman çabuk akmış gibi bir etki bırakır. Günün sona, hüzünlere ve ayrılıklara en çok yakışan zamanı ise akşamdır. Foça’ya yavaş yavaş akşam iniyordu. Herkes vedalaşıp birer ikişer geldiği yere doğru yeniden yollara düştü. İki gün içinde yaşadıklarımızı, belleğimize yer eden anıların hepsini bohçamıza doldurup evlerimize döndük.

Not: Seda DEMİREL’e yaptığı titiz organizasyondan ve çabalarından dolayı çok kendi adıma çok teşekkür ederim.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              12 Kahveci oy vermiş.
14 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Hayatın taraftarı değilim

Epeydir güncelden, gündemden uzak tatildeyim. Günler öylece kuma yayılıp etrafı seyretmekle geçiyor. Kışı kendi kabuğumda kendi modelimden insanlarla yaşayarak kendimden geçtiğimden, yaz aylarında karşılaştığım insan çeşitliliği beni kendime getiriyor. Ufkum gün yüzü görüyor; açılıp saçılıp hayata karışıyorum.

Hayat cesaret ister. Belki de bu yüzden zordur kim bilir?
Kimilerinin kariyerleri kişiliklerinin önüne geçmiş, unvanlara kul köle. Kimileri standardım bozulmasın diye, paraya pula müptela. Kiminin sıkıntısı Tibet dağlarına vurmuş. Kiminin arayışları uluslar arası sınırlara dayanmış. Kimileri bolca mal mülk edinme derdinde. Kimileri varını yoğunu güzellik salonlarına dökmekte. Kimi bekar kızlar evlenme hayali ile baldır bacak çırılçıplak, evlilikten tırsan bekar erkekler yarım yamalak. Kimileri için çocuk sahibi olmak için her yol mubah. Kimileri çoluk çocuk uğruna helak. Kimi gurbetçiler için yabancı memleketlerde ezip büzük yaşamanın sonu memleketi itip kakmak. Yerli topraklarda yaşayanlar için memleket domatesinden şakşuka yapmanın bedeli geleceğe kuşkuyla bakmak. Laf ola sorsan hemen herkes halinden memnun mesut, azıcık derine iniversen pek çoğu mutsuzluktan un ufak.

Güneşin siesta yapmaya hazırlandığı saatler. Futbol oynayan delikanlıların tozu dumana kattığı kumsalda uzayıp giden diyet sohbetler. Birbirinden farklı gibi duran birbirinin tıpkısı, hayat taraftarı insanlar.
En büyük hayat, benim hayat!!!
En berbat hayat, benim hayat!!!

Bu manzara karşısında ve toz duman altında hayatı popüler bir takım oyunu olan futbola benzetmekten, bronz taraftarlar kahve içip oyunun kurallarını konuşurken kendimce sohbete dalıyorum.

' Bak tatlım, hayat bir takım oyunudur. Ya oyuncu olursun ya da seyirci... Oyuncu, 'oyunu' ciddiye alırsa mutlu; seyirci, 'kendi hayatını' mükemmel sanırsa taraftar olur. Kendi başına koyduğun kurallar ve geliştirdiğin taktiklerle hiçbir yere varamazsın. Seni de, kurallarını da takan olmaz. Dünyanın en mükemmel taktiğini kursan ne olur ayrıca? Tek maç idare eder seni. Ya sonra? Diyelim ki ben yanıldım ve senin taktik her maçta işledi. Hep şampiyonsun. Zamanla en büyük başarı ikincilik olur mu olmaz mı?. Hayat o kadar ciddiye alınacak bir şey değil. Hatta fazlasıyla gayrı ciddi. Tek dikkat gerektiren şey takım arkadaşlarını doğru seçmek. İyi bir takıma düşmek. Oyuncu kadrosu alt yapıdan yetişmiş, takım ruhu oluşmuş, kadrosu kalabalık, yedeklerin sırasını sabırla ve formda bekleyebildiği bir takımda her maça çıkabiliyorsan şampiyonluk senindir. Bunun tersi hayata tribünden bakanlardan olmaktır... Oyunu kendinin kurduğunu düşünen; top ayağına gelse bütün pozisyonları gole çevirebileceğini sanan; kritiklerinin takımı kurtaracağından emin konuşan bilmişler; fanatikler ve koltuktaki pasif seyirciler...'

Ne anlatırsam anlatayım, hayatı neye benzetirsem benzeteyim gerçekleri konuşmadıkça hiçbir yere varamayacağımı biliyorum. Lafı dolandırdıkça anlaşılmaz olur her şey. Netekim yine öyle oldu....

Olduğu gibi dümdüz olanı biteni söyleyip basıp gitmek ve akşam yemeği için söz verdiğim patlıcan oturtmayı yapmak üzere işin başına geçmek en hayırlısı.

'Yine de seviyorum senin bu hayalperest inatlarını. Tek istediğin sizler gibi yaşayıp rahat etmem. Bak tatlım, insanların çoğu başkaları rahat etsin diye değil; kendi yaşadığı hayatın meşru olması için etrafındaki hemen herkesin benzer bir hayat sürmesini ister. Tıpkı iyi bir taraftarın herkesin onun seçtiği takımı seçmesini istemesi gibi.Yaşanmakta olan her ne olursa olsun başkalarının gözünde kendi hayatını meşru kılma çabasıdır bu. Kendisinden başka yaşayanı kendi hayatına benzetme çabasında öyle koparırlar ki bazıları, kendi anlamsız hayatının en koyu taraftarı kendileri oluverirler de farkına bile varamazlar. Mutsuzluk uyku gibi gözlerinden akarken, ne kadar mutlu olduğu masalını anlatarak kendilerini uyuturlar. Bunları kolayca tespit edebilirsin hayatın içinden. Çok çalışana göre herkes çalışmalı, çalışmayan için çalışma hayatı insanın doğasına aykırıdır. Alakasız bir semtten ev alan için, en iyi semt, her yere en yakın yer onun oturduğu semttir ve herkes orada oturmalıdır. Şehri terk eden biri için, o şehir herkes tarafından hemen terk edilmeli, yeni evlenene göre herkes acilen evlenmelidir. Evlilikler benzer yaşanmalı, çocuklar standart olmalı, aşklardan geriye hüzün kalmalı, boşanmalar sonrasında öfke olmalıdır. Herkesin hayatı, herkesinki gibi olmalı ki; berbat olan olağan, olağan olmayan da berbat olsun. İnsanların birbirine benzer yaşamlar sürme çabasının altında yatan, kendi hayatını yaşanabilir kılma çabasıdır ki; hayata 'devam' için haklı bir çabadır bu. Hatta şarttır. Dikkat edersen, berbat hayatları olanlar, hayatın en koyu taraftarlarıdır.

Taraftarın inancı, oyuncunun da yaşama enerjisi tükenmek bilmez. Taraftar, bir gün sahadaki oyuncuların tribünden gelen sesi duyacağına ve her seferinde aynı ve hep istenen oyunu oynayacağına inanır. Oyuncular ise, her seferinde aynı oyunu oynamanın, mükemmel bir skorun ne kadar sıkıcı ve tüketici olduğunu, hatalarının taraftarı coşturduğunun bilirler. Taraftarın hayata bakışında nedenler, niçinler; oyuncunun hayatı tanımında hep bir paslaşma vardır. Pas hatalı olduğu için gol yenmiş, pas süper olduğu için gol atılmıştır.'

İyi seyirler...

Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,879,879,879,879,879,879,879,879,879,87
              15 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Pabuçlarımın Yazarı : Merih Günay


Varlık ve Yokluk

Kitapçılarda Gündüzleri evden çıktığımda apartman kapısının önünde görürdüm onu. Uzun ve pis saçları vardı. Yanında ucuz bir şarap şişesi, boş gözlerle önüne bakardı. Kirli bir battaniyenin üstünde otururdu. Eski, pis, pire dolu; köpeği bağlasan, üzerinde durmazdı. Bir elinde şiş, diğerinde taş vardı. Şişi betona tutar, taşla vurmaya başlardı.

Tak tak tak

Arada sırada durur, şişeyi yuvarlardı ve devam:

Tak tak tak

Biraz seyreder, yürümeye başlardım. Ses kesilirdi. Dururdum. Öylece durur, dönüp de arkama bakmazdım.

Tak tak tak

Yürümeye devam ederdim. Gece olup da evime döndüğümde, daha sokağa girmeden, aynı sesi duyardım.

Tak tak tak

Aynı yerde, sanki hiç kımıldamamış gibi bulurdum onu. Gün boyu yaşadıklarımı düşünürdüm. İnsan ilişkileri zayıf, saman alevinden farksız. Bugün can ciğer, kuzu sarması; yarın, sanki hiç olmamış gibi... Yoksunuz. Onun böyle dertleri yoktu. Hiçbir şey kaybetmemiş gibi görkemiyle dururdu kapının önünde. Battaniye, şiş, taş ve şişe; hep aynı yerde, aynı zamanda, aynı uğraş derdinde. İnsanlar ise anlamsız, delicesine bir koşturmaca içinde. O bir varlıktı, benim başlangıç noktam gibi, onunla başlayıp onunla biten bir muammaydı sanki. Eve girer, bir bira açardım ve pencereyi.

Tak tak tak

Bir varlıktı o, bunu kabul etmemek olanaksızdı. Bunu, tüm benliğinize hissettiriyordu sanki. Yarım düzine biradan sonra yatağıma girer, kapardım gözlerimi.

Tak tak tak
Tak tak tak

Öğlene doğru, akşamdan kalmalığın iğrenç baş ağrısıyla uyanır, pencereden bakardım.

Tak tak tak

Aşağı iner, buradan defolup gitmesini söylerdim. Umursamazdı, bakmazdı bile bana. Yudumunu alır, taşı sallardı.

Tak tak tak

Ayda birkaç kez karakola giderdim. Dilekçe doldurur, şikayetçi olurdum.

- Çocuklar korkuyor.
- Tak tak sesinden uyuyamıyoruz.

Bazen alırlardı varlığı. Onsuz bir ya da iki gece geçerdi. Sonra günün herhangi bir zaman diliminde o aynı ses yankılanırdı.

Tak tak tak

Kimi geceler sokak köpekleri, çıkardığı sesten rahatsız olur, etrafını çevirir, havlarlardı. Pencereden seyrederdim. O hiç umursamazdı beni. Bakmaz, konuşmaz, sinirlenmez, bağırmaz, kımıldamaz, korkmazdı.

Tak tak tak

Sabaha karşı son yudumu çekip sabah ezanında camdan son kez bakardım. Köpekler etrafına yayılmış, bir senfoni eşliğinde, mutluca uyuyor olurlardı.

Tak tak tak

Umursamazlığı beni deli ediyordu ve sabrı, azmi, direnci. Tak tak sesleri beynime işlemişti. Otobüste, vapurda, trende, her zaman, her yerde, uykuda bile:

Tak tak tak

Bir varlıktı o. Ya deliydi ya da beni deli edecekti! Sıradan bir günün öğleden sonrası uyanmıştım ama yatağa bağlı gibiydim. Beni dışarı çıkarmıyordu. İçimde bir boşluk, kahrolası bir yokluk hissi vardı! Hızla giyinip dışarı fırladım. Yokluk beynimi kemiriyordu. Yarı yoldan geri döndüm, apartmana girdim, merdivenleri ikişer üçer atlayarak. Kan ter içinde kapıyı çaldım.

- Nerde o?
- Kim?
- Varlık.
- Ne varlığı?
- Kapının önündeki adam.
- Berduş mu?
- Her ne zıkkımsa.
- Bilmiyorum.
- Kahretsin!

Aynı hızla aşağı indim. Gördüğüm herkese, her dükkana, her eve onu sordum. Kimse görmemişti. Karakola gittim, orada da yoktu. Çaresiz, işe gittim. Büyük bir eksiklikle geçen günden sonra ağır ağır eve döndüm, elimde bir şişe cep konyağıyla.

- Gözümüz aydın!
- Tekel indirim mi yapmış?
- Hayır, daha önemli.
- Daha önemli ne olabilir ki?
- Pislik!
- Söylesene ne oldu?
- Mahallede bayram var.
- Neden?
- Ölmüş.
- Kim?
- O.
- ...
- Kurtulduk.
- ...
- Tak tak yok artık!

Konyağı kafama diktim, şişeyi apartmana attım. Dolabı açıp bir bira aldım. Kapıyı sertçe kapatıp kendimi sokağa attım.

- Nereye bu saatte?
- Kapa çeneni!

Bomboş sokaklarda yürüdüm. Saatlerce anlamsız bir şekilde semti tavaf ettim. Salaş bir tren istas-yonunda buldum kendimi. Etrafıma baktım, sokak adamlarını gördüm. Özgür adamlar, bir ateşin etrafında şarap içiyorlardı.

- Günde üç öğün sıcak yemek ve dört şişe iyi şarap isteyen?
- Ben!
- Benimle gel!

Özgür adamı peşime taktığım gibi evimin kapısını çaldım. Evli olmanın tek güzel tarafı buydu: anahtar kullanmıyordum.

- Bana örgü şişlerinden birini ver.
- Ne yapacaksın?
- Ver dedim!
- Bekle...
- Bir de battaniye ver, iki kap yemek ve bir şişe şarap.

Battaniyeyi yere serdim. Şarabı yanına koydum. Bir taş verdim eline ve ona anlattım.

- Unutma, saçlarını da uzatacaksın!

Merdivenlerden yukarıya yavaşça çıktım.

Tak tak tak

Yüzümde garip bir gülümseme, tanımı olanaksız bir huzurla soyundum, yatağıma uzandım.

Tak tak tak

Şimdi her şey tamamdı...

Merih Günay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   Moladaki ARKADAŞLIKLARA...

Yine SEN'i görüyorum içtiğim kahve fincanının telvesinde... Sigaramın tütünü SEN gibi tütmekte... Burnumda tütüyor sımsıcak bir DOST'luk geçmişte de kalsa... Sultan kahveyi tadında yapmış. Ellerine sağlık. Kara kaşlı, kara gözlü kadının kahvesi güzel olurmuş... Yorgunluk kahveleri... Ferahlık kahveleri olsun içtiklerimiz. Beyaz fincanı tersine çevirmişim. Hadi oku bakalım Gülsüm teyze...

Beş gün mü desem, üç gün mü! Eşikte bir haberin var. Bir sevinç gözyaşın var hemde baksana! Yüreğin kabarmış... At çıkmış falında... Muradın olacak tez günde.

- Hangi Muradım Gülsüm teyze?

- Bilmem ki kuzum.. Sen bilirsin...

Yükün toplanmış, yolculuk var baksana...

- Yolculuk nereye?

Bir bilsem nereye... Hadi oku Gülsüm teyze...

...

Daldır yavrum orta parmağını fincanın dibine...

- Karışık, karışmış yavrum baksana harfleri seçemiyorum... Hangi harf çıkmış anlayamadım.

- Boşuna okuma Gülsüm teyze. Benim falım fallanmış, işim bitmiş anlasana... Tabağına bakma boşuna...

- İnce bir ay doğmuş yüreğine...

Yollar varmış, temiz gözyaşlarım varmış? Kısmetler çıkmış... Olacak elbette... Heşey kısmete kalmış. Bir kahve içimlik DOSTluk molalarına takılmışız çoğumuz... Pekiii bir fincan kahvenin hatırı nerelerde saklanmış? Unutulmuşuz Gülsüm teyzem... Bilesin teyzem... Bir DOST olmalı değil mi yaşamda? Tutunacağın bir dal olmalı yüreğinin derinliklerinde... O'nun benim gibisini bulamadığı gibi, Benim de O'nun gibisini bulamayacağım bir DOST'u olmalı insanın... Herşeyimiz çoksa, bir sıcak yürek yoksa DOST'luk adına, gereği varmı bu dünyanın... Yine de yüreğimin derinliğinden bir DOST'a mesaj göndereceğim buradan... Dost beklemede bilirim pusuda düşman gibi!... Kırılgan da olsa, O'nu üzsem de O beni beklemede benim O'nu beklediğim gibi...

KAHVE MOLALARI hiç bitmesin ömürümüzde, uzakta da olsa bir DOST/ARKADAŞ ile paylaşılan kısa molalarda umut çiçekleriyle dolsun... Sevinç gözyaşlarıyla, sevişgen kuşlarla haberler dolsun dünyamıza... Göz aydınlar doldursun kahvenin telvesini...

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Kemal Türkmen

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


   Söz ustaları

Aydınlanma çağı toplumlara 'söz ustaları ' olarak adlandırılan yeni bir kimlik armağan etmiştir.
Toplumsal hareketlerin neredeyse tamamı, " söz ustalarınca" başlatılır ama sonrası hep eylem adamlarınca düzenlenir.
Söz ustaları ve onların benzerleri her şeyin yolunda gittiği sonrası günlerde geride kalmanın kendilerinde yarattığı hoşnutsuzlukla hep öne çıkmaya çalışırlar.
Bunun asıl nedeni onların hep daha yüksek bir statüye çıkmak için içlerinde taşıdıkları derin özlemdir.
Etrafınıza baktığınızda böylesi bireylerin sayısının hiç de az olmadığını görebilirsiniz.
Benim için söz ustalarının en ilginci, belki de en sık rastladığımız 'Kusur bulucu ' olan çeşididir.

Nefret, garip gelse de bireyleri birbirine yaklaştıran bir duygudur.
Aslında kendini hep yetersiz hisseden ve bu duygularla kıvranan söz ustaları, kendileri gibi olanları yanına almak için nefret edilebilecek bir obje yaratırlar.
Eğer nefret elle tutulabilir şeylerden ileri gelmiyorsa taraftar bulma arzusu daha da şiddetlenir.
Bu tür bir araya gelişler özdeki yetersizlik , değersizlik, suçluluk ve diğer eksikleri bastırma çabasının bir ifadesidir.
Bunu gizlemenin en güzel yolu da mümkün olduğunca çok taraftar bulmaktır.
Bir kişiye karşı içimize nefret hissi sokmanın en kesin yolu , o kişiye ağır bir haksızlık yapmaktır.
Bir kişinin size karşı haklı bir şikayeti olduğu zaman,ona duyduğunuz nefret, sizin ona karşı haklı bir şikayetiniz olduğu zaman duyduğunuz nefretten daha güçlüdür.
Hayal kırıklığına uğramış kişiler insanlığın genel olarak gerilemesini, dünya kardeşliğine doğru bir yaklaşma olarak görürler.
Kargaşalık onlarca bir eşitlik cennetidir.

Her şeyden nefret etmek, bu kişilerin boşa geçtiğini bildikleri ama bir türlü ifade edemedikleri yaşamlarına sanki bir anlam ve bir amaç kazandırmaktadır. Eric Hoffer

Kemal Türkmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


Umut Denizinde Çırpınış - IV -

4. Bölüm:

Hülya - Merhaba Emine nasılsın? Derya nerde?
Emine - İyiyim. Hoş geldiniz. Hastaneye gitti. Az önce geldi. Çok perişan görünüyordu. Odasında şimdi.
Hülya - Peki, çocuklar nerde?
Emine - Cem kız arkadaşıyla gezmeye gitmiş. Kızlar odalarında, Mert' de bahçede kumlarla oynuyor.
Hülya - Sen şu valizimi yukarı çıkartıver, ben bir Mert' e bakayım. (İki katlı doublex evin teras kapısına yönelir.) Ne yapıyorsun burada bakalım.
Mert - Aa! Hülya teyze. (Hemen boynuna atlar. Kumlarla yaptığı şekli parmağıyla gösterir.) Bak! izim evi yaptım. Nasıl olmuş? Şurası bahçe, şura balkon, kapısı annemlerin odasına açılıyor. Şurada benim odam.
Hülya - (Yerde duran şekilsiz kum yığınına bakar.) Ooo...harika olmuş. Benim odam nerde peki.
Mert - Eğer fazla gürültü yapmazsan, benim odamda kalabilirsin.
Hülya - Söz gürültü yapmayacağım... Yaramazlıkta. (Mert' i yanaklarından öpüp yere indirir.) Hadi bakalım sen devam et. Ben annene bakayım.
Mert - Annem hasta olmuş. Fazla dondurma mı yedi dedim Emine' ye. Öle gibi dedi. Ona da iğne yaparlar mı benim gibi?
Hülya - Yok dondurma yememiştir. Sende yeme fazla olur mu?

(Şefkatle bakar.. Sonra içeri gidip, üst kata, Derya' nın odasına yönelir. İçeri girdiğinde Derya yatağının üstüne oturmuş, dizlerini bedenine kollarıyla iyice yaslamış, ileri geri sallanırken bulur. Arkadaşının yanına gidip, boynuna sarılır.)

Derya - (Hülya' yı görünce hıçkırıkla) İyi ki geldin. (Tam ızdırabını anlatmaya başlayacakken, Hülya eliyle susmasını işaret eder. Yaslı kadını göğsüne yaslayıp bir süre ağlamasını, rahatlamasını sağlar.)
Hülya - Kolay olmayacak biliyorum ama, her şey zamanla düzelecek. Zor da olsa alışacaksın. Çocukların için. Sen çok güçlü bir kadınsın. Hadi bu kadar ağlama yeter. Toparla kendini. Çocuklara anlatmalıyız. Bu arada annenin haberi var mı?
Derya - (Yerinden doğrulup, bir eliyle saçlarını arkaya atarken, diğer eliyle yaşlı gözünü siler.) Henüz kimseye haber vermedim. Hem biliyorsun. Bir sürü nasihat edecektir. "Tek başına napacaksın" filan der, moralimi bozar. Daha önce çocuklara anlatmalıyız.
Hülya - Tamam. Kalk bakalım şöyle. Şimdi sen bir duş al. Bende akşam yemeği için çocukları toparlayayım.

(Hülya akşam yemeğini hazırlamış olan Emine' ye, masayı hazırlaması için yardım ederi. Cem'i cebinden arayıp eve erken gelmesini, önemli bir şey olduğunu söyler. Kızları da odalarından aşağı indirir. Derya mutfağa girdiğinde herkesi kendisini beklerken bulur.)

Cem - İyi misin anne! Hülya abla ciddi bir durum olduğunu söyledi.
Mert - Babam nerede anne? Bizle yemek yemeyecek mi?
Derya - (Zorlukla çekip oturduğu sandalyede derin bir nefes alıp, yutkunur.) Size nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Bababınız... (yeniden gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar.) Çok feci bir şey oldu.
Ceren - Ne oldu? (Derken, diğerlerinden önce ağlamaya başlar.) Ne var anne?
Derya - Babanız... (Yutkunur.Dürüst olması gerektiğini düşünür.) Bir müvekkilinin kocası tarafından vuruldu.
Ece - (Ceren gibi ağlamaya başlar.) Nerede o?
(Mert ve Cem olayı daha iyi kavramak için, tepkisiz dikkatle annelerine bakıyorlar.)
Derya - Babanız...Hastanede. (Onları yanlış yönlendirmek istemez.) Dört saat önce öldü....hepinizi çok severdi. (Hıçkırık gibi sesiyle) Çok üzgünüm...çok üzgünüm.

(Çocuklar müthiş acı çığlıklar atıp ağlarken, Derya hepsine sarılır, onları göğsüne bastırır. Kızlar hep bir ağızdan "Hayır" diye haykırırken, Cem ağlamaktan yıkılmış, harap olmuştur. )

Mert - (Annesinin elinden kurtulup ayağa kalkar) Sana inanmıyorum!.. Doğru değil bu!! (yukarıya odasına doğru koşar. Annesi peşinden gider, odasına girdiğinde bir köşede top gibi olmuş ağlarken bulur.)
Derya - (Zorlukla kucağına alıp yatağın kenarına oturur, bedenini kucağına doğru çeker, hafif hafif sallarken başını okşar) Baban seni çok severdi Mert. Ne yazık ki gerçek bu. Başımıza böyle bir şey geldi.....çok üzgünüm yavrum.
Mert - (Hıçkırıklarla) Onun şimdi geri gelmesini istiyorum (derken, annesi sallamaya devam eder.)
Derya - Bende istiyorum yavrum. (Böylesi bir acı tatmadığı için, nasıl teselli edeceğini bilemez.)
Mert - Babam gelecek mi peki_
Derya - Hayır bebeğim, gelmeyecek. O artık geri gelemez. Gitti....artık cennette.
Mert - Sonsuza kadar mı? (Derya başıyla onaylar.Bu sözcüğü söyleyemez.)
Derya - (Oğlunu bir süre daha salladıktan sonra, ayağa kalkıp elini tutarak) Hadi diğerlerinin yanına gidelim. (Mert başını sallar)

(Salona indiklerinde hepsinin Hülya'nın çevresinde toplanıp ağladığını görür. Çocukları teker teker toplayıp tekrar mutfağa götürür, hepsine birer su hazırlarken, Can' ın kahve kupasını görünce, yeniden hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Bunu fark eden Hülya hemen kupayı ortadan kaldırır. Hep birlikte annesinin boynuna sarılarak ağlarlar bir süre. Emine, Hülya ve Derya yapılması gerekenleri rahatça konuşabilmesin diye çocukları odalarına götürür.)

Hülya - Cenaze için herkese haber vermeliyiz. Yarın öğlen mi? İkindi de mi defnedilmesini istersin?
Derya - Öğlen yapmak daha iyi. (İrkilir) Hem geciktirmek ve onu öle hastanede tek başına bırakmak istemiyorum.
Hülya - Tamam ben telefon defterini bulup herkesi arayayım.
Derya - İş ile ilgili kişileri Aslı arayacak. Ama Can' ın ailesine ve dostlarına haber vermek gerekiyor. Yada anneme söyle o herkese haber verir hemen. (Kinayeli konuşur.)
Hülya - Tamam. Şimdi anneni, Can' ın ailesini ve dostlarını arıyorum.
Derya - Sen olmasan nasıl katlanırdım. (Sesi minnet doludur.) Çok teşekkür ederim Hülya.
Hülya - Saçmalama, hadi git yat. Yarın çok enerjiye ihtiyacın olacak. (Yerinden kalkar, arkadaşının sırtını okşar. Telefon etmek için gider. Araması gereken yerleri aradıktan sonra, yarın ki zor gün için erkenden yatmak için misafir odasına gider.)
Mert - Uyudun mu anne?
Derya - Hayır! Gel bakalım yanıma. (Sarıldığı oğlunun kafasından öper.)
Mert - Anne cennet nasıl bir yer? Babam üzülmüyordur, korkmuyordur dimi orda.
Derya - Korkmaz canım. Çünkü, melekler ona arkadaşlık edecek. Sen meraklanma.
Mert - Peki şimdi beni kim çalıştıracak olimpiyatlara. (Endişelidir.)
Derya - Elbette ben çalıştıracağım. Görürsün en büyük kupayı biz alacağız.
Mert - Ama sen anlamazsın ki. Kızsın. Nasıl olacak? (Babası ile birlikte daha önce iki kere kazanamadıkları kupayı, annesi ile nasıl kazanabileceklerinden kuşku duyar.)
Derya - Bana baban kadar güvenmiyor musun?
Mert - Sana güveniyorum, ama?
Cem - Ne yapıyorsunuz bakalım burda? (Üzgün haline rağmen espri yapmaya çalışır.) Beni çekiştirmiyorsunuz dimi?
Mert - (Öne atılır) Biliyor musun? Olimpiyatlara beni annem hazırlayacak. Yeni koçumla tanış. (Annesini elleriyle takdim eder.)
Cem - Çok güzel. Kesin sen kazanacaksın kupayı. (Mert ile birlikte annelerinin yanına uzanırlar.)
Ceren - Bize de yer var mı?
Ece - Yalnız uyuyamadık?
Derya - Gelin çocuklarım. Hepinize yer var. (Hep birlikte bir birlerine sarılarak yatarlar. Bir süre sonra kızlar ve Mert uyur.)
Cem - Ben şimdi gideyim. Sen de uyu artık anne.
Derya - Tamam canım. (Babasının ölümü ile sanki aniden büyümüş gibi görünen oğluna bakar) Sende uyu. Yarın hiç kolay olmayacak.
Cem - İyi geceler. (Işığı söndürüp, odadan çıkar.)

Arkası Yarın...

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgi dolu ilişkilerin haftasında kendinize fazla hayati sorular sormadan yaşamın tadını çıkarmaya bakın sevgili koçlar. İkizler ile aslan burcundan sevgilileriniz varsa uykusuz gecelere hazırlıklı olun !… Ufukta bir gayrimenkul alımı gözükmekte veya yeni mekanlara taşınmalar. Hayırlısı olsun. Sosyal faaliyetlerinizde sürüncemede kalmış ne varsa bitirin bir an evvel ve rahatlatın kendinizi.

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Sevdiklerinizin binbir çeşit istek ve beklentileri altında ezilmeden, kendinizi de ihmal etmeden devam edin boğalar, bu haftadan itibaren Venüs gezegeninin altın ışıklarından nimetlenecek dünya varmış tanrım diyeceksiniz.. Paralara ve harcamalara dikkat edin.. Alınacak kararlar için ayın 11' ini beklerseniz daha uygun olacak. Sonra mı ? Aşkolsun sizleri tutabilene..


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Evet, gönüller sultanı Venüs gezegeni aylar sonra ikizlerin mekanlarını terketmek üzere. Yani ? Ağır aksak yürüyen ilişkilerin, enerjilerinizi tüketen aşkların bitiricisi Venüs sizlerin daha bir seçici, titiz ve ağır başlı olmanızı sağlayarak yengeç burcuna geçiş yapmak üzere.. Organizasyonlar da, evraklar ve elektronik kuryeler de bu hafta dakik olun, yarınlara ek iş bırakmayın sakın.

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Venüs ikizlerden sonra sizlerin burçlarınızda yengeçler. Çarşamba gününden itibaren mekanlarınızda samba, bossa nova havaları esecek. Anestezik ilişkileriniz var ise onları uyandırmanın zamanı geldi yoksa Venüs sizleri silkeleyecek bu kesin. Tüm yengeçlere mesajım şu ; ağustos ayında burçlarınız cayır cayır yanmaya namzet.. Hele bekar yengeçler, sizlere tavsiyem kalpleri takviyeli tutun !..

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Bekar aslanlar ateş grubundan koç ve yaylar ile ilişkileriniz de her an cereyana çarpılabilirsiniz… Terazi burcundan müstekbaliniz var ise, evet- hayır- bilemicem- düşünmem lazımlarla sizleri oyalamakta ama sanki bu da sizleri mıknatıs gibi çekmekte !.. Siz bilirsiniz.. Evli aslanların öncelikleri şu sıralar kesinlikle çocukları. Güneş gibi parlamaktasınız aslanlar hangi cephede olursanız olun. Formunuz süper bu ara da..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Venüs'ün etkilerini sizler de hissedeceksiniz başaklar. Aşk dolu saatleri sevdiklerinizle baş başa doyasıya yaşayacaksınız. Yengeç ve balık burçlarından sizleri büyüleyecek ışınlar yükselmekteler. Bırakın kendinizi sevda yüklü deryalara.. Salı gününden itibaren şanslar gezegeni Jüpiter'in sayesinde her türlü tatlı sürprizlere açık olun. Yalnız kendinizi dinleyin, kararlı ve atılgan olun, başarılar kapınızdalar.

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Tam herşey yolunda ve şu sıcacık yaz aylarının getirdiği rehavet ile yaşam tam gaz derken sigortalar atmaz mı birden !.. Teraziler düşmeyin şu girdaplara, dipsiz kuyulara ne olur.. Geriye dönüşlerin, duygusallıkların ve güvensizliklerin sırası mı yani şimdi ?.. Haydi, hafifletin kendinizi, anları yaşayın, deli dolu oluverin. Kova/ koç burçlarından kapınıza yaklaşmakta olan… açın artık şu kilidi canım, ne bekliyorsunuz !..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Yaz mevsiminin ilk başlarının sizlere hayli uğraştırıcı gelmesine karşın geri kalan haftaları daha uyumlu geçireceksiniz. Aileler de sudan sebepler yüzünden ara sıra hıngar çıksa bile temeller sağlam tutulmakta. Gelecek haftalar da bazı akrepleri beyinlerini ve kalplerini gümbürdetecek beklenmedik yeni tanışmalar gözetlemekteler.. Bürokratik alanlar da ve evrak konularında gayet diplomatik ve sabırlı olun. Sinirlenmeyin.

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Geceleriniz rengarenk yaylar, halbuki gündüzleri olmadık çekiştirmelerle heba ediyorsunuz, ne hikmetse… Takmayın kendinizi öylesine ince detaylara, gençlerle daha mülayim olun. İlişkilerinizi monotonluk tehlikesi beklemekte, yeniden alevlendirin duyguları. Kritikleri bırakın bir köşeye. Siz istiyorsunuz diye her şey ve her insan dört dörtlük olamaz.. Bardağın yarısı boş mu yoksa yarısı dolu mu, karar sizin..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Istekleriniz sıcaklar yükseldikçe daha da kızgınlaşmaktalar !.. Ilişkilerinize yepyeni ferahlıklar getireceksiniz. Beklenmedik şekilde şen şakrak oluşunuz çevrenizi de muazzam etkileyecek bu kesin. Buna bir de hafif dozajlı uçukluklar ekleyebilirseniz o zaman sizi kimseler tutamaz vallahi. Bir akrep veya başak mensubu temellerinizi sarsmaya yeminli gözükmekte !.. Oğlaklar çatırdarsanız bu da aşktan olsun yani, değilmi…

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Bazı kovalar kavanozdaki balıklar misali bir o yana bir bu yana devri alem yapmaktalar. Ama bayağı sabırsız ve hatta sinirli şekilde desem yeridir.. Eh haliyle bu hiperaktivite nöbetlerinizi sevgilileriniz sineye çekmekteler, aileler bile diken üstündeler.. Allah'tan yakın zamandır bazı kovalar hidayete kavuşmuşlar !.. Kızgın kovalar perşembe gününden önce kesin ve keskin kararlar almaktan kaçının. Yolunuz sonra açılmakta.

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Sevgili balıklar bir iki aydır sizlerle saklambaç oynayan Venüs nihayet tüm balıkların dostu olmaya kararlı şekilde yanınızda. Olası tansiyonlar düşecekler ama siz yinede sevgililerinizle açık kart oynamaya mecbur kalacaksınız. Yani kaçış yok. Terazilerin okkaları ellerinizde, sıra geldi artık tartılara.. Öte yandan olmadık fantezilere, verilen yaldızlı sözlere ve kağıttan şatolara aldanmayın.. Tatilleri yaşayın, şimdilik yeter..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İhanet

bu günümü ben hazırlasam da kaderin garip bir gülüşü
parçalar bir tebessümü canımı yakana kadar
zaman yağmurunda delik deşik ede ede
içimi kanata kanata bir ihaneti
bir ihanetle ödetti leşime
ha dostlarımla çevrilmiş bir girdap
ha dört duvar zindan

ihanet: altı harf
ihanet: altı başlı yılan
bir yerlerde kaybolma noktasına işaretlenmiş bir hainim
herşey ve herkes sustu bağıra bağıra
ben bize benzerim
biz de sustuk

ben yine tek başına mevlama ne derim
ondan kaçarak yaşanan bu sahtelikte bile
yanlışı ben oynadım nasıl derim

geçen her kahpe dakikam beynimi kemiriyor, kemirecek
ağlamak kolay değilse de kolayladım
sevdiğim dağ ceylanımı
alnıma vurup kapkara bir lekeyi
kaybettim
herşeyin kaçırıldığı bir duraktayım
ve bekliyorum şuursuz, mahcup
bu ben miyim dediğim de
hayır değilim ben yaptım
ha ölmek şu an
ha bir bardak su içmek

hayallerimi kaybettim yıllarca
ne oldu sonunda diyorum
kaybolan hayaller ve kaybolamayan sahneler...
inmeyen bir perde...
bitmiş bir oyun...
bir kenara atamadığımız ajandamızdaki
kurumuş çiçeklerimiz...
ayrılık ve biz...

Ahmet Öztürk

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Dükkanın adını yanlış anlamış hanzo!

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Diyelim ki kendinize bir web sayfası yapmaya niyetlendiniz. Nerden başlamanız gerekiyor, biliyormusunuz? Tabiki öncelikle bir alan adı almanız gerekiyor. Eğer benim gibi ücret ödemeden bu işi halletmeye niyetlendiyseniz sahip olacağını alan adı için http://freeservers.com/ tarzında bir servis sağlayıcı ile işe başlayabilirsiniz. Free diye balayan kısımdan kendinize 12 mb.'lık bir alan alabilirsiniz. Ama bu tarz web sayfalarında ticaret faaliyeti yapmanıza müsade edilmiyor. Daha sonra sitenizin akılda kalıcı bir ismi olması için http://www.yonlendir.com/ tarzında bir siteye üye olarak daha hoş bir site adına sahip oluyorsunuz. Her iki işlem için de herhangibir ücret ödemeniz gerekmiyor. Baştan uyarmakta fayda var ücretsiz web hosting hizmeti veren sayfalar genellikle ya basit bir sayfa hazırlama hizmeti verirler ya da sayfa dizayn çalışmasını kendiniz yapmak zorundasınız. Hazırladığınız web sayfasını bir "ftp" programı yardımıyla veya ücretsiz web hosting hizmeti veren sayfaların "file manager" uygulamaları kanalıyla web sayfanızı yerine yerleştirirsiniz. Siz web sayfanınızı hazırlarken mutlaka .htm veya .html uzantısını kullanmanızda fayda var. Ama eğer daha profesyonel uygulamalar yapacağım diyorsanız, bu satırları okuyup boşa zaman harcamayın. Evet bu işi benim gibi henüz amatör seviyede yapan arkadaşlar. Web sayfası tasarımı için şimdilik microsoft'un word veya front page uygulamalarını kullanabilirsiniz. Sadece çalışmayı kaydederken web sayfası olarak kaydedin yeter.

Bu kadar sıkıntıya girmek istemeyenler http://www.doruk.net.tr tarzında profesyonel hizmet firmalarıyla irtibata geçebilirler. Bu tarz yerler paranızı ödeyip, elinizi hiç bir şeye sürmeden hizmet alabileceğiniz yerlerdir.

Web sayfasını kendisi yapmak isteyenlere çalışmalarında kaynak olarak kullanabilecekleri önemli bir sayfa ise http://www.mediabuilder.com/ . Bu web sayfasındaki örnek animasyon ve banner çalışmalardan faydalanabilirsiniz.

Editörden Not: Sevgili Akın bu adresleri yazarken bana sıkı çalım atmış, sağolsun. Hani diyorum ücreti mukabilinde bu tür hizmet almak isteyenler direkt bendenize (webmaster@kmarsiv.com) de başvurabilirler:-))

Akın

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Digital Media Converter V2.23 [7.06MB] Win9x/2k/XP Deneme / Fiyatı:29.95$
http://www.deskshare.com/dmc.aspx?ref=sicspotlight
Bilgisayarınızdaki dijital media dosyalarını zaman zaman birbiri arasında dönüştürüp kullanmak gerekir. Ancak bunu yapabilecek programlar kısıtlıdır. İşte bu program VCD, DVD, AVI (DivX, MS MPEG4, sıkıştırılmamış), MPEG-1, MPEG-2, MP3, MOV, WMV, ve WAV dosyaları arasında dönüştürme yapabiliyor. Dikkatinizi çekerim, ben bugüne değin mov dosyasından diğer dosyalara dönüştürme yapana pek rastlamamıştım. Deneme sürümü tam anlamıyla kesintisiz çalışıyor ancak bir watermark koyuyor. Biraz ücretle mükemmel bir programa sahip olmak elinizde. Dijital Media ile uğraşan tüm dostlara tavsiye edilir.

Yukarı




ABONE OL
AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
Forum Alanı
İletişim Platformu
Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
Kütüphane
Kahverengi Sayfalar
FİNCAN/SİPARİŞ
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
KMFM (TEST)
KM JUKEBOX (Yeni)
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları












Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu



Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040809.asp
ISSN: 1303-8923
9 Ağustos 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com