Atina 2004 Olimpiyatları başlıyor!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 557

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 12 Ağustos 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : HEYYY (HÂLÂ) İSTİFA ETMEYECEK MİSİNİZ?


Merhabalar,

Faturayı kestiniz Allah'a, tahsilatı pek oldu gördünüz. Kırk senedir olmayan kazalar TCDD'nin başına bir bir gelmeye başladı ama büyükşehir belediyespor menşeeli takım kaptanlarında çıt yok. Haydi bunu da Allah'a havale edin. Edin ki tabanız sizi huşu içinde seyreylesin. Yanlış yapıyorsun sayın RTE yanlış. RTE 2000 markalı tren vagonu imal ettirirken gün gelip bunların içiçe geçebileceğini hesap etmeliydin. Allah'ın hakkı üçtür unutma. Tez zamanda tavuk mu, horoz mu, koyun mu, deve mi kestireceksin ne kestireceksen birini kestir. Kanını alnına, bakana, genel müdüre ve bilumum belediyespor yıldızlarına sür ve paçayı kurtar. Yoksa var başına gelecek, benden söylemesi. Yarın kulaklarımı çanak anten edip sizleri dinleyeceğim. Bakalım neler yumurtlayacaksınız merak içindeyim. Takdir'i ilahi, ehven-i şer, kırk katır mı kırk satır mı, ak akçe karagün içindir, kalan sağlar bizimdir, en büyük bizim parti başka parti yok özdeyişlerinizi takdirle(?!) dinleyeceğimden emin olabilirsiniz.

Dünkü soruma verdiğiniz cevaplar için size müteşekkirim. Çok işime yaradı. Birkaç yerde daha araştırma ve deneme yapma olanağı buldum, üstüne bir de elime bir araştırma sonucu geçti. Yani karar vermek kolaylaştı. Cuma günkü sayımızı son düzenlemeyle çıkarmayı planlıyorum. Tabi ki herzaman bir diğer son düzenlemeye açık kapı bırakarak.

Bugünün şarkısı biz yaştakilerin bir zaman diline doladığı unutulmaz ve yeri dolmaz bir ezgi. Bir Bülent Ortaçgil klasiği, Olmalı mı Olmamalı mı? Hepimize kötü haberden uzak, hiç olmazsa kavgasız gürültüsüz bir gün diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

9 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Tomy *

Sıcak bir akşamüstü. Birazdan güneş çekilecek. Güneş ve ayın aralarındaki gizli anlaşmadan payımı almaya çalışıyorum. Evet galiba yaz günlerini daha çok seviyorum. Aydınlık olması hoşuma gidiyor.

Kimsenin beni ciddiye almadığını fark ettim. Aslında bunu fark edeli çok uzun zaman olmuştu fakat henüz beni yaralamıyordu. Tamam yaşım genç olduğu için oluyor bütün bunlar diyorum. Bu kendi kendime bulduğum bir savunma biçimi. Yine de ağabeyim Rony gibi beni ciddiye almalarını tercih ederdim.

Size kendimi tanıtmadan sorunlarımı anlatmaya başladım. Zaman kaybetmek istemiyorum, belki de bütün mesele bundan kaynaklanıyor. Bazıları bunu yaşımın küçüklüğüne veriyorlar ama bence sebebi başka yerlerde olmalı. Neyse zaten bu şekilde devam ederse beni bir psikologa falan götürüler. Bereket buraya yeni taşındık. Henüz benim yaramazlıklarımdan kimse şikayet etmeye başlamadı. Hoş ben de buralara alışmaya çalıştığım için biraz uslu olmaya gayret gösteriyorum.

Dedim ya henüz tanışmadık. Ben Tomy. Büyüdükçe sevimliliğini yitiren Rony'nin küçüğü Tomy. İlk başlarda anlamıyordum. Henüz bebektim ve bu yepyeni ortama alışmaya çalışıyordum. Sonraları beni Rony ile kıyaslamaya başladıklarında asıl yüzümü göstermeye başladım ve hırçınlaştım. Bu benim gerçek karakterim mi, yoksa küçüklüğümden mi kaynaklanıyor buna henüz karar veremediler. Ben de onları zor durumda bırakmak için olabildiğince sevimli olmaya çalışıyorum.

Beni ilk gördüklerinde sevmeye çalışmalarını anlamıyorum. Evet Rony büyüdükçe sevimsizleşti ama onun ağırbaşlı hali beni sevmekten bıkanları hemen etkiliyor. Bazen hırçınlığım, bazen gereksiz heyecanım yüzünden ilginin hemen Rony'e çevrilmesine neden oluyorum. Onun benden daha güzel görünmesi de bunda etkili olsa gerek. İnsanlar bembeyaz birini görünce benim gibi kara kuru küçük birini hemen geri plana itebiliyorlar.

İşte yine bir akşam ve kokularıyla tanımaya çalıştığım yeni dünyamda gördüklerimi anlamaya çalışıyorum. Burası yeni tamamlanmış bir site. Henüz evler ve bahçeleri sınırlarla birbirinden ayrılmadığı için özellikle yaz günlerinde tüm site sakinleri ortak bir yaşam sürüyormuş gibi bir izlenim veriyor.

Ve ben bulunduğum yerden çoğunun neler yaptığını izleyebiliyorum. Sıcak bir akşam üstü bundan keyifli ne olabilir ki. Hem Rony'de önündeki yemeğini yemekle meşgul. Ben mi? Kimse benim neyi ne zaman yiyeceğim konusunda baskı yapamaz.

Karısı gittiğinden beri yemekleri kendi hazırlayan orta yaşlı komşumuz eti yaktı galiba. Burnuma gelen yanık kokularının başka açıklaması olamaz. Her öğün kocaman biftekleri yerken onu hayretle izliyorum. Şimdi terasa çıkıp soğuk birasından da yudumluyor. Keyfine diyecek yok.

Sürekli çalışan ve akşamlarının bahçesinin duvarını örmekle geçiren adam akşam sporuna başladı. Yaz boyunca bu sabit bisikletin pedallarını çevirip duruyor. Karısı ve çocuklarına yemeği daha geç yiyeceğini söyledi. Hafta sonları hariç ailecek yemek sofrasında oturduklarını görmedim daha. Hoş ben de bizimkiler ve özellikle Rony ile aynı zamanda yemek yemeyi tercih etmiyorum ama benim kendime göre sebeplerim var. Onun tabağındaki her lokmayı yavaş yavaş yemesi beni deli ediyor. Oysa ben her şeyi bir çırpıda yemek istiyorum.

İşte evlerinin bahçesine havuz yapan adam çocukları ile yüzüyor. Her akşam onları seyretmeye bayılıyorum. Bazen havuza atlamak geliyor içimden. Bunu yaparsam adamın bizimkilere köpürebileceğini tahmin ediyorum. Sokağın kiri pası içinde o tertemiz havuzda kendimi düşünemiyorum zaten. Bir fırsatını bulursam bizim yan komşuların plastik havuzuna atlamayı düşünüyorum.

Neredeyse mahallenin tüm çocukları bütün gün bu havuzda eğlenip duruyorlar. Onları kıskanmıyor değilim ama içlerinden birini fena kızdırdığım için yanlarına yaklaşamıyorum. Bir süre sonra unuturlar ve beni yeniden aralarına alırlar. Zaten Rony her öğleden sonra onlarla beraber.

Yaşlı çift, tahta masalarına kurulmuşlar şarap eşliğinde akşam yemeklerini yemekle meşguller. Aralarındaki uyum ve nezaket gençlere örnek olacak cinsten. İlerde bende böyle bir eşim olsun isterim doğrusu. Kadın adamın tabağına yemeğini koyarken bile gözlerinin içine bakıyor. Beni besleyecek ve şımartacak bir sevgilim olsaydı. Henüz erken mi?

Yeni bebekleri olan kadın ve adam yine dışarıda yiyecekler anlaşılan. Terastalar. Son günlerde önce bebeği yediriyor sonra kendileri sofraya oturuyorlar. Bebek süt dışındaki şeyleri yemeye başladı anlaşılan. Hamileliği boyunca fazla görmesem de şimdilerde bebeği ile beraber sabahları gördüğüm kadın, bahçesindeki sebzeleri sulamaya başladı. Adam, yemek sandalyesinde oturan bebeğe kaşık kaşık yoğurt yedirmeye çalışıyor. Bebek elindeki bir diğer kaşıkla oynarken göz göze geliyoruz. Şimdi annesi de bana bakıyor.

Sıcak bir akşam üstü. Evin terasında oturup duramazdım ya. Zaten Rony'de çok sıkıcı. Kadınla göz göze geliyoruz. Bizimkiler bir şeyler yazdığından bahsediyorlardı. Zaman zaman öyküler yazıyormuş. Günün birinde benden de bahseder mi?

Kadın sulamayı bitiriyor. Hortumu toplamak üzere. Toprak ıslak. Onların bahçesine yöneliyorum. İçimden koşmak geliyor. Biliyorum bu sefer benimle ilgili bir şeyler yazacak. Koşuyorum, koşuyorum. Bebek bana gülümsüyor.
Kadın arkamdan bağırıyor.
- Tommyyyy.
- Ama Tomy bu kaçıncı sefer. Terası daha yeni yıkamıştım. Yine her yeri çamur ettin. Rony gibi uslu bir köpek oluncaya kadar buralara gelme.

Sıcak bir akşam üstü. Birazdan güneşin son ışınları da terk edecek. Bu kendi halindeki sitede hummalı bir akşam telaşı. Ve güneş anlaşması gereği şimdilik geri çekiliyor. Bir gün bitiminde, tüm aile bir arada akşamı karşılama vakti. Evlerden gelen konuşmalar, bebek ağlamaları, çatal bıçak sesleri ve müziklere Tomy ve Rony'nin havlamaları da karışıyor.

*Tomy, bizim karşı komşu köpeği Tiky'den esinlenerek yaratılmış hayali bir kahramandır. Tiky, bahçelerine tel örgü çekilmeden önce, ismini bilmediğim Rony gibi yaşlı ve az vakti kalmış ağabeyi ile beraber her sabah site içindeki bahçelerde koşturup dururlardı. Şimdi kendi bahçelerindeler ve ne zaman sokağa çıksak havlayarak bizi selamlıyorlar.

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,569,569,569,569,569,569,569,569,569,56
              9 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayfer Arman

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


   ARKADAŞ

Heyecandan nerede ise kalbi duracaktı. Tren perona yanaşmış, ilk yolcular inmeye başlamıştı bile. Her inen yolcu heyecanlanmasına neden oluyordu.
Sonunda ikinci vagonun merdivenlerinde onu gördü. Elinde küçük valizi ile Semra orada öylece duruyordu. Zayıflamış hatta küçülmüş gibiydi. Ağır hareketlerle basamakları inip yürümeye başladı. Daha fazla dayanamadı, adeta kalabalığı yararak ona doğru koştu.

-Semra buradayım, Semra!..

Bir an karşılıklı öylece kaldılar. Sonra yılların özlemiyle kucaklaştı iki arkadaş. Leyla neredeyse on yıla yakın bir zamandır görmemişti Semra’yı.
Üniversiteye başladıkları ilk yıl, ani bir kararla evlenip çok ama çok uzaklara gitmişti Semra. Sonra ki yıllarda özlemlerini mektuplara dökmüştü iki arkadaş. Asla sekteye uğramamıştı bu mektuplaşmalar yıllar boyu.
Sonrasında hiç beklenmeyen bir anda çıkagelmişti o telgraf.

“Leyla, salı günü saat 5 de garda karşıla beni Semra…”

Ne bir açıklama vardı ne önceki mektuplarda böylesi bir gelişin sözünü etmişti Semra. Bir terslik vardı ama bu ani gelişte hissediyordu Leyla.

-Haydi gidelim!.

Yan yana hiç konuşmadan gardan çıkıp, çevirdikleri bir taksiye bindiler.
Semra yol boyunca hiç konuşmadan camdan dışarısını seyretti dalgınlıkla.
Onda ki bu suskunluk, bir anlamda korkuttu Leyla’yı. Ne oluyor du? Yirmi dakika kadar sonra çalışma odasında karşılıklı oturuyorlar dı.

-Canım neyin var?
-Bir şey sorma Leyla yalvarırım!. Sadece dinlenmeye ihtiyacım var, belki daha sonra…
-Peki.

Sedat’ın gelişi sonrasında yenen akşam yemeği ve yatana kadar geçen süre içerisinde, suskunluğunu korudu Semra. Sonrasında ise kendisine ayrılan odaya geçti sessizce.

-Bir şey anlatmadı mı?
-Hayır Sedat. Belki daha sonra dedi ve ben üstelemedim.
-Çok kederli bir hali var.
-Evet. Umarım dinlendiğinde anlatır olanları.
-Hadi yatalım bizde.
-Peki canım.

Ertesi sabah Sedat’ı yolcu ettikten sonra, kahvaltıyı hazırlayıp gelip Semra’nın yattığı odanın kapısını çaldı Leyla.

-Semra… Kalktın mı canım?
-Evet, gel lütfen.

Kapıyı açıp odaya girdiğinde gördüğü manzara şok etti Leyla’yı. Semra camın önünde, akşam ki kıyafetleri üzerinde öylece oturuyordu. Çökmüş göz altları ve önünde tepeleme dolu kül tablası ile tüm geceyi uyumadan geçirdiği aşikardı.

-Neyin var Allah aşkına Semra? Korkutuyorsun beni, ne oldu?
Gel canım, sanırım konuşmalıyız.
-Peki… Kahve içer misin bu arada getireyim mi?
-İyi olur!.

Az sonra karşılıklı oturuyorlardı. Leyla ses çıkartmaktan korkarcasına suskun, arkadaşına bakıyordu. Semra derin bir nefes çekip sigarasın dan konuşmaya başladı.

-Terk ettim onu. Öylece arkamda bırakıp her şeyi bir anda çıkıp geldim.
-Ama neden? Çok seviyordun Metin’i. On yıl boyunca her mektubunda ona olan aşkını ve mutluluğunu anlattın bana.
-Hala da ona aşığım Leyla. Ama yapılması gereken buydu.
-Bir nedeni olmalı Semra anlat lütfen!
-Evlendiğimizin ikinci ayında fark ettim Metin’in, içkiye olan düşkünlüğünü.
Aldırmadım yada anlamamazlığa geldim önceleri. Zamanla geçer dedim kendimi kandırdım kısaca. Ancak geçmedi; gün geçtikçede arttı üstelik.

Leyla sessizce dinliyordu arkadaşını. Semra devam etti konuşmaya:

-Çocuğumuz olmadı biliyorsun. Birbirimizin hem eşi hem çocuğu olduk yıllar boyunca. Metin’e olan düşkünlüğümse her geçen gün arttı. Öyle ki bir zaman sonra bir eş den çok bir anne gibi oldum Metin için. Ve bu düşkünlüğüm daha da cesaretlendirdi onu.

Sustu Semra, gözleri çok uzaklara dalıp gitti. Geçmişi yaşadığı, acı çektiği her halinden belliydi. İçi acıdı Leyla’nın uzanıp elini tuttu arkadaşının.

-Üzülüyorsun canım. İstersen daha sonra anlat ne dersin?
-Hayır anlatmalıyım, rahatlamam gerek.
-Tamam canım, dinliyorum.

Devam etti Semra uzaklardan kaçırarak gözlerini konuşmasına.

-Asla onu terk edecek cesareti bulamadım kendimde. Metin sanki dünyanın merkezi idi ve ben onsuz bir hiçtim. Oysa yıllar geçiyor, hayatım avuçlarımın içinde kayıp gidiyordu. Tükeniyordum… Kısır bir döngünün içerisinde aynı şeyleri yaşıyorduk. Metin içiyor, sarhoş olup uyuyor ve sonrasında ayılıp yeniden içiyordu hepsi bu.
-Neden hiç anlatmadın bana? Mektuplarında asla paylaşmadın bunlar benle.
-Denedim ama yapamadım. O mektuplarda ben, düşlediğim hayatı yaşıyordum anlıyor musun? Tek mutluluğumdu o mektuplar!.
-Anlıyorum.
-Birkaç gün önce ise çekmecesinde bir poşete özenle sarılıp saklanmış, bir plaka esrarı bulduğumda ise anladım gerçeği. Sadece içki değil, uyuşturucuda girmişti artık hayatımıza. Sonrasını anladın sanırım. Onun yok oluşunu izlemek ve onunla yok olmaktansa kaçtım. Tek gelebileceğim yerse burasıydı.
-İyi yaptın canım. Burası evin unutma ve yeni bir hayat var önünde.

Sonraki günlerde Semra, Leyla ve Sedat’ın yakın ilgisi ve sevgisi sayesinde toparladı kendini. İki ay kadar sonraysa bir iş bulup çalışmaya başlamıştı bile. Bütün geçen bu süre zarfında Metin, sadece bir kez aramıştı Semra’yı.
O telefon görüşmesi sırasında Semra, kesin tavrını koymuş “Bundan sonrasında ben yokum Metin, ya ben ya o hayat seçimini yap karar senin” demişti. Bu konuşmanın ardından telefon kapanmış ve bir daha aramamıştı Metin. Yaz geçip sonbahar geldiğinde Semra ayrı bir eve çıkma zamanının geldiğini söylese de, onu bırakmaya yanaşmamıştı dostları. Ve şimdi yeni yıl arifesiydi artık.

-Bir programın var mı Semra yılbaşı için?
-Yok Sedat ya sizin?

Söze karıştı Leyla:

-Canım biz Sedat’la düşündük yeni yılı üçümüz evde karşılayalım diyoruz ne dersin?
-Harika fikir. Bende evi tercih ederim doğrusu.

Ertesi gün alışveriş yapıp mükellef bir sofra kurdu iki arkadaş. Sedat’ın eve gelişi sonrasında tam yemeğe oturmuşlardı ki çalan kapı ziliyle kapıya yöneldi Sedat.

-Birini mi çağırdınız Leyla?
-Hayır, kimseyi beklemiyoruz.

Açılan kapıyla bir sessizlik oldu odada. Metin kapı eşiğinde öylece duruyordu. İlk şaşkınlığını atan Sedat oldu.

-Gelsene Metin. Hoş geldin.
-Rahatsız etmiyorum değil mi?
-Yok canım, gel hadi.

Semra adeta donmuş gibi Metin’e bakıyordu. Ne kadar zayıflamıştı. Gelirken simsiyah bıraktığı saçlarında tek tük gri teller oynaşıyordu. Tam ağzını açacaktı ki Metin gelip susturdu onu.

-Dinle canım, sadece dinle lütfen!.

Derin bir sessizlik oldu odada, Metin sürdürdü konuşmasını.

-Sen gittiğinde ve o telefon görüşmesinden sonra anladım gerçeği. Tükeniyor ve senide tüketiyordum. Sen öylesine değerliydin ki gözümde; asla ama asla bir tercih için seçime gerek yoktu. Kısaca canım, aylardır tedavideyim ve tertemizim artık. Yeni yılda bu yeni adama yer var mı hayatında.

Semra gözlerinden yaşlar boşalarak sarıldı kocasına.

-Hoş geldin aşkım!..

Az sonra dört arkadaş meyve suları konmuş kadehlerini kaldırdılar; yeni yıla, yeni hayatlarına ve yeni bir geleceğe…

Ayfer Arman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,337,337,337,337,337,337,33
              15 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı


DOSTLARI OLMALI İNSANIN

dostları olmalı insanın,
aynen gemilerin limanları gibi
zaman zaman uğradığın
yükünü boşalttığın
dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda

sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
geri döneceğin günü bekleme umuduyla
bazen rüzgara o açmalı yelkenini
yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
halatlarını çözmeli
seni çok
ama çok özlemeli

dostları olmalı insanın,
ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen
düşünmediklerini düşündüren
seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
gerektiğinde senin'çün ateşi yutabilen

yolunu ışıtan ustan olmalı,
şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
sana vermeli soğuk bir kış gününde
üzerindeki tek gömleğini

şiirimi yazdığımda bunun internet aracılığı ile dünyayı dolaşacağı aklıma gelmemişti. Şiir o denli çok sevildi ki, bir gün TEMPO dergisinin Ankara ekinde bir lokantanın tanıtımında şiirimi gördüm. Ege lokantası, müşterilerine hesabı ödedikten sonra bu şiirimi poster olarak veriyormuş. İşin ilginç yanı şairini bilmeden, hemen telefon ettim bu şiir beniiiiiiim diye. Çok üzüldüler, bana bir poster hediye ettiler bundan sonra adınızı şiirin altına yazacağız dediler.

Hep düşünmüşümdür, ve kendi kendime sormuşumdur şiir mi güzel, içindeki duygular mı, neden bu şiir bu denli çok sevildi? Yanıtım şöyle" İNSANLAR DOSTLUĞU ÖZLÜYOR, DOSTLUK ÖYLESİNE AYAĞA DÜŞTÜ Kİ, BENİM ŞİİRİMDE BİR ÜTOPYA GİBİ SUNULAN DOSTLUĞA HASRET, ŞİİR UMRUNDA DEĞİL". Niçin böylesine bir özlem var insanların içinde. Oysa ne çok dayanışma ve arkadaşlık öyküleri anlatılır çocukken. Büyünce niçin şizofren bir dünya ile karşılaşırız. Öğrendiklerimiz ile gerçekler üst üste gelmez? Buna da yanıtım var " hız yüzünden" . Düşünün, insanlar yürüyerek bir yere giderken , bugün uzaya gidecek hıza sahip,. Yürürken dinlenme ihtiyacı çok fazla olduğu niçin sosyal ilişkiler daha çok oluyordu. Saatte yüz kırk kilometre hızla giden araba bile seyahat ettiğinizde, belki yalnızca bir kez mola veriyor ve sadece işiyorsunuz. Hız yalnızlığı artırdı, dostluk nostalji oldu.

Aklıma senden başka bir şey gelmiyor adlı şiirimi dostluktan başka bir şey düşünmeyenlere adıyorum.

Kelimeler eskiyor neyi ne zaman söylesem,
hepsi sensin
aklıma senden başka bir şey gelmiyor,
desem ki gurbetteyim
türküler uzun, gurbet sensin türküler sen,
desem ki yalnızım dağlarda
günler bitmiyor, yalnızlık sen,
dağlar sen, günler sensiz.
Aklıma senden başka bir şey gelmiyor.
Aklım sende, sen yüreğimde,
yüreğim temaşada gözlerini,
gözlerin üzüm bağlarında temmuz ayında
bağbozumuna zaman var.

Gözyaşlarımı topluyorum şimdi, üzümler toplanırken şaraba katacağım, en tatlı şaraba senin adını koyacağım ve sarhoş olacağım daha içmeden bir yudum.

Ben böyle bir sevdayı binlerce yıl önce bir kitapta okumuştum, lakin unutmuştum, yaşarken aklıma geldi, oysa yaşanılması mümkünsüz bir masal demiştim okurken o destanı,
yaşamayan bilemez bu yaşananı, aklıma senden başka bir şey gelmiyor.

Güzellik için sözler arıyorum, aklıma senden başka bir şey gelmiyor, konuşacak konular şuradan buradan geçmiş ve gelecekten,
aklıma senden başka bir şey gelmiyor. Şiir yazmak için oturuyorum,
içimde coşkular taşıyor,
kâğıtlara dökeceğim duygularımı kalemim hazır yazacağım ne yazacağım,
aklıma senden başka bir şey gelmiyor.

Bayram yaklaşıyor şehir cıvıl, cıvıl,
kalabalıklar sevinçli, hediyeler alacağım bu bayram sevdalarımı giydireceğim,
aklımda kalanlara kartlar göndereceğim
aklıma senden başka kimse gelmiyor.

Bir şarkı dinlerken hayal kuruyorum, sigaramı çekiyorum derinden, gözlerim dalıyor, ufukta gün batıyor, biriyle gidip konuşsam diyorum
aklıma senden başka kimse gelmiyor.

Canım sıkıldığında, efkâr bastığında beni, yapayalnız yürümek istemiyorum, birini arıyorum yanımda,
aklıma senden başka kimse gelmiyor.
Ve yüreğinde papatyalar açan kız yaşamamın sebebini arıyorum
aklıma senden başka bir şey gelmiyor.

Dostlarınız çok olsun, dost olmayı bilin. Ama bu devirde zor aklınızdan çıkarmayın derim.

Sevgiyle kalın

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
              11 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Tahayyül Ötesi : Müge Akyol


   

Karlı sularda boğulmak…

Umulmayanın, ölümcül darbeleri, delip geçtiği zaman yüreği,
ruhun en savunmasız anlarının resmidir;
alaşağı olan güvenin,
yerde cansız şekilde yatan hüzünlü ceseti…

Kucak dolusu kan kusmak bile,
tahribatın getirdiği ızdıraptan daha merhametli belki,
tıpkı halesi üzerinde olan dikenli tel gibi…

Ne yokluk zamanları ne de çalkantılı korkular yıkamadı belki şu benliği,
aşılabilirdi engeller, her zaman olduğu gibi…

Ama buna dayanmak çok zor idi…
Yerle bir olan mabedimin en derin köşesiydi.

Güvendiğim dağların içmeye doyamadığım karlı suları,
bilemediğim, bilmekte asla istemediğim; felaketimdi…

Müge Akyol
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              6 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Öztürk

 Arthur'un Atelyesi : Ahmet Öztürk


   MERDİVEN

İstanbul'un merdivenlerinin birinden iniyordum yavaş yavaş. Yüzyıllar alçalıp yükselmişti bu merdivenlerde. Bense, inişimle alçalışımın mizansenini sergiliyordum sanki. Merdivenin bittiği yerde güvercinler volta atıyorlardı. Durdum aniden, durmalıydım, o saniyede hayatımın tek şartıydı bu. Çocukken de annemin elinden çekiştirip durdururdum güvercinleri izlemek için. İleri geri sallanan kafaları ve boyunlarındaki yeşilimsi halkaları cezbederdi beni. Bir de o ekabir havalardaki yürüyüşleri... Çocukluğum: İstanbul...

Bir an aklıma neler düşmüştü? Bu şehir böyledir işte. Geçmişi her saniye sunar size, kaçamazsınız. Hani dağı taşı duyabilsek, eski çağları dinleyip duracağız. Arkama dönüp bakıyorum bir an, merdiven ne kadar uzunmuş ve daha bitmemiş inmeme rağmen. Aynen geçen yıllar ve yaşanacak yıllar gibi.

Sokaktan durduğum yere doğru bir serinlik çarpıyordu, rahatlamıştım gibi. İki genç kızı gördüm; bir eda, bir hal, bir tavır yüklüydü yürürlerken. En güzeldiler belki de, ya da onlar için öyleydiler. Serinlikle beraber genzime parfüm kokusu, şampuan kokusu sinmeye başlamıştı şampuan kokusu, küçüklüğümde annemin saçlarında içime doya doya çektiğim koku. İçim anne doluyordu. Koşmak sarılmak istedim anneciğime. Sonra vazgeçtim, ya kızlar da koşmaya başlarsa, anneme kadar takip ederlerse, onlarda sarılmak isterlerse. Yok, en iyisi merdivenlerde beklemek sağlıklıcaydı.

Birden bir kedi yanımdan basamakları zıplaya zıplaya geçti, korktum. Döndüm ardıma baktım, bayağı uzaklaşmıştı. Altı üstü bir kedi; o eskimiş, dimdik merdivenleri nasıl olur da hızlı çıkardı? İkişer üçer atlıyordu hem de çok hızlıca. Peki kadınları neden kedilere benzetirler? Önce korkutup, sonra üçer beşer çıkabildikleri için mi? Bilemedim, uzun uzadıya düşünmek de istemedim. Kadınları seviyordum, kediyi de seveyim olsun bitsin bu iş diye düşündüm.

Bayağıdır ayaktaydım, en iyisi oturayım dedim. Eski taş basamakların buz gibi olduğunu hissettim. Bir ölü müydü merdiven? Hayır! Peki, neydi bedenimi acımasızca soğuğa çeken? Sarılıyordu merdivenin soğukluğu, kaçamıyordum. Gücümü emiyordu yavaş yavaş. Halsiz, takatsiz öylece ıstıraplı bir hayranlıkla esir düşmüştüm. Belki de bundandır insanların İstanbul'un tarihi merdivenlerini bir başına bırakması, dostluğunu kesmesi. Ama aklım almıyordu. Çünkü cefasında bir keyif vardı. Bundan dolayı olamazdı. Güvercinlere baktım, hala merdivenin dibinde ileri geri volta atıyorlardı. Halsizliğime rağmen kafamı zorla arkama çevirdim. Uzuyordu merdiven. Çok olmuştu ineli, anladım. Kedi, yeniden geçti yanımdan. Bu sefer korkmadım. Kadınlar geldi aklıma, seviyordum kediyi onlardan dolayı. Son sürat güvercinlere saldırdı . Olamazdı, merdiveni böyle bitirmemeliydi. Bir kahramanın göğe kaldırdığı ışıldayan kılıcı gibi ayağa fırladım. Koştum aşağıya, kaçar kaçar iniyordum bilemiyor(d)um.

Güvercinler sağa sola uçuşuyordu. Kaçtılar tüylerini bırakıp merdivenin dibine. Kediyle kalakaldık kuş pisliği ve tüylerin ortasında. Kaçmadı benden. Güldüm ve kucakladım kediyi. Yola koyuldum. Onbeş-yirmi metre ötede durdum. Merdivene baktım. Tepeden aşağıya doğru kendini oturaklı kondurmuştu. Ciddi ama romantik bir moruktu. Üstüne kaçan güvercinler konmuş bizi izliyordu.

Boşver dedim kediye. Boşver, evde anam bekler. Gidelim. İyi akşam sefaları merdiven ve ekabir güvercinler dedim içimden.

Ahmet Öztürk

Editör'ün notu: "O" şimdi asker. Vatan O'na emanet. Hayırlı teskereler.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,738,738,738,738,738,738,738,738,73
              15 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen


Hızlandırılmış Hayat

Ayça Çilingir için..

Teknolojinin hayatımızda her geçen gün biraz daha fazla yer kaplaması, bir yandan işlerimizi kolaylaştırırken; bir yandan da telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuruyor. İnsan hayatı uzadı, ve çok değil elli yıl önce kimsenin hayal edemeyeceği kadar hızlandı. Artık bir yere gitmek için haftalarca yolculuk yapmak gerekmiyor. Aslına bakarsanız, artık bir yere gitmek bile gerekmiyor. Cep telefonları, bilgisayarlar ve internet bağlantıları, bir yandan uzağı yakın ederken, diğer yandan aslında insanı insan yapan değerleri tahmin edemeyeceğimiz kadar uzaklara götürüyor. 1905'te, İngiliz Patent Enstitüsü müdürü, artık kendilerine gerek kalmadığını çünkü icat edilebilecek her şeyin icat edildiğini iddia ederken nasıl düşündü bilemem ama, ben, teknolojinin özellikle bu saatten sonra dizginlenebileceğini sanmıyorum. Kim ne derse desin, gelişmeler artık beni korkutuyor ve bundan sonraki icatların sadece hayatımızı kolaylaştırmakla yetineceğine asla inanmıyorum.

Günlerimiz hızlı geçiyor. Poğaçalarla yapılan hızlı bir kahvaltıdan sonra, hızlı otomobillerle işimize gidiyoruz. Yemeklerimizi hamburgerler, kolalar yani hızlı besinler oluşturuyor. Kalabalıkların arasında, kimsenin yüzüne bakmadan hızla dolaşıyoruz. İnternet bağlantımız yeterince hızlı değilse, kızıyoruz. Televizyon kanalları arasında hızla gidip geliyoruz. Hızlı olmayan ne varsa karşısında buluyor bizi. Çünkü dünya gittikçe hızlanıyor ve hızlı gidenler en önde yer alırken, bu düzene ayak uyduramayanlar yok olup gidiyor. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Hiçbir şey olması gerektiği gibi, hiçbir şey yaşanması gerektiği gibi değil. Hızlandırılmış tren kazalarından önce, hızlandırılmış aşk kazaları baş göstermişti bile. Tek gecelik ilişkiler, internetteki sohbet odalarında yaşanan birliktelikler. Mektupların sıcaklığı zaten unutulmuştu da, artık telefon bile açılmaz oldu. Beş mesajla başlayan ilişkiler, üç mesajla bitti. Ismarlama aşklar, sipariş evlilikler, zoraki birliktelikler birbirini izledi. Her şey hızlı yaşandı ve kim en hızlı davrandıysa, kim daha çok aldattıysa, en çok saygıyı o gördü, en çok ondan bahsedildi.

Teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor tamam. Onun sayesinde daha uzun yaşıyoruz. Komplo teorileriyle, felaket senaryolarıyla boğuşmak bir yana. Nükleer tehlikeymiş, küresel ısınmaymış, genetik çalışmalarıymış hepsi bir yana; insan kendi kendini yok ediyor farkında değil. İnsan kendini bitiriyor. İnsan, insan olmaktan vazgeçiyor. Dünyanın dört bir yanının çığlıklarla çalkalanması bundan. Açlığın, yoksulluğun, hastalıkların bir türlü önlenememesi, aslında önlenmek istenmemesi bundan. İstanbul'da bir mesajla biten aşkların, Nijerya'da recm edilen kadınlarla doğrudan bağlantısı var aslında. Mesele insan olmak meselesi. İnsan, insan olduğunu unutuyor. Hızlı yaşamak için, farkında değil..

Ben, iki saat erken gidecek diye raydan çıkan trenlerde ölmek istemiyorum. Dünya, seksen yıl yaşamak için çok fazla mükemmel. Bu mükemmelliğin daha fazla zorlanmasını istemiyorum. Daha hızlı yaşayacağım diye, aşklardan, sevgilerden daha fazla vazgeçmek istemiyorum. Artık yeter. Doğa bundan fazlasını kaldırmaz. Zorlamaya devam edersek daha fazla acı çekeriz. Sonra, hayat da raydan çıkar. O zaman, geç kalmış oluruz.

Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Hülya Galitekin

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


YARIN SENİN DOĞUM GÜNÜN...

Yarın senin doğum günün ...
Zaman, kağıt kesiği gibi değil mi?
İnce bir çizgiyle ayırıyor tenini.
Bir sızı hissediyorsun,
olmadık bir yerde rastlıyorsun,
ne olduğunu hatırlayamıyorsun,
acısına ağlamıyorsun...
Zaman çoktan geçmiş oluyor,
Kimseye nazlanamıyorsun.

Yarın senin doğum günün
Zaman, ağlamak gibi değil mi?
Sıcak bir göz yaşı gibi yüzünden akan.
Asla dokunup silemeyeceğim,
geri gönderemeyeceğim,
Saklamaya çalışsan da gözlerinden belli olan...

Yarın senin doğum günün...
Ve ben, ne yazık ki! Yaşlanmanı seyredemeyeceğim.
" Üstüne titreyerek erittiğim bu sevda için
Özür dilerim" diyemeyeceğim...

Yarın senin doğum günün...
Zaman benden de alıp götürecek, engellemeyeceğim...

Koyu bir kahve gibi olacak zaman, sabah ayıltmayan,
Akşam uyutmayan.
Senin gibi olacak, kendinden asla emin olamayan.

Yarın senin doğum günün...
Sana hiçbir zaman,
"Uyuyarak hiçbir sevda büyümez, "
bak ikimizde yaşlanıyoruz" diyemeyeceğim.
Soylu sadakat yeminleri edemeyeceğim

Yarın senin doğum günün...

Bu şiir,
Her şeye rağmen...
Sen ve ben yaşadıkça,
Soylu bir sadakat yemini gibi,
Bir kağıt kesiği gibi,
Yüzünden akan göz yaşı gibi,
Üstüne titreyerek erittiğim sevdana, tuttuğum yas gibi,
Sürüp gidecek .........

İyi ki doğdun .....

Nurgül Eryeşil

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yaratıcılığı sadece yurdum insanına maletmek yanlış olur! Burası ABD.

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Kadıköy Selamiçeşme'deki Özgürlük Parkı aktiviteleri ile halkın gözbebeği olmaya devam ediyor. Şimdi web sitesi de açılmış, http://www.ozgurlukparki.com. Etkinliklerden haberdar olmak için mutlaka bir uğramanız gerekiyor. Bu haftasonu oldukça güzel bir program var, benden söylemesi.

Diyelim ki kendinize bir web sayfası yapmaya niyetlendiniz. Nerden başlamanız gerekiyor, biliyormusunuz? Tabiki öncelikle bir alan adı almanız gerekiyor. Eğer benim gibi ücret ödemeden bu işi halletmeye niyetlendiyseniz sahip olacağını alan adı için http://freeservers.com/ tarzında bir servis sağlayıcı ile işe başlayabilirsiniz. Free diye balayan kısımdan kendinize 12 mb.'lık bir alan alabilirsiniz. Ama bu tarz web sayfalarında ticaret faaliyeti yapmanıza müsade edilmiyor. Daha sonra sitenizin akılda kalıcı bir ismi olması için http://www.yonlendir.com/ tarzında bir siteye üye olarak daha hoş bir site adına sahip oluyorsunuz. Her iki işlem için de herhangibir ücret ödemeniz gerekmiyor. Baştan uyarmakta fayda var ücretsiz web hosting hizmeti veren sayfalar genellikle ya basit bir sayfa hazırlama hizmeti verirler ya da sayfa dizayn çalışmasını kendiniz yapmak zorundasınız. Hazırladığınız web sayfasını bir "ftp" programı yardımıyla veya ücretsiz web hosting hizmeti veren sayfaların "file manager" uygulamaları kanalıyla web sayfanızı yerine yerleştirirsiniz. Siz web sayfanınızı hazırlarken mutlaka .htm veya .html uzantısını kullanmanızda fayda var. Ama eğer daha profesyonel uygulamalar yapacağım diyorsanız, bu satırları okuyup boşa zaman harcamayın. Evet bu işi benim gibi henüz amatör seviyede yapan arkadaşlar. Web sayfası tasarımı için şimdilik microsoft'un word veya front page uygulamalarını kullanabilirsiniz. Sadece çalışmayı kaydederken web sayfası olarak kaydedin yeter.

Bu kadar sıkıntıya girmek istemeyenler http://www.doruk.net.tr tarzında profesyonel hizmet firmalarıyla irtibata geçebilirler. Bu tarz yerler paranızı ödeyip, elinizi hiç bir şeye sürmeden hizmet alabileceğiniz yerlerdir.

Web sayfasını kendisi yapmak isteyenlere çalışmalarında kaynak olarak kullanabilecekleri önemli bir sayfa ise http://www.mediabuilder.com/ . Bu web sayfasındaki örnek animasyon ve banner çalışmalardan faydalanabilirsiniz.

Editörden Not: Sevgili Akın bu adresleri yazarken bana sıkı çalım atmış, sağolsun. Hani diyorum ücreti mukabilinde bu tür hizmet almak isteyenler direkt bendenize (webmaster@kmarsiv.com) de başvurabilirler:-))

Akın

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


HSRemove [169K] Win2k/XP FREE
http://www.majorgeeks.com/download4286.html
Başınıza geldimi bilimyorum ama bir baş belası bazı bilgisayarları ele geçirmiş bu aralar. "Home Search Assistant" denen bir mini casus program tarayıcıya yerleşiyor ve bir daha da gitmiyor. Homepage'i "res://.dll/index.html#37049" olarak değiştiren bu programı mevcut casussavarlarla vurmak zor. İşte bu program bu casusu yakalayıp bilgisayarınızdan atıyor. İhtiyacı olanlar için.

Yukarı




ABONE OL
AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
Forum Alanı
İletişim Platformu
Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
Kütüphane
Kahverengi Sayfalar
FİNCAN/SİPARİŞ
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
KMFM (TEST)
KM JUKEBOX (Yeni)
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları












Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu



Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040812.asp
ISSN: 1303-8923
12 Ağustos 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com