|
|
|
16 Ağustos 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Türk gibi kuvvetli!.. |
İyi haftalar,
Delirmemek işten değil yahu. Şu anda Star'da geçen sene Fenerbahçe'yi şampiyon yapan(!?) falcı Ayten arz-ı endam ediyor. Spor programı değil soytarı cambazhanesi. Tüh size be. Bir gaflete düşmüş stad müdürünü tongaya bastırıp gizli kameraya almışlar. Ulen 3 kuruş reyting uğruna yapılanlara bakın be. Spor programında birbuçuk saat bu konuda ahkam kesiliyor ama Nurcan'ın madalyasından tek bir cümle ile lütfen bahsediliyor. Yahu dört yılda bir yapılan olimpiyatlara saygı gösterin bari. Neyse... Halterin spor olup olmadığı, kadınlara yakışıp yakışmadığı entellektüel çevrelerde tatışıladursun, ben Cumartesi akşamı kızı seyrederken gözlerimi siliyordum. İlk defa olimpiyatlara alınan bir dalda ilk altın madalyayı alan ve ülkesine bir kadın olarak ilk olimpiyat altın madalyasını kazandıran biri olarak tarihe geçti Nurcan. Hiç yabana atılacak birşey değil. Göreceksiniz bunun arkası gelecek. Naim'den sonra kanatlanıp uçan halter sporu Nurcan'dan sonra da kadınlar arasında uçmaya devam edecektir. Tabi dün gece göndere 2 bayrak birden çektiren erkeklerimizi unutmamak gerek. Türk gibi kuvvetli lafı güreşçilerimiz için edilmişti zamanında ama görünen o ki artık esas hakedenler erkeğiyle kadınıyla halterciler. Hem o bıyıklı, koca pazulu maço Türk imajının yerini pek çıtı pıtı olmasa da bakımlı, hoş bir Türk kızına bırakarak. Nurcan'ı seyrederken hep aklımda Süreyya vardı. Kendimi onun yerine koymama olanak yok ama nasıl kahrolduğunu tahmin edebiliyorum. Kocasıyla içine düştükleri garip bataktan nasıl kurtulacaklarını merak içinde bekliyorum. Olimpiyattan söz ederken muhteşem açılışı unutmak olmaz. Helal olsun komşuya, para harcamış ama yerinde harcamış. Bizim gibi kuş uçmaz kervan geçmez fırtına vadisine olimpiyat stadı yaparak parayı toprağa gömmemiş.
Cuma günü bir rezillik yaşadım ki sormayın. Hoş benim yüzümün kızardığını kimse görmedi ama ben kimlerle muhatap olduğumu bilemediğimden kendimi yetmiş milyona karşı afişe olmuş hissettim. Şu virütik eposta kargaşası hızını hiç kesmeden sürdürüyor farkındasınızdır. Virüs programları kullanıyorsanız, ki mutlaka kullanmalısınız, gelenlerin farkına fazla varmıyorsunuzdur. Daha önce size sözünü ettiğim gibi evrim geçiren mikroplar artık sizin adresinizi kullanarak bir başka kurbanın virütik makinasından bulabildiği tüm adreslere kendini yolluyor, gittiği yerlerdeki virüs programları da ekli dosyayı silip mesajı yerine ulaştırıyor. Ama herhangibir nedenle adrese ulaşamayınca da yollayana geri dönüyor. E tabi adreste adlı adınca biz olduğumuzdan geri dönen uyarı mesajı da bize geliyor haliyle. Uzatmayalım, kendim için özel kullandığım adım ve soyadımdan oluşan bir adresim var nacizane. Cuma günü o adrese ait posta kutuma baktığımda tek gözüm seğirmeye başladı. Tam 237 adet aynı başlık ve içerikli geri dönen eposta vardı. İşte rezillik burada başlıyor. Şimdi 237 tane geri döndüğüne göre 1237 tanesi de yerine ulaşmıştır herhalde diye düşünüyorum. Hepsi Cem Özbatur'dan gidiyor ve konu başlığı "I'm nude!". İçinde de bir not "I'm waiting for you, come and ..... me". Kızardım bozardım sırtımdan aşağı terler boşandı ama nafile. Allah'tan yalnızdım. Ulen mikropluğunda bir raconu olmalı. Var mı böyle yaşını başını almış, Türkiye'nin saygın bir yayın kuruluşunun editörü mümtaz insan, beni, böyle elaleme rezil etmek. Yazıklar olsun size bugüne kadar gösterdiğim müsamahaya. Artık benden size zırnık yok. Öldünüz oğlum öldünüz siz. Hepimize yağmuru kontrollü bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
ALTMIŞ KONTÖRLÜK AŞK -1
Ne olur biraz daha sabırlı ol. Lütfen, ama yine çok abartıyorsun. Ağzından yel alsın. Bizim aşkımız ahrete filan kalmayacak. Niye son nefesime kadar bekleyeyim? Adın aklıma düştüğünde gözlerimde canlanan pırıltı sönmeden geleceğim. Yüzümdeki gülücükler susmadan.
Ansızın, habersizce çıkıp gelmeyi istiyorum. Sabahın alaca karanlığında oradan geçen bir otobüs beni yol kenarında indirsin. Ben kapıyı çaldığımda sen uykunun en tatlı, en sıcak, en güzel yerinde olmalısın. Kapıyı çalan ben olduğum aklının köşesinden bile geçmesin. Bu saatte beni rahatsız eden bu münasebetsiz de kim acaba diye kapını biraz öfkelenerek açmalısın. Beni gördüğünde bir an için kararsız kalıp , sonra telaşa kapılmalısın. Etrafa saçtığın giysilerin bir kaçanı benden gizlemek için alel aceleyle toplamalısın. Karlı bir kış günü olmasın ama. Sokakları esir almış cehennem gibi bir yaz da olmasın. Ya bütün ağaçlar çiçeğe durmuş olsun. Ya da yerlerde kırmızı yaprakları yığın yığın şiir gibi bir sonbahar…
Seni yarın akşam yine arayacağım. Kendine iyi bak. Telefonun kadranı sıfırı göstermeye başladı. İyi akşamlar canım. İyi akşamlar bir tanem. Telefondaki sesin, yine sözlerin bitmeden kesilmesin. Cümlelerim yarım kalmasın. Öyle olduğunda çok kızıyorum. Seni yüz üstü bırakmışım gibi, kendimi suçlu gibi ve kötü hissediyorum. Seni seviyorum. Bütün gün aklını benimle meşgul et demiyorum. Ama arada sırada beni hatırla. Olur mu? Bir gün mutlaka yanına geleceğim. Çok yakında değil. “Bir iki hafta içinde, bu ayın sonunda geliyorum.” diyemem. Ama bir gün mutlaka çıkıp geleceğim.
Üç aydır onunla her gün telefonda konuşuyoruz. Her akşam işten çıkınca postaneye gidip altmış kontörlük bir kart alıyorum. Duvarın kıyısında dizili kulübelerdeki ankisörlü telefonların birinden onu arıyorum. Arayacağımı bildiği için saat beşi geçtiğinde oda telefonun çalmasını bekleme başlıyor. Çoğunlukla daha ilk zil sesinde ahizeyi kaldırıp “Alo” diyor. Her akşam o cılız, cızırtılı sesten kurulmuş köprüyü geçip ona gidiyorum.
Telefonlar aşığın halinden anlamazlar. Halden anlamak bir yana bazen aramıza girerler. Bazı akşamlar heyecanla postaneye koşup sevgilimi aramak için telefona sarıldığımda bir türlü ona ulaşamam. Öfkem beni deliye çevirir. İçimden bütün kulübeleri yıkıp, bütün telefonları koparıp yerlere fırlatmak geçer. Tanımadığım, yabancı bir kadın sesi “Aradığınız telefona şu anda ulaşılamıyor. O istikametteki bütün hatlar dolu olduğu için bir müddet sonra yeniden arayınız.”diyor. Bazen bunu birkaç dilde birden söylüyor. Sevgilime bu kadının kim olduğunu sordum. “Kim bu kadın? Bizden ne istiyor? Neden İkide birde seninle görüşmeme engel oluyor ?” dedim. Sadece güldü. Başka bir şey söylemedi.
Bu kadının bizimle mutlaka bir ilgisi olmalı. Çünkü sevgilimle aramızı bozmaya çalıştığı gün gibi aşikar. Belki de bende gözü var. Tanımam etmem, o kadınla ne işim olur? Okumuş kadın. Birkaç dil biliyor.. O’na benden başka erkek mi yok? Elini sallasa ellisi. Bırak artık yakamızı. Bizim senle hiç bir alıp veremediğimiz yok. Rahat rahat konuşalım. Yeter…
Sevgilim seni herkesten saklıyorum. Akşam üzeri beni telefon kulübesinde seninle konuşurken görenleri görmezden geliyorum. Soranlara da yalan söylüyorum. Bana seni sorsalar, köşeye sıkışsam örneğin, seni anlatmak kaçınılmaz olsa. Nereden, nasıl başlayacağımı bilemem. Her şeyi göze alıp anlatsam. Dinleyene akıllı, anlaşılır gelebilir mi? Bilmiyorum.
Bu kasabadan otobüse binip, yola çıkınca yirmi saat sonra İzmir’e varılır. Ormanları, yüksek dağları, gölleri, büyük ovaları, denizi, körfezi geçip gideriz. Çoğunu gece karanlıkta geçtiğimiz için de onlarca kez gelip geçtiğimiz yerlere yabancı kalmayı başarırız.
Günler çok uzunken, yaz ortasında ben yine bu kasabayı kendi haline bırakıp İzmir’e gitmiştim. Sabah sokaklara sıcak çökmeden kendimi dışarı atıp Konak’ta, Gültepe’de, Karşıyaka’da, Kemeraltı’nda, Çankaya’da Alsancak’ta fink atıyor, eski günler, ilk gençlik yıllarımı arıyordum. Tanıdık mekanlara ve akrabaları ziyarete filan gidip karanlık çökünce otelime dönüyordum. O yıl ilk defa akrabalarıma yatılı misafir olmak yerine geceleri otelin birinde tek başıma olmayı seçmiştim. Genelde yemekten sonra odamın balkonunda radyo dinleyerek ve kitap okuyarak uyku saatimi bekliyordum. Yanımda da emaneten bir cep telefonum vardı. Bir arkadaşım belinden çıkarıp zorla vermişti. Yabancı yerde, evden uzakta lazım olurmuş. Başıma bir hal gelirse, birini arayıp gece, gündüz demeden yardım isteyebilirmişim.
Bizimki kel başa şişir tarak. Bal gibi de biliyorum. Gidip kendime son dört rakamı doğum tarihim olan bir kart aldım. Telefon numaramı hiç kimse bilmiyor. Bu nedenle arayanım soranım da yok. Günlerdir boşu boşuna gezdirip duruyorum. Kendimi cep telefonum var diye caka satan insanlar gibi hissediyorum. Emanet telefonu kalabalık bir yerde çaldıracağım o olacak. Bazen yanıma almayı da unutuyorum. Alışmamış belde telefon mu durur?
Gece saat on gibi balkondaydım. Geceyi şiirle çekilir kılan bir radyo kanalını dinliyordum. Telefon bir kez çaldı. Elime alıp bakıncaya kadar çoktan sustu, sesi soluğu kesildi. Buna çağrı bırakmak dendiğini çok sonradan öğrendim. Az sonra yeniden çaldı. Bir kez çaldığı için alo demeye yine yetişemedim. Bilmediğim bir numarayı aramak “ Ne istiyorsunuz ?demek de istemiyordum. Zaten sim kartımda kayıtlı olan üç beş numaradan biri de değildi. Bu olay o gece dört beş kez tekrarlandı. Birisi numarayı yanlış çeviriyor olmalı diye düşünüyordum. Hani tanıdık bir numara olsa arayacağım. Boşu boşuna arayıp kontörüm gitsin de istemedim.
Ertesi akşam otele biraz canım sıkkın döndüm. O gün eski bir arkadaşımı görmeye gitmiştim. Arkadaşımla eski yıllarda iyi kötü, zor ama güzel zamanlar paylaşmıştık. Belki biraz da o eski günleri, yıllan öncesinden aklımda kalan samimiyeti ve sıcaklığı bulmaya gitmiştim. Zaman bana oyun oynamış. Ben farkında olmadan bir şeyler değişmiş. Çok hızlı ve hatta her şey bambaşka olmuş gibiydi. Belki gözden ırak olmak beni yürekten de ırak etmişti. Adamda yıllar önceki o sıcaklığın, yakınlığın, arkadaşlığın zerresi bile kalmamıştı. Zar zor bir bardak çay içip kuru kuru hal hatırı bile zor sorabildik. Nezaketen bile olsa “ Aç mısın? Açsan birlikte bir yerlere gidip bir şeyler atıştıralım.” gibi sıradan bir teklifte bile bulunmadı. On dakikalığına işine ara verse ona da razıydım. Bana resmen görünmez adammışım gibi davrandı. Bunu beklemiyordum. Onun yolu benim kasabama düşse onu haftalarca yüksünmeden misafir ederdim. Kendime çok yakın görüyordum. Yanılmıştım. Onu görmeye gittiğim için kendime kızdım. Vapura atlayıp karşıya geçtim.
Odama çıktım. Duş almak için soyunurken benim emanet telefon yine çaldı. “Kendi kendine çalıp dursun.” dedim. Aldırmadım. Duşa girdim. Banyodan çıkınca ekranına baktım. Ben duştayken de telefonum aranmış. Üşenmedim, beni arayan kişiye bir mesaj yazdım. Telefon kullanmaya da yabancı olduğum için mesajı yazmak epey vaktimi aldı. “ Beni neden aradığınızı bilmiyorum. Yorgunum, canım sıkkın, usanmışım. Sıcaktan uyuyamıyorum. Kafayı takıp sapığınız olursam. Ne yapacaksınız?”
Arkası yarın
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Yansımalar : Nesrin Özyaycı Bir ÖĞRENCİ' me... |
|
Herkes çok şey aldı götürdü benden
kimi umutlarımı
kimi en güzel duygularımı
SEN...
başkalarına benzeme sakın
hep böyle kal
bana yakın
cana yakın...
Yine yayılıvermişim yemyeşil çimenlerin üzerine... Ohh diyorum... Çimen kokusu: doğal parfüm kokusu... Bir de mavi yağmur yağmaya başladı çimlerin üzerine... Denemedik demeyin sakın haa... Yoksa siz hiç hayal kurmayı öğrenemediniz mi? Gün bitti... Akşam üzeri. Evde çol çocuğun rahatı için ne varsa düşünmüşsen... Kendin? Kendini de düşün... Unuttuğun sen' i hatırlamak.! Hadi yola koyul... Yürü bakalım yeşil parkları boydan boya... Baksana! Mavi yağmurlar gökkuşağı gibi renk değiştirmekte ruhunda... Ne çok özlemiştin çoktandır... Kendini hiç yabana atma... Unutma ki sen' den başka yok bu dünyada... Sen yoksan ne var? Düşünsene... Önce kendine sarıl ki, mutlu olasın... Yalnızlık diz boyu... Aman ne güzel! Yalnız mıyım? İnancım; derin yalnızlıklar insanı insan yapar diye düşlerim çoğu vakit... Yalnız da değilim... Bir demet insan, beynimin silinmeyen renkleriyle Dali' nin eserleri gibi asılı ruhumda...
Hem yürümek, hem düşünmek/düşlemek... Tasarlamak güzellikleri... Geçmişte yolculuk ettiğim güzel insanlar... Sevgili öğrencilerim... Ben' i ben yapan güzel insanlar/öğrencilerim. Nietzsche' yi filozof yapan öğrencisi Salome gibiler... Sahi kimlerdi yaşamı bana öğretenler? Unutmadım... Unutmak istesem de unutamadım pek çok güzel dostlukları, paylaşımlarımı... Bir yanımda öğrencim ressam Ahmet... Hani ne güzel şilebezi kumaşlar boyamıştın bana... Renk katmıştın kişiliğime... Süreyya yı anımsadım... Makas tutmayı beceremeyen, ancak simsiyah gözleriyle gülümseyen, mesaime renk katan meslektaşımdın sen... Kadir diye biri... Karşımda iki güzel tablo senden yadigar kalan ve nice güzel aktarımlarınla zenginleştirdiğin hocandım değil mi? İş dünyama kazandırdığın motiflerle anımsayacağım M.Ali... Tasarımların, grafiklerin ustası... Esra kızmasın... Gülen gözleriyle umut aşıladığın "hocan" seni nasıl unutur? Unutmaz bilirsiniz... Bir' de Nepal' den Mithu diye bir kadının giysileri gözlerimin önünde... Uzak doğunun ışıldayan renkleriyle unutamadığım Mithu... Bana uğur getirsin diye dünyanın diğer ucundan getirdiğin minik şans sürahin komodinimin üzerinde beklemekte... Nedense pislikleri unuturum... Zaman aşındırır pislikleri, güzelce silerim aslında... Belki de güzellikler silmekte geçmişin pisliklerini... Ancak güzellikleri silebilmek? Mümkün mü? Asla...
İnsanı zenginleştiren güzel dostluklar/öğretiler... Geriye baktığınızda gülümseyerek anımsayabildiğiniz güzel insanlar... Ardından bırakılan güzelliklerin anıları... Hayat üniversitesinin değerli öğrencileri... Onlarla yollarınız ayrılır bir bir... Ancak anılar silinmez kalır bir yerlerde bir köşelerde... Dalar gidersiniz uzaklara... Nehirler gibi doğrultunuza akar durursunuz... Nehir taşları gibi arınırsınız hızlı/yavaş/durgun akarak... Geçmişe "keşke" dememek mümkün mü? Yaşam işte... Birileriyle tanışırsınız bir durakta bir akşam alacasında, bir bakarsınız gitmiş sevdikleriniz, ama umutlar/özleyişler tükenmez... Başka birini tanırsınız yine başka bir sabahın alacasında... Sizi geçmişe götürür yeni buluşmalar, karşılaşmalar... Geçmişten bir parçadır yeni dostluklar, öğretiler... Kim götürdü şimdi beynimi geçmişe? Gülümseyen bir bakışla bana yaşamı anımsatan başka bir öğrencim...
Pervin' le tanışarak geçmişe uzandım bakın şimdi... Kim Pervin? Bir güzel öğrencimdi birkaç ay öncesinde... Hani "dost başa düşman ayağa bakar" derler ya... Pervin' i pabuçlarıyla sevdim... Bir teneffüste kendisine
-"attractive" nedir diye sordum...
-"Hocam SİZ' de yaşınızın attractivi' siniz" demez mi?
-Afferin dedim ona... İyi öğrenmişsin İngilizce' yi...
Cana yakın... Cıvıl cıvıl üniversite kapısından yeni ayrılmış ama öğrenmeye doyamamış bir pırıltı Pervin... Böyle gençleri insan nasıl sevmez... Çalışması için birkaç iş önerdim... İstemedi... İyi dedim... Seçici... Ne istediğini bilen biri! Peki dedim birlikte çalışsak... Sanki dünden razı... Gönüllü yani... Bir ayı doldurdu iş yaşamı... İnsan tanımakta ustalaştığım bu yolda iyi bir karar demiştim kendime içimden... İçi dışına iyi yansımış bir mesai arkadaşlığına güzel başlamıştık diye geçirmekteyim içimden...
Elden düşme birkaç parça mobilyam vardı geçmişten... Birkaçını eskiciden almıştım... Ahşap eşyanın kullanılmışı olmuyor diye düşünmekteyim şimdilerde...
Yeni arayışları seven ruhuma takılmıştı eski ahşap mobilyalarım... Hangi TV yabancı kanalda izlemiştim unuttum... Boş vakitlerini değerlendiren, beynindeki motifleri ahşap boyamayla güzelleştiren isimsiz sanatçıları/ustaları düşündüm... Birkaç mobilyacıya uğradım... Fiyat araştırması... Kolay kazanmasını beceremeyen ben gibiler harcamada da bir o kadar tutuk davranırız değil mi? Yani seçici desek daha yerinde olur sanırım... Gerçi "para harcamak da bir kültür işidir"... Üretimden yana didinen nasıl savruk olabilir ki! Bir teneffüs saatinde işyerimizdeki şunları boyatacağım demiştim ki! Pervin atladı üzerine balıklama...
-"Hocam" dedi... Ben yaparım...
Anlamadım! Dersi bitti... Geldi yanıma başladı konuşmaya... Kendime benzettim... Aklına koyunca elinden geleni yapacaktır diye düşündüm... Birlikte ahşap boyama yapan bir Sanat evine ulaştık... Ahşap boyama için ne gerekiyorsa onun bilir kişiliğinde alışverişimizi yaptık... Yaz günleri Cumartesileri sakin geçer bu bölgede... Çoğu bağına, yazlığına gider... Biz ne yaptık? Açtık boyalarımızı, daldırdık fırçalarımızı... Pervin' in ince parmakları fırçayla dosttu... Aman Tanrım! Bu ne güzellik... Beyin den, boyayla fırçanın dalaşmasıyla ahşaba sıçrayan tasarımlar... İnsan bu kadar mı güzel olurmuş? Ben de boyamayı öğrendim ne güzel... Kalemime, fırça dostluğu kattım bu yaşta hem de... Eski ahşap masam antikacı dükkanından gelmiş gibi... Lacivert' in gümüşle işlemesi... Eski ahşapları boyamanın doyumsuz renklerinin rahatlığı... Tamam Pervin... Haftaya devam edelim... Bu cumartesimizi güzel boyadık...
- Hadi dedim... Fırçaları bırakalım... Dinlensinler... Çimlerin kokusu bizi beklemekte... Mavi yağmurlar bitmeden yola koyulalım...
Sanat insanın ruhunda gizlidir... Nasıl mı ortaya çıkar? Acı çekeceksiniz... Yalnız kalacaksınız? Bir başınıza yürüyeceksiniz... Tasarlayacaksınız... Düşleyeceksiniz... Uyumayacaksınız... Heyecanlanacaksınız... Tanrı bunlardan mı en büyük yaratıcıdır? Ya da Yapımcıdır? diye düşünmemek elde değil... Tanrım nasıl yaratmış o kadar güzelliği... Üretim güzeldir de üreten insan daha mı güzel dersiniz? Elbette... Üretene bakın şöyle... Anlarsınız... Çok farklıdır ve sıradanlığın ötesidir etkiledikleri, etkilendikleri... Şöyle kendi ellerimizden tutunup, önce kendimiz olup sonra yaratılanlardan esinlenip kendimizle uzun yolculuklara çıksak mavi yağmurlar altında, yemyeşil çimlerin kokusunda... İşte o zaman güzelliklere dolanıp dururuz bu koca evrende... Umutla koşarız yarınlara...
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden : Kemal Türkmen Önemli olan |
|
Önemli olan; nitelik ve nicelik bakımından bir bireyde değer yargılarını
pozitif yönde etkileyen olarak tanımlanabilir.
Yadsınamayacak ilginç bir gerçek de düşünebilen insan sayısı kadar
birbirinden farklı önemli şeylerin olabilmesidir.
Bir insan çocukluğunda, gençliğinde, olgunluğunda ve yaşlılığında farklı
şeylere önem verebilir.
Daha ileri gidersek, her mevsim, her yıl, her ay, her gün, her saat ve her
an bile değişim göstermemiz de normal karşılanır.
Aşık olduğumda, sevgilim ve beni kendine çeken mehtabın sonraları farkına
bile varamadığım basit bir detaya dönüşmesi bir ironi değil midir ?
Bulunduğum her konum, her mekan ve karşılaştığım her varlık önemliler
listemi çoğaltır ya da azaltır.
Yaşamı sanki içimizde ve her birimize özgü olarak yaşıyor gibiyiz.
Ve sanki önemli olan şeyler yaşamımızda mutlu ya da mutsuz olmamızda en
büyük etkenler gibi görünüyor.
Öyleyse ne yapmalıyız ?
Dışarıda her şey var ama ancak onu görebilenlerin ve onları
kullanabilenlerin farkına varabildikleri bir dünyadayız.
Aşk bile görebilen ve önemseyebilenlerin paylaştıkları bir duygu sanki.
Ve bu duygu çok az yaratıkta ortaya çıkan, bütünü görebilen, bir başkası
için kaygı duyabilen, ona önem verebilen bireylerin elde ettiği şansı ya da
kim bilebilir belki de şanssızlığı.
Eğer bir birey gerçekten evrim gösterebiliyorsa değerlerinin yani yaşamda
önem verdiklerinin hızla değiştiğini görecektir.
Ülkemiz farklılıkların özgürce sergilenebildiği ortam olabildiği sürece bireylerinin evrim
gösterebileceği bir yer olma özelliği taşıyacaktır.
Hoşgörü aslında hoş gören için önemlidir.
Hoş görülene yarar sağlamaz
O sadece hoş göreninin evrimini sağlayan bir değerdir.
Kemal Türkmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay |
Gömlek, Kahve ve Çorba Kasesi
Gün yeni yeni doğmaya başladığında, perdeden sızan ışık geceden sıyrılamamış gözlerini kamaştırdı. Yatağında doğruldu ve her zaman ki gibi sağ tarafından kalktı. Hep solundan kalktığında ters bir şeyler olmuştu. Bu sebeple kafaya takmış, bunu batıl inanca dönüştürmüştü. Bu sebeple, yatağından inerken asla sol tarafı kullanmazdı. Her gün gibi sıradan bir gündü Füreyya için.
"Henüz çok erken olmalı. Sokaklarda kimseler de yok." dedi perdesini sıyırdığı, sokağa bakan camı açarken. Sonra saate bakmak için odanın içine yöneldi. Ne kol saati, ne duvar saati, ne de çalar saat bulunmaları gereken yerde yoktu. Sonra boy aynasını ve makyaj masasının üstüne yasladığı pirinç işlemeli aynayı aradı gözleri. Hiç biri yerinde yoktu. Gözlerini, ellerini yumruk haline dönüştürdükten sonra birkaç kez ovaladı. Yine ikna olamamış olacak ki, kolunu cimcikledi. "Nasıl olur? Akşam her şey yerli yerindeydi." Dün resitale giderken giydiği elbiseyi boy aynasında prova etmemiş miydi? Pirinç aynanın önünde makyajını yapmamış, gece geldiğinde aynı aynanın önünde makyajını temizlememiş miydi? Uyurken rahatsız ettiği için kolundaki saati masif işlemeli komidinin üstüne elleriyle yerleştirmemiş miydi? Kafasında soru işaretleri ile odasının kapısından çıktı.
"Selma!! Selma!! Nerdesin?" Yardımcısı sesine cevap vermedi. "Nereye gider bu kadın sabahın köründe?" Son bir kez telaşla bağırdı boş koridorda "Selma!!". Sesi üç katlı konağın en üst katından, alt katına kadar çınladı. Duyduğu tek ses duvarlara çarpıp kendisine akseden sesiydi. Yeniden odasına döndü, olmayan objeleri yerine gelmiş olabilir isteğiyle. Sağa sola bakındı defalarca. "Yok yok. Kesin kafayı yiyorum. Taner' e dedim o kadar beni içirme diye... Saçma sapan halüsülasyonlar görüyorum." dedi. Üzerindeki ipekten yapılmış ateş kırmızısı geceliğini sıyırdı. Taner'i anımsadı. On yıl önce aşklarını tazeledikleri bir tatil öncesi almıştı. O zamanlar kadar güzel durmasa da üzerinde, hala cildi genç sayılırdı. "Taner nerede acaba. Bu saatte galeriye mi gitti?" Dolaba uzanıp kapıyı açtığında, bir çığlık kopardı. Tek bir askıda, bir gömlek asılı ona bakıyordu. "Elbiselerim nerede? Ne biçim gömlek bu?" Beyaz gömleğin iki etek ucundan, aynı kumaştan kemerler sarkıyordu. Uyandığı zaman açtığı camdan soğuk bir rüzgar esti. Tüm bedeni titredi. Telaşla gömleğe büründü. Kollarını kollarına geçirip, düğmesi olmadığı için kemerleriyle arkasında sabitledi. Yeniden odasından geniş koridora yöneldi.
"Bu kadar da halisülasyon görülmez ki. Bir kahve içip kendime gelmem gerek. Yoksa asla düzelmeyecek bu gariplikler" dedi ve mutfağa yöneldi. Dolaptan indirdiği kahve kutusundan bir kaşık kahve koydu cezveye. "Çakmağın bozulmasının sırasıydı şimdi. Yansana!!" bir süre uğraştıktan sonra, küçük bir ışık kıvılcımı yükseldi çakmaktan ve alelacele ocağa doğrulttu. "Bu kadarı da iyi. En azından diğer şeyler gibi ortadan yok olmadı." diye geçirdi içinden. Beş dakika sonra kahvesi elinde mutfak camından sokağa bakıyor buldu kendini. Hala kimsecikler yoktu ortalıkta. "Bugün günlerden neydi? Tatil mi? İnsanlar nerede acaba?" sorularının ardı arkası gelmedi. Kahvesini içtikten sonra, yeniden buharlaşan eşyalarını kontrol etmek için odasına yöneldi. O sırada bir ses duydu ve geri döndü. Sesin nereden geldiğini algılayamadı önce. Sonra kapı tokmağı olduğunu fark etti. "Sonunda Selma gelmiş olmalı." koşar adımlarla indi merdivenlerden... Kapıyı açıp bir süre duraksadı... Kapının dışında mermerlerle kaplı geniş bir koridor uzanıyordu. Koridorun sağından solundan bir yerlere kapılar açılıyordu. Karşısında beyaz giysili bir kadın, elinde bir tepsi içinde çorba kasesi ile dikilmekteydi. Yanında bir dilim ekmek vardı. Korkuyla "Buyurun!!" diyebildi. Sesi inler gibi derinden çıkmıştı.
Hemşire elindeki tepsiyi her tarafı beyaza boyanmış, kare şeklindeki dar odanın ortasındaki masaya bırakıp çıktı. Fürayya döndü arkasına baktı. Gözlerine inanamadı.
Az önce indiği merdivenler yerinde yoktu. Dar bir odada, bir yatak, bir masa, yüksekte küçük bir cam vardı. Yerlere düştü bakışları. Sonra bedeni dizlerinin üstüne düştü... Soğuk mermerler kaplıydı zemin. Ardından kafasını bir yerlere çarpmış gibi acıyla doğrulttu dar odada düştüğü yerden. Her şey bir bir canlanmaya başladı yeniden gözünde.
- Kardeşin ne güzel çalıyor piyanoyu. Bende hep istemiştim ama müzik hocaları, müziğe kulağınız yok, parmaklarınız kısa dedi hep. İmrendim doğrusu.
- Evet benden daha yeteneklidir. Benimde asla müziğe yeteneğim olmadı. Varsa yoksa resim yapmak. Başka bir şey gelmiyor elimden.
- Sahi senin sergin ne zaman açılacak?
- Haftaya kesin gününü belirleyeceğiz. Hem biliyor musun? Serginin adı Füreyya olacak. Ve tablon afişimi süsleyecek.
- Seni çok seviyorum Taner.
Dudaklarına bir öpücük kondurdu ardından. Resitalin sonuna yaklaşmışlardı. Bir süre sonra tebrikleri kabul etmekte olan Kerem'in yanına yaklaştılar. "Günün adamı nasıl bakalım? Bizce muhteşemdin. Tebrik ederim" dedi Füreyya. Taner "Seninle gurur duyuyorum ufaklık." Bir yandan tebrikleri kabul edip, imza yetiştirmeye çalışan Kerem "Yapma abi! Kocaman adam olduk otuz beş yaşında, hala mı ufaklık?" dedi sadece abisinin duyabileceği fısıltıda. Taner on beş yaş büyüktü Kerem' den ve ailesini bir deniz kazasında yitirdikten sonra hem ana, hem baba olmuştu kardeşine. O yüzden bir ebeveyn duyarlılığı ile asla büyümeyecek, hep ufaklık kalacaktı gözünde. Hep onu koruyup kollayacaktı. Tebrikleri bitirdikten sonra kardeşinin zaferini kutlamaya karar verdiler.
Bir saat sonra Taksim' den aşıp Ortaköy' e inmişlerdi. Füreyya buradaki gazinoları çok beğeniyordu. Babası Kemal Bey ile annesi hep buraya geldikleri için. Teyzesinden dinlemişti daima. Bu yüzden hayal meyal hatırladığı ailesinin hatıraları çekiyor olmalıydı buralara. Donanmadan emekliydi babası. Taner'in babasıyla yıllarca görev arkadaşlığı yapmışlardı. Cumhuriyet ilan edileli beş yıl olmuştu, Fürayya henüz yedi yaşında iken. Cumhuriyet balosunda denize açılan gemi batmış, hem Taner, hem Füreyya ailesini bu elim kazada kaybetmişti. Taner Füreyya' dan on yaş büyüktü. Ortak kaderleri hayatlarını birleştirmiş, yıllar geçtikçe birbirlerine aşık olmuşlar ve evlenmişlerdi. Ancak; Fürayya çok istemesine rağmen bir türlü eşine evlat verememişti.
- Taner yeter çok içtik. Hem içki dokunuyor bana. Sende içme artık. Çarpıntı yapıyor biliyorsun. Doktor kalbine dikkat etmeni söylemedi mi son kontrolde?
- Kardeşimin zafer günü bugün. Söz başka zaman içmeyeceğim. Hadi şerefe!
- Abi senin yanında içemiyorum biliyorsun. Doldurma kadehi artık.
Dedi Kerem. Abisine duyduğu saygıdan, yanında içki içmeye çekinmişti daima. Fürayya' nın da ısrarıyla çok geçmeden kalktılar masadan. Gazinonun önüne yöneldiklerinde Kerem arabaya doğru yöneldi. "Siz arkaya geçin yenge. Abim kullanacak durumda değil." derken hızla gelmekte olan arabayı görmedi. Taner birden ayılmışçasına kardeşinin üstüne atlayıp kenara itti. Araba acı bir frenle Taner' e çarptı.
Fürayya doğrulduğu dar odada yeniden dizlerinin üstüne düştü. Mermerler içini dondurdu.
Aylardır bu hastanede yatan bedeninin hatırlamaya korktuğu gerçekler, sonunda şimşek gibi yüzüne çarpmıştı. Acı bir çığlık döküldü dudaklarından "Taner".
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Yaz mevsimi ilerledikçe sizler de artık bıkkınlık emareleri belirmeye başladı desem yalan olmaz sevgili koçlar. Eşlerinizden daha çok aileleriniz ve çoluk çocuklarla oluşan gümbürtülerle günler geçmekte. Sosyal ilişkilerde ise durum pek fazla değişik değil. Gecikmeler söz konusu olabilir. Ayrıntılara önem verin öncelikle. Şansları heba etmek istemiyorsanız dikkatleri bu noktalarda yoğunlaştırın koçlar..
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Sevgili boğalar aşkları doyasıya yaşamakta şu sıralar üstünüze yok vallahi. Ama, aması var işte !.. Birbirlerinize üstünlük sağlamak amaçlı şu fuzuli bilek güreşlerinden vazgeçemiyorsunuz gitti.. Siz siz olun en iyisi gereksiz ortalığı bulandıran tartışmalardan kaçının. Mesleki ortamlar da ise yolunuz gayet açık ve kesin başarılara doğru kürek sallamaktasınız. Enerjiler geri gelmekteler, savaşçı boğalar yakında huzurlarınızda !..
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Mücadele ve savaşlar gezegeni Mars'ın burcunuzda oluşu aşkları da aynı şekilde paldır küldür yaşamanıza yol açmaktadır.. Olmadık yerden aniden kıvılcımlar çıkabiliyor, düşünün yani ortamın nasıl elektrikli olduğunu !. Sosyal faaliyetlerde durum daha da tehlikeli. Tansiyonların muazzam yüksek olduğu, eleştirilerin yağmur misali yağacakları zor bir devreye girmektesiniz. Adımlarınıza dikkat ikizler..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Sizin burçta ise güneşler açmış neredeyse sevgili yengeçler. Anlaşılan sıcak duyguların sultanı Venüs gezegeni iyice yerleşti mekanlarınıza.. Üstelik çocuklarla beraber yeni sezona tatlı telaşalar içinde çoktan girmişsiniz bile. Hareketlisiniz kısacası.. Fikirlerinizi de sonuna kadar savunacaksınız. Atılımlarınızın semerelerini alacaksınız önümüzdeki aylar içinde.. Formunuz süper yengeçler, bunu da bilmiş olun yani ! .
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Eşleriniz ile ilişkilerinizde sorumlulukların verdikleri ağırlıklara rağmen kayıtsız şartsız sevgilerden daha çok anlayış ve saygının hakim olacakları bu devrede geçen zamanları anarak nostaljik olabilirsiniz.. Hayat devam ediyor aslanlar, bunun bilinci ile yaşamınıza yön verişiniz değilmi zaten sizleri bileği bükülmez kılan ?.. O halde bu hafta da sert dalgalara göğüs gerin.. 2004'ün olgunluk senesi olduğunu da unutmayın sakın...
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Mars, Jüpiter ve Venüs gezegenlerinin aynı açılarda burcunuzda bulunuşları duygularınızı ateşlemekte ve sizleri daha da gizemli kılmaktadırlar. Altından aşklara, pırlanta gibi sevgililere hazırlıklı olun, sonbahar da bile yazları yaşayabilmeniz işten bile değil.. İş hayatınızda her türlü hoş değişikliklere hazırmısınız başaklar !. Yeni işlere, terfilere, takdir edilmelere ve nihayet hayal bile edilmeyen diyarlara… Cüretlenin, yeter ki isteyin. Şimdi…
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Derin uykulara dalan sevgileri uyandırmanın zamanı değilmi teraziler ?.. Bu hafta gönlünüz hiç de keyifli gözükmüyor nedense. Herşeyi kanıksamış bir haldesiniz. Böyle devam ederseniz istenilmez bazı alışkanlıkların yuvalarınıza yerleşmesine yol açmanız kaçınılmaz olacak.. Altıncı hissinizi dinleyin, insan sarrafı olduğunuz doğru ise kendinizi parazit ilişkilerden sıyırın.. Salı gününü fırsat bilin tamam mı sevgili teraziler..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Yıldızlar sizler için dans ediyorlar bu hafta sevgili akrepler !.. Gönüller mest olmuş, çocuklar ise birer enerji deposu sizlere. O kadar çok da ilgi bekliyorlar ki büyüklerinden, bitmez tükenmez cinsinden !.. Yıldızların oluşturdukları bu sevgi çemberi mesleklerinizde de sizlere pozitif enerjiler getirmekte. Yollarınız açılmaktalar. Tatlı sert otoritenizle uzayıp giden tartışmalara rağmen istediklerinizi elde edeceksiniz...
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Sevgi semalarında kara bulutlar dolaşmaktalar sevgili yaylar. Tahammül sınırınızı aşmak üzeresiniz, sevgililere, aile büyüklerine, çocuklara..En ufak detaylara sinirleniyorsunuz halbuki hoşgörü ile bakabilseniz çevrelerinize günlük hayat daha bir yaşanılabilir olacak.. Dostlarınızla, sevdiklerinizle gezinti ve eğlence programları düzenleyin, kendinizi rahatlatın kısacası.. Haklı olabilirsiniz ancak mağdur olmaya hakkınız yok..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Dış kaynaklı sıkıntılara kendinizi boş yere kaptırırsanız sevgilere zamanınız kalmaz elbette.. Duyguların gizli saklı kalmalarına izin vermeyin. Sosyal yaşamda gereken kararları almaktan çekinmeyin, yılmadan ve cesaretle bu sefer sonuna kadar oldumu oğlaklar.. Olaylara bakış açılarınızı değiştirmeniz gerekiyorsa vakit kaybetmeden harekete geçin. Yapılacak yolculukları ertelemeyin, sonları hayırlı olacaklar..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Bu hafta maddi konuların yoğunlukları aşkları ikinci planda bırakacaklar. Sabır ve anlayış dolu oluşunuz ilişkilerinizi canlı ve enteresan kılmakta, gençlerle özellikle. Bu hafta yatırım planlarınızı gerçekleştirirken itidalli olun yine de.. Hani derler ya, acele işe… Uzun vadeli yatırımları kesinlikle tercih edin. Önünüzdeki engeller birer birer yıkılmakta olsalar bile aceleye gerek yok, yolunuz açık bunu bilin.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Venüs kalplerinizi sıcak tutmakta bu hafta sevgili balıklar. Allah'tan desem yeridir, çünkü arka planda meydan savaşları gezegeni Mars'ın etkilerini hissedeceksiniz yinede.. Aşırı hareketli çocukların ilişkilerinizi gölgelendirmelerine izin vermeden, sevdiklerinize pozitif enerjilerinizi yüklemekten gocunmadan yani her halükarda balık olduklarınızı belli ederek günlük yaşamlara devam edin. Karşılıksız sevgilere balıklama atlamayın sakın… Dipsiz kuyularda debelenip durmak istemiyorsanız ilerde..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
DELİRMEK
AKIL BİR İPEK BÖCEĞİ KOZASININ İÇİNDE ŞİMDİ,
Bir kelebeğin ömründe,
Pamuk ipliğine bağlı şimdi akıl
Deniz minarelerinin içinde.
Bir kulak uğultusu.
Paramparça şimdi akıl
Kendinden başka her şey.
Sırtından göğsüne yayılan sinsi bir ağrı,
Kutsal kitaplardaki şeytan tasvirinin tam karşılığı akıl,
Göz kapaklarımı çekme zamanı şimdi
üşüyen göz bebeklerimin üstüne
Şahit olmamaları için bu kara mizah teşbihlere
Nurgül Eryeşil
Yukarı
|
Heyvan bile tabelaya uymuş!
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
bir zeytin dalı
http://www.tariszeytin.com.tr
İster uzman yazılarını okuyun ister güvenerek alışveriş yapın! Hele özel tasarım bir zeytinyağı tabağı var ki aklım kaldı, belki kendime bir ara hediye alırım onu :) Sadece zeytin veya zeytinezmesi (gerçi aklım bir de yeşil zeytin ezmesinde kaldı!) almanız gerekmiyor, zeytinyağı, sabun, aksesuar, kuru incir, lezzet sepetleri hepsi pek leziz... Kısaca "Tariş" ne verdiyse bakın, istediğinizi alın!
http://www.zeytinim.com/
Taylıeli zeytin ve zeytinyağı işletmesi, sitelerinde alışveriş de yapabiliyorsunuz. İstanbul ve Ankara'da yaşayanlar mağazalara gidebilirler. Özenli üretim ve bol çeşit var.
http://www.adatepe.com/index.php
Refika'nın hikayesi yanında Türkiye'nin ilk zeytinyağı fabrika müzesi olmaları da çok etkileyici! Özellikle seramik şişelerdeki zeytinyağına "hayır" diyebilecek bir mutfak düşkünü düşünemiyorum. Satış noktalarını da sitede bulabilirsiniz. Olmadı Nazım'ın dizelerini ana sayfada okuyup içinizi aydınlatmak için ziyaret edin derim.
http://www.esiad.org.tr/
Zeytin üstadı Nedim Atilla'nın Batı Anadolu Zeytinyağı Kültürü kitabı ile ilgili kısa bir yazı ESIAD sayfasında. Bir de zeytinin barışla bağlantısı var ki en az yazıdaki "Burhaniye-Bergama Usulü Çığırtma" tarifi kadar iç açıcı.
Ayşe Nur
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Ad-Aware SE Personal 1.02 [2.5MB] W98/Win2k/XP FREE
http://www.majorgeeks.com/download506.html
Ücretsiz reklamsavarların en iyisi. Daha doğrusu bu tür işleri yapan programların ful fonksiyonlu ücretsiz tek örneği. Eğer internette sürekli dolaşanlardansınız mutlaka edinmeniz gereken bir program. Yükleyin huzura erin. Herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|