|
|
|
27 Ağustos 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Zafer Bayramınız Kutlu Olsun!.. |
Merhabalar,
Kara kız gene kendinden beklenileni yaptı ve finale kaldı. Final Cumartesi günü. Tam 1 yıl önce o gün Dünya şampiyonasında Süreyya şampiyonluğu kaçırmış, Elvan da beşinci olmuştu. Aradan geçen 1 yılda köprünün altından epeyce su aktı. Ancak ben Elvan'dan bu sefer umutluyum. Gönlüm o kara kızın altınla taçlanmasını istiyor. Trabzon'un kötü sürprizi ardından çekilen kuralar, Fenerbahçe'nin rakipleri, hepsi dünün sporla dopdolu olmasına yetti de arttı. Şampiyonlar ligi hakkında yorum yapmıyorum, ben maçlar başladıktan sonra konuşacağım.
Pazar günü Selamiçeşme Özgürlük Parkında Çocuk Şenliği var. Eğer vakit ayırabilirseniz, tutun küçüklerin elinden yollanın parka. Pazartesi günü de 30 Ağustos Zafer Bayramı. Resmi bayramlarımız arasında en asker kokulusu. Tadı da hissettirdikleri de farklıdır diğerlerinden. Bu sene biraz daha coşkulu olacak diyorlar, izlemeye değer. Hem o gün Kahve Molası da yayınlanmayacak. Yani vaktiniz bol, gönül rahatlığıyla gezebilirsiniz:-))
Sabah işe erken başlamak zorunda olduğumdan kısa kesmek zorundayım. Ancak giderken Azeri müziğinden hoşlananlar için bir güzel şarkı seçtiğimi hatırlatmak isterim. Alihan Samedov'dan "Sen Gelmez Oldun". Hepinizin bayramını kutlar, güzel bir tatil dilerim. Salı günü tekrar buluşmak üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Hüseyin Alparslan |
TANIDIK ÖLÜLER DİYARI
Çok eğlendik buralarda...Yol almak gerek gayrı...Yelkenleri ufka doğru açıp gözleri , gönülleri ardına bırakarak...
Torbamdaki ekmek küfe durmuş. Şiltemin pamuğu bitlenmiş. Elbisemin dikişleri de tel tel bırakmış kendini. Hem , yerim de ayırtılmış. Cam kenarı !
Baharın güze dönüşünü gördük. Kışın yazla öpüşmesini... Kaç sevdaya tanık olduk bilemiyorum ama; Tohum, göğe doğru yapraklarını salarken de buradaydık. Barutun yaktığı yüzleri / elleri / gülleri toprağa emanet ederken de...
Benden, sözleri düzgünce beklemeyin. Okkalı ve edebi sınırsız küfürleri bile bulabilirsiniz suratınızın orta yerine! İmlacı başı da değilim! Özne , yüklem nereye gelirse gelsin, bildiğim o ki; taşınamaz yükle çıkmıştım yollara. Kızgınlığım onandır.
Havası bir başka hava. Güneşini tanımam buraların. Sarıya mı çalar yeşile mi ? Hava mıydı yoksa toprak mı , Gaz pedalını son rahlesine kadar zorluyorum. Bu yollar altmış kilometrenin ötesini kaldırmaz biliyorum ama , inatla deniyorum. Hızım gittikçe düşüyor. Yoldaki taşlar birer birer iniyor başıma. Çağıl çağıl çağıldayan bir nehrin ortasında buluyorum beni. Yol bitti ,ateş bitti, su bitti. Bitmeyen tek şey; "kalk gidelim, yelkenleri ufka açalım , gönülleri ardımıza atalım" diyen o ses ! Eskilerden duyardım, ak sakallı olurmuş gelen , eğer iyi meşgalelerle geçmiş ise günlerin. Yok, kara kuru yüzüne dahi bakılmaz ise , vay haline !
"Hay senin...gelsene be gelsene!" Yok gelen giden. Nehir bedenimi almış götürüyor. En önde gözlüğüm.
Suyun soğukluğu, bedenimin her yanını sarmış durumda. Kanım hızla çekiliyor, su kuyusundan çekilen su gibi yavaş yavaş. Az ötede , dalların arasından uçup giden güvercinin kanat çırpışları var kulağımda. Bir de o ilk gençlik yılları... Genelevin çıkışında duyduğum imparator nidaları. Başarmanın , ezmenin , üstte olmanın verdiği hazzı , para karşılığı da olsa satın alınmış mutlulukların bağırtıları...
Kara gözlü perçemli yavrumun okula attığı ilk adım, hastalandığı ilk gün...
Derlerdi de inanmazdım.Sinema şeridi gibi mübarek !
Düşündüm de ; biraz daha kalsam buralarda... hem baksana ne gelen var aksakallı , ne kara kuru yüzüne bakılmazı. Sesini duyabilir miyim yeniden, ellerini okşayabilir miyim , gece uykusunun en derin yerinde ?
Hey be dostum ! Nasılsın ? hatırladın değil mi ? Dil tarihin önünde oturmuştuk. "Eski zamanlarda" diyordun da ana avrat düz gidiyordun. Ne günlerdi değil mi? Biz yaşamamıştık o günleri , ama sen ballandıra ballandıra iki söze iki söz katıp anlatıyordun. Yaşamamıştık ya ! "Söz bende saz bende" deyip deyip vuruyordun her telinden gençliğinin. Sahi ne oldu da düştün buralara. Seni kim getirdi ? Ak sakallı mı , kara kuru yüzüne bakılmazı mı ? Nedir bu mahcubiyet yüzündeki ? Duydum , sigarayı da bırakmışsın. İçilmez mi buralarda tellendire tellendire ? Merdivenlerinde oturulmaz mı tarih kürsüsünün ? Geçmişi , toy delikanlılara anlatılamaz mı buraların ?
Vay vay vay selam olsun gül yüzüne ! tababetin bel direği. Umutların , yarınların tanrısal hekimi merhaba ! Nerelerden düştü yolun ? Vakitsiz kaybedilen hastalar mı getirdi seni ? Yoksa ... Seni göreceğim hiç aklıma gelmezdi. En son ne zaman konuşmuştuk ? Tabii ya , geçen hafta ...Benden yardım dilemiştin. "Hayırlı bir iş bu dostum" demiştin. Yapacaktık be biraderim ! Ağırdan aldık biraz kusura bakma . Burada da mesleğini konuşturursun sen , bilirim.
Seninle hiç tanışmadık. Hasbıhal edemedik hiç yüz yüze. Yüzümüzü göğe çevirip, akşamı dillendiremedik. Ben gelmeden evvel çekip gitmişsin. Adın kalmış diyarlarında . Bir de o çocuklarına bıraktığın , adı konmamış sevgin. Biliyor musun ? Ardında kalanlar seni çok seviyor .Ve dahi özlüyor. Hele de torunun "dedemmmm" diyor.
O Uzaktan görünen Ergin olsa gerek! Yüzü tuz beyazı. Denize girip de çıkmadığın o günden bu yana yirmi yıl geçti. Daha mı fazla ? Çocuk sesin değişmemiş. Gülüşün yine eskisi gibi. Var mısın bir tavlaya ?
Of of yok gelen giden. Sızılar diz kapağımdan beynime yükseliyor. Suların çağıldaması dur durak bilmiyor.
Hah işte !
Geliyor !
Geliyor !
Bir bardak dahi çay içmesem de, geçmişimizde yaşayan tüm güzel yüreklere. İyi ki yaşadınız.
Hüseyin Alparslan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 21 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel POST-MODERN MEDUSA VE HİÇ BİR DEVRİN ADAMI; SAROZ'DAN BİLDİRİYOR... |
|
Sabah sıcak bir ağırlık ile uyandım. Köşeli tavan alçacık-sarı, lacivert, yeşil-aydınlığı içeriye sızdırıyor. Üzerime dolanmış uyku tulumunu bacaklarımdan çözüyorum. Yattığım yerden doğrulup sallanan fermuara uzanıyorum. Gözlerimi maviye, yeşile-ot ve iyot kokusunun sabah serinliği ile genzime doldurduğu buharı içime çeke çeke-sınırı olmayan aydınlığa dikiyorum. Dün bitti... Saatin 07:20 si... Hayatım; sıfır noktasında buluştuğum tazelik ve dirilik ile kucağını bana açtı. Ben buradayım...
Saatin 07:21 inde çadırımın kapı zilini çalmak suretiyle beni uyandırma eylemine girişti. Sanki tarlaya tapana gidicez. Yat zıbar! Ne lüzumu varsa, zaten kalktığımda da kendini o kale senin bu kale benim adamış durmuş, vurmuş sılaya, bensiz bırakmış kendini...
Beni gördüğüne sevinmiş olmalı. Dün akşam kısa bir tanışma süreci içinde çapkın çapkın bakışmaları tez aşıp kucaklaşmaya başlamıştık. Yine de bu kadar sıcak, mutluluk verici bir günaydın huzuruma heyecan katıyor. Ön ayakları omuzlarımda, göz göze hatta burun burunayız. "Günaydın, Xena" diye fısıldıyorum. Tekrar zıplayıp omuzlarıma atlıyor. Kamp sessiz, deniz uyuyor, yeşiller mavilere ve tam karşımdaki grilere gülümsüyor.
Tuvalet çok uzak! Yüzümü asıyorum?
Bulamadım lavaboyu anasını satayım! Yüzümü döndüm, bir yerden mavi bir şey, okyanus diyim siz anlayın... Evet, tuvalet uzak... Peki yakında ne var? Evet evet.. tahmin ettiğiniz gibi gelişti her şey. Sabahın ilk eylemi nedeniyle kendimi kınadım.
Tamer hocam "yürüyüşe gidiyoruz..." diyor uzaktan.. "kaleyi görmek ister misin?" İsterim tabi ki. Terliklerim taşlı, parmak arası, pek aşifte, uygun mu ki? Olur olur diyor hocam..
Xena yolun başına koyulmuş bile. Kayalardan ilerliyoruz denize paralel. Aşağıda yeşil ve mavinin her tonu, el değmemiş insansız minik koyları kayaları gözden kaçırmama derdinde dört adımda bir dikenleri ayaklarıma saplıyorum. Romalılardan kalma gözlemek için oturtulduğu besbelli kale kalıntısına varıyoruz. Önümde uzun bir kumsal, kuş bakışı muhteşem. Ardında meyvesi tohuma dönmüş ayçiçek tarlası. Ayçiçek tarlasının arkasında uzanan yeşil vadi bakmakla bitmiyor. Ayağımın dibinde bir cennet parçası, bakire bir tanrıça. Hocam "aşağıya inip farklı bir yoldan geri dönelim" diyor. Xena ve o hızla kayalardan aşağıya inerken gözlerim terliklerimde. Tökezleyip düşmekten ve sihri bozmaktan endişe ediyorujm. Çok saçma! Diye kendimi toparlayıp aşağıya yöneliyorum.
Yiyim senin Roma kaleni, gel beni gözle. Sanırsın Tarkan itiylen vatanı kurtarıyor. Otur hamakta yap kahvaltını. Deniz eylemi nedeniyle kıyafet değişimini mütakıben Rize dolaylarından gelme bir bitki çeşidini sıcak suya sokup çıkartmak suretiyle içerken içine etmeye çalıştığım okyanusu izledim.. sonra Tarkan arkadaş şerefsiz itiyle döndü karargaha.
Patika yolu bir hışımla alıveriyoruz. Sabah yürüyüşüne ekolojik beslenmeyi meze yapıyoruz. Kilo verme yarışında bildiklerimizi peş peşe sıralarken, ben alaylı kalıyorum. Glisemik değerler ve insülin seviyelerine dek uzanan bu menüsü zengin ziyafeti çadırlarımızı görene dek devam ettiriyoruz. Terledim. Deniz daha uyanmamış. Sarışın renkli gözlü ve sevimli Deniz, Tamer hocanın yeğeni, ise oldukça uyanık, kahvaltıya hazırlık yapıyor. Sevil hanım, hocanın yengesi de kahvaltı telaşında. Zafer abi, hocanın abisi, sabah kahvesini önüne çekmiş bile. Deniz uyuyor... Kıyıda bekleyen kara-adamı arkadaşımı görüyorum. Denizi uyandırmaya kararlıyım. İstikamet onbeş metre ötemde uzanan kumsal!
Bir bilse benim okyanusu uyandırdığımı, sıkar boğazımı, eminim. Abi kocaman su, bişi olmaz. Zafer abi benim daha atik olanım. O, kahve yaptırabilme yeteneğine sahip bir şahıs. Bir eli yağda bir eli balda. Bence hanımı ve kızı olmazsa on gün bile yaşayamaz. Ona bir sürprizim var, falına bakacağım. Karşılığında da indirimli tarifeye girmenin yollarını arayacağım. Şu aralar karta fazla yüklendik. Nakit cebimi ne kadar fazla sıcak tutarsa o kadar iyi. Bir iki illüzyon gösterisi sonrasında kahve falı olayına girdim. Attığımı anladı. Pazarlık girişimim sadece düşüncede kaldı. Şimdi denizden çıkıyor, yalakalık yapıp havlusunu vereyim bari?
Yüzmek iyi geldi. Hafifçe üşüdüğüm halde hemen kahvaltıya oturabilme mutluluğu yüzümde geniş bir gülümsemeye neden oluyor. Şen şakrak mutlu insanlar; deniz insanları; snorkelleri, paletleri, maskeleri, karavanları, üstü saz ile kaplı çardakları, çadırları, dalış tüpleri, tekneleri, plastik masa ve koltukları, minik bir el yıkama bidonu, sürekli boğuşan iki köpeğin komik manzarası, havanın getirdiği serin rehavet, sessizlik, az ve öz konuşmalar, telaştan uzak hareket eden kol ve bacaklar, plastik çatalı keyifle sapladığımız keçi peyniri... (Tek sıkıntım çayın sallama poşet oluşuydu. Söylesem mi acaba? Ne gerek var!) Az sonra şu Zodyak bot beni kırmızı terkisine atıp derin maviye götürecek. Saroz'da ikinci dalışıma konsantreyim. Hiç bottan dalmadım. Amerikan filmlerindeki gibi suya ters takla atarak hiç girmedim. Kara-adamına da deneme dalışı yapacağı için bir paniktir çöreklendi. Maske elinde yüzüne oturtma derdinde?
"OLMUYOR! Benim yüzüm maskelere olmuyor..."
Kavuniçi naylondan yapılmış zımbırtıyı denize ittik az evvel. Ulen, bu kadın ne kadar anlıyorsa o kadar anlamıyorum bu sulu işlerden. Tamer hoca bana İngilizce terimle bişey yaparmıyız dedi sabah. Bende araba ile biyere gidicez sanıp olur dedim. Nerden bilirdim diskoveri dirivinin test sürüşü gibi bi test dalışı olduğunu. Yusufla tanıştım sizin anlayacağınız. Kıvırmanın hatta onlar gelene kadar kendimi küçük dağlara vurup unutturmanın yollarını arıyorum. Bu şerefsiz iti burada unuttular, ha bire havliyo. Beynimi deliyo namussuz. Zafer abi de elinde tüfek gibi bişeyle suya girdi. Boşa girmem diyo denize. İnşallah bişeyler vurur da akşama rakıyla beraber av etine gömülürüz.
Kırmızı terkisiyle hoplaya zıplaya hız limitlerine meydan okuyan Zodyak bot ile ilerleye duralım Tamer hocam bir anda zıplayıp beni de Zodyak ile sarsıyor. "Yunuslar!"
Uzaktalar, kuyruklarının suya girişlerini görüyorum. İçimdeki heyecan katladı. Ekipmanla suya atladım. Asker kayası denen bu mevki bende bir kısım hayal kırıklığı yaratıyor. Yaklaşık yarım saat süren dalış sonrasında sudan çıkıyoruz. Asıl heyecan şimdi başladı. Kara-adamı deneme dalışı yapacak. Yüzümüzde bıyık altı, hin hin ve şaibeli gülücükler ile kampa dönüyoruz.
Hangi iblisin aklına uyup geldim ben buraya. Yusuf abi peşimde dolanıp duruyor. Kavuniçi zımbırtı dalgalar eşliğinde sesler çıkartarak bana yaklaşıyor. Tamer hoca sakin sakin bakıp hazır mısın diyor. Cıkss diyorum. Yemiyor haliyle. Hain herif, sanırsın o elbiseyi bana giydirip daldırınca tüm sorunlarını halledecek. Uyuz oldum ilk kez. Gözlük, dedim, olmuyor. gözlükle olmaz zaten maske ile giricez dedi sırıtarak. Anlıyor yusufun peşimde olduğunu kitapsız. 3 kuluvallah 1 elhamdan oluşan bildiğim 4 duayı ediyorum. Giydirdi. Elbiseyi yani. Kolumdan tuttu ilerledik. Birkaç balık, iki mağara, duvar, bol bol kum ve bir sürü şey göremedim. Çünkü Yusuf elleriyle gözlerimi kapatıyordu. Tamer hocanın elinden ilk fırsatta kurtulup yeryüzüne çıktım. Ben ki Havva?ya elmayı yediren herif düştüğüm durum itibari ile herkese saldırdım. İlk başta Tarkan?ın şerefsiz iti. Elbiseyle tanımayınca cebelleştik biraz. Mağlup oldum.
Yaklaşık 5 metrede korkunç bir yaşam mücadelesi. Kara-batak mı demeli ki? Kumlarda yanımda Xena ile yuvarlanarak kahkahalar atıyorum. Xena havlunun çoğunu gasp ediyor. O kadar keyifliyim ki itelemiyorum bile. Kara-adamı tam bir kara-batak! İkinci dalışım iki saat sonra. Bir misafiri daha var hocamın. Tamer hoca hayatının hatasını yapıp ikimizi birden daldırıyor. Adam suyun altına iner inmez kafama iki tekme sallıyor. Cehenneme daldık. Burnumdan soluyorum. Neyse ki yüzlerce balıktan oluşan sürülerin arasındayız, kendimi oyalıyorum. Manzaram harika, bir de şu yabancı adam olmasa-bir de İzmir'liymiş-kapatıvericem tüpünü arkadan olacak olan o yani... Balıklara, böceklere, ahtapotlara, mığrilere, denizanalarına, tavşan balıklarına, mürenlere, yangeçlere, karideslere dibime kadar doydum. Keyfime diyecek yok derken öyle bir manzara ile burun buruna geliyoruz ki hafızalarımızda "unutulmazlar" bölümüne kazınacak; 40 metre derinlikteyiz, ağzına ucundan sokuşturduğu kocaman ahtopotu santim santim içine doğru çeken 1.5 metrelik bir mığriyi kovuğunda ya da deliğinde olmadan bütün cüssesi ile ortalıkta yüzerken görüyoruz. Görüntü inanılmaz, muhteşem. Dev bir deniz anasının etrafında dönüp duran iki minik parazit balıkçık gibi ayrılamıyoruz olduğumuz yerden. Bu görüntü az önce duvarlara gömülü yuvalarından dışarıya doğru kırmızı-siyah antenlerini çıkarmış oynatan büyük deniz böceklerinin bende bıraktığı ürpertiyi bile silip süpürüyor. Keskin bir kıskançlık duygusu ile "iyi ki diğer adam 15 metreden derine inemiyor" diye seviniyorum. Paylaşılması ayrıcalıklı bu görüntüyü içime sindiriyorum.
Zafer abi av eti ile döndü. O kadar gürledi. Bilmem kaç saat suyun içinde kalmasına rağmen iki üç balıkla döndü. İki üç balık dediğim de küçük bir kolorduyu doyurur. Yemek hazırlıkları başladı. En önemsediğim olay bu burada. Balıkla birlikte şarap içelim dediler. Rakıya ihanet ederek bunu kabul ettim. Balık bize küfretcek kesin. Deplasmanda olduğumdan ses çıkaramıyorum. Çıkardığı şareaplar akımlı aldı. Eşek sütü ve ayı kanı. Eşek sütünü kesinlikle reddettim. Yapım ityibarı ile ayı kanı tercihim oldu. Fena da değilmiş, acaip kafa yapıyo.
Meyhane pilavı yapmışlar. Zafer abi yetenekli bir ahçı. Sevil hanımın zeytinyağlı fasulyesinin tadı damağımda. Bu pilav bir acaip. Baharatlı, soğanlı, mercimekli. Şaraplar Bulgar şarapı, tatlı mı tatlı? gece çöktü, masaları kuma çektik. Cırcır böceklerinin kaç derecede cırcırladığı konusunda ampirik deneyler yapa koyarak gökyüzünden burçlarımızın yerini saptamaya çalışıyoruz. Buz gibi bir Saroz gecesinin serin karanlığı içinde üstümüze yağan yıldızları takip ediyorum. Gözlerim huzura gömülüyor. Şarabın tadı damağımda.
Saroz'a aşık oldum!
Ayağımda naylon terlik sırtımda fanila ile piknik muhabbetini yapamasam da her gün sunulan balık bir nebze de olsa yabani ruhuma törpüledim. Medusa ile ilk ve son, fakat buradaki sıcak insanlar ile törpülenen ruhumun bir çok kez bir araya geleceğini düşünüyorum.
İlgilisine, ısrarla tavsiye olunur?
www.diveargos.com
Tamer Yörükoğlu
Tel: 0 533 373 77 51
Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 29 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Hatice'ye değil Netice'ye bak |
|
İşyerinde muzur mu muzur, laz mı laz bir arkadaşımız var idi... İsmi Celalettin, okuyorsa kulakları çınlasın..! Her Celalettin'e dendiği gibi; biz de ona Celo derdik. Tıpkı; Selahattin'lere Selo, Cemalettin'lere Cemo, Kemalettin'lere Kemo dendiği gibi. Son yıllarda bir de Demo versiyonu çıktı biliyorsunuz, o da Demolettin olsa gerek diyelim ve Celo ile yolumuza devam edelim. Aslında ben Celo'yu, Karadenizli'den ziyade Kayseri'liye daha çok benzetirdim. Biraz tatlı bir uyanıklık halinde, öküzün altında buzağı arayan, öyle her söylenene kolayca pabuç bırakmayan, pür neşe, sevimli bir arkadaşımız idi. Çene konusunda ise; tam bir Karadeniz'li idi doğrusu. Yani; yarım saat vaktiniz varsa seve seve sizinle 5 dakika konuşmak isterdi Celo. Ancak; bulunduğu görevde de bu laf ebeliğine gerçekten ihtiyaç vardı, hakkını verelim. Karşı tarafın bazen ne sorduğunu bile unuttuğuna tanık olmuşuzdur. Arka odada, gürültüden uzak, tüm gün şubelerin personeliyle; "al papazı ver kızı" şeklinde bir telefon trafiği yaşardık. Ve bu yüzden de arka odaya gidip de derdinizi anlatmanız en az yarım saatinizi alırdı. Punduna getirip 10 dakika içinde sorunuzu sorabilirseniz şayet...
Oda arkadaşı da tam tersine; az konuşan, hani kerpetenle ağzından laf çıkan tiplerden. Onun da ismi Metin. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali. Elbette, muhabbet konularının başında da futbol geliyor. Celo, Samsunspor'lu ve o yıllar Samsun bizi gagalayıp duruyor. Bu durumda Celo'nun diline düşüyorsunuz ki; İski'nin K'sinin çukuruna düşseniz daha iyi. Bazen; Pazartesi'leri işe gidesim hiç gelmiyordu.
Günlerden bir gün; ( neyse ki idrar zoruyla bir maç kazanmışız ve ben Pazartesi sendromuna girmemişim ) işim düştü arka odaya uğradım. Celo bu, dili durmadı elbette ve yine iş faslından futbol faslına kıvrak zekasıyla çark ediverdi. İşte, zar-zor yendiniz de, ne biçim futbol oynadınız da, vs.vs... Artık, yavaş yavaş sinir katsayım yükselmeye başlamıştı. Ben odayı terkederken Metin süzüldü kapıdan ve yüksek sesle şu cümlemi duydu :
"Oğlum, sen Hatice'yi bırak da Netice'ye bak..! Öyle diii mi Metin ?"
Bir de göz kırptım Metin'e, o da bizim takımın taraftarı.. Günler, haftaları kovalıyor, iş telaşından arka oda ziyaretleri azalmış, nadiren odaya girdiğimde de Metin biraz soğuk davranıyor gibi. Ama yoksa bana mı öyle geliyor ? Fazla önemsemedim, derdi olan söyler nasılsa. O yıllarda Turkcell yeni çıkmış ama daha Cell'o çıkmamış ortalığa, bu yüzden bizim Celo yine ortalığı kırıp geçiriyor fıkralarıyla. Son haberleri arasında; memleketten getirdiği findukları pazarladığını duymuştuk. Derhal kendi aramızda çıkardığımız gazetemize manşet oldu elbette. "Vayy, Fındık Tüccarı Celo, naber ?" gibi laf atıp dururken öğrendik ki; evlenecekmiş çocukcağız. Bu yüzden de çeyizini tamamlamaya çalışıyormuş. Derken; birgün panomuzda bir davetiye ilişti gözümüze :
"Kızımız Hatice ile Oğlumuz Celalettin'in nikah törenlerinde sizleri de aramızda görmekten onur duyacağız..."
Bu ilana cevap yapıştırmam uzun sürmedi.
"Oğlum, sana sürekli Hatice'yi bırak, Netice'ye bak diyorduk ama mazeretin varmış, bilemedik... Tamam, sen Hatice'yi bırakma, Netice'yi boşver..!"
Celo, muradına ermiş ve evlilik izniyle senelik iznini de birleştirip tatile çıkmıştı.
- Yahu, bu Metin'in suratından düşen bin parça.. Senin bir bilgin var mı, Ümit ?
"Yok... Ne oldu ki ?"
- Bir bilsem... Birkaç aydır surat edip duruyor bana, bekledim birşey söyler diye ama yok, bilirsin ağzı var dili yoktur.
"Bilmiyorum.. Celo olsa, öğrenirdik ama o da tatilde.. Boşver, gelince öğreniriz"
- Tamam, öyle yapalım. Geçen gün sohbet etmeye çalıştım ama buz gibi bir ses ve bir karış suratla; "İşim var, sonra görüşürüz Ahmet Bey" dedi.
Celo, izinden dönünce hemen konuyu aktardım :
- Metin, bana bozuk, bir araştırsan..
"Tamam" dedi. Öğleden sonra yanıma geldi, her zaman olduğu gibi muzur ve ağzını da yayvan tutarak; "Mevzuuuuu, çok derin Ahmet Bey, merak etmeyin, herşey tatlıya bağlandı, bir yanlış anlama olmuş ama sonucu yarın kendi gözlerinizle görmenizde fayda var. Bilirsiniz, Metin biraz fazlaca hassastır" dedi. Aldı mı bir merak şimdi bende.. Yarını iple çekmeye başladım. Düşünüyorum bir yandan da; "Karıncayı bile incitmemeye özen gösteririm ama bu Metin'e ne gibi bir kabalık ettim acaba ?". "Fazlaca da bir sohbetimiz yoktur ama "... Sorular, sorular... Ertesi sabah işe geldim, yerime geçtim, eee ? Celo'yu aradım telefonla... Gülerek yanıma geldi.
"Panoya baktınız mı ?" dedi. "Yoooo..." deyip fırladım yerimden :
"Kızımız Netice ile Oğlumuz Metin'in nikah törenlerinde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız..."
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 16 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Floradan Bitkiler Alemine : Itır Doğan |
ÇOBAN ÇANTASI
Capsella bursa-pastoris (L.) Medik.
Sevgili dostlar uzun zamandır beri planladığım,hatta aranızdan pek çoğuna söz verdiğim "Floradan Bitkiler Alemine "yazı dizim sonunda baş-lı-yorrrrrrr...
Aranıza Flora olarak katılışım yine bitkilerle başlamıştı pek çoğunuz hatırlarsınız. Bitki dostu, doğa dostu Florayı. Bilmeyenler ya da anımsayamayanlar için kısa bir hatırlatma yapalım mı nedir Flora diye?
Flora bir yerin bir yörenin bitki örtüsüne verilen genel isimdir. Ayrıca benim KM 'deki kod adım. Haaa bir de benim işimle alakalı olur birazcık kendileri :)
Sizlerle bundan böyle bitkiler alemiyle ilgili, bir çoğunuzun ilgisini çekeceği,okuduktan sonra belki de her gün ayaklarınız altında çiğnediğiniz ve sizin için belki de sadece "OT" olarak değerlendirdiğiniz bu aleme bir dalış yapalım mı? Tabi sizlerin yorum ve eleştirileri doğrultusunda bu bir dalış olmayabilir.de. İsterseniz dalmaz sadece bir girer çıkarız suya. O bakımdan yorumlarınız çok önemli benim için. Hadi yeter bu kadar lafazanlık Başlayalım artık;
Hatırlıyorum da küçükken her pikniğe gidişimizde toplardık çoban çantası çiçeklerini. Çocukken adı zil otuydu anımsadığım.Yapraklarını aşağıya doğru çekip çan yapar,sonra bitkiyi sallayarak, kulağımıza yaklaştırır zil sesine benzer sesini dinlerdik.O zamanlar nerden bilecektim, benim o an için sadece zil sesi çıkardığını düşündüğüm bu bitkiyle ilgili gün gelecek de bir yazı yazacağımı,
Çoban çantası,tek veya iki yıllık, 4-50 cm. boyunda otsu bir bitkidir. Tabanda yer alan yapraklar rozet şeklinde, keman gövdesi gibi parçalı veya tamdır. Gövdenin üst tarafında yer alan yapraklar ise sivri kulak memesi gibi ekleri ile gövdeyi sararlar Mayıs- Ağustos aylarında beyaz veya pembe renkli çiçek açar. Meyve yassı, basık ve üçgen şeklindedir. Meyve, harnup-bakladır. Tohumları, elips şeklinde açık kahve renklidir. Tohumları 5-6 yıl çimlenme özelliğini muhafaza eder. Çiçekleri, bal özü bakımından zengindir.
Bitkinin yaprak ve tohumlarından yararlanılır. Çoban çantasının kurutulmuş yaprağından hazırlanan çay, rahim kanamalarında kan durdurucu olarak kullanılır. Bitkinin tamamından mide, barsak, akciğer ve böbrek rahatsızlıklarında istifade edilir. Kan kesici özelliği, terkibindeki K vitamininden ileri gelir. Yeşil kısmından demlenen çay, dahili kanamalara karşı içilir. Kan kesici olarak hazırlanan ilaçların terkibine girer. Taze yaprakları çorbalara ilave edilir. Kan dolaşımını düzenler. Tansiyonu düşürücü etkisi bulunmaktadır. Çayı boğaz ağrılarında gargara yapılır Tıbbi olarak diüretik, astringent özelliği bulunmaktadır. Kanser hastalığının tedavisinde kullanılır ve antibiyotik özelliği vardır.
Zengin bir içeriğe sahiptir. Yeşil aksamı; kolin, nikotin, bursin alkaloiti, elma ve limon asitleri, hisopin, asetil kolin, saponin, uçucu yağ, kükürt, C vitamini (%120-198 mg.), K vitamini (%0,27 mg.) içermektedir.
Son yıllarda özellikle Amerika'da kanser araştırma merkezlerince incelenen ve ilaç yapımında kullanılan önemli drog maddeler taşıyan bu bitki ne yazık ki ülkemizde henüz yeterince tanınmamakta ve bilinmemektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
* Asımgil, A., 1996. Şifalı Bitkiler, Timaş Yayınları 176, İstanbul
* Chiej, R., 1988. The Mvdonald Encylopedia of Medicinal Plants, Mcdonald&Co. Ltd. Shoe Lne London EC 4P 4 AB, 66-73
* Koç, H., 2002. Dorudan, Doğadan Bitkilerle Sağlıklı Yaşama. Gaziosmanpaşa Üniv. Ziraat Fak. Tarla Bitkileri Bölümü, Baskı: Ümit Ofset, Tokat
* Vance, Nan C., Borsting, M., Pilz, D., 2001. Special Products: Species information Guide For The Pacific Northwest. PNW-GTR-513. Portland.
* Yaltırık, F., Efe, A., 1989. Otsu Bitkiler Sistematiği, İ.Ü. Orm Fak Yayın No 3568, Fen Bilimleri Enstitüsü Yayın No 13, İstanbul
Itır Doğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 18 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KISACIK AMA ÇİLEK TADINDA
Zihnimizin işin içinden çıktığı, anı aklımızla değil, bedenimizle kavradığımız o müthiş ZAMAN aralığı...Saniyeler mertebesinde kısacık ama ÇİLEK tadında. Bazen yıllar kadar uzun, bazen de kısacık geliveren, ama belleğimizde her daim yer eden, kalıcı izler bırakan güzellikler silsilesi. Yeter ki hissedelim, yeter ki farkına varalım. Anın gecikmesi, anın farkına varılması, her biri birbirinden güzel dokunuşların hayatımızdan gelip geçivermesi...Ne büyük kayıptır aslında! Düşünsenize...Öylesine güzel, öylesine kendine hastır ki onlar; farkına vardığınızda içinizi kaplayan sıcacık duygular sizi bambaşka alemlere taşır o kısacık anlarda.Tek yolu fark edebilmek ve çilek tadına varmaktır sadece.
Bebeğinizi kucağınıza ilk verdikleri anı hatırlayın bir kez; onun sıcaklığını hissettiğiniz, kokladığınız ve tenine ilk dokunduğunuz o harikulade anı. Üzerinden yıllar geçse de tadı asla unutulmaz. Aşkınızın sizi bir serçenin gözyaşları kadar sevdiğini söylediği anda hissettiğiniz o yürek çarpıntınıza ne demeli? Bir yılbaşı gecesi gökten düşen kar tanelerinin masum beyazlığını sevdiklerinizle paylaştığınız o müthiş an... Dudaklarınızda hissettiğiniz yaz yağmuru damlalarının içinizi ürperten ıslaklığı... Uzun zamandır özlemini çektiğiniz dostunuzun havaalanında size koşarak geldiğini gördüğünüz an...size sımsıkı sarıldığında dünyanın bir an için durduğunu hissetmediniz mi hiç? Kısacık ama anlam ve duygu yüklüdür her biri, çilek tadındadır.
Bazen de kalabalığın arasında kendimizi yapayalnız hissettiğimiz "an"lar vardır. Umudumuzu yavaş yavaş yitirdiğimiz, bekleme sınırlarımızı sonuna kadar zorladığımız o zor anlar. Hep bekleriz bir şeyleri, birilerini dünyamıza yeni bir soluk katacak o gizemli insanları. Bu insanlar bazen bir sevgili olarak kucaklar bizi, bazen de hayat boyu kaybetmek istemediğimiz dostlar olarak sarar sarmalar üşüyen yüreklerimizi.
Aslında en önemli karşılaşmalar önce ruhlar tarafından hazırlanır. Bu bir tür karşılıklı telepatiye benzer aslında. Hani düşündüğümüz anda çalan telefon, hissettiğimiz anda dostumuzun kapıda belirmesi yada hiç alakasız bir yerde karşılaşmamız gibi. Henüz bedenler, gözler birbirini görmemiş ama bir şekilde hissetmiştir. Biliriz bir şekilde geleceğini ama yinede onu beklerken sabırsızlanır yüreğimiz, bir kuş misali kanat çırpar. Biran önce gelmesini, bir an önce dünyamızın karışmasını, belki de duygularımızın alt üst olmasını, o deli fırtınayı isteriz. Gitmek istediğimiz yerle, bulunduğumuz yer arasındaki mesafeyi yakınlaştıracağını umarak belki de kimbilir.
Genelde bu karşılaşmalar bizim dayanma sınırlarımızı zorladığımız o naif anlarımızda gerçekleşir, en dipte, en sonda olduğumuzu hissettiğimiz , duygusal olarak arınmaya ihtiyaç duyduğumuz anlarda.
Hayat bir oyundur aslında; bazen alabildiğice sert, bazen kırıcı ve uzun, bazen de şaşırtıcı derecede kısa. Paulo Coelho'nun On Bir Dakika adlı kitabında dediği gibi" bir AN hiçbir şeyiniz yoktur, bir sonraki AN kabul edebileceğinizden fazlasına sahipsinizdir" . O nedenle gerek o anları beklerken, gerekse kavuştuğumuz beklentilerin doyumsuzluğunu yaşarken, tadına varalım yaşamın. Aldığımız nefesin, yediğimiz yemeklerin, uyduğumuz uykunun, gördüğümüz rüyaların, kurduğumuz hayallerin, kısacası yaşamın hakkını verelim. Yani oyunu kurallarına göre oynayalım. Elde edemediklerimize yanacağımıza, elimizdekilerin kıymetini bilip, anların keyfine varalım. Saniyeler kadar kısa olsa da o anın büyüsünü uzatalım uzatabildiğimiz kadar içimizde; çilek tadının keyfine varalım.
Neden mi? Çünkü aslında anın kıymetini bilerek yaşamak, hemen peşinden tadına doyamayacağınız başka bir anı getirecek; yani farkına vararak yaşadığımız o muhteşem anlar yeni anlara kapı açacaktır.
İşte o zaman hayatın renkleri daha bir başka görünecektir gözümüze, dünya daha bir yaşanılası yer olacaktır gönlümüzde. Denemesi mi bedava, haydi anların tadına varmaya!
Sevgiyle en unutulmaz anlara...
Belgin Eryavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 12 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ÜÇLEME : O... SEN... BEN...
BİRİNCİ ÖYKÜ : "O"
Hatice mutfağa girdi. "En iyisi taze fasulye yapmak , yanına da bir pilav iyi olur. Gelince de bir çorba karıştırıveririm" diye düşündü. Fasulyeleri buzdolabından aldı, ayıklamaya başladı. "Ah Serkan sen beni öldüreceksin üzüntüden. Bak akşam da gelmedi...Nerede bu çocuk? Kaç yaşında oldu, hala akıllanmadı. Bir okusaydı ! Babası da bir gün olsun 'bu çocuk da ne yapıyor? Nerelerde geziyor?'diye merak bile etmedi. Bir gün oturduğun yerden kalk da takip et be adam , oğlun ne yapıyor? Adamın umurunda bile değil. Hatice kızım ,sen de şu kocanın hala öğrenemedin huyunu. Ne çok şey bekliyorsun...Adamın dünya yansa umurunda sanki! Ama bu hep böyleydi. ,evlendiğimizden beri. Her şey iyi olsun, güzel olsun, sorunsuz olsun diye kendimi yiyip bitiriyorum...Bak, çocuk büyüdü. Askerden de geldi. İş ister , evlenmek ister... Çocuk okumadı da... okusaydı bari..." diye düşünürken başını kaldırdı .Camlara baktı. "Camları silseydim keşke .Leş gibi olmuşlar yine. Aman, bu gün kalsın. Gezmeye gideceğim. İyi de gittiğim yerde camları silmedim diye rahat edemeyeceğim. Boş ver gelince akşama silerim ben de" diyerek avuttu kendini .Yemek pişince yatak odasına geçti. Geçerken kocasına baktı. Kocası televizyon izliyordu . "İzle bakalım Mehmet Bey ! Ne buluyorsun o alette bilmem ki .Yıllardan beri bıkmadın" diye geçirdi içinden .Giyindi. El işini aldı.
-Ben gidiyorum. Komşular Ayşe'de toplanacakmış. Beni de çağırdı ,dedi kocasına .
Kocası cevap vermedi.
- Ben gidiyorum, diye tekrarladı.
Kocası gözlerini televizyondan ayırmadan başını 'olur' manasında salladı.
Yavaşça yürüdü, kapıyı çekerken kocasına baktı. "Bir kez olsun ağzını aç, konuş be adam !" diye kendi kendine mırıldandı.
Canı sıkılmıştı. Bir an gidip gitmemekte tereddüt etti . Sinirle kapıyı çekip, çıktı. "Sanki karşısında insan değil de hayvan var!" diye söylenerek merdivenlerden inmeye başladı.
***
Kapı zilini çaldı. Ayşe hanım kapıyı açtı.
- Buyur ! Buyur ! Gir içeriye... Biz artık seni gelmez sanıyorduk.
- Geldim işte. Kimler var?
- Kalabalık değil canım .Bir tek Işık ile Arzu ... O kadar .
Hatice gelenlerin adlarını duyunca yüzünü buruşturdu.
Ayşe :
- Bir şey mi oldu , kötü görünüyorsun? dedi.
- Benimki yine canımı sıktı.
- Boş ver takma kafanı. Geç içeriye misafir odasındayız .
Hatice içeriye geçti .Zoraki gülümsedi.
- Herkese merhaba !
- Merhaba ! dedi odadakiler . Hatice çevreye baktı ve kapının yanındaki koltuğa ilişti.
Hatice gözlerini odanın içinde gezdirdi. Koltuklara, vitrine, yerdeki halıya baktı. "Millet yaşıyor kardeşim"dedi içinden. "Ev aynı ev ama bir bizimkine, bir bu eve bak!' Sonra odadakileri şöyle bir süzdü. "Nasıl giyinmişler? Nasıl süslenip takıştırmışlar? Millette para var kızım , tabii giyinecek, süslenecekler..." diyerek kıskançlıkla ağzını büzdü. O böyle düşünürken :
- Ayy Hatice aynı apartmanda oturuyoruz ama bir türlü görüşemiyoruz canım. Ne yapıyorsun? dediğini duydu Işık hanımın.
- Ne yapayım iş, güç, temizlik falan günler geçiyor işte, diye cevap verdi Hatice.
- Kızım, şu temizliği çok abartıyorsun ama ... Alt tarafı üç kişisiniz evin içinde. Bırak şu işleri, insan içine çık biraz
Hatice 'nin yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Sesi titreyerek :
- Boş veremiyorum ben . Evimi temizlemeden rahat edemiyorum sonra .Gezmeyi de sevmiyorum pek fazla ' diyebildi .
Hatice hırsını alamamıştı. "Kendini ne sanıyor bu? Evini bok götürüyor haberi yok , sonra bana laf sokuşturur!" diye geçirdi içinden . Işık hanıma ters ters baktı. Elindeki çantayı açtı, el işini çıkarıp örmeye başladı.
Arzu :
- Hatice boş durmaz mısın sen? Yine elinde iş var. Bu sefer ne örüyorsun öyle?
- Ne yapayım, boş durunca zaman geçmiyor. Bir şeyler yapıyorum işte.
Işık :
- Kızım sen delisin .Zaten bütün gün temizlik yapıyorsun . Yetmiyor bir de el işi ha! Vallahi ben yapamam. Canımı çöplükte bulmadım.
Hatice:
- Ben alışmışım .Küçüklüğümden beri böyle.
Işık :
-Ayy Ayşe'ciğim! Senin küçük oğlan üniversiteyi kazanmış ha!
Ayşe gururla :
- Evet Işık'çığım. Kazandı çok şükür.
Arzu :
- Aferin çocuklara. İkisi de hep çok başarılıydı zaten.
Ayşe:
- Evet. Bizi hiç üzmediler.
- Siz de üstlerine titrediniz ama ... Hele sen ! Senin gibi çocuklarına düşkün bir anne görmedim. Helal olsun size.
- Sağol Arzu'cuğum. Darısı başınıza.
- Amin ! Amin dedi hepsi birden.
Hatice dilinin ucuyla:
- Tebrikler , diyebildi. "Ah ! Serkan sen de okusaydın ya. Bizim başımızı yerden kaldırabilseydin... Serserilik yapmaktan hiç vazgeçemedin ki! Bizi böyle ele güne rezil ettin hep. Ne zaman adam olacaksın bilmem?" diye söylendi içinden.
Işık :
- Ayy kızlar! Geçen gece bizimkiyle bir balık lokantasına gittik .Lokanta o kadar güzeldi ki anlatamam. Servisi bir harika, mutlaka siz de gidin.
Arzu :
- Işık 'çığım her gece dışarıdasınız. Hiç evde yemez misiniz? diye sordu.
- Evde yemek mi ? Yok ya! Ben sıkılırım, uğraşamam yemekle falan.
Ayşe :
- Keyif sahibi kadınsın vallahi! Bizim anamız ağlıyor yemek yaparken. Kocana 'bravo' yani! Her gece, her gece seni dışarıya çıkarıyor.
Işık hınzırca gülerek:
- Kızım ben size boşuna demiyorum; 'ben canımı çöplükte bulmadım' diye.
Arzu :
- Bir gece evde geçirin be kızım ! Yazık o mutfağa !dedi.
Hatice iç çekerek:
- Bizimkine bu gece yemek yapmadım, dışarıda yiyelim diyeceğim, o da 'peki karıcığım diyecek' Yok vallahi öldürür beni , dedi.
Işık :
- Kızım siz zamanında alıştırmışsınız kocalarınızı .Şimdi çekeceksiniz böyle.
- Haklısın , dedi Hatice. Tekrar iç çekti.
Işık kinayeli Arzu 'ya :
- Ayy kız Arzu! Akşam bütün gece ne yaptınız öyle ? Bir türlü tıkırtılarınız durmadı ,dedi
Arzu kıkırdayarak:
- Faaliyetteydik...
Işık :
- Kızım her gece, her gece nasıl yapıyorsunuz bu işi ben anlamıyorum?
Arzu gururla:
- Bu da bizim sırrımız!
Hatice elindeki işinden başını kaldırdı. Arzu'ya baktı. Şaşkın:
- Her gece mi? diye sordu.
Arzu :
- Hemen her gece, diye cevap verdi.
Hatice 'nin aklı iyice karışmıştı:
- Nasıl yani? Her gece insan bıkmadan nasıl yapar o işi ?
Hatice 'nin cevabı karşısında Arzu hayretle :
- Bıkmak mı? İnsan sevdiğinle bir bütün olmaktan bıkar mı ? Peki siz ne yapıyorsunuz bütün bir gece? diye sordu.
Hatice bir an kocasıyla kendini düşündü. Kocasıyla birlikte oldukları anları...Hatice o anlarda kendini sıkar, korkuyla gözlerini kapar sonra bir an önce bitsin diye dua ederdi. Birden içinin acıdığını hissetti. Boğazına bir yumruk gelip oturmuştu.
- Biz ... dedi Hatice yüzü utançtan ve sıkıntıdan kıpkırmızı olmuş bir halde; Biz haftada bir, iki kez birlikte oluyoruz . O da beş, on dakikayı geçmiyor.
Arzu şaşkınlıkla:
-Ne dedin sen ? Haftada bir-iki kez, beş dakikayı geçmiyor mu yani?
Hatice 'evet' anlamında başını salladı.
Arzu :
- Nasıl yani? Anlamıyorum, soyunmak için beş dakika gerekir oysa... O zaman siz soyunmuyorsunuz bile ?!
Hatice yanıt vermeyince Arzu yeniden:
- Nasıl dayanıyorsun kızım buna sen ? Ben çıldırırım vallahi! dedi.
Hatice hiç bir cevap veremedi. Ağlamak üzereydi. Elini kazağının yakasında gezdirdi.
"Nefes alamıyorum. Boğuluyorum. Niye geldim ki ben buraya? Kendimi aşağılatmaktan başka ne geçti elime ?Gitmeliyim buradan !Gitmeliyim! Buraya gelerek hata yaptım. Salağım da ondan. Salaksın sen kızım ! Salak!" diyerek kızdı kendine. El işini toplamaya başladı.
- Ayşe ben kalkayım artık !Gideyim , dedi .Apar topar kalktı....
***
Hatice eve girdiğinde sinirden, utançtan titriyordu .Doğruca mutfağa girdi. Çorba yapmak için malzemeleri çıkarırken bir yandan da kendine kızıyordu. "Niye gittim ki ben oraya? Yok her gece birlikte oluyormuşlar, yok biz yaşamıyormuşuz... Kendini ne sanıyor bu kadın? Senin de benim gibi bir kocan olsun, göreyim seni! O zaman haftada bir bile çok gelir. Bir an önce bitsin diye dört göz bakarsın! Ya o Işık... Temizlik yapamazmış... Biz temizlik yaparken kendimizi öldürüyormuşuz ! Her gece dışarıya çıkmadan duramazmış... Sonradan görme ne olacak! Biz senin eski halini de biliriz Işık hanım! Senin kocan da bütün gününü ve gecesini televizyon karşısında geçirirse öyle bir durursun, sen bile şaşırırsın, verirsin benim gibi temizliğe kendini ! Bir de Ayşe hanım var tabii... Çocuğu üniversiteyi kazanmış diye nasıl kasılıyor kadın?! Sözde 'en iyi anne ' oymuş ... Sevsinler anneliğini !Biz neyiz peki? Anne değil miyiz? Çocuğun içinde olmadıktan sonra sen iyi olsan ne olur, olmasan ne olur? Ahhh! Serkan aaah! Rezil ettin bizi herkese...!"
Hatice çorbanın altını kapadı. Kocası o arada :
- Hatice ! Hatice ! Benim karnım acıktı. Sofrayı kurmayacak mısın daha? diye seslendi.
- Tamam, dedi Hatice. Şimdi kuruyorum.
***
Işık ve Arzu, Ayşe' lerde hala oturuyorlardı.
Işık:
- Şu Hatice'ye hayranım kızlar. Elinden her iş geliyor vallahi... Sonra çok temiz ...dedi.
Arzu:
-Evet öyle! Evi her zaman derli toplu. Bal dök yala...
Işık:
-Haklısın vallahi! Örnek alınacak kadın. Ama ne yaparsın ki talihi yokmuş garibimin...Yazık, yazık... Allah sabırlık versin ,dedi. Sonra üzgün üzgün başını salladı.
***
Hatice sofrayı kurdu. Kocası hiç bir şey söylemeden masaya oturdu. Bir elinde hala kumanda aleti vardı. Hatice bir an kocasına baktı... İç çekti. Sessizce yemeğini yemeye başladı.
-Birinci Öykünün Sonu-
Kader Yılmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Burcu Çağlayan |
SAHİBİNİ ARAYAN KEDİ...
"Obur kedi Garfield'e, Gargamel'in kedisi Azman'a, beceriksiz kedi Sylvester'a, Kötü kedi Şerafettin'e, Tom ve Jery'e, pokemondan Meowth'a, Pembe Panter'e, Çizmeli Kedi Parcifal'a, zeki kedi Heathcliff'e, en çok omuzlarda oturmayı seven Piyale Madra'nin kedisi Piknik'e...... ve benim güzel kedim Shiraz'a ithafen...."
" ..........Her kedi yavrusu kendine özgü bir büyük kediye dönüşür. Ben dört kedi yaşındayım. Yaşamımı, birbirlerinin yerine gelen ama asla birbirlerinin yerini almayan dostlarımla ölçüyorum." (Irving Towsend)
"Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz" diyor Özdemir Asaf ama kendi yanlızlığımı kedimle paylaştığımı biliyorum...
Yıllarca kedi sevdamı dindirmek için ailem birçok sey denedi. 10 yaşıma kadar apartmanda beslediğim kedilerin sayısını hatırlamıyorum. Bulduğum kedileri gizlice eve sokup, besliyor annem işten geldiğinde de apartmana bırakıyordum. O yaşlarda babannemin vefatı nedeniyle gittiğimiz köyde, kendimi kaybetmiştim adeta.. Etrafta dolaşan bir sürü kedi vardı..Her ev, olası fare baskınına karşı, korunmak adına kedi edinmişti. Burası tam cennetti benim için... Aklımda kalan en komik hatıra, yakaladığım bir yavru sarmanı salona getirip, ayaklarımda sallayarak uyuttuğumdur.. Uyuması için gözüne tülbent örttüğümü de gülümseyerek hatırlıyorum. Uzun yola dayanamayacağı için bırakmak zorunda kalmıştım onu..Umarım söylediğim ninniyi hala hatırlıyordur..
Bu Kedi cennetinde, onlara olan tüm tutkum daha da ileri boyutlara varmıştı. Yatarken üzerimde dolanıp, rahat yer arayan bir kediyle ilk kez o zaman aynı yastığı paylaşmıştım. O beni farelerden korurken, bende onunla yorganımı paylaşarak ödeşiyorduk kendi çocuk aklıma göre...
Yaşım ilerledikçe kedi sahibi olmak konusunda daha cesur deneyimler edinmeye kalkıştım...Lise dönemimde arkadaşım tatile gittiği için, kedisini bana bırakma teklifini hiç tereddüt etmeden kabul etmiştim. " Kepçe" koca kulaklı haylaz bir tekirdi. Nerden atlayıp bacağınıza yapışacağı belli olmayan, tam bir bacak fetişistiydi. Üç gün boyunca bizi çok eğlendirdi. Kepçe'yi; arkadaşıma geri teslim ettiğimde, ablamla Adile Naşit'in ölüm haberine ağladığımız kadar göz yaşı döktük . Kepçe yıllar sonra arkadaşımın babannesinin köyünde yaşamaya başladığı haberiyle mutlu etti bizi. Orada arkadaşlık kuracağı çok hayvan vardı çünkü..
Onunla karşılaşmamız ise bundan 4 yıl öncesine gidiyor...O zamana kadar, benim kedimin beni bulacağını düşünüp, böylece kendi kendime her okşadığım kediyi eve gotürme isteğimi bastırmıştım bir şekilde.. Ta ki onu görene kadar. Onunla karşılaştığımda benim yalnızlığımı anladığını biliyordum. Bir kedi cok ta güzel arkadaslık edebilirdi bana.....
Minicik bir iran kedisiydi o...O kadar küçüktü ki, onu kuş kafesine koymuşlardı. Parlak tüylerini okşamak - dümdüz yüzünü yüzüme değdirmek -yanaklarından öpmek için dayanılmaz bir istek duydum.
Elime aldığımda saatlerce kucağımda kıvrılarak ve ebadından çok daha güçlü hırıltılarla mutlu olduğunu hissettiriyordu.Bir sure sonra üzerimde dolanmaya başladi. Onun o küçük bir kafeste hareketsiz kaldığını bildiğimden, dikkat ederek dolaşmasına izin verdim. Aniden, arkamda dolaşırken içine yem konulduğunu düşündüğüm koca bidonun kapağı onun minik ağırlığından nasıl olduysa ters döndü. Bidonun içinde bulunan suya duşen miniğim, zayıflığının etkisinden olsa gerek dibe doğru duşerken debelenmeye de devam ediyordu. Can havliyle onu yakalamıştım ama , üzerimdeki kıyafetlerle onu kurulamama rağmen titreyerek olayın şokundan cıkmaya calışıyordu.Pet shoptan çıktığımda hiçbir kediyi terkedişimde duymadığım burukluğu yaşadım.
Ya o küçük kafeste soğuktan ve ıslak tüylerinden dolayı hasta olursa. Ya o parıltılı tüyleri ıslanmış halde onu kimse almaz ve minik kafeste kaldığı günlerce var gücüyle "hastayım-ıslağım- kurtarın beni bu kuş kafesindennn ! ben kediyim " diye bağırarak daha da hasta olursa. Sokaklarda yürüdüğümü hatırlıyorum bilinçsizce....Ne zaman, nasıl oldu hatırlamıyorum. Minik kedimi elime alıp, eve geldiğimizde nasıl bir mutluluk yaşadığımı...
O anın tarifi yok. O artık benim kedimdi.
Şimdi kocaman bir kız oldu kedim. Ona atalarının yasadığı İran'ın kan kırmızısı-şarap yapılan üzümünün ismini verdik. Shiraz... Biraz cadı, biraz nazlı bir kedi ama, herşeye rağmen beraber yaşamaktan çok mutluyuz. Daha doğrusu, tüm aile onun evinde yaşamaktan çok mutluyuz...
Eğer içinizde bastıralamaz bir hayvan sevgisi duyuyorsanız mutlaka bir hayvan edinin. Ne kadar zor olursa olsun, çocuk gibi bakıma ve ilgiye muhtaç olsalar bile onlardan alacağınız sevgi hiçbir şekilde tarif edilebilir birşey değil... ...
Ünlü ressam Abidin Dino'ya sormuşlar " Mutluluğun resmini yapabilir misiniz? "diye.....
Benim için bu sorunun cevabı, kedim Shiraz'ın kucağımda mutluluk hırıltıları çıkarırken, kafasını, boynuma - yanaklarıma sürttüğü anlarda saklıdır....
Burcu Çağlayan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Şeref Bilgi
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.233 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
YARINA BİR DAKİKA VAR
Bir eziklik duyarım hep
Adını yazmadığım şiirlerde
Kum soğumuş deniz kara
Yarına bir dakika var
Banliyö trenlerinde ağladın
Gece serin ay dolunay yıldızlar
Köprüler ışıklar trafik levhaları
Yarına bir dakika var
Yüreğini kurcalama
Bırak gitsin gittiği yere kadar
Varsın kalsın acısı gizli dargınlıkların
Yarına bir dakika var
Bu soluk renkleri ben mi boyadım
Benim mi bu eğri çizgiler
Uydurma masallara kandım
Geçer sandım sıkıntı
Dudağımdaki bu uçuk karanfil değil
Bastığım yer çamurlu toprak
Oy ne ahmakça şeymiş ağlamak
Yarına bir dakika kala
Elif Su Alkan
Yukarı
|
Buyrun İnternet Cafe'ye!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
http://www.madblast.com/view.cfm?type=FunFlash&display=2526
Tanrı’nın dünyamız üzerinde yarattığı ve sanatsal bir gözle bakıldığında insan’ı hayretlere düşüren doğa güzelliklerine farklı bir bakış açısı. “The Art of God”
http://www.archetypal.com/light.htm
Görsel çalışmalarını gerçekten beğendiğim bir web sayfası ... Bir baykuş ötüp, gecenin boşluğuna yankısını bırakıyor, İşte başlıyoruz tekrardan, farklı ezgi, aynı ahenk. Gözlerimi kapıyorum, hafifliyorum, ruhum istekle karışıyor doğanın ritmine. Yaşamak ne güzel şey !.. Bu şiir başka bir siteden alınma fakat bu kısayol için daha uygun olduğunu düşünüyorum.
http://www.milostongue.com/
Milo isimli uzun dilli köpeğin hikayesi. İlginç fotoğraf ve hikayelerle bezenmiş hoş bir yer.
http://www.smart-popcorn.com/
Yeni eski filmelerle ilgili ayrıntılı bilgiye ulaşabileceğiniz bir portal. Patlamış mısırları kapıp gitmekte yarar var.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Skype 1.0.0.29 [9.21M] 2k/XP FREE
http://www.skype.com
İlk olarak geçen ay önermiştim. Aradan geçen 1 ayda kullanıcıların sayısı 20 milyonu geçmiş. Program da beta sürümden normal sürüme geçmiş. Gerçekten mükemmel bir P2P internet telefonu ve Instant Messenger. Icq benzeri bir rejistrasyonla mükemmel bir ses kalitesinde internet üzerinden telefon görüşmesi ve yazılı chat yapabiliyorsunuz. Tabi konuştuğunuz bilgisayarda da aynı programın yüklü olması gerekiyor. Özellikle kablonet ve ADSL kullanıcıları, mutlaka deneyin memnun kalacaksınız.
Yukarı
|
|
|
|
|
|