Treo 600 stoklarda!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 573

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Bizi affedin çocuklar!..


İyi haftalar,

Cuma günü iyi dileklerle bitirmiştik yazımızı. Oysa kan gölüne döndü o Rusya'daki küçük kasabanın küçük okulu. Nice minik canlar heba oldu gitti. Ne uğruna? Bir hiç, kocaman bir hiç. Özgürlük mücadelesiymiş, emperyalime darbeymiş, terörle savaşmış... geçin kardeşim geçin bunları. İnsanı insan olduğundan utandıran bu anlamsız savaşa bir son verin n'olur. Eğer denildiği gibi bunun da arkasında o kaidesi kayık sakallı züppe varsa, işte size bir fırsat İslam düşünürü ulemalar. Çıkın ve bu aşağılık davranış bozukluklarını lanetleyin. Takiyye yaparak değil. Alenen ve dürüstçe. Elimden başka birşey gelmiyor sadece birer tane karanfil koyabiliyorum uzaktaki soğuk mezarlarının üzerine. Çocuklar, sizleri yaşatmayı beceremeyen bu dünyanın yerine özür diliyorum hepinizden teker teker. Bizi affedin!..!..

Gelelim şu milli maç komedisine. Daha ilk resmi maçında bilet kesmek haksızlık olur farkındayım. Ama başından sonuna bir yanlışlıklar komedisi değilmiydi? Maçın yerini de kendi seçmiş. Dünya kupası elemelerinde ilk maçımızı Türkiye'nin en sabıkalı stadında, milli maçla mahalle maçını birbirinden ayırdedemeyen seyircinin önünde oynamak çok akıllıca bir seçimdi doğrusu. Çarşamba'ya Yunanistan maçı var ama bende umudun kırıntısı yok. Madem bu oyuncularla böyle oynayacaktık, garip Şenol Hoca'nın günahı neydi kardeşim?

Herşeye rağmen yaşamdan zevk almaya, dünyayı yaşanabilir harika bir yere dönüştürmeye yılmadan devam etmeliyiz. İşte bunu en güzel dile getiren şarkılardan biri. Louis Armstrong söylüyor, "What a wonderful world". Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

9 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


   ÇOCUK OLMAYA ÇALIŞMANIN DAYANILMAZ YORGUNLUĞU

Sadece çiçek tarlaları görmek istiyorum.

Çok sevdiğim ayçiçeklerini, mordoğan tarlalarını, gelinciklerin papatyaların arasından baş gösterdiği göz alabildiğince uzanan yeşilliği, yabani otları, toprağın buğusu ile harmanlanıp burnuma dolan şu yağmur kokusunu. Ayakkabılarımın burnuna bulaşan çamur ile ruhum temizlensin. Çimen lekesi ruhuma hiç çıkmayacak kadar çok işlesin istiyorum. Yuvarlanıp sırtüstü yatıyorum. Gökyüzündeki bulutları okumaya çalışıyorum. Sessizliğin mırıltısını dinleyerek uyuyakalmak istiyorum. Çok yorgunum.
Çok yorgunum...

Göz alabildiğince uzanan tarlanın üstünde dimdik bir ağaç. Bin bir kıvrımı arasında nice ömürler barındıran Cem Karaca ağacı. Dallarına kurduğum salıncak kemiklerini sızlatıyor. Bu akşam gözlerini huzura kapatası olmalı. Çok yorgunum hissetmekten. Gerçeklerin ağırlığı ile ezilen ruhumun ipini elimden bırakıp, azadetmeliyim. Git ve özgürlüğe, barışa, dostluğa, sevgilere kon... Git ve kendini kurtar. Özgür ol demeliyim. Özgürüm oysa.
Özgürüm...

Diyemiyorum. Bilinç düzeyim dememe izin vermiyor. Hiçbir zaman kolay olmadı hayat. En zoru ve en uçları yaşamak benim seçimim mi?
Kendimi mahkum kılan ben miyim?
Bilmiyorum. Kolay ve basit yaşamak için henüz çok cahilim. Hayatın gizemine yakınlaşmak için ne Goldmund kadar sanatçı ne de Narzist kadar bilgeyim. Aralarında kıvranıp duran ruhuma yön vermek için çok erken.
Çok erken...

O zamanı gelince kendi yolunu bulacak olmalı. Bir garip hazırlık sanki. Bir ritüel öncesinde yaşamam gereken hazırlıkları adım adım yerine getiriyor gibiyim. Ne için hazırlandığımı bilmiyorum. Şekiller kafamda karmakarışık. Zamanı var.
Zamanı var....

Otoban gişelerinde çalışan biri olmak isterdim. Basit ve seri. Hatta çok sıkıcı. Kağıdı alıyorsun, parayı alıyorsun. Para üstünü veriyorsun. Gelebilecek minik yol tarifi sorularına yanıt veriyorsun. Kafanı bomboş kılıp kafanı dopdolu kullanabiliyorsun. Otomasyona bağlanıp, ruhunu ve düşünce akışını istediğin gibi kullanabileceğin bir iş.
(Nedenleri ve anlamları aramaya boğulabilmek dinlendirmez mi? Hayır... Gerçek hayat böyle işlemiyor) İç sesinden uzaklaşabilmek de ona yakın olabilmek de hüner istiyor.

Sessiz kalabilmenin bir yolu yok mu?
Meditasyon yapmayı öğrenmeliyim. Bilemiyorum.
Bilemiyorum...

Uzaktan bir telefon sesi geliyor.
Annem kahvaltıya çağırıyor.
Rusya'daki yüzlerce çocuktan biri oluyorum.
Bir Ece Özbatur yazısını aylar sonra tekrar okuyup tekrar ağlıyorum.
(http://www.kmarsiv.com/sayilar/20040422.asp#ece)
Rusya'daki yüzlerce Ece'den biri oluyorum.
Annemin kucağına koşuyorum...

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              16 Kahveci oy vermiş.
17 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : İlker Özlük


Neo-liberalizm ve yedicüceler…

Bana vatan olan toprak,
Sende savaş izleri var.
Savaşa hazırlanıyor bu sürüler, bu atlar.
Fakat biz bunları sabana koşulduğunu da gördük Aynı boyundurukta yürüdüklerini de; Barış umutlarımız kaybolmuş değil yine. ( Virgilius ) Kuzey Osetya, gücü ve faydası olmayan göz yaşlarının sel olup aktığı, Rusya ve yaşayanlarının bir parçası olan bir yer.
Okullu çocukların geçtiğimiz gün rehin alındıkları fakat, anlaşmazlık sonucu, terörün kanlı kucağında, tanrının havasından uzak bir biçimde masumane kaldıkları bir yer.
Dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilen ve çok sayıda masum “çocuğun” öldüğü rehin alma olayını malum herkes acı ve çaresizlik içersinde seyretti. Bir gurup Teröristin gerçekleştirdiği eylemi çaresizlik içinde seyredenlerin başında, rehin alınan çocukların anne babaları ve Rusya devlet başkanı Putin vardı. Olayın planlanma şekli derinlemesine incelenirken, diğer ülkelerden gelen üzüntü temalı mesajlar, gündemin soğuk kanlı değil, tam anlamı ile bir başına bırakılan bir gündem olduğunu anlatıyordu. Çeçen oldukları söylenen Teröristler hakkında bir bilgi yokken, diğer çeçen örgütlerin yaptığı açıklama, onların bizimle bir ilgisi yok, bizim bu tür bir eylem hakkında bilgimizde yok, onlar Müslüman olabilir, ama şu bir gerçektir ki, Rusya’nın çeçenler üzerinde ki baskılarını sindiremeyen bir gurup çeçenin yapma olasılığı da yüksektir. Evet yüksektir.
Nasıl mı?..
Neo-liberalizm ve yedi cüceler.
Evet tüm gözler operasyonda başarısız olan Rusya Hükümetine çevrildi.
İçişleri bakanı yaptığı açıklama sonrası istifa etti. Rusya karşısında bugüne kadar, tam donanımlı bir şekilde direniş gösteren bir çok örgüt ve terörist var. Silahların ve diğer mühimmatların nereden geldiği konusunu her daim gizli tutan örgütler, şimdi masum insanlık üzerinde neo-liberalizmi canlandırmaya çalışıyorlar. Hedef Rusya devlet başkanı Putin mi?, yoksa yaşama hakkı tanınmayan ve yoksullukla mücadele eden Rus halkı mı?.
Daha düne kadar ırakta ölen çocukların sayısını bile bilmeyenler, nasıl oluyor da bugün kalkıp dünya barışı ve terörden bahsedebiliyorlar anlamıyorum.
Her geçen gün, ne olduklarını anlamaya çalışan dünya insanları, değişen liberal politikalar sayesinde, kanlarının dünya borsasındaki değerinin iyice düştüğünü görüyorlar ve ölmenin bile bedava değil çok külfetli olduğunu hissediyorlar. Eğer çok zengin ve güçsüz bir milletsen, önce kültürünü daha sonrada iç huzurunu kaybettiysen, başına sıçacak o liberal politika kuşunu bekle ve gör. Sonun Irak gibi olacak hiç şüphen olmasın. Veya doğal zenginlikleri olan ama kültürünü koruyan fakir bir ülke isen, senin politikanı ise, neo-liberalizmin terör diye adlandırılan çeteleri belirleyecektir. Evet belki Putin de istifa edecek veya etmese de, uzun vade yatırımlara hasta olan liberalizm, seçimleri bekleyecektir. Tıpkı Venezuella, veya herhangi bir yer gibi.

Sonuç, çocukların ve masum bir çok insanın öldüğü dünya. Kanlarımızın değer kaybettiği bir borsa, doğal zenginlik ve satılmışlığın pirim yaptığı borsa, öz kültürün yerine siber-alçakgönüllü sanal alemin sıkça ve bilinçsizce kullanıldığı dünya. Çocukların üzerinde politika yapmaya çalışanlar, göz yaşlarına ve çaresizliğe acımadan kendilerine yeni dünya düzeni içersinde, direnişçi diyorlar. Oysa tarihte gerçek Müslümanların ne için veya nasıl savaştıklarını bilmiyorlar. Müslümanlar üzeride bu kadar oyun oynayan insanlar bir gün çıkıp ben Hz.Ali’yim derse şaşırmayın.,, savaşı ve Terörü lanetlediğim ve bunu liberal olarak değil insan olarak tekrarladığım bir günden.
Çocuklar ve masum insanlar. Sağlıcakla kalın. Barış için umudumuz, umudumuz içinse barışçı yanımız var.

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   ZİNA çocukları...

Baban diyor ki: 'Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle...

.......
.......

Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor... Halûk, dinle!

Tevfik Fikret

Yine titredi yüreğim... Kalemim titrek... Çocuklar anlamsız bakmakta boşluğa... Gözlerine mil çekilmiş yavrular! Yüzyıllar önce yaşam' ı sorgulayan, ahlakı savunan düşünceler nerede? Geçmişin kalın duvarları yok mu sahi? Neydi o değerler? Günümüz insanı neden bu kadar şaşkın? Ölümden o kadar uzak yaşanmışlıklar... Dünyevi zevklerin, fizikselliğin hakim olduğu, ruhların fakirleştiği bir dünya... Varı yoğu bugünü olan acizler ordusu yenik, ancak farkında olamamak... Dünyada/Ülkemizde yaşananlar, kaybolan hazineler... Nükleer savaşlar, soğuk savaşlar... Toplum duvarları yıkılmış, harabeler altında ezilmiş, tükenmiş çocuklar...

Yaşanan toplumsal çöküntüler yetkililere kadar ulaşmış, etkilemiş. Nasıl etkilemez? Onlarında gözü, kulağı var... Hiçbir şeyleri olmasa renkli TV' leri var odalarında... Komşuluk ilişkileri olmasa da duyumları vardır elbette. Yerin kulağı vardır bütün kulaklar tıkalı olsa da... Yeni gündem maddesi üst makamlarda tartışılmakta... Tartışılacak elbette... Konu var ki, olay vahim ki tartışma bu denli Ankara da masaya yatırılmış... Zina... Zina işlemek! Tanımını yazabilmek isterdim ancak zorlandım/utandım, vazgeçtim. Anlamını bilmeyen mi kaldı? Yetmişli yıllarda "terör" öğrendik namusluca, ancak günümüzde "zina" sözcüğü yer değiştirmiş. Kibarca "aldatma" sözcüğüne değiştirilmiş daha yumuşak olsun diye... Ya da adamın/karının(1) dostu, sevgilisi denilmekte... Üstelikte evli insanlar ikisinden birisi, ya da her ikisi... Suçlu? Ne tek kadın, ne tek erkek... Karşı karşıya arsızca getirilen iki beden... Nefissiz iki ?!. Açlığını/zayıflığını, böylesine bir kavramla doldurmaya çalışan ruhsuz birliktelikler...

Yakın tanıdığım evli bir adamın, fahişesinden(2) "Alman Felsefesine göre biriyle birlikte olabilmek için evli/BEKAR olması diye bir kural olmadığını ürpererek duyardım istemesem de. Yüzüne tükürmediğime pişmanım şimdilerde ama neyse. Tükürsem ne anlardı ki! Yağmur yağdığını söyler ve de iyice sinirlenirdim. Onlar kim? Alman Felsefesi kim? Bunun üzerine geçmişte okuduğum bir öykü hafızamda kayıtlı. "Nazizmin Kadınları" Cumhuriyet gazetesi ekinde okumuştum yıllar önce... Ve Alman kadınının yüreğindeki "aşkı" nasıl yaşattığını ve sevdiği adam için verdiği mücadeleyi anlatmaktaydı yazı... Günümüzde zina/fuhuş yapan insanları anlamak nedense beni zorladı, mutsuz kıldı çol çocuk adına... Üstelikte başka kadına/adama değiştirilmeyecek kadar hatırlı çocukları olanlar... Bu eylemi yapanlara aldırmadım diyemem. Ancak geride bırakılan çocuklara içim acıdı, gözlerim buğulandı. Nasıl acımaz? İnsan olan algılar bu durumları... Zina/fuhuş' u yaşamak günahkar ya da suçlu olabilmek anlamsız bence... Neden mi? Yaşanan pisliğin; çocuklara, topluma açtığı tedavisi imkansız yaralar, sosyal çöküntüler daha amansız bir sözcükle açıklansa... Para, mal, mülk, zevk bencilleri doyuracak, ancak bir kitleyi savuracak. Psikolojik çöküntüleri onarmak öyle kolay olmayacak... Onur/Erdem sözcükleri çıldıracak en başta...

Yüzyıllar önce Dünya Klasiklerine oturmuş yazarların kaleminden "erdem" sözcüğü damlamış sürekli... Emile Zola nın çocukları "erdem", "onur", "fazilet" sözcüklerini okumuş, yaşamış bilmem kaç yılın gerisinden... Medeniyet, gelişmişlik çağımızı örmüş ancak "ahlak" çöküntüsü veba gibi yayılmış durmuş şimdilerde... Tartışılan konular ne kadar ileride olduğumuzun kanıtıdır diye düşünmekteyim. Aynı fikirde olmadığınızı düşünmekteyim belki de? Tartışılan konular çok ucuz, ancak bir o kadar da değerli değil mi? En azından; devletin insanların beyinleriyle uğraşacağına başka bir taraflarıyla uğraşması sizce normal mi? Devlet ne yapsın? Toplumu düzenlemek, asayişi sağlamak ne de olsa büyüklere düşen bir görev olmalı ki devlet kanayan bir iç yarayı tartışmaya açtı. Bence iyi oldu. Gerekti... Bir suçu gizlemek, ört bas etmek suça teşvikten öte ne olabilir ki? Pisliklere göz yumanlara ne denilir bilemem ki. Ülkemizin eğitim olarak geldiği nokta ortada. Öğretim mükemmel... Televoleler, pop starlar gibi yaşayanlar sarmış etrafımızı... Bir kültür ahlaksızlık potası içinde erimiş. Fiziksellik, cinsel açlık avazı çıktığı kadar haykırışta! Maddeleşmeyle: ruhun bittiği, kendi içinde eridiği insanlığın arasında yaşayabilmenin yorgunluğu...

Toplumu dengede tutan değerlere, sırtımızı dayamanın rahatlığını günümüzde kaç kişi yaşamakta? Kendi vicdanımızla geliştirdiğimiz bir inanç felsefesi, gelenekler... Bireyi, aileyi, toplumu ayakta tutan sosyal değerler... O sım sıcak yürekler sevgisizlikle boyanmaya yüz tutmuş. Duyumsadığım hep kirlenmiş bir sözcük... ÖZGÜRLÜK! Özgür olabilmek... Her düşünceyi eyleme koyabilmek özgürlükse, bu sözcük anlam değiştirmeli diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Kendi özgürlüğünün sınırlarını ruhuyla, çocuklarıyla, toplumuyla, işine duyduğu sorumlulukla çizip süsleyebiliyorsa bireyler erdem nedir iyi bilirler. İşte böyle bir toplum ÖZGÜR ve de mutludur diye düşünmekteyim. Sorumluluk bilinciyle mutluluk oluşmakta ve insan ruhu özgürleşip büyümekte. İki kişilik bir dünyaya hapsolmuş bedenler, bencillik ve ruhsuzluk hastalığının bedelini gelecekte nasıl ödeyecekler? Böyle bir geleceği göze alabilmek ve yaşayabilmek!

Zina, tamamen toplumsal bir suçtur. Bir çiğnenmişliktir/rezalettir yıkıntıları... Ayıp, ahlaksızlık, günahkarlık az kalır tanımlamakta... Anlayamadığım bir nokta? Sahi bedenleriniz birbirine sarılırken, geride kalanların gölgeleri hiç mi yüreğinizi incitmedi? Geride bıraktığınız eşi bırakın da, o simsiyah gözlü yavrularınızı hiçe sayabilmek bu kadar basit mi? Suçu işlediğinizde kendinizi suçsuz başkalarını suçlamaktan neden halen vazgeçemediniz? Çocuklarınızın suçu neydi? Madem böyle yapacaktınız neden çocuklarınız olsun istediniz/çocukluları seçtiniz? Sahi evlilik kaç kişiliktir? Zina; hasta bir ruhun ilerlemiş bir vakasıdır... Gerçi yaptıklarınız suç değil di? Aşk' tı... Haklıydınız! Yaşadığınız bir felsefeydi! Bırakalım popülist yazarları okumayı da şöyle insana özgü yazılmış ahlak felsefesiyle dolu yapıtları inceleyelim. Eric From' dan "Sevmek sanattır" ya da Yalom' dan "Nietzche Ağladığında" yapıtları... Sevgi/aşk' ın yüceliğinin sözcüklerle nasıl örüldüğünü anlayabilmek... Saygıyla titreyerek yaşadığımız sözcükler... Ruhumuzu süsleyen çiçekler...

Dünya gündeminde ilgimi çeken bir haber... Çin de ortaöğretim çocuklarına "aşk/romantizm" dersleri okutulacakmış... Hayranı olduğum uzak doğu felsefesi... Internette' ki sanal aşkların tehlikesini şimdiden fark edip, Çinli yetkililerin böylesine gerçek ve yaşanması güzel olacak iki kavramı ders olarak okutmayı düşünmesi ne kadar anlamlı. Anlam/ruh yoksa içeriğinde fiziksellikler yaşanır, kazanılır ve biter. İlişkileri yaşatan ruhtan başka ne olabilir ki?

Devletimize teşekkür etmek gerekir... Önemli bir yaraya neşter vurabilmek... Düzelmesi, iyileşmesi vahim bir hastalığın teşhisini/var olduğunu söyleyebilmek de bir cesarettir diyorum... Siyasi Partilerin aydınlık/özgürlük/eşitlik inançlarını, ahlakta/kültürümüzde nasıl uygulayıp, aile kurumuna nasıl sahip çıkacaklarını da merakla beklemekteyim açıkçası...

Geleceğin çocukları simsiyah gözlerinden;

-Anne babam artık o kadınla mı yaşayacak? O kadını bırakıp bize dönmeyecek değil mi? Babamız bizimle dalga geçmekte değil mi anne? Yalan söylüyorlar değil mi? Gözümle gördüm onları birlikte... Yemek yiyorlardı....... Ayrılmazlar değil mi birbirlerinden? Bize saygı duysalardı böyle davranmazlardı değil mi anne? Babam eve dönerdi, kadında başka bir yere giderdi/çalışırdı değil mi anne? Bir kadın nasıl bunları yapabilir anne?!? Suçlu olan babam anne... O kadın bir yabancı... Asıl suçlu babamız!

Ve adeta yalvaran bakışlarla;

-Anne; sen bizi bırakıp başka bir adamla evlenmezsin değil mi? Öyle yaparsan evine gitmem.......

..........
..........

Diyen milyonlarca çocuk...

Yosun yeşili yüreği şimdiden kurumaya yüz tutmuş çocukları, güvenin ve sevginin bittiği bir geleceğe atmak nasıl bir ana/babalıksa! Ya da bunun adı özgürlük, eşitlik ve bencilce bir hak ise kimseyi suçlamanın anlamı yok artık... Avrupa birliği ne diyecekmiş "zina tartışmalarımıza ?" Çok mu önemli başkalarının ne demesi/düşünmesi çocuklarımızın düşüncelerinden! Avrupalı bize çok şey öğretmişse, biz de kültürümüzle Avrupa' ya bir şeyler kazandırabilsek... Çağdaşlığı bilimle yaşasak olmaz mı! Bana öyle geliyor ki her üç evliden birisi namusuyla/onuruyla evli günümüzde... Geri kalanı için artık ne denilirse! Bu hastalık vahim ve salgın... Tutku, aşk değil yapılanlar... Can Dündar' ın dediği gibi "günümüzde AŞK' lar zaplanan TV kanalları" gibi... Sadece bir moda, geçici bir heves, vakit doldurma... Yoldan çıkmış bir güçsüzlük var orta yerde! Bir özgür düşüncenin yitikliği, tamiri imkansız....(!?)...

Geceleri şöyle geç saatlerde yanan ışıklı camlara bir bakarsanız umarım anlarsınız "yuva' mı" yoksa neyse adı bu viranelerin? Soğuk rüzgarlar estirmiş; pervazsız pencerelerden, aralık duvarlardan... Dişi kuşlar da öğrenmiş uçmayı başka dallara! "Herkes kendi hayatını yaşar" fikri gelişmiş ne yazık ki.... Aldatan aldattı, zinayı işleyen işledi... Zira o kadar suçluyu hapse atıp ehilleştirmek... Bence değmez... Onları çaresizlikleriyle kendi hücrelerinde baş başa bırakalım. Dışlamayı öğrenebilirsek/öğrendiysek "AFERİN" bize... Geçmiş olsun onlara da, geride kalan sağlamlar yıkılmasın hiç yoktan... Sevinmek Çocukların hakkı en fazla... Yoksa siz bunları duymadınız mı soyunuzdan!

(1)Karı: "Karı" sözcüğünü kullanmakla utandım, üzüldüm... kaba oldu ancak daha başka bir hitap' ta bulamadım bu tür hemcinslerime... bağışlayın lütfen...

(2)Fahişe: Bütün fahişelerden özür dilemek istedim, zira onlar ben gibi emekçi... Ben beynimi satarak kazanıyorum ekmeğimi onlarsa...... Yaşamak/ayakta kalabilmek için dünyanın en zor işini yapmaktalar... Şartları onları en zor mesleğe itelemiş ve saygılar diyorum hepinize gönülden. İnanıyorum ki en aç/zor/sefil yaşayan bu kadınlarımız; üstelik de ortada vesikasız gezenlerden çok soylu ve asil....

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,138,138,138,138,138,138,138,13
              8 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   İSTİFA EDİYORUM!

Kameramanın dokunaklı bir sahne yakalamak için herhangi bir çaba harcamasına gerek yok, nereye dönse yıkılmış insan tabloları yakalıyor. Çektiği en berbat sahneler bunlar olmalı. Anneler babalar akrabalar okul binasının enkazını kendi elleriyle kazmak istiyorlar. Askerler patlayıcı maddeler olduğu için yaklaştırmıyorlar onları.
"Ölüm tehlikesi var sizi içeri alamayız"
Çocukları yıkılan duvarların altında olabilirken, ölüm tehlikesini hangi anne baba dinler. Dinlemiyorlar nitekim. Asker duvarını aşmaya çalışıyorlar, aşamıyorlar, sinirler gergin, hava kin kokuyor, nefret kokuyor, ölüm kokuyor.

O sabah kız kardeşi götürmüş üç kızını da okula. Büyük kızı on dört, küçüğü beş yaşında. O gün bu gündür dördünden de haber yok. Bütün hastaneleri gezmiş. Hani bir ümit, "belki enkazın altındadırlar, hayattadırlar". Hastane duvarlarında ölenlerin listesi, onların ismi yok bu listelerde. İsmi kayıplar listesinde olmak "öldü"nün yenilir yutulurluk süzgecinden geçirilmiş hali değil mi sanki ? Bilmek ama bilmek istememek bunun adı.
Sonunda istemiye istemiye gidilen yere geliniyor. Görevi erkek kardeşi üstleniyor. Yerde plastikler altında sıra sıra yatan bedenlere tek tek bakmak gerekecek. Tanıdıklara rastlanıcak. Komşunun elmaları çalıp duran haylaz oğlu, yan sokaktaki sesi soluğu çıkmayan sessiz kız, yeni gelen matematik hocası... Ve kimbilir ne halde. Daha başlamadan yarım kalmış hayatlar... Döndüğünde artık sürüklenen bir bedeni taşıyor adam, o geliyor ruhu uçup gitmiş sanki. Kelimeleri bulup söylemesi lazım... Kadın zaten yüzünü görünce kıvranmış dudaklarından çıkacak noktayı bekliyor. Adam ağlamaya başlarken "onları gördüm" diyor.

Ağlayan insanlar... Çaresizlikle oradan oraya yürüyenler... Haykırsalar kime ? Neye ? Duydukları kin elbet, başka bir şey hissetmek imkansız.

Bir baba elinde kızından geriye kalan tek şeyi sanki minik ellerini avuçlamış dudaklarına götürecekmiş gibi özenle tutuyor, yanmış erimiş bir ayakkabı. Bu ayakkabıları ilk o sabah giymiş olmalı. Okulun ilk günü için...

Hiç bir ideoloji, hiç bir düşünce, hiç bir savaş, hiç bir kavga, hiç bir görüş ayrılığı, hiç bir din böylesi bir gaddarlığın, böylesi bir hainliğin, böylesi bir iğrençliğin özrü olamaz...

İnsanoğlu dışında hiç bir canlı hemcinsine kadar bu kadar zalim, ve cani değil... Peki ama neden ? İnsanı insan yapan yönü düşünebilmekse, onu diğer canlılardan bin kat berbat yapan yönü de bu olmasın ?

Hep anlamaya çalıştım, anlıyamadım... Eğer bu güne kadar gördüklerim, yaşadıklarım, okuduklarımsa insanlık, huzurlarınızda insanlıktan istifa ediyorum...

Ayşenur Güven
Belçika
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Yağmur

- Merhaba bir içki ısmarlamamı ister misin?
- Olur.
- Şöyle rahat bir masaya geçelim. Adın neydi?
- Tamam geçelim... Yağmur.

Aylardır sarhoş bedeni indi barda oturduğu tabureden. Gitti bedava içki peşine. Oturdular masaya. Adam gözleriyle soydu, içinde kalan masum kız yine utandı. Yüzündeki maskesi bir kahkaha attı, içindeki küçük kız ağladı. Bir kadeh kaldırdı havaya, bir nefes sigara çekti ciğerlerine... O içti adam konuştu. Adam içti o konuştu. Sonra bir "otele gidelim mi" dedi... Adam izledi. Beyoğlu'nun arka sokağından aştı araba, oteline vardı. Adam koluna girdi, odasına çıktı. Odasına vardı, yatağına yattı. Önce adam soyundu, sonra Yağmur'u soydu. Geriye yeni ismiyle maskelediği bedeni kaldı. Adam yanına uzanırken, bu otele ilk geldiği günü anımsadı... Yağmurlu bir günde kaçtığı kasabasından ayrılışı ile birlikte.

Şehre henüz düşmüştü ayakları, titrek adımlarını seyreden bakışları eşliğinde... Bir sonbahar yeliyle nasılda savrulmuştu, küçük kasabasındaki küçük evinden, büyük bir kentin büyük sokaklarına. Elinde eskimiş bir bavul...

Yürüdü otogar boyunca... Etrafına bakındıkça üstüne geldi tüm taş duvarlar, taşlaşmış bedenler. Kaçmak, yok olmak istedi tüm kalabalıkta. Oysa haşmetli kalabalığına bürünmüş kentin ortasında nasılda dikkat çekiyordu.

- Yardım edeyim mi abla? Bir yeri mi arıyorsun?
- Şey evet...şeyy hayır!!

Önce bakışları kaçtı bakışlardan, sonra bedeni bir bilinmeyene sürükledi elindeki eskimiş bavulunu... Korktu, çok korktu. Bir köşeye sindi yalnızlığı, kasabasında üstüne işlemiş yabaniliği.

- İyi misin kızım? Hasta mısın?
- Yok iyiyim... Yoruldum da dinleniyordum.
- Çok perişan bir halin var yavrum.
- İyiyim teyze... İyiyim.
- Nereden geliyorsun böyle bavul elinde? Gidecek yerin var mı?
- Şeyyy...evet var... Bizim kasabadan bir arkadaşıma geldim. Beyoğlu'na nasıl gidebilirim?
- Şu vapurla Beşiktaş'a git, oradan bir dolmuşa bin.
- Teşekkür ederim teyze. Allah razı olsun.
- Senden de kızım. Dikkat et emi, burası büyük bir kent.

Başıyla onayladı minnet dolu... Ellerine sarıldı elleri, alnına götürdü anne hasretiyle. Vapura yöneldi adımları, yetişti. Üst katta bir açıklığa sindi bedeni. Bavulunu bacaklarıyla sakladı, hazineler taşır gibi. Mavilikleri seyir eyledi bakışları... Bir Kız Kulesine düştü uzaklardan, bir denize. Vapur yanaştı, en önde indi bedeni kalabalıkta kendini kaybetmemek adına. Zararsızlığından emin birine sordu dolmuşları... Zararsızlığından emin kişinin parmaklarını izledi adımları... Az sonra dolmuşa bindi, adresi verdi şöföre. Verdiği adrese yakın indi, dahasının tarifinin peşinde. Bir sokak geçtikten sonra, Güzel Palas tabelasını gördü. Bir oh çekti derinden... Kalabalıklarda kaybolmamanın sevinciyle.

- İyi günler... Şey ben? Neriman'ı arıyordum. Burada mı?
- Burada Neriman diye biri yok!!
- Nasıl olmaz!?... Bakın buranın adresini verdi bana mektupta. Kumral, mavi gözlü, ufak tefek bir kız.
- Hımmm... Sen bizim Arzu'yu arıyorsun galiba.
- Arzu değil. Neriman!?!
- Yaa taman işte. İsmini değiştirmiş sanırım. Bir kere bahsettiydi, hatırlamadım eski adını.
- Peki nerede şimdi.
- Henüz gelmedi, sen bekle şöyle.

Çaresiz gitti eskimiş kanepeye... Bakışlarını sakladı, bakan gözden. Arkasını döndü. Tepeden tırnağa izleyen bakışlara. Yine de bakışlar gezindi bedeninde. Duvardaki saate takıldı gözleri, arkadaşı erken gelsin diye içinden yakarmaya devam ederken. Saatler birbirini izledi, gelmedi beklediği. Önce gözleri yorgunluğuna yenik düştü, sonra bedeni eskimiş kanepeye.

Kasabadan getirdiği karabasanları doldu rüyalarına. Yine itiraz etti dili, o kaba saba yaşlı adamla evlenmemeye. Yine babası dövdü defalarca belindeki kemeriyle. Yine annesi önüne atladı, dayaktan nasibini aldı. Yine gelmedi askerden sevdiği. Kaçtı kaçtı, kaçarken düştü bedeni, yine o kaba saba yaşlı adam kaldırdı elleriyle. Bir çığlık attı...uyandı.

- Neriman, bu sen misin?
- Elbette benim kız. Tanımadın mı arkadaşını?
- Çok değişmişsin. Ne zaman geldin? Çok korktum seni beklerken.
- Az önce geldim. Uyandırmaya kıyamadım seni. Gel odama çıkalım. Konuşulacak çok şey var.

Elinde bavul arkadaşını izledi, koşarcasına çıktı merdivenleri. Oturdular yan yana, sarıldılar hasretle. Ayşe küçük kasabasından nasıl kaçtığını anlattı, Neriman büyük şehirde nasıl yaşadığını. Ayşe'nin hayretle açıldı gözleri arkadaşı anlatırken. Üzerine sinmiş sigara ve içki kokularını çekti içine... Aptallaştı.

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              8 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 KONTRA MİZANA : Tamer Soysal


ISKALAYARAK MEŞRULAŞTIRILANLAR...

"Örtüsüyle açık vermiş baş başa,
Yüreğimiz olmuş onun aynası,
Alaca bulaca gerçek kuyusu,
Titriyor kurşuni bir yıldız orda,

Alaycı ve cehennemlik bir nur,
Şeytani incelikler alazı,
Tek utku, tek gönül rahatlığı,
Kötü'nün içindeki şuur!"

Baudelaire


OECD'nin yayınladığı ve 2004 İstihdam görünümü raporuna göre OECD ülkelerinde ortalama % 6.9 olan işsizlik oranı Türkiye'de 10.8 düzeyinde bulunuyor. Kayıtlı işsiz sayısı 2.7 milyon, gerçekte ise 9 milyonu buluyor. Bu rakama kendi alanında iş bulamadığı için başka alanlarda çalışanları da dahil edersek rakam 10 milyonu aşıyor.
Eğitim-Sen'in Milli Eğitim Bakanlığı'nın resmi verilerine dayanarak yaptığı bir araştırmada yüksek öğretimi bitiren her 100 gençten 32 tanesi işsiz kalmaktadır. İş bulanların 46 tanesi ise kendi mezun olduğu bölüm dışında bir işte çalışmaktadır. Her yıl üniversite sınavına girenlerin % 70'i herhangi bir yükseköğretim kurumuna yerleşememektedir. Yerleşenlerin halleri ise zaten ortada.. Bir de yerleşmeye çalışırken harcanan meblağlar ve emekler var. Eğitim-Sen araştırmasına göre her yıl dershaneler için harcanan tutar 1 katrilyon 213 milyar lira. Araştırmaya göre Türkiye'de 2615 dershane ve buralara giden 600 bin öğrenci var. Üniversiteye hazırlık için dershane ücretleri ise 1 milyar ile 8 milyar arasında değişiyor.
Türkiye'de kadınların okuryazar olma oranı 2000 yılında % 77, ortaöğretimde okullaşma oranı ise % 48, aynı oran erkeklerde ise % 67. Türkiye'de eğitim alanındaki cinsiyet eşitsizliği özellikle güneydoğu ve doğu anadolu bölgesinde hayli belirginleşiyor. Bu bölgede kimi illerde 7 ile 13 yaşlarındaki kız çocuklarının % 50'si okula gitmiyor. Kırsal bölgelerde 11-15 yaş arası kız çocuklarının % 60'ı okula kayıtlı değil. Unicef ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2003 Haziran ayında ortaklaşa başlattıkları "Haydi Kızlar Okula" kampanyası ile 2005 yılında eğitimde kadın-erkek eşitliği sağlanması hedefleniyor. Oysa Unesco'nun 2003 yılında yaptığı bir başka araştırmada Türkiye eğitimde kadın-erkek eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler grubunda yer alıyor ve bu eşitliği 2015 yılında dahi sağlaması şüpheli olarak görülüyor.
Türkiye'de DİE'nin yoksulluk araştırmasına göre nüfusun % 11'i oldukça yoksul, bunu izleyen % 20 alt düzey yoksul, % 12'si üst düzey yoksul sınıfındadır. Toplam olarak hane halklarının % 43'ü yoksul sınıfındadır. Kalanın %12'si ise yeterince beslenememektedir.

Ankara Ticaret Odası'nın yaptırdığı "Hayatsız Kadınlar" araştırmasına göre Türkiye'de 100 bin hayat kadını bulunuyor. Türkiye'de faaliyet gösteren 56 genelevde toplam 3 bin hayat kadını çalışıyor. 12 bin tane tescilli hayat kadını da çeşitli yerlerde çalışıyor. Raporda bir başka ilginç nokta genelevlerde 30 bin hayat kadının vesika almak için sıra beklemekte oluşu. Türkiye'de fuhuş sektörünün 3-4 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaştığı belirtiliyor.

Evet yukarıdaki verilerle bu son veriler karşılaştırıldığı zaman arada herhangi bir korelasyon görmüyor musunuz? Ya da ufakta olsa bir çağrışım belki de bir alarm!

Dünya'nın en eski mesleği olarak belirtilen ve ingilizcede "street walker", "prostitute", "whore", "sex worker" vb. adlandırılmasına rağmen bizde "hayat kadını" gibi tuhaf bir adlandırma ile tanımlanan meslek.. Belki de meslek denilerek bu eylemin meşrulaştırılması süreci gerçekleştirilmiş. Genelevlerin devlet tarafından tanınması da bu meşruluğun bir başka yansıması. Hayat kadını sözlükte "erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığı hizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe, orospu" şeklinde tanımlanmış. Aradaki "ve" bağlacından anlıyoruz ki: erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığı hizmet etmesi hayat kadını olmak için yeterli değil, bu işi de meslek olarak edinmiş olacak. Bu da bu eylemin sözlüklerde meşrulaştırılması..

Eğitim yok ve ekonomik çaresizlik var ise üstelik bir de baskı ve şiddet var ise ne olacak? İşte artan fuhuşun özeti bu. Fuhuş özellikle Doğu ve Güneydoğu'da hızlı bir artış eğiliminde. Sadece Diyarbakır'da 1000'e yakın randevu evi ve bu evlerde çalışan 6000 hayat kadını var.

Anayamızda "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" başlığı altında 41. maddede de "Aile Türk Toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar" denilerek devlete bu konuda tedbir alma sorumluluğunu yüklemiştir. Ancak ekonomik göstergelerdeki yetersizlikler ve suç işlenme oranlarındaki artışlar ve fuhuş sektöründeki patlamalar dikkate alındığında bu konularla ilgili kurumların başarısızlığı açıkça görülüyor.

Genelevler sisteminin meşru ve yasal bir zemine oturtulması ve bu işin 'vergiyi doğuran olay" olarak da telakki edilmesi esasen üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir 'erkek egemen' bakış açısını da beraberinde getiriyor. Konunun özü üzerinde tartışmanın günümüz dünyasının yoğun etkileşim araçları içerisinde zorlukları yüzünden kadın-erkek eşitliği tartışmasını da hep yanlış zeminlerde yaptık. Oysa farklı zeminde ıskalalanan ancak konunun özünü yansıtan yanlar vardı. İşte genelevler böylesi konulardan. Böylesine büyük bir insanlık ayıbı ve kadını küçük düşüren erkeği kutsayan bir bakış açısının eseri olan genelevlerin devletler tarafından meşrulaştırılması hep ıskalandı. Devletlere düşen sorunları devam ettirecek tedbirleri alıp meşrulaştırma sürecini tamamlamak değil, bu görev bozukluğu ortaya çıkaran nedenleri ortadan kaldırıcı tedbirleri almak ve kadınları koruyucu önlemlerle onların ruhi ve bedeni açıdan sağlıklı bir yapıda olmalarını temin etmekti. Çünkü böyle bir eylemi meşrulaştırmakla sadece cinsellik değil, insanlık bir meta haline getiriliyordu. Çünkü Erich Fromm'un dediği gibi "birlikteliklerde varolan karşılıklı sevgi, ilgi ve güvenin fuhuş sürecinde gözükmesi çok zordu." Bir araştırmaya göre hayat kadınlarının % 91'i kendilerine alternatif yaşama ve çalışma imkanının sunulması halinde kerhen sürdürdükleri mesleklerinden kurtulmak istediklerinini beyan etmişlerdir. Yine bu araştırmaya göre fuhşu meslek olarak yapanların % 91.4'ü bu işi ekonomik güçlüklerden dolayı yaptıklarını belirtmişlerdir. Elbette sadece sebebi ekonomik olarak görmek doğru bir yaklaşım değil ve bu oran da yüksek olabilir ancak sorunun önemli bir yanını göstermesi açısında dikkate değer.

Gazeteci Ahmet Sümbül 2 yıllık araştırması sonucunda "Güneydoğu'da Fuhuş: Olaylar Belgeler ve Röportajlar" kitabında bu konuda çarpıcı bilgiler veriyor. 16 yaşında hayat kadını olan Aysu üvey baba dayağından kaçmak isterken fuhuşa sürüklenmiş "Urfa'da randevuevinde çalıştım. Kazandığım parayı randevuevi sahibiyle paylaşıyorum. Bu güne kadar yattığım kişi sayısı 1000'i geçti. Bu işe başladığımda 63 kiloydum, şimdi 55 kiloyum" diye belirtiyor içler acısı durumunu. Bu konuda asıl dram 23 yıllık hayat kadını Selma Ç'nin feryadı. Selma Ç. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığına yazdığı mektup ile "İnsanlar, müslümanlar nerdesiniz" şeklinde feryat ederek zorla yaptırılan bu işten kurtulmak istediğini belirtiyor ve yardım istiyor. Selma Ç. Mektupta şöyle yazıyor: "Ayrılmak istedim. 'bize borcun var çalışacaksın, yoksa çocuğunun kanından çıkarırız o parayı' dediler. Burası dağ başı mı dedim. Büyük oğlumu isteyip çabalarken küçük oğlumu da kaybettim. Mağdur insanlardan biriyim. Kimsesiz sahipsizim. Türk milletinin bazı toplum ve kişilerinden davacıyım. Çocuklarımı istiyorum. Temiz toplumda yaşamak istiyorum." "Bu yaşıma kadar onlara ayak uydurmaktan onlarla savaşmaktan bıktım. Nasıl yaşadığıma şaşırdım. Beni çocuklarımdan ayırdılar." "Kimsesizleri, 15-17 yaşındaki kız çocuklara tecavüz edip sonra genelevde çalıştırıyor, parasını yiyorlar. Kimini kandırıp kimini zorla getiriyorlar. Bu mekanlarda kimi karısını, kimi kızını, kimi de bacısını satıyor. Köşelerde bekleyip müşteri bile gönderiyorlar. Kadınlar türlü uyuşturucuya alıştırılıyor, 'müşteriyi memnun et ki bir daha gelsin, çok para kazan' diye teşvik ediyorlar. Kadınların bazıları fazla uyuşturucudan ölüyor. Belki de öldürülüyorlar. Kadınları bugün az para kazanmışsın diye dövüyor, işkence yapıyorlar. Kadınların kafasına vura vura ekmeğini elinden alıyorlar."
Mektubunu şöyle bitiriyor:
"Bir kere o... damgası vuruldu mu onlara kimse sahip çıkmıyor. Tamamen kadın satıcılarının eline bırakılıyorlar. Toplumdan dışlanıp ömürlerini böyle bitirmek zorunda kalıyorlar. Ben 23 senedir böyle yaşıyorum, yaşatılıyorum. Davacıyım. Gereğinin düşünülmesini, adaletin yerine getirilmesini istiyorum. Çocuklarımı istiyorum. Medeni bir milletin içinde temiz toplumda yaşamak istiyorum. Allah'a tertemiz ibadet etmek, torunlarımı sevmek, özgür yaşamak istiyorum. Çocuklarımı ve torunlarımı temiz topluma emanet edip ölmek istiyorum. Yüce adalete inanıyor ve güveniyorum. Adalet bekliyorum, istiyorum. Help, imdat dünya İnsan Hakları Mahkemesi'ni istiyorum. Acele cevap bekliyorum."

Evet olaya bir de bu yönden bakalım, insan olduğumuzu hatırlayalım. Ve bu kişilerin de insan olduğunu.. Olayın pek çok yan sonuçları var. Fuhşun getirdiği uyuşturucu illeti, yayılan hastalıklar, aids vs. Ama bu kez ıskaladığımız boyutundan bakalım, insani boyutundan ve meşrulaştırılan şeylerin ne olduğunu bir kez daha düşünelim… Öte yandan da kaybettiğimiz değerleri. Ve kadın-erkek eşitliğine bir de bu bağlamda bakalım kapitalizmin en yoğun olarak kullandığı meta olarak kadına, genelevlerde çalışan kadınların durumunun 'erkek egemen' bir anlayışın tezahürü ile meşrulaştırılmasına bir kez daha bakalım ve düşünelim.. Unutmayın düşünmek sadece fikri değil kalbi bir faaliyettir aynı zamanda…

Sevgiyle

1 http://www.egitimsen.org.tr/bilgibelge/analiz_08-05-2004.html
http://www.egitimsen.org.tr/basinaciklamasi/16haziran2004_yilsonu.html
2 UNICEF, The State of the World's Children 2004
3 İbrahim Güran Yumuşak; "Gelişmekte olan Ülkeler ve Türkiye Açısından Kadın Eğitiminin Ekonomik ve Sosyal Boyutu Üzerine Bir Değerlendirme", http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404031.pdf
4 ATO, http://195.155.145.1/turkce/index10.html
5 Ali Seyyar, Mehmet Nurullah Kurutkan; "Sosyal Hizmetler Kapsamında Hayat Kadınlarının Psiko-sosyal Rehabitilasyonu", http://www.sosyalsiyaset.com/documents/hayat_kadinlari.htm
6 http://www.haberx.com/n/136953/23-yildir-fuhus-cetesinin-kurbani.htm , Konu ile ilgili Ahmet Turan Alkan'ın aynı paralelde çok güzel bir yazısı var. Yazı için bkz. http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=11652


Tamer Soysal
tsoysal@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Venüs gezegenine eşlik eden otoriter Satürn' ün yüzünden uçuşacak kıvılcımların bu hafta haddi hesabı yok sevgili koçlar. Kendinizi yorgun hissetmeniz muhtemel, bu yüzden enerjilerinizi heba etmemeye gayret edin. Üstelik sevgileri de derin soğutucularda bırakırsanız haftanızı titremelerle geçirmeye razısınız demektir. Beklenmedik şekilde pahalıya mal olacak bir emlak projenizi yeniden gözden geçirmenizde fayda var.

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Öylesine şahane semai bu ortamda beklenmeyen tek misafir olan iletişim gezegeni Merkür'ün ceviz kabuğunu doldurmayacak kuru gürültülerle aşklarınıza gölge düşürmesinden başka yaramazlık yok sizlere boğalar !.. Sevgileri gurur savaşcıkları ile zedelemeyin.. En nihayet eylül ayı sizlere gani gani bereketlerin hasıl olacakları gün ve haftalarla huzurlarınızda, faydalanmasını bileceksiniz değilmi ?… Moralleriniz paslanmaz çelikten !..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Her an patlamaya hazırsınız sevgili ikizler ama ne yazık ki sıkıntıdan değil. Durum daha da vahim. Damarınıza basılmış tamam ama bu kadar da aşırı tepkilere gerek varmı, bilemiyeceğim… Duyguları dengeleyin, ince ayarları tutturun.. Mesleki uğraşlarda bile el ve ayağınız sanki bağlıymış hislerini yaşamanız işten bile değil. Geriye ne mi kaldı ? Derin bir nefes alın, dinlendirin zihninizi..

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Sevgili yengeçler artık bir yol ayırımına gelmişsiniz. Tartıp sorguladığınız bazı ilişkilerle ilgili kararların arefesinde bulunduğunuz kesin. Yaşama yeni açılardan bakışların burcunuzda yoğunlaşacakları bu hafta mutluluğun doruklarında olacaksınız.. Mesleki ve ortaklaşa çalışmalarda şanslar kapınızdalar. Nelere malik olduğunuzu göstermenin zamanı geldi yengeçler. Buyrun sahneye !..

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Yine bu hafta özel yaşamlarınıza ve özellikle çocuklara kilitlenmişsiniz sevgili aslanlar.. Ayrıca yeni mekanlara taşınmalar, beraber yaşam istekleri ve bebiş dileklerinizi sevdikleriniz ile paylaşmanız söz konusu ama bu sefer herzamankinden daha çok elbet… 2005' e şuracıkta ne kaldı değilmi !… Evraklara, organizasyonlara, randevulara özellikle dikkat edin. Ayın sonu için şimdiden hazırlıklı olun, şanslar dolu dolu geliyorlar..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Yeni mekanlara taşınmaların hatta yabancı diyarlara göç etmenin bilhassa söz konusu olacakları bu dönemde hayati kararlar sizleri beklemekteler sevgili başaklar.. Eskisine nazaran daha bağımsız olacaksınız, nihayet. Kemikleşmiş prensiplerden arınmanın zamanı geldi. Değişimler gezegeni Üranüs sizleri gözetliyor.. Profesyonel açıdan sınırsız düşünün, yükseklere konmanız için eylül ayını kaçırılmaz fırsat bilin…

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Ruhunuz buz kesilmekte sanki bu hafta sevgili teraziler !. Her sene bu devrelerde monoton bir şekilde tekrarladığınız yaşam tarzınızı terkedin ve terkedin... Bu hafta özellikle provokasyonlara cevap vermeyin. Diyalog ve anlayış altın anahtarlarınız olsunlar önümüzdeki günler.. Yeldeğirmenlerine karşı savaş vermekte olduğunuzu düşünmeke olabilirsiniz, haklısınız. İşlerinizde başınız önlere eğik olmasın, asla.. Kazanmalısınız.


AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Rüya gibi bir hafta sizleri beklemekte sevgili akrepler.. Sakın olmadık yerlerden nem kapıp da ortamları zehir etmeyin !.. Eylül ayı sizlere ballı gelmekte. Çekinmeden fırsatları kollayın ve sonuna kadar kullanın.. Reytinginizin muhteşem olacağı bu haftanızda gereksiz tereddütleri çöpe atın !.. Çizdiğiniz yollardan sakın şaşmayın akrepler.. Keyfinizin gayet yerinde olacağı bu hafta yaşadınız demektir..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Sinir küpüne dönmüşsünüz sanki sevgili yaylar.. İstemeden de olsa ve durduk yerde ortamları elektriklendiriyorsunuz.. Ne ekerseniz onu biçersiniz değilmi, biliyorsunuz bunu… Aşırı duygusallıklar içinde olup yangınlara körükle gitmeyin.. Zırhınızı giyinin aynı zamanda toleranslı olun. Eylül sizlere köprüden geçiş ayı, sabırlı olursanız çok şeyler kazanacaksınız.. Sayfaları çevirmeye hazırmısınız ?…

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Koçlara olduğu gibi siz oğlaklara da sevdalar gezegeni Venüs'ün bir sürprizi var. Beraberinde getirdiği Satürn gezegeni çoğu oğlakları aşklardan soğutmakta.. Bıkkınlıktan mı desem yoksa işlerinizin yoğunluklarından mı, içleriniz sanki göçük !.. Aileleriniz yinede gereken enerjileri sizlere aşılamaktalar.. Işlerinizde ültra organize olursanız kazanacaksınız. Profesyonel uğraşlarınız da kimsenin yardımcı olmaya niyeti yok, bunu bilmiş olun..


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Keyfiniz nasıl isterse öyle takılacağınız bu haftanızda bir yaramazlık yok maşallah... Unutmayın ama, herşey size bağlı sevgili kovalar, ya sakin bir hafta veyahut da gereksiz problemlere davetiyeler. Seçimlere buyrun.… Sevdiklerinizi mutlu kılın, sevgilere sırt çevirmeden.. Paraları kompülsif reaksiyonlar altında harcarsanız sonra ağlayıp sızlamak yok.. Herşey sizlere bağlı, unutmayın..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Beklenmedik tepkilere hazırlıksız oluşunuz duygusal bir karmaşıklığı yaşamanıza neden olabilir.. Sizlerden öylesine sevgi ve ihtimam bekleniliyor ki.. Önce kendinizi düşünün balıklar. Çevrelerinizin duygusal sömürülerine kaptırmayın kendinizi.. Bütçelere dikkat edin ve gereksiz borçlanmalara kalkışmayın.. Sabırlı olun ay sonunda daha rahat olacaksınız… Sabır abidesi ey balıklar, bekleyin az kaldı.. Dandik eylül hele bir geçsin..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
0 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.258 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İSTESEM!

İstesem dünyayı mezar ederim sana... İstesem!
Bir akşamı asarım şafak atımına...
Seher yeli bağbozumuna denk gelse de yine.
Gündelik telaşlar urbamda, libasıma kadar terlerim
Senli avuntularımın sancısı bekler.

İstesem bir güneş açarım doğudan… İstesem!
Bütün başaklarının payına kuraklık çıkartırım fallardan.
Harçlığım susmaktan esir aldığım bir kaç kelime.
Döner durur talih yerinde, Çark ta döner elbette,
Çevkan yedi nesil geçmişte.

İstesem kara sular indiririm ayaklarına… İstesem!
Duvar diplerinden sarı potinlerle, bir gece ansızın baskına gelirim kapına.
Ve güneşin çocuklarına bakakalan bir anne arar gözlerim,
Beşik kertmesi yavru dizi dibinde.
Beş yudumluk sütüne haraç keserim.

Şakaklarına kadar şaşkınlık yollarım sana.
Her tarafın heybetimden gebe kalır.
Kışta kardelenlere yasak çıkartırım
İstesem... Yüzüne bıçağımla ismimi kazırım.

Celal Kılıç

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yorum yazmaya gerek var mı?!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Siz devlet ile ilgili olan işleriniz için ne yapıyorsunuz? ...Vatandaşların E-Devlet uygulamalarından habersiz oluşu ve gerektiğinde bu uygulamalara ulaşmak konusunda yaşadıkları zorluklar bir e-devlet portalı ihtiyacı doğurmuştur. Bu ihtiyaca cevap vermek üzere Eylül 2003´te www.devletim.com domaini altında E-Devlet portalı kurma çalışmaları başlamıştır... diye tanıtım yazısını kullanan http://www.devletim.com/index.asp?cat=online+hizmetler web portalında bir çok işleminizi bilgisayarınızın başından kalkmadan yapabiliyorsunuz. Uğramazsanız üzülürsünüz.

"insan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 50 yıl önce 10 Aralık 1948 günü kabul edilmiştir. Geçen yıl 75.yılını kutladığımız Türkiye Cumuriyeti'nin Anayasa'da belirtilen niteliklerinden biri de "insan haklarına saygılı" olmaktır. http://www.mailgazete.com/bilgibank/bilgibank4.html Eğer bu beyannamede neler yazdığını merak ediyorsanız bu kısa yolu tıklayabilirsiniz.

...CHATIN, cep telefonları için geliştirilmiş, Telsim, Turkcell ve Avea ile uyumlu, ICQ/MSN türü bir programdır. Aynı bu programlarda olduğu gibi arkadaşlarınla sınırsız sesli konuşmanı, yazılı mesajlaşmanı, e-mail, resim ve video göndermeni sağlar... http://www.netbul.com/chatin/chatin_nedir.asp kısayolundan her türlü bilgiyi alabilirsiniz.

Animasyonlar konusunda ilginç bir kaynak. http://www.icerix.com/kategori3.html em eğlencelik hem de bilgi kaynağı.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Firefox 0.9 [4.7M] Windows FREE
http://www.mozilla.org/products/firefox/
Yeni ama hatalardan ders almış bir browser arıyorsanız Firefox'u mutlaka denemelisiniz. Internet Explorer'ın ve Netscape'in temelini teşkil eden Mozilla tarafından geliştirilen bu program çok yakında tüm tarayıcıların pabucunu dama atacağa benzer. İçindeki arama ve download yöneticileri kusursuz ve hızlı. Benden söylemesi, bilgisayarınızı üzmeyecek ve yormayacak bir tarayıcı kullanmak için yükleyin ve mutlaka deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040906.asp
ISSN: 1303-8923
6 Eylül 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com