|
|
|
9 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : İyi habere hasret kaldık!.. |
Merhabalar,
Allah için bir günü de kötü habersiz geçirelim. Ama ne mümkün. Kastamonu'da hayatını kaybeden 19 maden işçisinin haberi kor gibi yaktı yürekleri. Bir ufak ihmalin bedeli çok acı oldu. Ölenlere rahmet, geride bıraktıklarına, sevenlerine sabır dilemekten başka birşey gelmiyor elden. Üzgünüz. Hem de çok.
Fakirin tavuğu tek tek yumurtluyor. Biri Avrupa şampiyonu diğeri Dünya üçüncüsü iki komşu al gülüm ver gülüm futbolunun ardından puanları paylaştılar. Kavga gürültü de olmadı. Bir dönem Özarı yönetiminde şerefli beraberlikler alır olmuştuk. Umarım o günlere geri dönmeyiz. Oysa bakın 12 dev adam deplasmanda galip geldi. Futbolu boşverip baskete mi baksam acaba?
Bu gece gözkapaklarım gene ağır dönemlerinden birini yaşıyor. İzninizle biraz erken ayrılıp kapak dinlendirmesi yapayım. Gitmeden önce bugün bir istek şarkısına yer verdiğimi de söyliyeyim. Şarkımız Ankara'dan Ferda, Nazilli'den Şevki, 9 Eylül münasebetiyle İzmir Karşıyaka'dan Hale, Jale ve Lale ile tüm kahvecilere gidiyor. Şarap gibi bir ustadan şarap gibi bir şarkı, Erkin Koray'dan Yalnızlar Rıhtımı. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Doğan Sovuksu |
SIRADAN 1 GÜN BOYUNCA DUYDUĞUM BAZI SESLER
-Szzjjjjjjjtt. (Camın inme sesi)
-Yahu kardeşim öyle çıkılır mı? Çarpacaktım az kalsın! (Benim sesim)
-Küfretme lan! (Bir adamın sesi)
-Ne küfürü ya? Ne diyorsun sen kardeşim? Öyle çıkılır mı diyorum. (Benim sesim)
-Git işine lan, canımı sıkma sabah sabah! (Adamın sesi)
-Ttjjjjjjzzs. (Camın kapanma sesi)
-Sabah sabah şansa bak ağzına .ıçtığımın. (Benim sesim)
-Tttk. (Arabanın teybinin açılma sesi)
- ... söyle yeni jenerasyon çok mu mutlu sence
çok konuşma rezil oldun hepsi mutsuz bence
anahtar olmuş her bakışta kara para pençe
hançer saplanmış bu kalbe fayda etmez akçe....(Ceza'nın sesi)
-Ppttt.(Arabanın radyosunun açılma sesi)
-.....Eliz sence kızlar mı daha çok aldatıyor erkekler mi? (Çok mutluymuş gibi yapan adam sesi)
-Ya sizi üzmek istemem ama her sabah böyle saçma konular bulmaktan sıkılmadınız mı?Çok salaksınız bunu söylemek için aradım sadece. (Eliz'in sesi)
-Çok komiksin Eliz. Hahahahaha. Eliz beni duyuyor musun? Sanırım hat kesildi. Şimdi de Burçe'yle birlikteyiz. Merhaba Burçe. Erkek arkadaşını hiç aldattın mı Burçe? (Mutlu adam sesi)
-Merhaba. Evet 3 kez.(Burçe'nin sesi)
-Tttpp. (Radyonun kapanma sesi)
-Tık. (İşe gidiş yolunda 1 saat süresince duyulan anlamsız seslerin sıkıştırılmış özeti)
-Günaydın herkese. (Benim yapmacık sesim)
-Günaydın, naber? (Onların yapmacık sesleri)
-Tık, tık, tık, tık, tık....(Her sabah işe alışmak için bakılan internet sayfalarına girmeyi sağlayan mouse'un sesleri)
-Ççtık. (Toplantı odasının kapanma sesi)
-Biliyorsun bu şirket kazanırsa biz de kazanırız. (Müdürün sesi)
-Zzzzzzzz... (İçimdeki ses)
-Satış için agresif olmalıyız.(Müdürün sesi)
-Ben zaten agresifim,sabah az kalsın girişiyordum bir adama.(Benim sesim)
-Çok komik biri değil mi arkadaşlar?(Müdürün sesi)
-Tarkan Bey, bütün enerjimle satışa odaklandım, denizden balık çıksa satarım.Akşam maçımız var halı sahada, gelmek ister misiniz? Belki kaleye geçmek istersiniz. Kaleye geçin, size kurtardığınız her gol için prim vereceğim, ne dersiniz?(İçimdeki ses)
-Daha iyi olmaya çalışacağım Tarkan Bey. Daha yeniyim biliyorsunuz. (Benim sesim)
-Bu iş hedeflerle olur. Bu ay ki hedefini çok yüksek tutuyorum. Bu sana çok şey öğretir. Target'ları hep yüksek tutmalısın ki iyi satış yapabilesin! Sende bu potansiyeli görüyorum (Müdürün sesi)
-Maaşın üçte biri gitti yine, ne bu ya?(İçimdeki ses)
-Sağolun Tarkan Bey.(Benim sesim)
-Kıtçç. (Toplantının bittiğini müjdeleyen kapı açılma sesi)
-Di di di di daaa di di di di daaaaa.(Cep telefonumun sesi)
-Naber? (O'nun sesi)
-İyidir, özledim seni. Bu akşam görüşelim mi?(Benim sesim)
-Bu akşam ne yapacağım belli değil, konuşuruz. (O'nun sesi)
-Konuşuyoruz işte. Şimdiden karar ver işte.(Benim sesim)
-Ararım seni. (O'nun sesi)
-Allahım, kafayı yiycem ya! Niye aradın beni kızım? (Benim sesim)
-Öylesine, sesini duymak istedim. (O'nun sesi)
-Bak seni seviyorum ve özledim. Sana aşığım. Bu kelimeler belki sana komik geliyor ama durum bu. Beni uğraştırma! Canım sıkkın zaten. (Benim sesim)
-Bunu daha önce konuşmuştuk. İlişki istemiyorum. Seni ben de seviyorum. (O'nun sesi)
-Ne istiyorsun peki? (Benim sesi)
-Telefonu kapatmak istiyorum. Ararım.(O'nun sesi)
-Arama bir daha. (Benim sesim)
-Arıycam ........(O'nun sesi ve telefonu kapattığını anlatan sessizliğin sesi)
- Oğlum çok komik ya. Bak Hürriyet'te ne yazıyor: Kaymakamlık olarak geminin batmaması için Ankara'ya faks çektik. (İş arkadaşımın sesi)
-Şaka mı bu? (Benim sesim)
-İspanya, çevre yörede bu felaketten etkilenen herkesin masraflarını karşılayacaktır. (Bakanın radyodaki sesi)
-Ne de kolay geçiştiriyorlar 4.5 yıllık anlamsız bekleyişlerini. (Benim sesim)
-Sakin ol oğlum. Buraya bin kilometre uzakta bir yer. Sen hafta sonları Kilyos'una gider yüzersin yine.(İş arkadaşımın sesi)
-Dalga mı geçiyorsun, bilmiyor musun? Ben orada doğdum ve tüm ailem orada.(Benim sesim)
-Hadi ya! Kusura bakma abi! Üzüldüm şimdi. (İş arkadaşımın sesi)
-Boşver, üzülme. Nasıl olsa ben de senin nereli olduğunu bilmiyorum zaten. Ödeştik. (Benim sesim)
-Di di di di daaa di di di di daaaaa.(Cep telefonumun sesi)
-Naber? (O'nun sesi)
-Ne istiyorsun? (Benim sesim)
-Ben İzmir'e gidiyorum 1 haftalığına, annemler çağırdı. (O'nun sesi)
-Eeeee....? (Benim sesim)
-Bunu söylemek için aradım. (O'nun sesi)
-İyi yolculuklar. Bak seni çok özledim, bari gitmeden görüşseydik?(Benim sesim)
-Konuşuruz.(O'nun sesi)
-Ne zaman konuşacağız, delirtme beni, kaçta gidiyorsun!(Benim sesim)
-Akşam 7 uçağıyla. (O'nun sesi)
-Saat 6'da işten çıkıyorsun,nereye yetişeceksin? Ve sen bir salaksın!Yeterince rezil oldun, kapat şu telefonu artık! Gururunla otur ve onu unut! Kız seninle ne güzel oynuyor. Sen zeki bir adamdın, ne zaman böyle gerzek biri oldun? (İçimdeki ses)
-İşten erken çıkayım, seni havaalanına götüreyim. Nasıl gideceksin?(Benim sesim)
-Nasıl izin alacaksın oğlum? Durumun çok kötü çoookkk, acıdım sana vallahi...Düşünsene kız gelsin diye bir de ağlıyormuşsun..Hehehehe...(İçimdeki ses)
-Deniz otobüsüyle Bakırköy'e, ordan taksiyle havaalanına. Zahmet etme,sağol. Hadi görüşürüz. (O'nun sesi)
-Ara gelince. İyi yolculuklar.(Benim sesim)
-Yazık sana. Zaten iştesin, stresten patlayacaksın. Arama oğlum bir daha bu kızı!( İçimdeki ses)
-Ben mi arıyorum, görmedin mi o aradı!! (İçimdeki sese cevap veren içimdeki diğer ses)
-"Ona aşıksın ama bu aşk sana ait. Seni bağlar. Aşkını reddetse bile bunu değiştiremez. Sadece bundan faydalanamaz hepsi bu. Senin sunduğun sen, her zaman için senindir; gizlediğin ise sonsuza dek kayıptır!" (O an aklıma gelen, "Mösyö İbrahim ve Kuran'ın Çiçekleri" filminin bir sahnesinde, Ömer Şerif'in sesi)
-Trçşşşşşşşşşşşşşşşşşş....Prrrrattt!! (Mesai bitimine kadar duyduğum seslerin özeti)
-..........(Eve gelene kadar duymamaya çalıştığım trafiğin sesi)
-Kuzey Osetya' daki vahşetin ilk görüntüleri elimize geçti sayın izleyiciler. Görüntüler sınırlı, o yüzden tekrar tekrar gösteriyoruz. (CNN spikerinin sesi)
-Biz bunu hak edecek ne yaptık? Birileri dünyanın içine ediyor ve biz bunu naklen izlemekten başka bir şey yapamıyoruz. Gündüzleri çalışıyoruz, o yüzden elimizden bir şey gelmiyor. Üzülmeye bile zamanımız yok. (Benim sesim)
-Çalışma o zaman abiciğim. Git bir şeyler yap, birilerine yardım et, en azından Greenpeace gibi bir şeye katıl. (En iyi arkadaşımın sesi)
-Ne diyorsun oğlum? Ekonominin haline bak! Böyle bir ekonominin içinde bir de parasız olduğunu düşün! Kim dinler parasız birini? Ben para kazanıp önemli yerlere gelip sesimi duyuracağım.(Benim sesim)
-Yahu lisede olsak bu cümlen bana inandırıcı gelirdi. 20 yıldır aynı şeyleri söylüyorsun. Boş konuşma artık! Bu hayatı sen seçtin!Tüm tercihlerini sen yaptın! Rahatına en uygun ne varsa onu seçtin! Hepimiz bu görüntüleri hak ettik. Belki bir gün bu ülkede her şey düzelecek ve bizi gelmiş geçmiş en keriz millet olarak hatırlayacaklar. Düşünsene Yıl 2098, RTV diye bir kanalda bir belgesel: Sayın izleyiciler, bugünkü belgeselimiz 1940-2000 yılları arasında doğanlar ile ilgili. Bildiğiniz gibi bu zaman diliminde doğanlar, Türk tarihinin en saf ve en gerzek bölümünü oluşturuyordu.(En iyi arkadaşımın sesi)
-Abartma oğlum! Hem niye 1940'ta başlattın gerzeklik tarihimizi? (Benim sesim)
-Babalarımıza ayıp olmasın dedim!(En iyi arkadaşımın sesi)
-İnce adamsın oğlum,hadi Moda'ya gidip çay içelim.(Benim sesim)
..........
-Ttttk. (Arabanın teybinin açılma sesi)
-... Etrafta güvercin yok, terörizm can aldı
Bu yozlaşmış televizyon hattı günaha aktı
Mahkeme kim ben kim hakkımda soruşturma açtı
Savunmama karşılık olacak sadece bir gözyaşı.... (Ceza'nın sesi)
-Di di di di daaa di di di di daaaaa.(Cep telefonumun sesi)
-Alo baba naber? Nerdesiniz? (Benim sesim)
-Evdeyiz, amcanlar bizde. Balık yiyoruz, sen aklımıza geldin. (Babamın sesi)
-Gemi batmış orda, duymadınız mı? Yemeyin bir daha balık malık! Hayret bir şey ya, dünyadan haberiniz yok.(Benim sesim)
-Uzak bize oğlum. Terastan gemi görünmüyor. Körfezde olmuş. Bir şey olmaz.(Babamın sesi)
-Baba, 2 saat içinde oraya da ulaşır. Denize de girmeyin artık!(Benim sesim)
-Daha neler! Oğlum kaderde yazılmışsa, ne yapsan boş, sen gönlünü hoş tut hoş.İyisin değil mi?(Babamın sesi)
-İyiyim, Moda'dayız Ali'yle. Selamı var. (Benim sesim)
-Gözlerinizden öpüyorum, annen de selam söylüyor ...... (Babamın ve konuşmasının bitme sesi)
-Oğlum Ali, bir insan bu kadar boktan ses arasında bu ses olmadan nasıl yaşayabilir sence? (Benim sesim)
-Ne sesi abi? (Ali'nin sesi)
-Babasının sesi... (Benim sesim)
-Sen bugün çok duygulusun, çay yaramaz sana, yürü Barlar Sokağı'na gidip bira içelim.(Ali'nin sesi)
-Di di di di daaa di di di di daaaaa.(Cep telefonumun sesi)
-Naber? (O'nun sesi)
-Ulaştın mı İzmir'e? Beni ne diye habire arayıp duruyorsun? (Benim sesim)
-Seni seviyorum,canım aramak istedi...Ama yanlış anlama! Arkadaşca... (O'nun sesi)
-Çok incesin sağol. Görüşürüz gelince. (Benim sesim)
-Tamam, konuşuruz. Byeee... (O'nun sesi)
-"Bıktım bu hayattan", "Ben lezbiyenim Ertan", "Neee? Beni aldattın! Öleceksin" , "Teybim dört kez çalındı polis bey", "Eeeee o zaman sorun sizde beyefendi", "Tren raydan çıkmışsa Allah'tandır", "Sizin hiç mi suçunuz yok?", "Ben öyle bir şey mi dedim, sen hangi gazetede çalışıyorsun terbiyesiz herif!", "Rusya'da olanlar Allah'tandır", "Sen aşağılık bir adamsın, yine de sensiz olamıyorum, ben deli miyim?", "Deli değilsin, sadece anormalsin", "Lütfen dalga geçmeyin avukat bey, ben bu köpeği mirasıma ortak etmek istiyorum", "Akrabalarınız siz ölünce köpeği öldürmesin?", "O zaman vazgeçtim", "Sıçayım tatile geldik ama oda acayip sigara kokuyor", "Gemiyi tam yollamak üzereyken battı, Allah'tan değil demek mümkün mü? 10 sene bekletsek de bu gemiyi, Allah son gün batıracaktı demek", "Sayın izleyiciler, kiosk bir kayık gibi yüzüyor, düşünsenize bu kahvede 10 dk. önce 20 kişi vardı, şimdi kahve sular altında, canımızı zor kurtardık. Kahve sular altındaymış, bu kahvenin suyunu fazla kaçırmış bu Alibeyköylüler hehehehe, kayıtta mıyız Uğur,duyulmadı değil mi?" , "Eliz sence zina suç mu?", "Ben yine programınızın salaklığını hatırlatmak için aramıştım", "Naber,napıyorsun?", "Özledim seni, ne zaman görüşeceğiz?", " Konuşuruz....", " Oğlum çok sıradan bir hayatımız var", "Sen eskiden bu kadar karamsar değildin. Bir bira daha?", "İsterim, evet.....", "Yazdığın mesajları okumadan atacağım ne demek abi? Sileceğim dese ne olacak?", "Kafiye olmayacak", "Haaaaaaaa!!".......................... (O anda İstanbul'un farklı noktalarındaki insanlardan, radyodan ve TV'den çıkan sesler...........)
Doğan Sovuksu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 19 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ÖZLEM ÖĞRETİLERİ
Bitirdikçe yalınlaşacak, büyün,
Özlem, geceye yalvarmaktır biraz da
Özlem, kâğıdın mürekkebe kavuşmak için beklentisi, toprağın suya susamışlığı, ağaçların güllerini açacağı beklerken hissedebilecekleri tek duygudur. Özlem bir boşluğu işgal eden sular gibi duru bir anıdır kalbinde aşkın. Sesizliği çoğaltarak gecenin enginine bırakan görünmez bir hayaldir. Bıçak yarasının hayatına küfür diye çizdiği bir çizgi yaşamayı anlamsız kılan her şeye özdeştir özlemek, Özlem bir çiçeğe duyduğun özlemdir, kadının saçlarında kokuyu aramaktır özlem bahara duyduğun istektir, güneşi yüzünde hissettiğinde içinde duyduğun neşedir. Aşkın vazgeçilmez bir parçasıdır, özlemeden aşık olamazsın, onun tamamladığı yerde onsuzluğun bıraktığı ıssızlığı hissetmeden onunla olmanın mutluluğunu bilemezsin. Gece yarısı başlayan yağmurlarda uyanmak gibi, özlemin gözyaşlarına ihtiyacı vardır bir aşkın.
Aşk ne kadar tutkuysa, tutkun olunana duyulan özlem o denli güçlüdür. Özlem düşlerle desteklenir, kurulan düşlerle kendi dünyasını yaratır insan kalbinde. Özlem bir yolculuktur, tıpkı aşkın kendisi gibi, yol aldıkça geçmişten uzaklaşmak, keşfedilmemiş yanlarını keşfetmek ve kendi içinde yanan bir ateşle aşkın acısının bir yönünü fark etmektir. ruh kendisini özlemleriyle keşfeder, nefes almak, uyumak, üşümek gibi bedenin kendini tanıması için gerekli olgular kadar ruhun da kendisine ilişkin, belki daha gizli, daha mistik, anlaşılması daha zor ama daha yaşamsal anlamları vardır.
özlemeye başladığını ilk hissettiğinde, hiçbir şey anlamazsın.. yüreğinde bir şeyler sıkışmaktadır, önce derin bir sıkıntı içinde hissedersin kendini, saniyelerin geçmediğine takılırsın; anlamsız hareketler, dalıp gitmeler, sabırsızlıklar, sessizlikler.. Sanki bir uyuşturucu bedenini sarmaktadır ve sen kendinden uzaklaşarak bir başka ruha bürünmektesindir. Mutsuz olduğunu düşünürsün, yaşamdan tat almak, gülmek, daha önce seni mutlu eden şeylerle yetinmek olanaksız olmuştur. Mutsuz olduğunu, onu sevmediğini, aşkın olmadığını düşünürsün; dalgaların ardı ardına geldiği kumsalda, kumları kaldırıp rüzgâra savurmak gibi yüzüne gözüne kum taneleri dolmaya başlar, deniz açılan boşluklardan işgalini daha büyük bir hırsla sürdürür, delicesine âşık olduğunu ve özlem duyduğunu o an fark edersin. Özlem kendisini içinde genişleten bir duygudur, farkında olduktan sonra da büyümesini sürdürecektir. Dakikalar geçmez, oda hızla soğumaktadır, gece ıssızlaşır, göl yüzeylerinde fırtınalar kopar, aylarca sürecek susuzluklar, açlıklar, uykusuzluklar, düşsüz uykular, gölgesiz karanlıklar başlayacaktır.
Özlem sevişmektir kendi bedeninle, acılarınla var olmaktır. Özlem kendi içinde aşkı keşfetmektir, kalbini dinlediğin ve sessizlikte onun adının fısıldandığını hissetmektir. Özlem kendi içinde çıkılan bir yolculuktur, ıssız bozkırlarda hissedilen yalnızlıktan daha kesici, gece ayazlarından daha çok ürkütücü kimi zaman. Gözyaşlarına boğulup pencere camlarından dışarıya bakıp onun ismini fısıldamak ve gözlerini yumarak ona eriştiğini düşünmek.
Sessizlikler daha çok can yakıcı olmuştur, biran uzaklaştığında dünyanın dönüşünü durdurmak istersin, tek başına karşılamak istemezsin zamanı ve yaşamı. Güzel olan her şey onu hatırlatır sana.
Adnan Bilen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı |
GÜLMECE ÜZERİNE İKİNCİ VE SONUNCU DENEME
Program TRT1 de Gecenin Işıkları adlı bir program. Candan Erçetin ve Beyazıt Öztürk (bildiğiniz Beyaz) program konuğu. Daha fazla ilerlemeden hep merak etmişimdir Beyazıt mı doğrudur Bayezit mi, bilen varsa iki satır bana yazsın lütfen, Beyazit diyenler de var. Aynı durum Atila, Atilla, Attila isminde de var, o konuda da bilgisi olan varsa iki satır yazsın , ama sallamadan lütfen, demleyerek yazsın da olayı tam öğrenelim. Ne diyorduk efendim, ya da ne diyecektik, evet, yukarıda adı geçen programda Beyaz dedi ki , mizah yapabilmek için karşıda olmak lazımdır, birşeyler ters gitmeli ki mizah yapılabilsin, Türkiye bu konu için çok elverişli. Al bir kaya ne yaparsan yap. Şimdii, efenim yani Avrupa'da mizah yok demektir, adamlarda ortalama %1 enflasyon, insan hakları çok hoş, gelecek korkusu yok, mizah yok. Amerika ikiz kule faciasından sonra mizaha uygun hale geldi eskiden mizah yoktu. Mizah zıtlıkların birşekilde gösteriye dökülmesi olabilir ama, birşeylerin ters gitmesi şart değildir herhalde. Gülmek için, birinin yere düşmesini, ya da yellenmesini beklemek gerekmez değil mi?
Radyo anons yapıyormuş " dünyaya uzaylılar indi, bunlar dost yaratıklar ,kısa boylu elleri yere yakın, gözleri patlak, yüzleri kırmızı, onları görünce korkmayın iletişim kurmaya çalışın". Temel kamyonunda direksiyon sallarken bu anonsu duyar ve yolun kenarında alacakaranlıkta bir karaltı görür. Kamyonu durdurur, aşağı iner, yol kenarındaki çalılıklara seyirtir, çalılıklar arasında anonsa uygun bir canlı görür, kısa boylu, elleri yere yakın, gözler patlak ve yüzü kırmızı.Temel yaklaşır ve yavaş yavaş konuşur "ben Temel kamyon şoförüyüm, trabizonluyum, sen kimsin, nerelisin, ne yapayırsun" çalılıktan cevap gelir, "ben tursun, ofliyum ,sıçayrum", bu mizahta bir zıtlık yok, terslik yok, sadece iki karadenizli vatandaşın hoş komikliği var.
Zıtlıkların, ve zayıflıkların mizahı ve dahi belden aşağısının mizahı, mizah yapmanın en kolay şekli, fazla zeka pırıltısı istemeyen şekli. Ama kendi ile gırgır geçmek en fazla zeka ve aşmışlık isteyen bir durum. Bunun en güzel örneklerini âmâ şarkıcı Metin Şentürk veriyor, bir keresinde ayağı kırıkken yapılan bir tv çekiminde nasılsın diyenlere "kör, topal idare ediyoruz" demişti.
Tüm bunlarla birlikte, yaşadığımız ülke gerçekten insanı strese boğan bir mizah cenneti. Başbakanından, Reha Muhtar'ına kadar hergün güler misin , ağlar mısın ikilemini yaşıyoruz. Meşhur bir anektod vardır "adam trende kompartman'ın kapısını açar bir Türk, bir Fransız, bir Alman oturmaktadır adam yine mi siz der ve kapıyı kapatır" çoğu fıkranın bu anektoddaki gibi başlamasına benzer şekilde ülkemizde de bazı tipleri görünce insanın "yine mi siz" deyip onlarla ilgili herşeye kulak tıkayacağı geliyor.
Beyaz'ın haklı olduğu birşey var o da garipliklerin ve kötüye giden şeylerin çok olduğu yerlerde mizah için çok fazla veri oluyor, ve bu mizah insanın günlük yaşamındaki komiklikler, çelişkilerden ziyade kaba dışavurumları sergiliyor, öyle olunca da ses taklitleri, Demirel'in konuşma şekli, Ecevit'in yürüyüşü kaba mizah konuları oluyor. CNBC-e tv kanalında her gece saat 20.00 ile 21.00 arasında amerikan komedi dizileri var, Seinfeld, Dharma and Greg, Shoot Me, News Radio adlı bu dizilerde hiçbirzaman belaltı ucuz esprilere rastlanmıyor hepsi insanın çelişkileri, sınıfsal davranış abartıları ile ilgili bana oldukça profesyonelce düşünülmüş ve zeka ürünü diziler gibi geliyor. Bizim TV lerde bunlara benzer Medeni Haller, Gülşen Abi, gibi diziler vardı ve çok kısa ömürlü oldu .
Akbaba, Gırgır bizim çocukluk, yeni yetmelik ve gençlik dönemlerimizin mizah dergileriydi ve mizahi seviyeleri oldukça yüksekti sonradan ortaya çıkan limon,leman,l.m.n dergileri mizahı çok sulandırdılar işin kolayına kaçan seviyesi daha düşük esprilerle tutunmaya çalıştılar ama hiçbiri Akbaba ve Gırgırın seviyesine ulaşamadı. Şu anda da Aziz Nesin, Muzaffer İzgü kalitesinde ve seviyesinde mizah yazarına rastlanmıyor Ferhan Şensoy, Yılmaz Erdoğan iyi yazar olmakla birlikte işleri sadece yazarlık olmadığı için gerçek seviyelerine ulaşamıyorlar. Ferhan Şensoy kelime cambazlığı ve çok güzel türkçesi sayesinde birçok mizah yazarından daha iyi görünüyor.
Zeki Alasya-Metin Akpınar ikilisinin başını çektiği yazarlığını Haldun Taner'in yaptığı bir Devekuşu Kabare tiyatrosu vardı, 80 li yılların ortalarında bu tiyatro dağıldı. Ankara'ya geldiğinde her oyununa gitmişimdir, o tiyatroda belden aşağı esprilerin çok zarif şekilde yapıldığını izlemiştim, Haldun Taner'in yazım ustalığı belirgin şekilde görülürdü Devekuşu Kabare oyunlarında.
Bir Beyaz cümlesi bana neler yazdırdı, ben yine de zeka taşıyan mizahın politika ve belden aşağıyı ön plana çıkarmayan mizah olduğuna inanıyorum. Onlarsız olmuyorsa, onları da zeka ile süslemenin bir yolu vardır mutlaka.
Bir bayramın birinci ve ikinci günü Hürriyet gazetesi çalışanlarının genel yayın yönetmenleri Ertuğrul Özkök'e sordukları sorulara, Özkök'ün verdiği cevapları okuyun, yerlere yatarsınız, ve dersiniz ki bu ülkede herşeyin nasıl ucuzladığını bir kez daha anladık. Sonuç kamuoyu önünde yalakalıktan başka birşey olmadığı gibi, kasabalılığını terkedememiş bir 68 devrimcisinin hallerini gözler önüne sermek açısından ibret verici.
Sorulan sorulardan bir iki örnek vereyim gerisini gazeteyi siz bulup okuyun;
- Entellektüeller size neden karşı? Sizi tehlikeli buluyorlar. Gerçekten öyle misiniz?
Cevap: Bu ülkede entellektüeller meydanı boş bulup, yıllar boyu terör estirdiler. Şimdi onların numaralarını iyi bilen birisi gelince de süngüleri indi! Ben bazı sözde aydınların bu ülkeye çok zarar verdiğine samimiyetle inanıyorum. O nedenle onlara pabuç bırakmıyorum. Mesele ve nefret biraz da bundan olmalı (adam bu ülkede entellektüel olmadığını, olanların da kendisi gibi ustura kemal tipi kabadayılar tarafında sindirildiğini bilmiyor gibi konuşuyor. En komiğime giden yanı "onların numaralarını iyi bilen birisi" şeklinde kendini sunması)
- Yalan söylerken mi, seks yaparken mi daha çok heyecanlanırsınız?
Cevap: Seks yalanlarında (röportajın biryerinde karısına 30 yıldır bitmeyen bir aşkla bağlı olduğunu söylüyor)
Ben bu ülkede başbakan olanları, genel yayın yönetmeni olanları gördükten sonra ve dahi kendine sanatçı diyen diğer anlamda "zenaatkarları" gördükten sonra ...
Diyorum ki bir kez daha " kahrolsun sıradan insanların egemenliği"
Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Siz hiç ilkbaharla karşıladınız mı kışı?
Bugün bahardan kalma bir gün yaşadık Londra'da. Oysaki bahar bile gelmemişti, havasına, suyuna, toprağına cemre bile düşmemişti zamanında. Şimdi henüz tam anlamıyla çıkamamışken yeniden girmeye çalıştığı kısa, yazdan kalma bir günle selam vermeyi uygun buldu mevsimler... Çoluk çocuk, genç yaşlı sokaklara döküldü. Ellerinde çicekten meşaleler kutladılar günü. Sincaplar bile daha yükseğe tırmandılar ki görebilsinler göz alabildiğine uzağı, kuşlar daha bir çoşkuyla şakıdılar, çocuklar barış oyunları oynadı, genç kızlar saçlarını örmediler bugün, en güzel giysilerini giydi yaşlı çiftler, bir ellerinde baston, diğerlerinde birbirlerinin elleri torunlarını seyretmeye gittiler parka, sevgililer hep sarmaş dolaş, anneler babalar muştulu yarınlardan... Öyle bir bahar yaşandı tek günlüğüne Londra'da. Yapraklar yerlerde halı yapmıştı geçtiğimiz sonbahardan, havada çiçek kokularını taşıyan bir rüzgar, suların bile tadı dağ havasındaydı.
Vakitsiz gelmişti, vaktiyle gidecekti. Hava karardı, daha zaman yemeğe geç kalmış Ramazan pidesi kıvamındaydı. Kadınlar sofrayı kurmamış, çocuklar ellerini yıkamamış, dedeler namazdan kalkmamış, nineler çorap örmeyi bırakmamıştı. Ne oldu demeye kalmadan, bir telaşla geldi kış.
Bir kutlama, bir armağan aldık bu sene yazdan, kendi gelememiş yerine bir günlük çoşkusunu, içimize yaşama sevincini göndermişti. Şimdi hazırdık. Yarın makarnalar kesilmiş, tarhanalar kurumuş, kışlık kazaklar naftalin sırasını savmış olacaktı. Yarın sabah kış gelmiş, hoşgelmiş olacaktı. Bu sene yaz gelememişti, yerine özrünü göndermişti. İçimizdeki çocuklar coşmuş, eski bayramları hatırlamıştık. Yüzümüze en güzel gülücüklerimizi tüm içtenliğimizle yerleştirmiş, süslenmiş bekliyorduk şimdi kışı.
Bu kış çetin geçecek, bu kış zor, çetrefil geçecek. Bu kış azıkları tedbirli kullanmalı, hoşgörümüzü, sevgimizi, şefkatimizi haketmeyenlere savurmamali, kızgınlığımızdan, kırgınlığımızdan arınmalı, yarınları düşünmeli, hayalleri boşvermemeli, hep gülümsemeli... Bu kış kış geçecek. Karların kristalleri içimizi güldürecek. Biz hazırız. Yaz verdi sabrımızı, sevincimizi... Hazırız, kestane kavurmaya, mısır patlatmaya, sıcacık çaylar yudumlayıp, uzuun uzun gecelerde dost sohbetleriyle uyanık kalmaya, konuşurken buharlaşmaya, sarınıp en sıcaklara uzaklara varmaya...
Siz hiç ilkbaharla karşıladınız mı kışı?
Ayşen Boran
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Mehmet Karaorman |
Gecenin sırrı
Gecenin sessizliği ne kadar da tedavi edicidir..;
Ruhunuzu dinlendirebilir, kırgınlıklarınızı onarabilir, bölük pörçük düşüncelerinizi toparlar ve hatta artan zamanda anılarınızı bile gözden geçirebilirsiniz..
Hele bir de buzlu bir parça viski varsa elinizin altında..bir sigara ile birlikte....
Duyarlılığınızın arttığını hisseder, gözden kaçırdığınız detayları daha başka bir gözle yorumladığınızı farkedersiniz..
En çarpıcı his, yalnızlığınızdır ve sessizliğin içinde kocaman bir duvar gibi önünüzde dikilir. Üzerine yazılar yazar, çiviler çakar ve balyozla zedelersiniz ama yalnızlığınız bir kale gibi karşınızda durur ..tüm gece boyunca
Bir başka boyutta ve mekanda bile hissettiğiniz olur kendinizi..Sanki uzay yolculuğu gibidir.. Mutlak bir sessizlik ve dipsiz bir içedönüklük hali ile saatlerin nasıl geçtiğini bile anlamazsınız....
Saatin bilmem kaçında duyarlılık artar ve yaşanılmış, yarım kalmış, yaşanır gibi olmuş veya hiç yaşanma imkanı bulamamış aşklarınızı da şöyle bir geçirirsiniz kafanızdan...!! Aklınıza gelenler, vakti zamanında ve tam yerinde söylenememiş sözcüklerdir... Şu anda olsa , “şunu da söylerdim, bunu da...” diye hayıflanırsınız... Ve nedense en güzel sevgi sözcükleri hep arada mesafeler varken akla ve dile gelir.. Ama söylenecek kişiler , o sözcükleri duyamayacak yerlere gitmişlerdir..
Gecelerin bir başka özelliği de özlem duygunuzu , burnunuzu sızlatacak kadar yoğunlaştırmasıdır.. Herbir detay ; canlı ve renkli olarak gözünüzün önündedir artık... Onları tekrar tekrar düşünür yeni anlamlar yüklersiniz...
Elinizi tutuşuna veya sizi öpüşüne !!!!
Sabah ilk ışıklarla birlikte herşey bir sonraki geceye kadar sisli-puslu bir örtünün altına itilir.. Taa ki yarım kalmış veya yeni başlamış bir aşkın anıları sizi esir edip gece nöbetlerine kaldırıncaya kadar...
Gerisi size ve duyarlılığınıza kalmış birşey.... Eğer becerebiliyorsanız ; Gecelerin sessizliğinden ne anılar, ne şarkılar ve ne aşklar dökebilirsiniz masanızın üzerine.....Bir parça viski eşliğinde ve de bir sigara ile
Mehmet Karaorman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Adım Adım, Gün be Gün, Güney-Batı Akdeniz...
VI. BÖLÜM
Fethiye - Dalyan, 13. Gün
Kıdrak Koyu'ndan istemeye istemeye ayrıldım. Saat 11:00 sıralarında Fethiye'ye varmıştık. Bu arada antik kent "Telmessos" ile, "Kaya Köyü" de gördük. Fethiye ve çevresinin ne büyük uygarlıklara sahne olduğu, bugüne ulaşan kalıntılardan rahatlıkla anlaşılıyor. Bir Lykia kenti olan Fethiye, daha sonra (M.Ö. 189) Bergama Krallığına bağlanmış. Sonra da Bizanslıların eline geçen Fethiye, Menteşe Beyliği ve Osmanlı Devleti'nin yönetimine girmiş.
Fethiye içinde banka ve PTT işlerimiz bittikten sonra limanda şöyle bir turlayıp yeniden yola koyulduk. İstikamet, Dalyan Köyü ve Dalyan Ağzı...
Az gittik-uz gittik... dere-tepe düz gittik... ormanları, dağları aşarak yeniden düzlüğe indik... Sonunda, şipşirin, kendine özgü, henüz benliğinden bir şey yitirmemiş Dalyan Köyü'ne vardık.
Çok değişik bir konuma ve doğal oluşuma sahip bu Dalyan... Köyceğiz Gölünün suları, bir kanal nehri görünümünde olan akarsu ile köyün içinden geçerken adeta labirenti andırırcasına ve sazlıklarla kaplı belki de yüzlerce karışık odacıklar meydana getirerek, nefis bir kumsala açılıp buradan denize karışıyor.
Önce köy içinde biraz dolaşıp karnımızı doyurduktan sonra bir motor kiralayarak Dalyan boyunca gezinti yaparak, denize açıldığı yere vardık. Bu arada, Dalyan Köyünün karşı kıyısında kalan antik şehir "Kaunos"u ziyaret ederek, Karyalılar'ı da tanımış olduk...
Hayli ilginç ve keyifli bir gezi oldu. Sazlıklardan oluşan odacıklar arasında biraz da ürperti duyarak izledim çevreyi. İnsanın bu sazlıklar arasında kaybolması işten bile değil! Bütün bu gördüklerimin arasında en hoşuma giden, dalyanın denize açıldığı kumsal ve denizin ortasında, kumsala çok yakın bir yerde oluşmuş; "Delikli Ada" denilen küçük adacık oldu. Tabiatın tüm vahşi güzelliğinden fazlasıyla nasibini almış bu adacık.
...Ve göz alabildiğine uzanan İztuzu plajı... Caretta carettalara ev sahipliği yapan sahil...
Motorla dönüş yolculuğumuzu ay ışığında, olağan üstü bir atmosferde yaptık. Köye döndükten sonra gecelemek için bir pansiyona yerleşip, erkenden uykuya çekildik.
Yarın sabah tekrar yola çıkıyoruz. Bu kez istikamet, Köyceğiz üzerinden Marmaris...
Köyceğiz - Marmaris, 14. Gün
Bugün, bayramın ilk, grup halinde yapılan gezinin de son günü... Dağılıyoruz!
Sabah Dalyan'da, köyün içinde yapılan küçük bir gezintinin hemen ardından Köyceğiz'e doğru yola çıktık. Kahvaltı molasını burada verdik. Bugüne dek rastladığım en şirin kasaba. İlk kez geçen yıl, Bodrum'dan Kaş'a geçerken, kısa bir mola için durduğumuz sırada görmüş ve o süre içerisinde bile burasının sevimliliği, bakımı, düzeni ve temizliği kafamda yer etmişti. Bu yıl daha uzun bir süre kalıp, daha fazla gezip görme fırsatını yakalamış oldum ve güzelliği karşısında yine hayranlık duydum. Çarşı boyunca sıralanmış ve bir hayli restorasyon görmüş otantik evleri, sevimliliğine sevimlilik katmış Köyceğiz'in. Vedalaşmakta zorlandığım yerler listeme Köyceğiz'i de ilave ederek ayrıldık buradan.
Köyceğiz'den sonra hiç durmaksızın yol alarak Marmaris'e vardık. Gerçi, doğal güzelliği inkar edilemeyecek kadar çarpıcı ve hayranlık uyandırıcı, ama ya Marmaris'in içi?.. ya o insan kalabalığı ve gürültüsü?.. Tam bir kabus! Ankara'nın göbeğindesin adeta!
Aslında buraya geliş nedenimiz, Serdar'ın Ayvalık'a gitmeden önce Serap'ı görmek için tutturmasından... Hesapta, yani Ankara'dan çıkışta burası tura dahil değildi; bir ikincisi, yine Serdar ve ablası Serper'in burada gruptan ayrılıp Ayvalık'a geçmeleri de hesapta yoktu. Böylece, önceden farklı planlanmış gezi/turumuz, Marmaris'te noktalanmış oldu. Daha doğrusu, kısa kesmek zorunda kaldık!..
Araya bayram tatilinin girmesi, programı altüst etti! Grup bölündü. İrfan, İbo'larla Marmaris'te kalıyor. Serdar- Serper kardeşler, Ayvalık'a gidiyor. Ben-Şeyda ve Özcan ise, Datça'ya geçiyoruz. Bölünmenin en berbat yanı, bu durumda geceyi mecburen bizim de Marmaris'te geçirmek zorunda oluşumuz; çünkü arabasız kaldık! Yarın sabah erkenden vedalaşıp, farklı istikametlere doğru yola çıkacağız.
Programın değiştirilmesiden dolayı hayli üzgün, kızgın ve bunalmış vaziyetteyim; üstelik yorgun da!..
Burada güzel olan tek şey, öğleden sonrasını geçirdiğimiz Turunç'a gidişimizdi. Marmaris'in içinden denize girmek imkansız gibi olduğundan hemen herkes kendini çevredeki koylara atıyor. Bizlerde öyle yaptık; hep birlikte son kez arabalara doluşup Turunç'a geçtik. Buraya kara yoluyla ilk kez geldim. Önceki gelişlerimizde deniz yoluyla ulaşırdık. Yeni açılan yol, orman içinden nefis bir manzara izleme şansını da vererekten, kıvrıla kıvrıla Turunç koyuna iniyor. Marmaris'in o keşmekeşinden sonra, aman ne kadar da güzeldi burası... üstelik de tenhaydı, hemen denize attık kendimizi.
Yemek için, plajından faydalandığımız "Yatch Club"a girdik. Gezi süresince, belki de bulunduğumuz en lüks mekan ve yediğim en güzel yemekti... Karides güveç, ahtapot salatası, levrek ızgara ve beyaz şarap... Daha ne olsun?!! Akşama kadar burada kalıp denizin ve bu lüks mekanın tadını çıkardık.
Geceyi de mecburen Marmaris'te geçirdik. Aman Tanrım! ne geceydi ama?.. Bin defa pişman oldum! bin defa küfürler savurdum! Bir tek gece, güzelliklerle dolu olan bütün bir seyahati mahvetmişti sanki... Marmaris, kabusum oldu adeta!
Neyse ki, sabah erkenden Datça'ya doğru yola çıkacağız. Bir an önce Marmaris'ten kaçıp uzaklaşmanın sabırsızlığını yaşıyorum şu anda.
FETHİYE (Telmessos )
Fethiye'nin antik çağdaki adı Telmessos'du. Kuruluşuna ilişkin kesin bir bilgiden yoksun olduğumuz kentin bilinen en eski yazılı belgelere göre M.Ö. V. yüzyıldan beri var olduğu söylenebilir.
Lykia uygarlığının Karia sınırındaki bu önemli kıyı kentinin kuruluşu efsanede şöyle anlatılıyor: Tanrı Apollon Finike kralı Agenor'un küçük kızına sevdalanır. Ama kız çok utangaçtır ve Apollon'un aşkına bir türlü karşılık vermez. Bunun üzerine Apollon küçük sevimli bir köpeğe dönüşerek kendini kıza sevdirir. Bir oğulları olur ve adını Telmessos koyarlar. Kentin antik adı da buradan gelir.
Telmessos uzun süre Likya'dan ayrı bağımsız bir kent olarak varlığını sürdürdü. Perslerin tüm Lykia kentlerini ele geçirmesiyle Telmessos da Pers egemenliğine girer. İskender'in Persleri yenmesiyle onun, daha sonra Bergama Krallığı'nın egemenliğini yaşar. Bergama'nın çöküşüyle Lykia Federasyonu'na bağlanır. 1284'de Menteşeoğulları, 1424'de Osmanlı topraklarına katılır.
Başınızı kaldırıp baktığınızda yamaçta Amyntas Kral Mezarı'nı göreceksiniz. İon sitilindeki anıt mezarın cephesi iki sütunludur. İçeride üç taş peyke bulunmaktadır. Kentin içinde ve çevresinde birçok kaya mezarı göreceksiniz.
Akropol tepesinde Aziz John Şövalyelerinin yaptığı sanılan bir kalenin kalıntıları vardır.
Telmessos antik kent kalıntılarının bir bölümü, şimdiki Fethiye ile iç içedir. İskelenin hemen üzerinde sürdürülen kazılar sonucu kentin anfi-tiyatrosunun bir kaç basamağı ortaya çıkarıldı
Fethiye (Telmessos), Persler, Likyalılar, Karyalılar, Romalılara ait eserleri ile tanınmıştır.
KAYAKÖY
Hisarönü Köyü'nü geçip çamlar arasından 1 km. daha ilerlerseniz bir "hayal-köy" göreceksiniz. Buranın adı Kayaköy.
Kuruluşu kesin olarak bilinmeyen ve depremler sonucu birkaç ev tipi mezarı dışında bütünüyle yok olan antik Karmillassos'un üzerinde 14. yy.dan başlayarak kurulmuş ve yamaca doğru biri diğerinin önünü kapatmayacak şekilde saygıyla dizilmiş 2000'e yakın evden oluşan bu köy, eski bir Rum yerleşimidir. Eski adı Levissi'dir.
Anadolu Rumları iyi tarımcı olduklarından ekilir dikilir araziye ev kurmazlardı. Evler çevredeki kayalık, taşlık alanlara kurulurdu. Kayaköy de bu anlayışa uygun kurulmuş. Köyde 1922'ye kadar 25 bin kişi yaşıyordu. İstiklal Savaşı'ndan sonra "Mübadele"de köyün sakinleri Yunanistan'a göçtüler. Köyde 13. yy.dan beri Hıristiyan toplumun yaşadığı biliniyor. Buraya da Batı Trakya'dan göçenler yerleştirildi. Kayaköy'ün önündeki düzlüğe evler kurdular. Yunanistan'a gidenler de Atina yakınlarında bir yabanıl yere iskan edilmişler. Burayı mamur edip adına Nea Makri demişler. Yani "Yeni Fethiye".
DALYAN
Köyceğiz Gölü'nü denize bağlayan ve antik dönemde Calbis adı verilen fiyort tipi doğal kanalın kıyısında şirin bir tatil beldesi var, adı Dalyan!
Dalyan, adını buradaki doğal kanallar ve bu kanallar üzerinde yüzyıllardır yapılan dalyan balıkçılığından almış.
KAUNOS ANTİK KENTİ
Dalyan'dan tekneyle gelinen ören yeri iskelesinden on dakikalık bir yürüyüşle Kaunos antik kentine ulaşılıyor. Denizden yatla gelenler, Delikli Ada çevresinde demirleyip tekneyle iskeleye çıkabiliyorlar.
Kaunos ticari açıdan önemli bir liman kentiydi. Zamanla denizin alüvyonlarla dolmasıyla liman özelliğini kaybetti.
Tarihin babası Heredot'a göre Kaunoslular Karia'nın yerli halkındandı ama kendilerini Giritli sayıyorlardı.
Dalyan'dan da görülebilen kaya mezarları ise MÖ. 4. yy'da yapılmış, daha sonraları Roma döneminde de kullanılmış.
Kentin limanı akropolün aşağısındaki Sülüklü Göl'dü. O zaman deniz Kaunos'un akropolüne kadar gelmekteydi.
Perslerin Anadolu'yu bütünüyle ele geçirmesi üzerine kent Mausolos'un yönetimine girdi. MÖ. 334'de İskender'in Persleri yenmesi üzerine Prenses Ada'nın, sonra Antigonos'un, daha sonra Ptolemaios'un yönetimine girdi. Rodos Krallığı, Bergama Kralığı ve Roma egemenlikleri altında kaldı. Limanın dolmasıyla önemini yitirmeye başladı.
Akropol, 152 metre yükseklikteki tepeye kurulmuştur. Surların kuzey yönünde olanı orta çağdan kalmadır. Uzun sur limanın kuzey yönünden başlayıp Dalyan Köyü'nün ilerlerindeki sarp kayalığa kadar uzanıyor. Surun kuzey kısmı Mausollos döneminde yapılmıştı. Kuzeybatı yönündekiler Hellenistik dönemdendir. Limana doğru olanlar ise Arkaik Devir'den kalmadır.
Tiyatro Akropol'ün eteğindedir. 33 Oturma sırası bulunmaktadır. Tiyatronun batı yönündeki yapı kalıntılarından biri bazilika tipi kiliseye aittir. Diğerleri Roma Hamamı ve Tapınağa aittir.
İZTUZU VE CARETTA CARETTA
İztuzu sahili dev kaplumbağalar Caretta Carettalar ile dünyaca ünlendi. Caretta Carettalar yumurtlamaya buraya geliyorlar. Kumsala çıkıp yumurtalarını bırakıyorlar ve denize dönüyorlar.
İztuzu'na Kanaldan sürekli sefer yapan motorlarla gidebilirsiniz. Göl suyunu denize bağlayan küçük bir doğal kanal kumsalı boydan boya bölüyor. Denize girip, kumsalda güneşlendikten sonra öbür yanda gölün tatlı suyuyla duş yapabilirsiniz. Hem tuzlu, hem de tatlı suda yüzebilme olanağı büyük keyif veriyor insana. İztuzu Caretta Caretta'ların ötesinde bir doğa harikası. Bulmaca labirentlerinde gördüğünüz türden müthiş bir görünümü var. Denize uzanan 5400 metrelik bir kumdan ok dolana dolana gidiyor sazlıklar eşliğinde.
KÖYCEĞİZ
Fethiye - Muğla yolu üzerindeki Köyceğiz Gölü kenarına kurulmuş Köyceğiz'e girerken bir sahil ilçesine değil de içerlerde bir kasabaya giriyormuşsunuz gibi gelir. Sonra birdenbire göl karşınıza çıkıverince şaşırırsınız.
Göl, dağlardan yedi kol halinde inen sularla, bol su kaynaklarıyla besleniyor. Onun için de yaz kış özelliğini yitirmiyor. Fazla suyunu 10 km. uzunluğundaki dar bir kanalla (Dalyan) Akdeniz'e boşaltıyor. Göl, körfezin ağzının alüvyonlarla tıkanmasıyla denizden ayrılmış, ama tam da kopamamış ki, suyunu denize akıtmaya devam ediyor.
Etraf dağlarla çevrili, dağlar günlük ve çam ormanları ile kaplı. Çam ve günlük ağaçlarının birlikte oluşturdukları orman dünyanın bir başka yerinde yok. Sularını Akdeniz'e boşaltan bir göl de başka bir yerde yok.
Ferda Önler fonler@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.258 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
AŞKIN MEVSİMLERİ...
Yokluğundu
İçimi donduran
Bir soğuk kış mevsimi gibi
Varlığındı
İçimi ısıtan
Bir sıcak yaz mevsimi gibi
Gülüşündü
Beni umutlandıran
Bir yeşil ilkbahar mevsimi gibi
Gidişindi
İçimi acıtan
Bir sarı sonbahar mevsimi gibi
Hüseyin Tümkaya
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
...güzel sanatlar fakültelerinin grafik, seramik, heykel, resim ve iç mimari bölümlerinde zor koşullar altında 'çıplak' (nü) modellik yapan ağır işçiler, 657 sayılı devlet memurlari yasasi kapsamında 'geçici işçi' statüsünde çalışıyor. hacettepe universitesi'nde 3 yıldır modellik yapan ve isminin verilmesini istemeyen N.., "en büyük sıkıntımız, işimizin yasal tanımının olmaması" diyor. Çalışma koşullarının çok ağır olduğunu da vurgulayan 'nü' model N.., bir milyar liranın altındaki aylıklarını bile zamanında alamadıklarını belirterek sıkıntılarını şöyle ifade ediyor: "okul bazen çok soğuk olduğundan öğrenciler atkı, bereyle çalışıyor ama biz donuyoruz. bu da bizim mesleğimizin cilveleri. meslek hastalıklarımız ise kalp-damar, eklem rahatsızlıkları, kış enfeksiyonları... lütfen donmasın sanatçılarımız devlet bir yardım eli uzatsın: bir atkı yada yün bir çorap sevindirir fakirleri... Bu ve daha fazlası için http://www.nedir.net/ Bilmek ayıp değil, öğretmemek ayıp.
Web sayfalarını gezerken hoşunuza giden bazı flash animasyonları http://www.downloadatoz.com/flashsaver/download.html kısayolundaki programcık ile indirebilirsiniz. Daha fazla detaya girmeyeceğim, lütfen ısrar etmeyin.
Word veya power point kullanıcıları çalışmalarını hazırlarken genellikle anlatımlarına uygun resimler bulmakta zorlanırlar. Bu kısayolda isteklerinize uygun sunum resimleri mevcut. http://www.coolclips.com/world/travel.htm kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Hazır resimlerden bahsetmişken birde http://funfire.de/lustige/bilder-267-panzercrash.html kısayolundaki eğlencelik resimlere bakmayı ihmal etmeyin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
RoughDraft 2.11 [1812 KB] Windows FREE
http://www.rsalsbury.co.uk/roughdraft/RDraft211.exe
Yazı yazmak istiyorsunuz ama MS Word'u kullanmanızı gerektiren bir durum da yok. Basit ama kullanışlı bir text editörüne ihtiyacınız var değil mi? İşte bu program imdadınıza yetişebilir. Basit formatlama işlemlerini rahatlıkla yapabileceğiniz rtf dosyalar yaratabileceğiniz, sayfa hakkında notlar tutabileceğiniz, aynı pencerede onlarca sayfa açabileceğiniz bir editör. özellikle roman ve hikaye yazmayı düşünenlere tavsiye edilir. Komşuda pişer bize de düşer. Belki yazdıklarınızı bilerle Kahve Molası'nda paylaşırsınız:-))
Yukarı
|
|
|
|
|
|