|
|
|
13 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Gibi görünenlerin dünyası!.. |
İyi haftalar,
Yetmişli yılların ilk yarısını Eskişehir'de bir yatılı okulda geçirdim. Dönem kapatılan Milli Nizam partisinin ardından kurulan Milli Selamet Partisinin en parlak günleri. Cumhuriyet tarihinde ilk kez dini söylemlerinin yanına eklenen adil düzen nakaratının işitildiği ve şeriat isteklerini beyan edenlerin ilk kez iktidar ortağı olduğu yıllar. Haybeye atılan temeller, soba borularıyla başlatılan ağır sanayi hamleleri yeniden canlanmaya başlayan mizah kültürümüzün ana beslenme kaynakları. Efsaneler, hurafeler, dedikodular gırla gidiyor. Biz yaştaki çocuklardan dedem yaşındakilere kadar tüm erkeklerin ağzında yayvan bir gülümseme ile aynı espri. "Yaşadık ulen, artık 4 karı helalmiş!" Okulda çok sevdiğim bir abim var. Selamet eğilimli diğer pekçoğu gibi. Henüz foyaları ortaya çıkmadığından Ecevit Demirel meydan savaşlarına tek alternatif görünen bu partinin meziyetlerini her fırsatta bana anlatıyor, arada ben de punduna getirip soruyorum; "Ya Şahap abi, bu 4 karı meselesi nedir? Doğru mu bu milletin söylediği?". Şahap abim cevap veriyor; "Yok öyle şey, evet dinimizde bu bir hak ama dünya, Türkiye öyle bir yere geldi ki, artık bundan söz edilmesi, korkulması anlamsız. Hem biriyle uğraşamazken 4 taneyi kim ne yapsın? Sen bunlara değil adamların diğer söylediklerine bak." Henüz gelişmekte olan beynimle hak veriyorum ve korkulacak birşey olmadığından emin olduğum bu dörtlemeyi tiye alıyorum. Aradan otuz yıl geçiyor. Köprünün altından çok sular akıyor, o parti sanki bir Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmaya devam ediyor. Biri kapanırken diğeri açılıyor, ihtilaller, muhtıralar, kapatmalar, hapisler görüyor gene de yılmıyor hoca efendi. Kendisi bir kenarda oturmaya mahkum edilirken, has evlatları iktidarın tek sahibi oluyor günü geldiğinde. Ve otuz yıldır üzerine türlü espriler yaptığımız dörtlemeye uygun zemin hazırlama ameliyesi başlıyor.
Literatürümüze "takiyye" kelimesi de bu adamlarla birlikte girdi biliyorsunuz. Kabaca, "gibi görünmek" olarak açıklayabileceğimiz bu kelimenin hakkını olabildiğince veren bir iktidarımız var sağolsun. Sıralamaya bu satırlar yetmez ama son günlerde yaşadıklarımızı düşününce pekte eskilere gitmenin gerekli olmadığı anlaşılıyor. Zina yasası ile tartışma açıp, komik bir gündem yaratılırken, aslında Türk Ceza Kanununda yapılan diğer değişikliklere dikkat çekilmesi önlenmeye çalışılıyor. Zina yasası ile kadını koruyormuş gibi görünüp tabana mesaj verilmeye çalışılırken, son dakika manevrası ile vazgeçilecek bir yasa ile AB'ye şirinlik yapılması planlanıyor. Zina ile perdelenen yasanın geri kalanı aynen yasalaştığında ise, vazgeçilen tasarı ile kırılan tabanın tekrar neşelendirilmesi hedefleniyor. Bakın bu size komplo teorisi gibi gelebilir ama gelin bir bakalım. Şu anda resmi nikahsız imam nikahı yaptırmanın cezası 6 aya kadar hapis. Resmi nikahla evli biri bir başkasıyla imam nikahı yaparsa cezası 3 yıla kadar hapis. Ve burada kadın erkek ayırımı yok. Kadına da aynı ceza veriliyor. 1936 yılında günün koşullarına uygun olarak 4 kadın almaya meyilli erkekleri caydırmak amacıyla çıkarılan bir yasa bu. Günümüzün cin kanun koyucuları ise resmi nikahsız imam nikahına aynı cezayı uygun görürken, resminin üstüne yapılan imamın ceza artışını defterden siliyor. Yani ikileyen, üçleyen ya da dörtleyen de 2 aydan 6 aya kadar hapisle yırtacak. Üstüne üstlük resmi nikah yaptığında dava düşecek. Anlaşmalı boşanma, ardından anlaşmalı resmi nikah, ardından imam. Eee piyango adama bir defa vurur. İkinci defa aynı suçtan yakalayacak halleri yokya. Hem muhtarların bildirme zorunluluğu da kaldırılıyor. Bu komplo teorisini düşünmekte haksız mıyım? Bir komedi de cinsel ilişkiye getirilen 18 yaş sınırı. Bu adamların Türk aile düzenine, örf ve adetlerine zerre kadar güveni ve saygısı yok. Anne baba sorumluluğunu devletleştirmek için daha güzel bir yol bulamazlardı herhalde.
Tufaya gelmeyin kadınlar. Bu yasa bu haliyle yasalaşırsa ananızdan emdiğiniz süt burnunuzdan gelecek. Hoş, lafımın muhatabı kadınlar bu satırları hiç okuyamayacak. Çünkü onlar eşikteki, beşikteki ve yataktaki ile uğraşmaktalar. Bu satırları okuyup değerlendirecekler ise zaten çağın gereği neyse yapıyorlar. Ama olsun biz rüzgara seslenelim belki biryerlerde birileri bir yaprak hışırtısı eşliğinde lafımızı duyar. Ne de hoş olur!..
Bugün okullar açılıyor. Çocuklar, trafik, iş derken epeyce yorulacaksınız. Ama Kahve Molasını okumaya başladığınızda günün şarkısına bir tıklamanızı öneriyorum. Masanın etrafında dönmek, masa üzerinde ritm tutmak serbest. Önemli olan 5 duyunuzu da harekete geçirmek. Bayıldığım enstrümental şarkılardan birini getirdim bugün sizlere. Yunan asıllı Amerikalı besteci, kompozitör Chris Spheeris'den Dancing With The Muse. Hepinize mutlu bir hafta diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Yansımalar : Nesrin Özyaycı SEVGİ yolcuları... |
|
Uzaklarda ışıklı gemiler yolcu taşımakta, deniz durgun rıhtım kalabalık... Ağır duygu yükü taşır durur, yorgun argın beli bükülmüş yolcular... Sevgiliye selam götürür kara trenler dumanlı dağlardan dolana dolana... Birkaç damla göz yaşı akar durur Garlar da, İskele de, Rıhtım da... Boynu bükük, özlem yüklü, sevgiler akar durur hasret yüklü Dünyalıya... Sevda yüklü kervanlar gelir gider bir o yana bir bu yana... Beyaz mendiller sallanır hep yolculara, yolculuklara... Ayrılıklar acılar kavurur/olgunlaştırır insanı... Özlemler büyütür gerçek sevgileri... Biri "güle güle" der, diğeri "hoş geldin"... Bir ikilemdir yaşamın kendisi... Ne vaz geçersin, ne kalırsın... "Gitmek mi zor, kalmak mı zor" der ya şarkı... "Hem ağlarım hem giderim" diyen gelin gibi... İşte bu yaşam... Bir vazgeçilmezlik... Duygu yüklü bir öykü bizimki... Bir başka şarkı yükselir dolu bulutlardan... Gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün...
Sonbahar esmeye başlamıştı ki, sabahın kuşluk vakti aceleyle uyandım, çol çocuğu uyandırdım... Hava uyanmaya başlamış, otobüsün kalkma vaktine bir saat kalmıştı. Uykulu gözlerle saçları yüzüne dökülmüş Elif elinin tersiyle saçlarını topladı, ağır ağır yataktan kalkıp lavaboya doğru yol aldı. Ayşe daha uyanmamıştı. Uykusu hayli ağırdı. Başında davul çalsan uyanmaz, uykusu geç açılan cinstendi. Geceden bavulları hazırlamıştık... Alelacele bir şeyler atıştırıp yola çıkacaktık. Bir heyecan hepimizde. Umulmadık, beklenmedik bir yolculuktu hazırlandığımız... Bir yolculuk bileti kazanmıştık bilinmeze... Gideceğimiz yer meçhuldü. Biz bu yolculuğu hak etmiştik... Şans mı/şanssızlık mı anlamadım... Posta kutusuna topal bir güvercin haber bırakmıştı, yolculuk var diye...
Üç kişiydik... Giyindik, bohem bir yolculuk için ne gerekse almıştık yanımıza... Umutlarımızı, özlemlerimizi, hasretimizi doldurmuştuk tahta bavullarımıza... Kapımızın önüne indiğimizde bizi bekleyen kango araca binip otobüs terminaline doğru yola koyulduk... Beyaz bir otobüsün önünde servis aracımız durdu. Karışık, belirsiz duygularla adım adım ilerledik. Vedalaşmaya gerek yoktu, zira bizi uğurlamaya gelen kimseler yoktu... Otobüsün bagajına eşyalarımızı yerleştirip, üç basamağı hızla çıkıp içeri göz attım ki ne göreyim... Sevdiğim bütün dostlarım burada... Ağzım açık kaldı, gözlerim ışıl ışıldı... Bu ne sürprizdi böyle... Kim düşünmüş böylesine bir seyahati... Emin arka sıralarda:
- Hadi çabuk olun arkadaşlar geç kalacağız... Diye telaşlı telaşlı uğraşılar içindeydi her zamanki gibi...
Binnur' a göz ucuyla baktım! Tam dalış yapsaydım, kendini alamaz o sevgi dolu yüreğiyle fırlardı koltuğundan... Yeşiller içinde bir dal gibi yüzümü aydınlattı eskiden olduğu gibi...
-Acelemiz yok arkadaşlar... Yol uzun... Dolu dolu günlerimiz olacak hep birlikte...
diyordu Nigar... Yüksek sesle konuşmaktan kendini alamıyordu...
Doğduğumuz mezra bizi böyle bağlamıştı birbirimize... Acıları, sevgileri paylaşmıştık... Yüreğimiz sımsıcak, bakışlarımız heyecanla birbirimizi aramaktaydı... Hafiften arkaya başımı çevirdim... Yaşlı Cemile teyzem bile topal ayağıyla, yaralı yüreğiyle ulaşmış çoktan koltuğuna kurulmuştu... Yanına kuşlarını bile almayı unutmamıştı... Eteğine oturttuğu kuşlarını, avucunun içine doldurduğu yemlerle besler dururdu... Az gitmezdik evine kuşlarının su içişlerini seyretmekten kendimizi alamazdık çocukken... Küçük kalaylı bakır sahanda su içirirdi onlara...
Şöför Rıza gömleğinin yakasına yerleştirdiği bembeyaz mendiliyle, sıcak güneşe karşın önlemini şimdiden almıştı... Sigarasını derin derin içmekteydi iki parmağı arasında. Hepimiz koltuklarımıza yerleştik, Rıza abi kontağı açtı ki otobüsümüz yavaştan harekete geçti... Duygularımız çarpışmaya başlamıştı... Öyle TV falan yoktu otobüste... Hepimizin gözleri önünde yaşamın gerçek film sahneleri vardı... Acısıyla, tatlısıyla uzun yolculuğa çıkmıştık... Molasız uzun bir yolculuktu bizimki... Arka sıralarda, sevgisini yüreğine gömmüş, yıllar önce Selma' yı gurbete göndermiş Murat' ı gördüm... Darmadağınık, sevgi dolu bir yaşamdı Murat' ın yaşadıkları... Yeşilimsi sevdasını, acı sarı tahta bavula koyup Selma' yı yolcu etmişti yıllar önce... Yaşamında başkası da hiç olmamıştı... Böylesine tutkulu bir sevgiydi aralarındaki... Bir ara Murat' ın başka biriyle birlikteliğini yaymışlardı orta yerde... Kimseler inanmamıştı... Şimdi daha iyi anladım... Murat, Selma' ya kavuşmak için bu otobüse binmişti...
Suna' ya takıldı şimdi düşüncelerim... Duygu yüklü arkadaşım... Hani evlenecektin Ercan' la... Nasıl bağlıydınız birbirinize... Ne oldu öyle! Yoksa Tanrı kıskandı mı sevginizi? Bir arkadaşım anlatmıştı... Birini çok sever de dünyayı unutursan Tanrı "benden fazla kimseyi sevemezsin" diye Cennete mi gönderirmiş sevdiği kulunu? Yoksa Tanrı da mı kıskanç ha... Ne dersiniz! İyi olmuş Suna bu yolculuğa katılman... Seni buralarda görebilmek ne güzel... Toparlamışsın bak kendini! "Acın yeri başka, acının yeri başkaymış" değil mi? Emniyet kemerleri falan da takmamıştık... Şöför Rıza usta sürücüydü, yüreği sevgi dolu yaşamıştı hep... Ölüme götürmezdi yolcularını... Sevdiklerine ulaştırırdı usta sürücülüğüyle...
Otobüsümüz yemyeşil bir alana yanaştı... Yanımıza aldığımız hafif yiyecekleri ağız tadıyla yiyebilmek güzel di... Her birimiz en sevdiğimizi yanımıza almıştık... Yoksa burası Cennet denilen mekan mıydı? Issız, sakin, pınar şırıltılarından başka kulağa gelen sesler yoktu... Emel' i aradı gözlerim... Çocuklarını başına derlemiş eliyle beni çağırmakta... Her yer çimen kokusu, akasya suskun, gelincikler ürgelenmekte... Rüzgar efil efil esmekte... Müzik bangırtıları da yok... Arka sıralarda gönül tellerinden yükselen bir şarkı... Silemezler gönlümden ne aşkını ne seni... Gurbet ezgileri yükselmekte dumanlı ruhlarda... Otobüsümüz hareket edecekti ki, bir kara tren yanaştı dibimize... Hava bulutlanmış, her yanı sis kaplamıştı... Yağmur ha yağdı ha yağacak... Gök yüzü nemli, toprak kokmakta her yer...
Gözümü açtım birden bire, uyanmak istemezcesine... Yastığıma sarılmışım, ayaklarımı karnıma çekmiş üşüyordum sanki... Tir tir titremekteydim... Yüreğim hızlı hızlı çarpmakta telaşla... Baş ucumda cep telefonum avazı çıktığı kadar bağırmakta... Hay Allah duymamışım o derin uykumda... İşe geç mi kaldım yoksa!
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Bıldır ölen at bu yıl sağ mı? : Ada Alinda |
Kelebekler, sevgi, ikilem
Yaz sonuydu, bahçede oturmuştuk sen, ben, ağabeyim Şenol ve Gülhan. İki sene geçmişti değil mi sen ameliyat olalı? Evet tam iki sene. Sigara sigara üstüne şarapta gani, aman yarabbi, oysa senin ikisine de dokunmaman lazım ama mevzu aşk ve cinsellik olunca...
Aldatmalar tabular meseleleri abartmalar....
'Yani eğer yaşamak istiyorsan bir ilişkiyi yaşamalısın'demiştin. 'Evet yaşamalısın' demiştim ben de 'ama kaybetmeyi de göze alarak'. Bana göre mesele çok basitti. Matematik kafamla teraziye koyup tartıverirdim. Kefenin hangi tarafı ağırsa onu seçerdim. Benim terazide hep emek verip de sahip olduklarım ağır gelirdi. O sırada hepiniz sen ağabeyim Gülhan hemfikirdiniz. Gülhan'ın arkasında bir evlilik ölüsü. Şenol'un sağalması olanaksız hastalıkların pençesinde kıvranan adı var kendi yok evliliği. Senin artık sevgi şımarığına dönüşüp Suna'nın kaynayan sevgisini ilgisini işkence gibi hissettiğin evliliğin. Yüreğinize konan kelebeklerin peşinden koşturmaya niyetliydiniz.
'Yeter bu kaybetmelerden korkmalar!' dedin, ama bence en çok da sen korkuyordun kaybetmekten. Suna'nın sonsuz sevgisi ilgisi hep olsun da (elde bir gibi) sen de yüreğinin her kıpırdanışına koşmaktan geri kalma.
Zaten koşmaya da çabaladın her kıpırtının peşinden, ne kadarına dokunabildin bilemem ama Suna da hissediyordu biliyordu herseyi. Sabrıyla sessizliğiyle tükenmeyen sevgisiyle tutuyordu seni.
'Tartıştığımız yürek kıpırtılarının somuta indirgenmesinin kabul edilmesiyse, bana göre abartmaya gerek yok, mesele tenin tene dokunuşlarından başka bir şey değil' dedim. 'Yeter ki her iki taraf da bunu böyle kabullenebilsin, yürekler üzülmesin.'
Tenin tene dokunuşları, tabular, suçluluk vefasızlık duyguları, zina.... Sınırlar hoşgörüler..... Bana göre, yaşamın bu en doğal olayına ekstra anlamlar yüklemek ve hatta haketmediği kadar eksta anlamlar yüklemek, hem işin doğallığını lekeliyor çetrefilleştiyor, hem de emekle derinleşip yaygınlaşmış sevgilere haksızlık ediyordu.
Aslolan sevgiydi. Dokunuşların cazibesi ilk tılsımını giderek yitirecekti yerini ya sevgiye terkedecek yada yok olup bitecekti. O zaman her kıpırtı kelebeğinin peşinden koşmak gerekli miydi?
Üç sene geçmiş üstünden.. Ellerini tuttum nasıl zayıflamışsın. Suna sevgi dolu pervane etrafında. Seni bir gün daha fazla yaşatabilmeye odaklamış kendini.
Gözlerin berrak capcanlı. Hani şimdi kalkıp yerinden iki dirhem bir çekirdek giyinip kuşanıp piponu yakacaksın ve yüreğini kıpırdatan kelebeklere koşacaksın. Ve o derin bilgi birikiminle insanı şaşırtan dahası kıskandıran muhabbetlere koyulacaksın. Gözlerim o yaşama aşık gözlerinle usulca kucaklaştığında, birdenbire o geceyi ve bu konuşmaları hatırladım.
Bu yıl doğum günlerimizi yine birlikte kutlayabilecek miyiz? Yaşamı, tabuları, toplumsal mevzuları, okuduğumuz kitapları, filmleri, şarabın kızıl ışıltısında heyecanla tartışabilecek miyiz?
Yaşam ne kadar kısa. Sen yavaş yavaş sönüyorsun.
İlk ne zaman hissetmiştim böyle yakınımda yanıbaşımda ölümü? On sekizinde yirmisinde miydim? Serde gençlik vardı. Ölümden korkmakta ne kelime yürü üstüne üstüne. Evet hiç bu kadar yakınımdan sekmemişti kurşunlar. Patır kütür düşüverdi yaşıtlarım. Birinin ağıdını tamamlayamadan bir diğerine aktı gözyaşlarım. İlklerimin dostları. İlk şarabı beraber içtiğim ilk okulu birlikte kırdığım ilk ağzımdan ateşler çıkararak tartıştığım. Ölüm ilk kez bu kadar yakınımda oldu benim, ilk kez sıcak soluğunu hissettim ensemde, ilk kez soğuğuyla titredi bedenim. İlk kez böylesine yaşadım çaresizliği. Ölüm aldı götürdü ilklerimin çoğunu....
Şimdi, sen, yaşıtım, yetişkinlik arkadaşım, sönüyorsun. Ve ben yine ellerim bağlı seyrediyorum.
Yaşam ne kadar kısa. Koşmalı mı yürek kıpırtısı kelebeklerin peşinden? İyi ki koşmuşsun diyorum.
Yaşam ne kadar kısa. Suna sevgi dolu gözleri çalışkan elleriyle koruyor kolluyor seni. Her kelebek kıpırtısına koşarak incitmeye değer mi yoğunlaşmış sevgi dolu bir yüreği. Sevgileri yoketmeye değmez diyorum..
Aslolan sevginin derinleşmesi.
Ya özgürlük peki? Derin sevgiler tutsağı mı olmalı şimdi?
Kiraz mevsimi, kelebekler, ikilemler????
Yaşam ne ki?
Ada Alinda
Nerdeyim ben şimdi? İnceden bir türkü mü bu kulağıma gelen 'Karamuk dalını eğmiş kenara'. Türkülerim de yitip gitti. Ölüm onu arayan sevdiklerimin tuttu ellerini.
Yitirmekten yoruldum artık.
İşte yine yanıbaşımda ölüm. Yaşıtım arkadaşım. Sıcacık ellerini.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Mevsimlerden Sonbahardayım... |
|
Bilmiyorsun,
Kaç hazan sen geçtin gönlümden,
Kaç bahardır sana hasretim,
Kaç mevsimdir ölüyorum.
Bilmiyorsun,
Kaç yağmurdur sana ağlıyorum,
Kaç yapraktır sana dökülüyorum,
Kaç zamandır baharları özledim.
Bilmiyorsun, asla da bilmeyeceksin,
Mevsimlerden hangisindeyim?
..............
Mevsimlerden sonbahardayım...
Yapraklarım sararmış,
dallarım kurumuş resimlerimde.
Ellerimde sapsarı yapraklar,
gözlerimde yılgın bir rüzgar var,
nereye savrulacağını bilmeyen.
Boynu bükük çocuklar var sinemde ağlayan,
yarını belirsiz.
Sessiz deniz gibi etrafı yapayalnız dolaştığım, rüzgarı vurunca tenime üşüdüğüm..!
Ben zamansız zamanlarda açan hercai bir menekşe, senin adın ise ayrılık. Ayrılığın ise içinden kurtulamadığım poyrazlarım. Önümde geçmişe dair mutlu resimlerimiz, bugün ise yüzümüzde hüzün var. Biliyor musun...? Bunca hüzün bizde iyi durmadı ve ayrılık bu aşka hiç yakışmadı.
Catımda yine yağmur takırtıları, toprağımda yağmur kokusu var. Senin kokun ise
çoktan silindi burnumdan. Geçen bir kaç yağmurlu sonbahardı kokunu silen, geçen
bir kaç sonbahardı yine seni düşündüren.
Dalların cama vuruyor... Hazan vakti geldi çattı mı yine? Dışarda arsız bir yağmur, gözlerimde senden arta kalan bulutlar var şimdi...Her daim yağmaya hazır. Sense, benden çalınmış bir ilkbahardasın. Sahte güneşlerin parlıyor saçlarında, denizlerin serap misali... Çiçeklerin acemi bir çocuğun sulu boya renkleriyle bezenmiş. Şimdi sen, yüzüne yerleşen o kandırıkçı tebessümünden sıyrıl..! Denizler kudursun içine hapsettiğin hasret kasırgalarından. Bense; kendi ellerimle işlediğim mendiller göndereyim beyaz güvercinlerin boynunda asılı. Gerçek dünyana dair resimler yapayım, tuvalinde sonbahar renkleri olan. Sararmış yapraklar dökeyim üstüne... En kalın fırçam ile gri bulutlar çizeyeyim ve en ince fırçam ile yağmurlar yağdırayım ellerine.
Gözlerine bakınca uçsuz bucaksız denizlere yelken açtığım, bakışlarıyla kalbime yıldırımlar düşürttüğüm..! Kaç hazan geçti yüreğimden, kaç hazan sen yoktun. Kaç ilkbahar ben doğdum, kaç sonbahar sen öldün yüreğimde. Yokluğunu saymıyorum artık takvimlerde. O denizlere inat maviliğin yok artık, şimşeklere inat bakışların ise yoldaş değil gecelerime.
Elbet bu mevsimde geçecek; biliyorum sen yine gelmeyeceksin. Ardından kışlarım gelecek, içimdeki yalnızlığımı donduran. Sonunda, ilkbaharlara gebe kışlarımda bitecek. Ben ise sonbaharda döktüğüm tohumlarımdan yeniden doğacağım. Yeniden yeşerecek, yeniden can bulacağım filizlerimde. Üzerime düşen her çig yeniden büyütecek küçülmüş yüreğimi. Açan her yeni güneş hazanlarımın sarısını silecek, tualimi yeni renklerle bezeyecek. Gözlerim çimenlerden öte parlayacak yeşilliklerimde.
Aslında sana söylemek istediğim daha çok şey var, vardı. Mesela; keşke bu kadar çok aşık etmeseydin beni kendine. Şimdi brüt paylaşımlarımızdan geriye kalan netin bedelini ödediğimi biliyorum. Her şeye rağmen sana da kızmıyorum, kızamıyorum... Acım durulduğunda bir şarkı söylerim belki, belki yeniden çiçekler açarım... Renklerini gökkuşağının bile kıskandığı.
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen |
Batan Geminin Pisliği
Uzun yıllar önce zehir yüklü bir gemi yola çıkıyor İspanya’dan. Sanayileşme, gelişmiş ülkelere eşzamanlı olarak oldukça ağır bir çevre kirliliği yükünü de bindiriyor. Ama ülke, adı üzerinde gelişmiş. Ürettiklerini yalnızca kendisine saklarken, zehrini üçüncü dünyaya armağan etme lütfünde bulunuyor. Gemi, Cezayir’e doğru yol alıyor. Cezayir geri kalmış, Cezayir ilkel, Cezayirliler sağlıklı bir çevrede yaşamasa da olur. Ama Cezayir başkasının pisliğini kabul etmiyor. Gemi Akdeniz’de bir tur atıyor, yükünün bir kısmını denize döküyor. Sonra İspanyollar düşünüyorlar. Hangi ülkede, pisliğimizi satın almış gibi yapacak işbirlikçileri daha kolay bulabiliriz? Hangi ülkede bürokrasi kaplumbağa hızıyla hareket eder, sivil toplum örgütlerinin uyarıları dikkate alınmaz, yer yerinden oynamaz. Hangi ülkede nemelazım egemenliği vardır, hangi ülkede herkes sorumluluğu birbirine atar? Hangi ülke, futbol, türban ve zina tartışmalarından başını kaldıramaz, benim gemimi fark edecek zaman bulamaz?
Rotayı İskenderun’a çeviriyorlar..
Çevre Koruma Dernekleri uyarıyor. Yeşilbarışçılar çırpınıyor.. Gemide haciz varmış, şirket bilmem ne yapmış, bürokratik işlemler bitmek bilmiyor. Dört buçuk yıl geçiyor.. İspanyollar tam da gelip gemiyi alacakken, gemi batıyor.. Çevre Bakanımız televizyonlarda, açıklama yapıyor: “Gemi batmıştır.” Hadi canım! Zaten hep aynı şey olmuyor mu? Hızlandırdığımız tren kaza yapıyor, Ulaştırma Bakanı konuşuyor: “Kaza olmuştur.” Deprem yaşanmış, insanlar açıkta. Sayın valimiz açıklıyor: “Deprem olmuştur.” Büyüklerimiz(!) oldukça güzel durum tespiti yapma kabiliyetine sahip olmalarına karşın, çözüm üretmekte yetersiz kalıyorlar. Çevre Bakanı devam ediyor, “Gemide 2200 ton zehir vardır. Sabotaj olabilir.” Burada duruyor. Sorumlu var mı, sorumlu kim? Sorumlu yok..
Ulla felaketinin izleri ancak seksen yılda silinebilecek. Binlerce balıkçı av sezonu öncesinde ne yapacağını düşünüyor. İnsanlar denize giremiyor. Daha önemlisi, denizlerimiz zehirleniyor, balıklarımız ölüyor. Kaplumbağalarımız can çekişiyor. İspanya, tarihi ve kültürel yakınlığımız nedeniyle en sevdiğim ülkelerden birisi. Ama bütün bunlar İspanyolların umurunda mı? Değil.. Sanki hepimiz aynı dünyada yaşamıyoruz. Afrika’nın, Güney Amerika’nın kirletilen topraklarından yükselen zehirleri hepimiz solumuyoruz sanki. Avrupa Birliği yasa çıkarıp ozona zarar veren buzdolaplarını kullanmayı yasakladığında, buzdolaplarının hepsi Afrika’ya satılmıştı. Onların ozonu bir başka dünyayı koruyor sanki. Dünya bu anlayışı kaldıramıyor. Hep daha fazlasını isteyen kapitalizm, kaynakları zorluyor. Yarını düşünmüyor. İnsanoğlu doğayla inatlaşmaktan vazgeçmeli. İlkçağlardan bugüne geliştirdiğimiz bütün bilimleri ve ürettiğimiz bütün teknolojileri üst üste koysak bile, doğa karşısında çaresiziz. Yarın dünya dönmese, güneş doğmasa.. Buzullar erise ya da ağaçlar oksijen üretmekten vazgeçse.. Ne yapabiliriz, kimden hesap sorabiliriz? Batı bunu biliyor ama anlamak istemiyor. Bizden sonraki kuşakları umursamıyor.
Ulla’nın bağlı olduğu acentenin adı Mavi Denizcilik. Sayelerinde İskenderun denizi artık mavi değil. Aynı acenteye bağlı Nadya adlı bir gemi de içinde 800 ton zehirle üç buçuk yıldır İstanbul Boğazı’nda demirli. Gemide haciz mi varmış, şirket bilmem ne mi yapmış.. Aynı senaryo uygulanıyor. Hele gemi bir batsın, Çevre Bakanımız gelir bizi aydınlatır:
“Sayın vatandaşlarımız, bu gemi de batmıştır..”
Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Savaş mı?.. oda ne...
Geçtiğimiz günlerde bir gurup, duyarlı ve İslamcı kesim, Irak’ta yaşanan olaylardan ötürü, Gıyabı cenaze namazı kılarak ABD’nin Irak’ta yaptığı vahşeti kınadılar. Büyük bir gösteriye sahne olan alanda, ülkenin sürekli olarak gündeminde olan “başörtüsü” ve “peçe” ön plandaydı. Amerikan askerlerine karşı olarak, Irakta çok başarılı bir direniş sergileyen “Sadr”
ın resimlerini olduğu pankartların yanı sıra, birde gösterinin amacına uygun olarak atılan sloganlar vardı.
......
İşler böyle olduğu zaman ortaya duyarlı bir gösteri gurubu çıkıyor. Evet çıkıyor çıkmasına ama, bugüne kadar neredeydiniz. İnsanlar öldükten sonra mı? Aklınız başınıza geldi, Kutsal İslam Türbeleri bombalandıktan sonra mı?
Müslüman olduğunuzu anladınız. Her geçen gün Amerikanın tüm isteklerini yerine getiren, gün geçtikçe iyi bir ikili oluşturan AKP hükümeti ile aralarından suz sızmayan Amerika nasıl oluyor da en yakın dostlarının İslamcı olduklarını bile bile, değer verdiği mabetleri bombalıyor.
İslam’ın her geçen gün kötüye kullanıldığı zamanları çok iyi değerlendiren Amerika nasıl oluyor da, kendi memleketlerinde özgürce yaşamak isteyen ırak halkına Terörist gözüyle bakıyor, nasıl oluyor da islam’ın gerektirdiği gibi yaşayan ve değer verdiği mabetleri korumaya çalışan insanlara bizim ülkemizdeki İslamcılar da, Terörist gözü ile bakabiliyor.
Bugünlerde başta Fetullah Gülen olmak üzere, bir çok İslamcının yaşadığı Amerika herkese cazip geliyor. İnsanın aklına şöyle bir soru takılıyor “Amerika İslamcıları kullanıp bir şeyler mi? Yapmak istiyor.” Fetullah Gülen neden Amerika’da yaşıyor. Neden Hükümet Amerikanın Irak savaşındaki tutumuna Hayır değil de “Evet” gibi kolaycı ve ver kurtulcu bir taviz gösterdi. İslam dini neden sürekli olarak ön plana çıkartılıp siyasi malzeme olarak kullanılıyor. Bunların bir sebebi olması gerekiyor.
Evet, bugüne kadar sesi soluğu çıkmayan bazı İslamcı çevre, her şey bittikten sonra savaşa hayır derken, Nukteda es Sadr’ada tam destek veriyorlar. Yani işgale karşı direnenleri destekliyorlar. Akıl almaz bir şey yahu. Öyle değil mi?. Zamanında bizim desteklediğimiz Irak halkını tamamen yalnız başına bırakanlar, birde biz destekliyoruz diye bizlere bölücü gözüyle bakıyorlardı. Şimdilerde tutum değişti. Herhalde Irak halkının Terörist olmadığını anladılar. İki varil Petrol için dünyaları kasıp kavuranların, İki varil su için uzaya bile çıkıp, kafalarımıza basacaklarını anladılar. Gerçek Müslümanlığın gerektirdiği gibi yaşamaya geri döndüler.
Ama takıyye özelliklerini hiç kaybetmeden, savaşın yeni başladığını sanıyorlar. Bunlara sağdan soldan gelmiş vallahi , yok yok bunlara kal gelmiş. Neyse alla akıl fikir versin. Biz kendi ülkemizin değerleri doğrultusunda, sahiplilik gerektiren konularda devam edelim.
Genelkurmay Başkanının geçenlerde yaptığı bir konuşmada, ben karamsarlığa düşen arkadaşlarıma Atatürk’ün nutku’nu okuyun diyorum. Ve kendimde okuyunca rahatlıyorum dedi. Evet gerçekten çok önemli ve anlamlı bir konu. Bu ülke ne sıkıntılar ne kötü günler gördü ama tüm zorlukların üstesinden gelmeyi de bildi. Bence başkalarının işine burnunu sokanlar kendi içindeki sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışsınlar, yani herkes bu ülke için çalışsın.
Her zaman Zaferlere sebeb olmuş Ulu önder M. Kemal ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarının bize armağan ettikleri 30 ağustos ZAFER BAYRAMI her zaman aynı değerler ve sahiplilik içinde kutlanması dileği ile, sağlıcakla kalın...
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar yaşamlarınız da mutlak değişiklik arzuları ile başlıyorsunuz yeni haftanıza. Henüz hazır değilsiniz bu tür operasyonlara. Yalnız bu hafta orijinal bir fikriniz geleceğe pozitif bakmanıza yeterli olacak. Acele etmeyin ve bilin ki en ince detaylara kadar organize olmalısınız.Ekim ayını ve bilhassa 2005'i bekleyin.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Diyalogların hüküm sürecekleri bu güzelim haftanız da sakın kendinizi gereksiz çekip çekiştirmelere kaptırmayın boğalar. Toleranslı olun sevgililerinizle. Aileleriniz ve gençlerle ilişkileriniz gayet güzel. Yeni teknolojilerde yaratıcı olacaksınız bu hafta, cüretli ve müthiş isteklisiniz. Formunuz ise doruklarda.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Bu hafta siz ikizler çenelerde tartışmasız şampiyonsunuz !.. Muhataplarınızı resmen büyülüyorsunuz. Bazılarınız deplasmanlardan kalpleri dolu dolu dönmekteler.. Yalnız kontrat değil, sevgiler ve heyecanlarla.. Gerçekleştirmek istediğiniz bir projeniz var ise tam zamanı, planlamalara geçin.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Finansal konularda bir iki güzel operasyon gerçekleştireceksiniz bu hafta yengeçler. Gelirlerinizde artış gözükmekte, yan işlerinizde gurur verici gelişmeler bahis konusu olacak. Şunu da unutmayın, eğer ağır aksak seyreden ortaklıklarınız mevcut ise onları terketmekten sakın kaçınmayın. İlerde pişman olmayın yengeçler..
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Venüs sizlerle sevgili aslanlar. Kendinize güvenleriniz daha sağlam elbette. Ortamların sisli olmalarına rağmen sevgilinizin neden bu kadar elde tutulamaz oluşunu anlamaya artık kararlısınız. Enerjiler sizlere geri dönünce haliyle istekleriniz de uyanmaktalar. Vasıta alım satımlarında bir hareketlilik gözükmekte.
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Müthiş ne demek, muazzam hatta olağanüstü sevgilerin haftasına girmektesiniz başaklar... Yok demeyin, yıldızlardan siz başaklara nimetler yağacaklar. Bazılarınız gizli veya şimdilik gizli kalması gereken bir aşk içinde bulacaklar kendilerini. İşlerinizde fikirleriniz ilgiyle izlenecekler, ikili projelere ağırlık verin. Başarılar sizinle..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Eski aşklara yeniden merhabalar diyebileceğiniz haftanızda bereketler yıldızı Jüpiter'in gelişi ortamları daha bir canlı kılacak sevgili teraziler. Sevdaların yeniden ateşlere bürünmeleri bu sefer bazı angajmanlarıda getirecek beraberinde. İş ortaklığı, evlilik, belkide bebe beklentileri dahil bunlara. İşyerlerinizde bağımsızlık savaşları var.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Venüs'ün kaprislerine kulak asmıyorsunuz vallahi !.. İçinizdeki duygular öylesine sağlam ve fıkır fıkır olunca elbette ilişkilerinizde bu derece pozitif olabiliyorlar.. Herşey yolunda ama şu hükümranlık savaşları da olmasa daha da kaymak olacak sevgiler. Yeni atılımlar söz konusu çünkü finansal engeller yavaş yavaş çözülmekteler.
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Aşklarınıza değişik açılardan bakışlarınız sayesinde yeni başlangıçlara kendinizi hazır hissetmektesiniz sevgili yaylar. Yeniden doğuşların söz konusu olacakları bu haftanızda her türlü alım satım projelerine evet deyin. İşyerlerinizde sabırlı ve itidallı olun bilhassa. Şefleriniz ile bilek güreşlerinden kaçının..Tansiyonlara dikkat..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Patlamaya hazır mini krizlere dikkat edin sevgili oğlaklar. Hayata bakışınız ve alışkanlıklarınız derinden değişmekteler ve bunu da hissetmektesiniz.Duygusal açılardan bu değişimleri yeni haftanızda kuvvetlice yaşayacaksınız. Yabancı ülkelerle olan profesyonel ilişkilerinizde gelişmeler ufuktalar. Enerji dolu olun..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Herşey sakin gidiyor derken Venüs'ün bu hafta burçlarınıza ani ziyareti ortamları çalkalandıracak sevgili kovalar. Avantaj sevgililerinizde !.. Hiç sevmediğiniz halde buna katlanacaksınız çaresiz.. Olsun, bırakın kendinizi, ikili projelere ağırlık verin güçlerinizi birleştirerek.. Manen yücelmektesiniz, atalarınızdan miras..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Bazı balıklar mesleki ilişkilerinde beklenmedik gelişmeler ve tanışmaları yaşayacaklar. Değişiklikler söz konusu, sanki bir hürriyet rüzgarı esmekte profesyonel uğraşlarda.. Bu ise sizleri olası bataklarınızdan kurtulmak isteklerinize müthiş canlılık kazandırmakta.Yolunuzu azimle izleyin, ekim ayında daha rahat olacaksınız.
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.258 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
TERKETTİN BENİ
Terk ettin,
Beni ve yaşadığım şehri.
Cemreler,
Baharı müjdelerken.
Kaçtın,
Kumrular saçaklarda sevişirken.
Gittin,
Çiğdemler,güneşe gülümserken.
Bir avuç kül bıraktın,
Hem benim,
Hem de kendi yüreğinden.
Medet dileniyorum şimdi,
Gökyüzünden geçen,
Kırlangıç sürülerinden…
Mehmet
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
...güzel sanatlar fakültelerinin grafik, seramik, heykel, resim ve iç mimari bölümlerinde zor koşullar altında 'çıplak' (nü) modellik yapan ağır işçiler, 657 sayılı devlet memurlari yasasi kapsamında 'geçici işçi' statüsünde çalışıyor. hacettepe universitesi'nde 3 yıldır modellik yapan ve isminin verilmesini istemeyen N.., "en büyük sıkıntımız, işimizin yasal tanımının olmaması" diyor. Çalışma koşullarının çok ağır olduğunu da vurgulayan 'nü' model N.., bir milyar liranın altındaki aylıklarını bile zamanında alamadıklarını belirterek sıkıntılarını şöyle ifade ediyor: "okul bazen çok soğuk olduğundan öğrenciler atkı, bereyle çalışıyor ama biz donuyoruz. bu da bizim mesleğimizin cilveleri. meslek hastalıklarımız ise kalp-damar, eklem rahatsızlıkları, kış enfeksiyonları... lütfen donmasın sanatçılarımız devlet bir yardım eli uzatsın: bir atkı yada yün bir çorap sevindirir fakirleri... Bu ve daha fazlası için http://www.nedir.net/ Bilmek ayıp değil, öğretmemek ayıp.
Web sayfalarını gezerken hoşunuza giden bazı flash animasyonları http://www.downloadatoz.com/flashsaver/download.html kısayolundaki programcık ile indirebilirsiniz. Daha fazla detaya girmeyeceğim, lütfen ısrar etmeyin.
Word veya power point kullanıcıları çalışmalarını hazırlarken genellikle anlatımlarına uygun resimler bulmakta zorlanırlar. Bu kısayolda isteklerinize uygun sunum resimleri mevcut. http://www.coolclips.com/world/travel.htm kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Hazır resimlerden bahsetmişken birde http://funfire.de/lustige/bilder-267-panzercrash.html kısayolundaki eğlencelik resimlere bakmayı ihmal etmeyin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
RoughDraft 2.11 [1812 KB] Windows FREE
http://www.rsalsbury.co.uk/roughdraft/RDraft211.exe
Yazı yazmak istiyorsunuz ama MS Word'u kullanmanızı gerektiren bir durum da yok. Basit ama kullanışlı bir text editörüne ihtiyacınız var değil mi? İşte bu program imdadınıza yetişebilir. Basit formatlama işlemlerini rahatlıkla yapabileceğiniz rtf dosyalar yaratabileceğiniz, sayfa hakkında notlar tutabileceğiniz, aynı pencerede onlarca sayfa açabileceğiniz bir editör. özellikle roman ve hikaye yazmayı düşünenlere tavsiye edilir. Komşuda pişer bize de düşer. Belki yazdıklarınızı bilerle Kahve Molası'nda paylaşırsınız:-))
Yukarı
|
|
|
|
|
|