Treo 600 stoklarda!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 582

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Gülücüklerinizi idareli kullanınız!..


Merhabalar,

Çarşamba günü başlayan kahkaha tufanı hala sürüyor. Şaşkınlıktan başlayan gülmeler dün zevkten atılan kahkahalarla devam etti, ediyor. Yüce büyüklerimizin komedi anlayışları değişmediği sürece de bu gülüş sürüp gidecektir. Nasıl gülmeyelim dostlar? Dün vakitsizlikten değinememiştik ama TCDD genel müdür ve yardımcısının görevden alınışı sizce komik değil mi? Kaza sonrası mangalda üfürecek kül bırakmayanlar mabadı koruma derdine düşünce 2 garip bürokratı harcadılar. Şimdi harcadılar deyince yanlış anlaşılmasın. Onlar daha kazanın ertesi günü bakanlarıyla birlikte görevden alınmalılardı ya da en doğrusu istifa etmelilerdi o başka. Peki şimdi onların amiri pozisyonundaki koltuğa yapışık yüce bakan, işinibilir derin denizin babası, büyük insanın pişkinliğine ne demeli yahu. "İşte istediğinizi yaptım, haydi sıkıyorsa şimdi de laf edin." dedi açık açık. Empati yapayım diyorum olmuyor. Ben o adamın yerinde olup bu lafları ettiğimde kızarmadık yerim kalmaz, alnımdan akan terlerde kano yarışları düzenlenir. İnsan birkere kayışlaşmaya görsün, artık 2 kulak 2 göz arası transit geçişe mi açılıyor nedir? Ne duyuyor ne görüyorlar. Duysalar bile kulaklar aşağı sarktığından kulakla beyin arasındaki mesafe artıyor, dolayısıyla duyduğunu anlamak zorlaşıyor zahir. Haydi bakalım sıkıysa siz gülmeyin. Hohh Ho Hoooo...

TCK yasası birer ikişer meclisten mutabakatla geçerken dün birileri kalkmış vazgeçilen zina yasasına bir başka ad uydurup geçirmeye kalkmış. Var mı böyle birşey? Tayyip Bey'e de acıyorum Allah canımı alsın. Adamcağız onca takla atıp şirinlik yaparken birileri de müziğin sesini kısmaya çalışıyor. Yazık. Devrim niteliğinde bir yeni yasa hazırlanıyor ama biz uçkurdan gayri hiçbiryeri ile ilgili değiliz. Çünkü yüce büyüklerimiz öyle uygun görüyorlar. Ve işin en vahim tarafı bu tasarı yasalaştığında ortaya çıkacak. Uygulamada düşülecek gafletler, zaaflar, ne zaman başlayıp ne zaman bittiği ile ilgili çelişkili durumlar, Türk adalet sisteminde birçok taşı yerinden oynatabilecek düzeyde. O nedenle ağlayacağımız zamanları düşünerek ben şu anda kahkalarla gülüyorum. Deve olsaydım hörgücümün bir kısmını bu kahkalarla doldurur zamanı geldiğinde çıkarır çıkarır kullanırdım. Bakın şimdi aklıma geldi, termosa doldurmayı deneyeceğim, belki işe yarar. Hoş ben gibi zart dendimi ağlayan gıdık dendimi gülen bir adamın buna ihtiyacı olmaz ama lafımız ortalığa. Son dakika haberine göre yasa yeniden görüşülmek üzere komisyona geri çekilmiş. Artık araya zinayı mı sokuştururlar yoksa imamlara resmi nikah yapma hakkımı verirler, bekleyip göreceğiz. Gülmeye devam...

Gülmek denince üstüme gülücü tanımam. Gülmeye başladığım ortamlarda insanların olayı bırakıp bana bakıp gülmeye devam ettiklerini söylemekle başlayayım. Yok öyle harika kahkahalar attığım için falan değil tüm vücudumla güldüğüm için. Ağızda başlayan gülücükler ayak ucuna ulaştığında El Nino'ya dönüşür. Şu sıralar yağ oranı da kıvamında olduğundan yayılan titreşimler oturduğum koltuktan, sandalyeden ya da tutunduğum direkten bulunduğum ortama geçer. Peki ben bunun farkında mıyımdır? Hayır. Ben uslu uslu gülümsediğimi sanırken etrafıma verdiğim rahatsızlık had safhadadır. Sinemada tiyatroda 20 koltuklu bir sıranın bir başında gülmeye başladımmı, öbür uçtaki amca uzanıp bakar ama ben kendimi tutamaz kıkırdamaya devam ederim. Hiç unutmam tiyatro döneminde yan salonda oynayan Nejat Uygur'u her akşam seyreder ve her defasında aynı esprilere katıla katıla gülerdim. Sağolsun her karşılaştığımızda "Allah aşkına her akşam gel, senin yüzünden salon yıkılıyor." derdi. Yani takdir de görürdük. Ben buraya nerden geldim yahu. Şimdi sıra bu konuyu aşağıya bağlamakta. Durun bakalım.

Sizi bilmem, ben en çok film seyrederken gülerim. Sırf gülmek için defalarca gittiğim filmler olduğu gibi, müziklerini dinlemek için gittiğim filmler de vardır. (İyi bağladım) Mesela "Grease", "Tommy", "Wall" ve tabi "Hair". Rekor Grease'de, tam 9 kez seyretmiştim. Hair 5 kezle gerilerde kalmıştı. Yıllar sonra televizyonda izlediğimde aynı heyecanı bulamadığı itiraf etmeliyim. Sinemada seyretmek hala çok farklı. 1979'da Milos Forman tarafından yapılan bu müzikal filmin en can alıcı sahnelerinden biri Berger (Treat Willams)'in Bukowski(John Savage)'nin yerine savaşa gitmek üzere uçağa binişidir. O sahnede hangi parça çalıyordu şimdi hatırlamıyorum ama "Let The Sunshine In" i her dinlediğimde o sahne aklıma gelir. İşte bugün sizlere o bence muhteşem filmin harika melodisini dinletiyorum. Yolun yarısını geçmiş olanlar değişik duygularla dinleyeceklerdir eminim. Hepimize güzel bir haftasonu diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Pabuçlarımın Yazarı : Merih Günay


Yazar

Kitapçılarda Çok iyi bir yazarım ben. Benden daha iyi yazan birini okumuş değilim henüz. Benden iyisi olmadığını ve olmayacağını düşünüyorum. Okuduğum kitaplar beni çok güldürüyorlar. Kelimelerin hiçbir enerjisi yok. Boşlukta-soğuk bir şekilde duruyorlar. Askerler gibi sıraya dizilmiş sanki harfler ve okurken bana hiçbir şey vermiyorlar. Bittiğinde de öyle. Ne heyecan, coşku, soru işareti, üzüntü: Yok! Hiçbir duygu yok.

Benim yazdıklarım öyle değil. Yazdıklarıma bayılıyorum. Defalarca okuyorum ve her seferinde beğenim değişmiyor. dans ediyor kelimelerim; bazen bir balo salonunda, bazen çöplükte, bazen yatakta ama kesinlikle hareketliler, canlılar. Öykülerimden birini okumaya başlayıp da bitirmeden bırakanı henüz ne gördüm ne de duydum. Akıcı, etkileyici, merak uyandıran öyküler. Okunmuyorlar da, yaşanıyorlar adeta.

Bir şey yazıp okuduktan sonra çok şaşırıyorum. O kadar çok beğeniyorum, o kadar mükemmel oluyorlar ki hayretler içerisinde kalıyorum. Neden ve nasıl yazdığımı bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum doğrusu. En iyisi olduğumu bilmek yeterli geliyor bana.
Ropörtaj, tv-radyo programı teklifleri alıyorum ve kabul etmiyorum. Neden kabul etmediğimi de bilmiyorum. Küçümsüyorum olabilirim- Ne haddinize sizin benimle konuşmak, siz ne zannediyorsunuz kendinizi?

Birkaç yarışmaya katıldım. Henüz sonuçlar ilan edilmedi ama hepsinde birinci geleceğime şüphem bile yok. Aksi düşünülemez ki! Kim benden daha iyi yazabilir? Ödül törenlerine katılmayacağım. Adresime postalarlar. Duvarın bir kenarına yan yana asmayı düşünüyorum öykülerimin birincilik aldığımı belirten kağıtları fakat çok titiz bir adamım ben; hepsinin aynı boyda olmasını isterim, gerekirse bu talebimi yarışmaları düzenleyen kuruluşlara iletirim. Estetik düşkünüyümdür. Bir tablo, bir eşya yerinden milim bile kaysa gözümü uyku tutmaz benim.

Şu ikinci öykü kitabını da çıkarttıktan sonra bir roman yazmayı düşünüyorum. Kesinlikle çok fazla satılacak, en iyi övgüleri alacak ve birçok yabancı dile çevrilecektir. Beyaz perdeye de uyarlanacağını düşünüyorum.
Milliyetçi biri sayılmamakla birlikte, adımın dünya edebiyatına altın harflerle yazılmasının yaşadığım ülkeye faydalı olacağını sanıyorum. Bu, diğer ülkelerden gelecek yerleşme taleplerine olumsuz bakacağım anlamına gelmez. Neticede son derece önemli bir insanım ve layık olduğum yaşamı sürmeliyim elbette.

Bir takım sorunlarım var. Sorun olup olmadıklarına emin değilim aslında fakat dostlarım sorun olduklarını söylüyorlar. Sık sık hayal görüyorum, aslında bunlara hayal denemez çünkü ben gerçek olduklarını biliyorum ama bunu kimse doğrulamadı henüz.
Özellikle yapıyor olabilirler.Başarılarımı kıskananlar çok.

Örnek vermek gerekirse; yengemi, kuzenimi ve eşini, bebekleriyle birlikte otobüsten inerek evlerine yüyürken görüyorum, onlara yaklaşıp konuşuyorum, bebeği seviyorum hatta ona bir kitabımı imzalayarak hediye ediyorum ve sonra ofisime geldiğimde bu imzalı kitabın elimde olduğunu görüyor ve vermeyi unuttuğum için kendime kızarak yengeme telefon açtığımda o bana, beni en az iki senedir hiç görmediğini söylüyor.

Sinirlenip dışarı çıkıyorum, yolda babamı görüyorum ve ona sesleniyorum; beni duymuyor, bakmıyor arkasına. Koşarak ona yetişiyor ve elimle omuzundan tutup kendime çeviriyorum. Bana bakıyor ve parmağıyla boynuna asılı levhayı gösteriyor: "Doğumu 1931 Ölümü 1999." Sinirleniyorum. Neden öldüğüne bir anlam veremiyorum.
Çok zayıf görünüyor, ceketimin cebinden bir sandöviç çıkarıp ona uzatıyorum ama bana yine levhayı gösteriyor işaret parmağıyla: "Yiyecek verilmesi yasaktır."

Gece mal satıp, sabah para havalesini yapıyorum sıkça ve sonrasında hep parasız kalıyorum. Ortaklarım bana kızıyorlar; neden satmadığım bir şey için para ödediğime dair. Sattığımı söylüyorum ama ispat edemiyorum. Belgeleri yok ediyor olabilirler.

Uyandığımda çocuklarımın nerede olduğunu soruyorum yanımdaki kadına ve o bana çocuğum olmadığını söylüyor.
O halde bu oyuncaklar kimin?

Puşkin, bundan neredeyse 200 yıl kadar önce berbat bir öyküsünü şöyle bitirmiş: "Okurlarımın beni, hikayenin sonunu anlatmak gibi gereksiz bir görevden kurtaracaklarını umarım."
200 yıl sonra beni bu saçma sapan hikayeye bir son yazma sıkıntısından kurtardığı için kendisine minnettarım.
"Okurlarımın beni, hikayenin sonunu anlatmak gibi gereksiz bir görevden kurtaracaklarını umarım".

Tanrı Puşkin'i korusun.

Merih Günay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
              9 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


   BENİ TANIYAMAYACAKSIN

İçeriye adımını atarken bacakları titredi.
Yorgundu. Bu yokuş onu yoruyordu. Elindeki paketleri kapının eşiğine bırakıverdi. Kahverengi lekelerin arasında mor ve çürümüş eğri büğrü damarların gezindiği elleri ile kapının kenarından destek almaya çalıştı. Nefesi tükenmişti. Bu yokuşun dikliği bir gün beni pes ettirecek diye söylenerek sağ ayakkabısının burnu ile sol ayakkabısının topuğuna hafifçe bastı. Yılların ayakkabıları hiç zorluk çıkarmadan ayaklarından çıkıverdiler.
İçeriye girerken hafif bi telaş kapladı içini.

Daha kaç kere bu şekilde sağ salim eve dönmeyi allah nasip edecek diye düşünerek kafasından kasketini çıkarıp sırları dökülmüş aynasında kendi yansımasını gördüğü portmantonun minik toplar şeklindeki kulplarından birine geçiriverdi. Ölümden korkardı bunu kimseye itiraf etmezdi.
Evinin kokusunu bilirdi; ter, yemek, ilaç, yaşanmışlık kokusu bütün evlerde ayrı ayrı baharatlarda olur, bilirdi. Kendi evinin kokusunu gittiği her yerde arar, uzunca süre evinden uzak kaldığında ise hasretini çekerdi. Yaşlıydı; alışkanlıklarına herkesden daha çok sahip çıkmasına kimse laf edemezdi. Yaşlılığın bir takım lükslerini gururlu bir şekilde kullanmayı ihmal etmezdi.

Yerdeki paketleri alıp mutfak masasının üzerine doğru baştan savma attı.
Yerde yamuk duran yuvarlak, eski kazak ve hırkaların renkli yünlerinden elde örülmüş kocaman paspasın ucunu ayağı ile düzeltti. Salona doğru yöneldi.
"Hüsnüüüü..." diye seslendi. Çırpınan kanatların sesi tellere tırmanan minik tırnak seslerine karışımaya başladı. Salonu heyecana boğan Hüsnü ile beş yıldır birlikte yaşıyordu. Konuşan bir muhabbet kuşuna sahip olduğu için kahvede-hafiften dudak kıvırarak-peş peşe gelen soruların çoğuna cevap vermezdi. "Konuştuğunu bilsem almazdım! Bütün gün çenesine katlanmak kolay mı sanıyorsunuz?" diye bağırıvermişti bir akşam. Kahvedekiler sesinin derin tınısı ile sus pus oluvermişti.

Şu yeni nesile ait kaprisleri, bayram seyran demeden ayağı yanık köpekler gibi il il, ülke ülke, o denizkenarı senin bu denizkenarı benim gezmeleri anlamıyordu. Ev kadar huzurlu yer yok ise evden uzakta kalmanın anlamı hiç yoktu. Ortanca oğlan ve küçüğün de karısı pek gezentiydi. Bu ikisinden peydahlanan toplam beş torunun da akıbeti farklı olmadı. Anaları babaları gibi gezenti oldular diye düşündü. Hele ki büyük torun Cem'in yüzünü görmeyeli yıllar oluyordu. Dağlara tırmanıp duruyormuş, hatta buzul tırmanıcısıymış. Bir de bu işin piri olmuş, hocalığını yapıyormuş. Büyük oğlanın on yaşlarındaki yüzü geldi gözlerinin önüne.. Yeni hükümetin teşekkür amacı ile ilçelerinin tam göbeğinde yaptırdığı belediye parkının tam göbeğinde şehrin valisi ve ileri gelenlerince büyük bir törenle kırmızı kurdelası kesilip açılan "Süs Havuzu"ndan dışarı uzanan o kafasının uzantısı gibi ağzından yukarıya doğru uzayan duş borusunu... Tokadı yerken gıkı çıkmamıştı. "Ben araştırma yapıyordum..." demişti. Bu duruş anasının ikinci defa inmek için kalkan elini havada buz kestiydi.. O kadar kendinden emindi ki.
Ağzındaki boruyu da Banyodan söktüymüş hınzır diye gülümseyerek kafasını salladı. Hiç ele avuca sığmayan bu babadan bir de dağ tepe tırmanan torun sahibi olmuştu. "Şaşkınlığa ne gerek var ki, armut dibine düşer" diyen kendi sesi kulağına çarpınca ayıldı. Salonda durduğu yerin farkına vardı.
Yılların formika dolabının camlarına tek tek yerleştirilmiş; çoluğun, çocuğun, akrabaların, sünnetlerin, düğünlerin, mezuniyetlerin fotoğrafları içinde Cem'in yine allah bilir hangi dağın tepesinde kafasında kocaman bir şapka, yüzü gözü kapkara olmuş şu Avrupa işi fotoğrafını bulmuş gözlerinin önünden gitmeyen o son bakışını içinde hissederek yüzünü okşuyordu.
"Geri geldiğimde beni tanıyamayacaksın dede..."

Devam edecek

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,139,139,139,139,139,139,139,139,13
              15 Kahveci oy vermiş.
22 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Portreler : Cavit Amca

"Cihangir'li Cavit" derdi kendisine Cavit Amca. Tam bir eski İstanbul Beyefendisi. Elbette o yıllarda Cihangir semti de İstanbul'un en müstesna semtlerinden biri. Her zaman pırıl pırıl rugan ayakkabıları ( lacivert-beyaz ) vardı ayağında. Tertemiz bir gömlek ve ona uygun bir pantolon. Pantolonun ütü çizgileri sanki az önce ütüden çıkmışcasına keskin. Gömleğin üst düğmeleri açık, zira içine çok uyumlu bir fular bağlanmış. Saçları neredeyse bembeyaz ama hem diri, hem de taranmış. Diğerlerinin aksine şakakları hiç kırlaşmamış, onlar simsiyah ve fakat diğer yerler beyaz. Daha önemlisi o yaşa rağmen saçları dökülmüş değil, hepsi gür ve bakımlı.

Ailece gittiğimiz kamp yıllarında ( 1967-1971 ) tanışmıştık Cavit Amca ile. En büyük merakı da tavla oynamak idi ve nerdeyse tüm gününü tavla oynayarak geçirirdi. Tavladan artan zamanını da bezik oynayarak... Babam ve Amca'm da hem tavlaya hem bezik oyununa benzer şekilde meraklı olduklarından dost olmaları uzun sürmedi. Her ne kadar; koskoca bir senenin 15 gün gibi kısa bir diliminde beraber olsalar bile, mektup yoluyla arkadaşlıklarını sürdürdüler özellikle Almanya'da yaşayan Amca'm ile. Her ikisi de Ankara'da ikamet ettiklerinden Baba'm ile işler daha kolay idi ve ev ziyaretlerine gelir giderlerdi.

Çok sportmen bir insandı aynı zamanda Cavit Amca. Kampta; her sabah erkenden kalkar, çeşitli sportif faaliyetlerde bulunduktan sonra denizine girer, sonunda da eşofmanlarını kuşanıp kahvaltıya gelirdi. Ben ve kardeşime; "Sizi de uyandırayım, birlikte sabah sporu yapalım" diye baskı yapınca birgün "Tamam, Cavit Amca" dedik.
Devrisi sabah dayandı kapıya, söz verdik diye ( tek göz kapalı bir durumda ) düştük peşine. Kah koştuk, kah yürüdük deniz kenarında. Dönüşte çocuk bahçesinin salıncaklarının demirinde barfiks çekme ve kumda şınav hareketleriyle iyice pestilimiz çıkmıştı. Ben ve kardeşim tek basamaklı sayılarda ancak bu hareketleri yaparken Cavit Amca nerdeyse rekorları altüst ediyordu. Yorgunluktan denize giremeyip sadece duş almakla yetindiğimi hayal meyal anımsıyorum. Bir de ertesi sabahtan itibaren kapımıza; "Bizi sayma, evde yokuz..!" mesajı astığımızı...

Birçok Pazar günü; Ankara'nın Maltepe semtinden, teee Meteoroloji semtine kadar yürüyerek gelirdi Cavit Amca. Baba'm ile tavla oynamak için. Cüzdanında da gıcır gıcır en ufak kağıt paralardan. Tavla beleş oynanmazdı nitekim. Hatta; paranın üstüne ilgili tarih yazılarak imzalanırdı kaybeden tarafından. Ve o paralar saklanırdı cüzdanların ayrı bir yerinde. 1977 yılında ailem İstanbul'a taşınınca tavla partileri bitti sanmayın sakın. Otobüse bindiği gibi atlar gelirdi İstanbul'a Cavit Amca. Yine aynı düzgün kıyafetler, yine aynı kibarlık, yine eski İstanbul Beyefendi'si tavırları... Bu geliş gidişlerde de Varan otobüslerinden başkasına binmezdi. Birgün; birlikte bir Bayram tatili yakınlarında ona dönüş bileti almaya gittik. Ne yazık ki hiç yer yoktu. Cavit Amca; el çantasını açtı, içinden çeşitli senelere ait otobüs biletlerini çıkarttı ( 20 sene öncesi bile vardı ) ve o güzel İstanbul Efendisi şivesiyle :

"Muhterem kızım.. İsmim Cavit, Cihangir'li Cavit. Ben; 40 senedir sadece sizin otobüslerinizle seyahat ederim, şu biletlere bir göz atınız lütfen. Zor durumda kalmasam inanın size zahmet vermek istemezdim. İstirham etsem, bir kontenjan imkanı sağlayabilirseniz fazlasıyla mütehassis olacağım ve size müteşekkir edeceğim. Şimdi bu genç dostumla yarım saatliğine bir tur atacağım, siz bu arada ilgili yerlerle görüşünüz, biletlerim şimdilik sizde kalsın. Yarım saat sonra uğradığımda umarım müjdeli haberlerinizi alacağım..."
- Elimden geleni yapmaya çalışacağım efendim...

Yarım saat sonra uğradığımızda bileti hazırdı elbette. Böyle güzel konuşan bir insanı kim reddedebilir idi ? "Tatlı dil, yılanı bile deliğinden çıkarır" cümlesini pratik olarak yaşamıştım ( Gerçi kızcağızın yılanla yakından uzaktan alakası yoktu ama ). Birgün, Ankara'da evlerine gittiğimde; tüm spor aletlerini görmüştüm. Evin bir odasını kürek, yürüyüş bandı, labutlar, küçük ağırlıklar, vb.. Şaşırmamıştım elbette. Asıl şaşkınlığım ise oğlu idi, tam 110 kilo ..! 7/24 birşeyler atıştıran Celal ağabeyin başka bir kiloda olması ne mümkündü... Birgün yemek masasında, yemeğin son bölümlerinde, oturduğu yerden hafifçe kalkıp, ellerini göbeğine kavuşturarak sağa sola döndürüp, biraz da zıplayınca Cavit Amca'nın hayretle bakan gözlerine :
"Biraz yerleştiriyorum ki; muhterem refikanız Refoş Hn.'ın nefis yemeklerini bir tur daha yiyebileyim, öyle değil mi sevgili Baba'cığım...Ne demişler; "öleceğiz madem, yiyelim badem" ve dahi "iki dirhem et, bin ayıp örter"..." ( Refoş, annesi Refiye'nin aile içindeki kısaltılması ) demiş. Uzunca bir süre düşünen Cavit Amca, yani su katılmamış Cihangir'li haşa İstanbul Beyefendi'si, sevgi dolu gözleriyle oğluna bakmış ve dudaklarından belli belirsiz sadece;
- "Çüşşş be oğlum, ohaaaa yani ..!" sözcükleri dökülmüş ...

40 yıldır bindiği otobüs ile İstanbul'a ( muhtemelen; Baba'cığım ile bir tavla maçı da planlamıştır ) gelmekte iken; Bolu dağında, otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu hayatını kaybetmişti ( 29.Nisan.1985 ). Ertesi gün gazetelerden okuduğumuzda aynı otobüste; bir zamanların ünlü pop şarkıcısı Aylin Urgal'ın da bulunduğunu öğrenmiştik.

Belki de; Varan'ın varamadığı tek seferidir, ya da varabildiği en uzun seyr-ül seferi...

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahvecigillerden : Hüseyin Alparslan


NUMARATÖR

- Efendim o değil cüzdanınızın sağ üst köşesinde var ya !
- …
- Hah ! İşte O !
- U05-447776111474…
- Son rakamı tekrarlar mısınız , lütfen !
- …

Numaraların her alanımı kapladığını biliyordum , biliyordum da bu kadar çok olacağını ciddi olarak düşünmemiştim. Kişisel kimlik numaralarım , sigorta numaralarım , diploma no , mühendis üye no… Liste uzayıp gidiyor.
Doktor soruyor: Adresinizi alabilir miyim ? Tabii 4668 sokak …
Bu rakamları alt alta üst üste yazıp eklesem çıkarsam, bir şifre bulur muyum diye uğraşıyorum ama , sonuç yanda görülüyor.
- 3887648 numaralı beyefendinin karaciğeri değişecek . Bakın bakalım depoda 388' e uyumlu karaciğer var mı ? Var ise hemen değiştirelim. Yola çıkacakmış da !
"Hemen mi !" diyecek oluyorum , duvardaki tombul hemşire eliyle bana bir işaret ediyor. Bu işaretin ne anlama geldiğini anlamaya çalışırken , yanıma yaklaşan birisi ; "gazeteyi alabilir miyim" diye kibarca soruyor.
Oldum olası sevmem , gazetemi başkalarının okumasını… Önce hayır diyecek oluyorum ama duvardaki tombul hemşire kaşlarını çatmaya başlıyor. Çaresiz kabul ediyorum. Karaciğeri buluyorlar. Tam benim modelime uygunmuş ! Depoda da bir tane kalmışmış. Yenisini almaya kalksam , oooooh çok pahalıymış. Olur diyerek başımı sallıyorum , memnuniyetsiz bir ifadeyle.
- Kredi kartıyla mı ödeyeceksiniz ? Numarası nedir ?
Kartımdaki numaraları tane tane okuyorum. Bir rakamı yanlış söylesem , gitttiiiiiiii ! İşin yoksa uğraş bankalarla ! "Efendim ben U05-447… Kartımla ilgili bir ödeme hatası veriyorum…Kart numaram şu: 4748 6456 2569 3333 son üç rakamını da vereyim mi ?


Karaciğeri takıyorlar. Test sürüşüne çıkmayı teklif ediyorlar.
- Üzerindeki yağlı tulumla mı bineceksin ? olmaz diyorum.
Testi kendim yapmaya karar verip , tura çıkıyorum. Radyoyu karıştırıyorum.34.88 Nubeeerrrrrr ,efffeeeeemmmm ! Şarkıları da kodlamışlar inanamıyorum. Konuşmasıyla her halinden ciddiyet akan spiker anlatıyor uzun uzun , "Sevgili dinleyiciler şimdi opus 47 do minör keman konçertosu…
Bugünkü toplantılarım aklıma geliyor. Cep telefonumun rehberini karıştırıyorum. 0666 333 47 … Neyse … Haber verebildim. Patron biraz kızdı ama olsun. Trafik polisinden 10 ceza puanı kesilmiş makbuzumu alıyorum. Sayısal bayisinin önünde durup , numaralarımı söylüyorum. Ya çıkarsa ! Uğurlu numaram 22 . Her defasında kullanıyorum 22 yi ama 3 bile tutturamadım !
Hemen havaalanına gidiyorum. Bugün 5489 sefer sayılı uçakla gelecek misafirlerimi karşılamam gerekiyor. Onların uçağı da biraz geç kalkmış. Almanya'dan gelen 6398 sefer sayılı uçak gecikmiş de !
Numaralarım çoğaldıkça kendimi daha zengin hissediyorum.
- Senin,diploma numaran var mı ?
- Heh heh he benim var.
- Senin, kapı numaran kaç?
- Benim 245.
- Bende daha ne numaralar var bir bilseniz. Yolda yürürken amuda bile kalkarım. Arabamın motor şase numarası bile var. O kadar uzun ki , aklımda tutamadığım için ruhsatı da yanımda taşıyorum.
Bir arkadaş sorar , bilemeyiz…

Numarasız kalmayın. Bol numaralı günler.

Numaratör Hüseyin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              15 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Güller ve Dikenler : Hülya Ateş


MUTLULUK MUCİZESİ

Bir bahar sabahıydı, yeşil sarmaşıklarla sarılı beyaz evin içerisinde heyecan kasırgaları kopuyordu ,tüm gürültü ve patırtların arsında minik bir bebek sesi duydu baba,elinde hala neden içtiğini bilmediğ sigarasını söndürdü beyaz eve doğru koşmaya başladı, o koşuş sanki yeni bir mutluluk ormanına giriş gibiydi ,bu ormanda yeni kapılar açılacaktı ona biliyordu bunu... Yemyeşil bir dünya ...Hızla evin kapısından girip üst kata annenin odasının kapısının önüne geldi,nefes nefeseydi, kapının kilidine uzandı elleri titriyordu ,açamadı ,arkadaşları ona bakıp gülüyorlardı,baba onların bu rahatlığına bir anlam veremiyordu 'bu kadar rahat olmayı nasıl başarabiliyorlar'diye düşünmekten kendini alamadı,oysa o bu duyguyu bir mutluluk mucizesi gibi görüyordu, sanki kapı açılınca bir bahar rüzgarı birden bire yüzüne eserek ruhunu dolduracaktı bir anda ,içeriden bir küçük bebek çığlığı daha duydu sonra ortalık bir sessizliğe gömüldü,bir kere daha denedi baba,kapının kilidini açtı içeriye kafasını uzattı, hep meleklere benzettiği eşinin,yatakta kıpırtısız uzandığını görünce şaşırdı,oysa onun hayalinde ki mutluluk sahnesi bu değildi, o kapıyı açınca anne 'bak hayatım işte mutluluk mucizemiz de geldi'diyerek minik bebeği ,babanın kucağına verecekti, neden peki neden bir garip sukut vardı bu bahar odasında ,annenin yanına yaklaştı baba ,lalelere benzettiği beyaz ellerini avuçlarının arasına aldı sıktı sıktı sıktı,sonra bir buz kütlesine dokunduğunu anladı ,o an orada günlerce oturduğu sandı,annenin yüzüne bakarken bir fırtına bir kasırga bir deprem başladı babanın yüreğinde ,yağmurlar yağdı annenin üzerine ,baba gök ağlıyordu anne toprak sadece uzanmış uyuyordu... Bir an gürledi baba gök , 'böyle değildi benim hayalim böyle değildi bizim rüyamız 'diye çılgınca anne toprağı sarsmaya başladı, engel olmaya çalıştı diğer canlılar ,ağaçlar anne toprağın üzerine yapraklarını döktüler , sonra kar,beyaz bir örtü gibi sardı anne toprağı ve anne uzun bir yolculuğa çıkarıldı bu babanın umut ettiğ mutluluk yolculuğ gibi değildi.Bu yolculuk yeniden bir başlangıçtı anneye ,yepyeni bir dünyada, sevdikleri ile beraber başka bir alemdi. Belki de anne mutluluk ormanını babadan önce keşfedecek ve orada bir kulubede babanın gerçek evine gelişini bekleyecekti, minik bebeği ile beraber...

......

Mary'nin ölümünün üzerinden altı yıl geçmişti Thomas sarmaşıklardan artık pencereleri dahi seçilmeyen beyaz eve doğu bakıyordu.Evin tam karşısındaki küçük kulubesinde bir şeylerle meşgul oluyordu bu meşgale onu uzun zamandır başka şeylerle ilgilenmesine fırsat vermiyordu .Beyaz eve bakarken bir an dalmıştı sanki bir başka boyuta geçmişti o boyuttan içeriye uzattı ellerini ve beyaz evin penceresinden el sallayan birini gördü biraz daha dikkatli bakınca bunun karısı Mary olduğunu anladı, yine onun işten dönüşünü beklemişti anlaşılan ,oysa ne kadar da söylemişti 'bu soğukta,hamile halinle beni pencerelerde bekleme' diye ,ne güzel gülümsüyordu ,güldüğü anda karlarla örtülü şu sokaklar güllerle doluyordu, sıcak bir ateş yüreğini kavuruyordu Thomasın ,onu ne kadar da çok seviyordu... Bir anda Mary pencereden kayboldu ve beyaz evin her yanını sarmaşıklar sardı, her yer alabildiğine yeşile boyandı. Thomas tatlı rüyasından uyandı beyaz eve baktı sanki Mary hala oradan ona gülümsüyordu,ölümün insana gülümsediğini söylerdi Mary hep,son kez kahfaltı yaptıkları gün söylemişti Mary bunu kocasına ve karlarla örtülü yatağının başında Thomas Mary'nin yüzünü seyrederken yanaklarındaki gülücüğü fark etmişti ve şimdi Thomasın dudaklarından ister istemez bir cümle dökülmüştü 'ölüm sana gülümsediğinde bundan hoşlanırsan sende ona gülümsersin..' belli ki Mary yeni evini beğenmişti.... Thomas yıllardır bu kulubeyi dualara belemişti eve giremiyor burada yatıp kalkıyor ve Mary'ye kavuşmak için zaman doldurmaya çalışıyordu. Şimdi uzun zaman önce gördüğü bir rüyayı anımsadı usu:'Thomas bir patikada yürüyordu uzun yürüyüşün sonunda bir külübe görmüştü ,kulübenin kenarında Mary yine gülleri ile başbaşaydı,rengarenk güllerin arasında melekler gibi salınıyordu ,Thoması fark edince ona el sallamışt.Thomas ona yaklaştı,onu çok özlediğini artık ona kavuşmak istediğini söylemişti Mary onu dinlemiyordu bile,Thomas beyaz bir gül koparıp Mary'sine uzattı ,ona sevgisini yineledi ve artık onunla burada yaşamak istediğini söyledi.Mary ona 'hala öğrenmen gereken iki şey var onu öğrenmeden yanıma gelemezsin 'dedi ve Mary kayboldu,o gündür Thomas bunu düşünüyordu,derin düşüncelere daldı yine.Sonra beyaz evin sarmaşıklarının arasından küçük bir kız sesi geldi,bu Thomasın kızı Yozefina'ydı.Büyük bir heyecan ile evin kapısından çıkan kız babasının kucağına atıldı ve 'baba ne zaman bana beyaz bir gül fidanı alacaksın'diye yakındı Thomas 'en yakın zamanda 'diye yanıtlmıştı onu,Yozefina neşe ile bahçede koşmaya başlamıştı ,bahçenin en güzel ve odasından görünen yerini belirledi 'işte buraya dikeceğim fidanımı 'diye kendi kendine söylendi.O yaz Thomas beyaz bir gül fidanı ile dönmüştü eve ve Yozefina ile beraber bahçenin en güzel yerine dikmişlerdi,Thomas kızının neşe ile koştuğunu ilk defa görüyordu.Bu minik fidan Yozefina'nın herşeyi olmuştu,sabahları erkenden kalkar onu sular,çevresindeki zararlı otları temizler ve onunla konuşurdu,akşam olunca odasının penceresinden ay'ın ona ışıklarını sunduğu anda büyük bir haz duyardı ve neşe ile uyurdu,aradan bir yıl geçmişti gül fidanı büyümüş ama gül vermemişti Yozefina çok üzülsede babasına bunu belli etmemiş ve gül fidanından,onu sevmekten hiç vazgeçmemişti,aradan bir yıl daha geçmişti ama fidan yine gül vermemişti,Thomas fidanın gül vermesinden ümidini kesmişti artık,kızına yeni bir fidan almaktan bahsetsede kızı bunu kabul etmemişti'inamalısın baba onun gül vereceğine inanmalısın yoksa vermez'diyordu ve onu sevmeye devam ediyordu,aradan yıllar geçmişti ama fidan gül vermiyordu,bir gün kızına fidanın gül vermeyeceğini onu oradan sökmeleri gerektiğini söylemişti Thomas,kızı 'sen onun gül vermesini istemiyorsun ,gerçekten isteseydin,fidanım bu yaz beyaz bir gül açacağını söylemişti bana' dedi Thomas şaşırdı,kızının kendini bu fidana fazla kaptırdığını düşündü ve konuyu kapattı gece oluyordu ,Thomas beyaz eve doğru yürüdü kızının odasının kapısına yaklaştı,kapıyı açtı ve kızını pencerenin kenarında uyurken buldu,onu yatağına yatırdı ve pencereden gül fidanının olduğu yere baktı,nazlı nazlı salınıyordu fidan,sonra fidanın yanında bir karartı belirdi pencereye biraz daha yaklaştı Thomas, bu Mary idi, fidanın dibine oturmuş pencereye doğru bakıyordu Thomas onunla göz göze gelince kalbi onu ilk gördüğü gün gibi heyecanla çarpmaya başladı,sonra Mary'nin beyaz gülleri ne kadar çok sevdiğini hatırladı ve gül fidanının neden gül vermediğini anladı çünkü Thomas bunu istememişti hiç, o beyaz gülleri gördükçe Mary'i hatırlayacaktı sonara 'baba 'diye bir ses duydu arkasına döndü Yozefina uyanmıştı, tekrar pencereden dışarıya baktığında Mary'nin orada olmadığını gördü,kızına yaklaştı ,alnından öptü ve ona artık gülün açmasını çok istediğini söyledi ve oradan uzaklaştı.Sıcak bir yaz sabahıydı,kuşların ötüşleri beste yapan bir müzisyeni andırıyordu,Thomas yatağında biraz gerindi ve Mary'nin fotoğrafına baktı 'seni bu gün daha çok seviyorum'diye her günkü sözünü mırıldandı şimdi yaşıyor olsaydı 'bu gün mü dün sevmiyordun yani...'diye yakınırdı kocasına ama o yoktu artık,onu bir kere daha görmeyi ne kadarda arzulardı artık rüyalarına da girmiyordu ,yine hüzünlenmişti Thomas gözlerinden süzülen yaşlar gittikçe artıyordu o sırada'baba'çığlıkları ile irkildi,dışarıya çıktı sesin geldiği tarafa baktı minik kızıydı bu beyaz gül fidanının etrafında dönüyor 'bak baba açtı fidanımız üç tane beyaz gül açtı' diye çığlıklar koparıyordu 'dün o beyaz kıyafetli kadın bana babanda isterse açacağını söylemişti'dedi ,Thomas şaşırdı gözlerini sildi kızını kucağına aldı havaya kaldırdı ,'seni çok seviyorum sen benim mutluluk mucizemsin'dedi ve Mary'nin ona anlatmak istediği şeyi anladı'Allah herşeyi görür ,bilir ama bekler, neyi ne kadar çok istediğini, sen ona gösterene kadar.'

......

Yozefina yurt dışına okumak için çıkalı beş yıl olmuştu ,tam annesinin öldüğü yaşa basmıştı,yirmi üç,artık geri dönüyordu ,Thomas beyaz güllerle dolu bahçede kızının gelişini bekliyordu ,onu görmeyeli uzun zaman olmuştu,'ne kadar değişmiştir şimdi 'diye derin bir düşünceye daldı yine sarmaşıklardan artık hiçbir yeri görülmeyen beyaz eve bakarken,geçen gün gördüğü rüyayı hatırladı "ah Mary güzel Mary yine ormandaki kulübesinde gülleriyle başbaşaydı,Thomas koşup dizlerine çömeldi yine 'ah Mary ne zaman beni de yanına alacaksın'dedi Mary 'senin artık bana ihtiyacın yok Thomascığım mutluluk mucizen bana kavuşana kadar seni mutlu edecek"dedi ve Thamas uyandı kızının boşluğunu hissetti yanında,işte şimdi beklenen gün gelmişti beş yıldan sonra kızı geri dönüyordu tiz bir fren sesi duymuştu Thomas,beyaz güllerin arasından bir kız yaklaşıyordu bu Marydi ,biraz daha yaklaştı kız hayır hayır bu Mary değildi bu Yozefinaydı ne kadarda annesine benziyordu ,Mary bir zamanlar Thomasın hayatına girip onun hayatını bir mutluluk yumağına döndürdüğü gibi ölürken de ona bir hediye bırakmıştı ,Yozefinayı ,mutluluk mucizesini.........Ve Thomas öğrenmesi gereken ikinci şeyi de o an orada anlamıştı. "Allah'ın yalnızca sana bilmen gerektiği kadarını sunduğunu,ondan ötesini yaşamadan öğrenemeyeceğini..."

Aradan yıllar geçmişti bir gün Thomas yüzünde bir gülümseme ile mutluluk ormanına ,Mary'sine doğru yol aldı ve sonra ikisi beraber mutluluk mucizelerini beklemeye başladılar..

Not: Sizde mutluluk mucizenizi bekleyin bir gün mutlaka Allah istediği anda onu size verecektir,bu belki bir bebek belki bir eş belki bir arkadaş olacaktır onu bulunca ona sarılmayı ihmal etmeyin,sevgi ile kalın çünkü insan sevgi ile yaşar, sevgi ile yaşlanır....

Hülya Ateş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
              8 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak komşunun uluslararası müzik piyasasına kazandırdığı güçlü ses Despina Vandi'den "Opa Opa"yı, ardından ataerkil toplumda yükselmeye çalışan hırslı iki kadının yaşadıklarına ayna tutan "Mahrem Şeyler"i ve son olarak 300 yıllık sancılı Türk - Avrupa ilişkilerini konu alan "Türk - Avrupa Günlüğü"nü paylaşacağım.

OPA OPA / DESPINA VANDI :

Türk halkının en sevdiği bu nedenle de söz yazarları tarafından en çok aranje edilen şarkıların başında gelir Yunan müzikleri. Belki de yüzyıllarca süren beraberliklerinden doğan ortak kültürleri nedeniyle birbirlerine benzer her iki ülkenin şarkıları da. Her dönem Yunan aranjmanları çok sevilmiş, söz yazarları ve şarkıcılar ürettikleri şarkıların tutması kesin olsun diye Yunan hitlerini alıp Türkçeleştirmişlerdir. En son "Anavis Foties" parçası "Aşka Yürek Gerek" olarak Türkçe aranje edilen Despina Vandi, Ayşegül Aldinç'ten "Hoppa Hoppa" alarak dinlediğimiz Notis'in şarkısı "Opa Opa"nın remixi ile karşımıza çıkıyor.

Almanya doğumlu Vandi, bu sene Atina'da düzenlenen Olimpiyatlarda Coca Cola'nın resmi şarkısı "Come Along Now"u yorumladı.

Şimdilerde uluslararası müzik pazarı için hazırladığı single'ında "Opa Opa" şarkısını İngilizce yorumlayan sanatçı, 2002 yılında yayınladığı "Gia" ve Mustafa Sandal ile Natalia tarafından yorumlanan "Anavis Foties" (Aşka Yürek Gerek) sayesinde Türkiye'de büyük beğeni kazanmıştı. Ülkemizdeki Yunanca şarkı pazarına güçlü bir giriş yapan Vandi, Türk halkının uzak olmadığı önceden Notis'ten dinlediğimiz "Opa Opa" şarkısıyla da hem bu yerini kuvvetlendireceğe hem de bu sezona damga vuracağa benziyor.

"Opa Opa" Yunan müziği sevenler için kaçırılmaması gereken bir remix çalışması.

MAHREM ŞEYLER (CHOSES SECRÈTES) :

Dünya her dönem erkek egemenliği altında kalmıştır. Yöneticiler her zaman erkek olmuş savaşları başlatanlar da ticareti yönetenler de aynı cinsiyetten gelmişlerdir. Kadının yaşamdaki yeri ise erkeğinin yanında bulunmak olarak belirlenmiş, ne sözlerini söyleyerek felsefi güç ne de para kazanarak ekonomik güç elde etmelerine imkan verilmiştir. İşte bu nedenle kadınlardan büyük filozoflar da patronlar da çıkmamıştır. Kadın hep susturulmuş hep arka planda bırakılmıştır adeta Havva'dan bu yana ilk günahın suçunu ödetmeye çalışarak. Ancak günümüzde bazı dengeler yerinden oynamaya başladı. Her ne kadar büyük yöneticiler, ülke liderleri hala erkekse de kadınların gücü hissedilir şekilde artmaya başladı. Peki bir kadının bir erkekten bu zorlu hayatta en büyük avantajı nedir? Etik olmasa bile dişiliğini kullanışıdır. Elbetteki kendi zekasını ve işbilirliğini kullanarak yükselen kadınlar var ancak "Mahrem Şeyler" iki kadının para ve güç merkezi erkekleri baştan çıkartarak amaçlarına ulaşmaya çalışmalarını gözler önüne seriyor.

Paris'te yaşayan iki yalnız kadındır Nathalie ile Sandrine. İkisi de ataerkil dünya tarafından ezilmiş ikisi de toplum tarafından dışlanmış kadınlardır. Nathalie bir "streap-tease"ci, Sandrine ise barmendir. İkisi de hayatın alt tabakalarında kalmaktan ve hayatın sadece erkeklere yaşam hakkı vermesinden şikayetçidir. Bu hayatta ayakta kalmak için ya erkek olmaları ya da güçlü bir erkeğin yanında bulunmaları gerektiğini anlayan iki kadın aynı evde yaşamaktadırlar. Hayatta sürekli kaybetmekten sıkılan Nathalie ile Sandrine, modern dünyanın üç önemli nimeti para, güç ve kariyer sahibi olmak için güçlerini birleştirirler. Hedefleri gereği doğru ve yanlış gözetmeyecek ve amaçlarına ulaşmaya çalışacaklardır tabii ki cazibelerini kullanarak. Bu kadınların arasında da önüne geçilmez bir çekim oluşmaya başlamıştır. Cinselliğin sınırlarını keşfetmeye çalışan Nathalie ile Sandrine hem kendi aralarında hem de erkeklerle ilişkiye girmeye başlayacak, hayal bile edemeyecekleri kadar yukarıya çıkacaklardır. Ancak bu başarıları kalıcı mıdır? Başarı için sadece cinselliği kullanmak yeterli midir?

Başrollerini Nathalie rolüyle Coralie Revel ile Sandrine karakteri ile karşımıza çıkan Sabrina Seyvecou'nun paylaştığı film, ünlü Fransız yönetmen Jean-Claude Brisseau'nun imzasını taşıyor.

Felsefi açıdan derine inmeyen ve bakış açısını derin çizgilerle ifade edemeyen "Mahrem Şeyler", konusu itibariyle ilgi çekici bir film.

TÜRK AVRUPA GÜNLÜĞÜ / MERT TOKER :

Avrupa ve Osmanlı ilişkileri her daim sancılı oluştur. Ancak asıl zor zamanlar 1699'dan Karlofça Antlaşması'ndan sonra başlamıştır. Artık Avrupa'nın karşısında onu her savaşta yenen Orta Asya'dan gelen bu halk güçsüz düşmüştür. Tabii bu da Avrupalılar'ı iştahını kabartmaya başlamış, isteklerine tam planladıkları gibi olmasa da kısmen ulaşmış ve bir imparatorluk daha tarihe gömülmüştür. Ancak cumhuriyet de Avrupa'nın peşini bırakmamıştır. Eskiden Avrupa'yı fetheden ve diz çökerten ülkenin torunları artık o ülkelerin kendi aralarında oluşturdukları birliğe katılma çabasına girişmişlerdir. İşte bu yaklaşık 300 yıllık sancılı Türk - Avrupa dönemine ayna tutuyor "Türk Avrupa Günlüğü".

Kitap aynı zamanda okuyucuya pek çok soru sorarak cevaplarını birlikte bulmaya davet ediyor. "Osmanlı İmparatorluğu, Doğu - Batı sentezinin neresindeydi?", "I. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalabilir miydik?" gibi geçmişe ait sorularla "Yeni Ortadoğu düzeni bir tehdit midir yoksa bir fırsat mı?", "Avrupa Birliği'nde Türkiye'yi görmek istemeyen asıl güç kimdir?" gibi günümüze ait soruların cevabını bulabileceğiniz kitapta Türk - Avrupa ilişkilerinin yanı sıra Avrupa'nın kendi içinde yaşadığı olaylar da dahil edilmiş. Bu sayede Avrupa tarihine uzak okuyucunun Osmanlı'nın dönem içindeki durumunu daha geniş bir perspektiften bakması sağlanmış. Mert Toker'in kaleme aldığı "Türk Avrupa Günlüğü" hem geçmiş hem günümüz Türkiyesi'ni daha iyi anlamanızı sağlayacak bir eser.

http://www.kmarsiv.com/cafe.asp

serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
0 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Suha Tunca

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.273 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Bir Dokunuştu Aşk

Aslında herşey karşılıklıdır çoğu zaman.
Gülmezsen gülmez suratlar.
Ağlayınca yastığında ağlar,yorganında...
Eşyaların,odandır en iyi dostun çoğu zaman.
İnsan:itiraf edilemeyen bir yalan...
Onun için sen yalnızca "ilk hareket"sin.
Senden işaret gelmezse umursamaz,inan.
Ve işte karşılıklıdır herşey çoğu zaman.
Şehre yağmur düşmeyince
Temizlenmez sokaklar,
Duygular.
Paylaşmazsan eğer şiirini,küser
odandaki duvarlar.
Ve zaten yankılanmaz Edgar'ın şiirindeki demir çanlar!
Herşey geçer ve kalır aslında herşey
Umudunu hiç yitirmezsen..
Ve çirkinlikler bir anda güzelleşir ama,
O kurbağayı öpersen...

Nilgün Tuna

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Allahtan 19 Mayıs'larda buna benzer hareketleri bizlere yaptırmıyorlar!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Bizim şefle yamağından epeydir ses yok. Bir serdiler ki sormayın. Sonunda kapının önüne koyacağım o olacak. Allahtan bazı dostlar arada link yolluyorlar ben de burayı güncelleyebiliyorum. Forsnet'in bir dizi siteleri var. Üşenmedim hepsine şöyle bir uğradım. Birkaç tanesini size de söylemem gerek diye düşünüyorum. Örneğin her dalda ünlülerle ilgili ansiklopedik bilgiye ulaşabileceğiniz bir site http://www.kimkimdir.gen.tr

Bir diğeri toplumsal etkileşimi hedefleyen bir sivil toplum sitesi http://www.elele.gen.tr/

Bir başkası kronolojik Türkiye tarihini gün gün bulabileceğiniz bir site http://www.kronoloji.gen.tr/

Türk dilinin yozlaşmasını önlemeye yönelik ciddi bir çalışmayla hazırlanmış site http://www.dilimiz.gen.tr/.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


WordToys 1.0 [1.38MB] Windows 2000, XP FREE
http://www.soldaat.com/wordtoys/download.htm
MS Word 2000, 2002(XP), 2003 kullanıcısı iseniz bu eklentiyi kaçırmamalısınız. Word kullanımını son derece kolay hale getirip bir de üzerine hoşluklar ekleyen bir program. Epeyce işi tek tuşla yapılabilecek hale getiriyor ve onları yeni bir menü olarak oluşturarak kullanmanıza olanak veriyor. İngilizce olması bir dezavantaj olarak görünsede anlaşılması kolay butonlar kullandığı için yabancılık çekmiyorsunuz. Uzun lafın kısası denemeden anlamanıza olanak yok aslında. Yükleyin deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040917.asp
ISSN: 1303-8923
17 Eylül 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com