Treo 600 stoklarda!..



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 588

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 27 Eylül 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Olmayacak dua mı?


İyi haftalar,

Yıllarca TCK'yı Türkiye Cumhuriyeti Karayolları olarak bildim. Ama n'apim bütün turuncu levhalarda TCK yazıyordu. "TCK'nın şu maddesinin bu bendinin o fıkrasına göre 2 yıldan 8 yıla kadar hapsi istendi." lafını karayollarına uydurmak için epey kafa patlattığımı hatırlıyorum. Yalnız olayın vehametinin farkındaydım sanırım, çünkü bir allahın kuluna danışmayı göze alamamışım. Bu cehaletin içinde debelenirken kaç yaşlarında olduğumu söylemeyeceğim, ısrar etmeyin. Olayın farkına ve ayırdına vardıktan sonra da bunu bir espri haline getirip sözüm ona kendimle kafa buldum, hala da bulurum. "Türk Ceza Kanunu 2. Bölge Müdürlüğü Ağır Vasıta Garajı" gibi mesela. Yıllar geçip bugünlere geldiğimizde ise o son kullanma tarihini çoktan doldurmuş TCK'nın silah zoruyla değiştirilmesine şahit olduk. Yanlış anlaşılmasın silah derken kastımız AB'dir. Dün akşam, o geçen hafta yaşayıpta inanamadığımız olaylarla TCK 78 yılın ardından değişti. Evet zina eskisi gibi kaldı ama yenilenen 343 madde üzerinde daha çok konuşacağız göreceksiniz. Zaten her nedense yürürlüğe giriş tarihi 1 Nisan 2005. Birde imarla ilgili kanunların 2 yıl sonra ancak uygulanmaya geçileceğinin söylenmesi, konuşmak için zamanımızın bol olduğunun da habercisi.

Duydunuz mu Verheugen amca ne dedi. "Canlarım ciğerlerim göz ağrılarım, beni üzmediniz kanunu zina yapmadan(!?) geçirmeye söz verdiniz, sağolun varolun. Bu hareketinizi olumlu değerlendirip raporun doksansekizinci sayfasında mutlaka belirteceğim. Ama sakın ola 2013'ten önce AB rüyası görmeyiniz." Ben bu işi başından beri anlamadım zaten. Bir müzakere tarihi alma gereğidir gidiyor. Şu tarihi bir alsak AB 'ye girmiş kadar olacağız deniliyor. Hatırlıyorum sarışın başbakanımız gümrük birliğine imzayı attığında da aynı terane vardı. Şimdi hiçkimse hayal kurmamalı. Gün gelip AB'ye üye olduğumuzda İngiltere, Almanya veya Polonya gibi bir üyeliğe kavuşacağımızı sananlar hüsrana uğrayacaklar. Onca muhalefete rağmen bir yolunu bulup girsek bile bugün üstü kapalı geçtikleri "sınırlı üyelik" kapsamında değerlendirileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. Ayrıca, kendi içinde pekçok sorunu olan bir birliğin önümüzdeki 10 yıl içinde bir bütün halinde kalacağını kim garanti edebilir? Sizi müzakere tarihinden itibaren 10 yıl içinde aramıza alacağız diyen dudaklar, memleketimde 10 yıl içinde çokça değişecek konjonktür nedeniyle yiyeceğimiz bir halt, kıracağımız bir pot veya denetleyemeyeceğimiz bir provakasyon sonunda "Yok kardeşim biz tatmin olmadık siz hele bir 5-10 yıl daha bekleyin." derse tavrımız ne olacak? O nedenle, olmayacak duaya amin demektense kendimize çeki düzen vermeyi yılmadan sürdürmekte yarar var. Bakarsınız bir kapı kapanır kısmetimize bir başka kapı açılır.

Haftaya daha önce Diaspora isimli şarkısını dinlediğiniz Balkan grubu Omega Vibes'ın "I Patrida" isimli nispeten hareketli şarkısıyla başlıyoruz. Hepimize güzel bir hafta diliyorum. Sahi, n'olacak bu kartalın hali?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

0 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   Yıkık Bir Kent Bıraktın Ardından

Bir hüzün şarkısı çalıyordu bu kentin yıkılmış harabelerinde. Bir ayrılığın öyküsü yazılıyordu yüreklere. Bitirmeye çalıştığımız işkenceyle, ikinci bir yıkılmışlığı yaşıyordu bu kent öylesine soğuk, öylesine üşümüş, öylesine yalınayak bir vedayı kucaklıyordu boş ellerle.

Gidişinle kent ayaklandı önce, olanca şiddetiyle sarsıldı tüm senfoniler, en ağır dramlar, trajediler, aşklar. Çöküntülerini içgüdülerimin duvarlarında yaşadım yalnızlıklarımda en fazla şiddetlerle uyandım uykusuz sabahlarıma. Yokluğunu acımasızca içime sindirmeye başladim. Gidişinle kendime küstüm senden önce, sonra o çıplak benliğine ve bu kasvetli, havasız, simsiyah bulutlu güneşin doğmaya küstügü bu kente küstüm yıkılmış anılar arasında.

Yıkıntılar arasında seni aradım hep. O kaybedemediğim, kaybetmek istediğim seni aradım bilinçsizce, melankolik havalarda. Gitmeni istediğim, başını alıp temelli gitmeni istediğim o hayalini aradım hep bu yıkılmış kentin ara sokaklarında. Ama işte geriye kalan o yıkılmış hayalin, anıların beni ayakta tutan. Beni terk eden bedenindi, ruhun hep yanı başımda ağlamaklı, hüzün dolu o inat kent yığınının arkasında gizlenmiş. Yıkılmış, ezilmiş benliğimin aka kapılarını açmışım ruhumun kanayan duygu yaralarına, ama sen yoksun işte. Boşuna aramam boşuna yorulmam.

Kent'in arka sokakları boş, duvarları resimsiz ama tek duvarsız "yıkılmış bir kent var içimde" sen gibi, sensizlik gibi şiirlerimde, şarkılarımda, türkülerimde, ağıdımda hep sen varsın sevgili...

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,138,138,138,138,138,138,138,13
              8 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Arap kahvesi : Beyhan Duffey


Gecikmiş Bir Mektup

Şu sanal alem trafiğine takılalı unutmuşum normal bir mektuba başlama kaidelerini. Yine de sıcak sıcacık bir merhabadan öte güzel şey olmasa gerek. Merhaba!..

“Kim yahu bu” diyeceksin. Kim olduğumu bile bile. O masum ama hınzırca, çocuksu gülümsemeni yerleştireceksin dudak kenarına. Ya da yanılıyor muyum, çok değişti mi şahı çehren? Ben seni hala yirmi yaşındaki halinle hatırlıyorum...

Bugün senin 31. doğum günün. Bu günü fırsat biliyor ve sana yazmak için bahane ediyorum aslında.

Hani küçük amcanın düğününde beni kuaförden almış, aksesuarsız giysime hoşluk katsın diye, her zaman alışveriş yaptığın mağazaya girip şirin bir pantolon kemeri almıştın bana. İşte o gün seni son görüşümdü. Sonraları –ki yaklaşık bir sekiz yıl oluyor- hep başkalarından aldım haberlerini.

Dışarda hayat olanca hızıyla akıyor. Günceli takip edebileceğin koşulların olmasını diliyorum şimdi içimden. İki yıldır adaletsiz, tek yanlı bir savaş sürüp gidiyor Irakta. Kimse kılını kıpırdatmıyor. Kılı görece kıpırdayanlarsa bu kirli savaşın sonucunda ekonomik anlamda yenilgiye uğramış emperyalist ülkeler. Dünyadaki sivil toplum örgütleri, kişi, kurum ve kuruluşların çığlığı o kadar derinden, o kadar cılız çıkıyor ki, kimseler işitmiyor... Çocuklar ölüyor habire. Şimdi hedef onlar. Hem açısı hem etkisi büyük oluyor çocuk ölümlerinin. Birkaç hafta önce de Rus çocuklarıydı teröristlerin hedefi. İsrail’de, Filistin’de, Rusya’da, Somali’de en çok da Irak’ta ölüyor çocuklar.

Minicik bir çocuğa bakmak her zaman çok hüzünlendiriyor beni ve gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Bu duygusallığımın sebebi var elbet. Duymuş olman muhtemel ama ben duymamışsın gibi yapıp sana bir müjde vereyim. Yedi düvel evlense evlenmez denen ben evlendim. Yedi düvel evlenip çoluk çocuğa karışsa bu çocuk sahibi olmaz denen ben minik bir kız çocuğuna sahibim. Günlerim gecelerim artık onunla dolu. Altı aydır birlikteyiz. Sevgimizin sınırı yok birbirimize. Sana onun fotoğraflarını yollamayı ne çok isterdim. Neyse artık çıkınca torbalar dolusu albüm seni bekliyor olacak, bilesin.

Sana daha önce yazmayı defalarca denedim. Olmadı. Yazamadım. Ne yazacağımı, nasıl anlatacağımı bilemedim. Oysa sen haberleşebildiğin kimselerle haber saldın bize, yazsınlar dedin. Mektubu bol bir mahkum olmak istedin. Ama artık adına ne dersen iste. Hayırsızlık mı dersin? Yoksa dışarda olmak da bir çeşit zihinsel tutsaklık, kabul mü edersin sen karar ver.

Hayat belli bir rutin tutturmuş ağır aksak gidiyor gibi geliyor normal zamanlarımızda. Oysa şimdi sana yazarken düşünüyorum da sekiz yılda çok şey değişti tanıdığın herkesin hayatında. Benim de. Üniversiteye başladim, bitti. Sonra iki yıl İngiltere maceram. Tanıdıklara izimi kaybettirme, yeni bir hayata başlangıç ayaklarıyla Güney Afrika’ya kaçış ve bir ayın sonunda tıpış tıpış yuvaya dönüş. Kısa süren bir iş hayatı. İstemeyerek istifa. Evlilik, bir bebek ve mecburi ev hanımlığı. Arada tonlarca ayrıntı.

Halanın da bebeği oldu. Onunla aynı yıl ve aynı gün evlendik. Bir yıl sonra bir ay farkla ikimizde bebek dünyaya getirdik. Bakalım ikinci bebekleri de aynı zamanlara denk getirebilecek miyiz?

Görüyorsun ite kaka yazıyorum satırları sana. İnan ne yazacağımı bilemiyorum. Sana ne soracağımı, benim ne anlatacağımı... Aklıma gelenler hep geçmişe, birlikte geçirdiğimiz zamanlara ait şeyler. Hadi biraz bunlardan bahsedeyim de eğlenelim. Bakalım sen de hatırlayabilecek misin?

İnek Şaban filmi izlemek üzere bir kış günü size gelmiştim. Annen herzamanki nefis yemeklerinden yapmıştı. Afiyetle yedik. Rüzgarın etkisiyle bir türlü tutuşmayan kömür sobasının azizliği yüzünden herbirimiz üzerimize birer battaniye alıp, koltuk kanepe ne bulduksa uzanmıştık. İnek Saban ekranda gözüktüğünde hiçbirimiz gözkapaklarımızın kapanmasına engel olamamıştık. Önce yediklerimizin etkisiyle ağırlaştık diye düşündük. Ama hepimizin birden –ki sen ben annen iki kardeşin daha vardı evde- kıpırdayamayacak kadar halsiz olmamız şaşırtıcıydı. Tam derin bir uykuya dalmak üzereydik ki, kapının zili çalmıştı. Kimsede kalkıp açacak takat yoktu. Baban uzun süre kapıda beklemiş olmalı ki, sonunda anahtarıyla açıp girdiğinde nefes almakta zorlanmış, elini ağzına siper edip öksürerek camları kapıları açmaya kalkmıştı. Bir yandan da gücünün yettiği kadar bağırarak komşulardan yardım istiyordu. On dakika daha geç gelmiş olsa bir aile faciasıyla karşılaşacaktı. Kömür sobasından zehirlenmiştik. Sonra sonra anlatıp bu hikayeyi ne çok gülmüştük aramızda. Hatta baban bir keresinde “keşke biraz daha geç gelseymişim eve. O zaman gönül rahatlığıyla ikinci evliliğimi yapabilirdim” deyip çok kızdırmıştı anneni. Onlar hala birbirlerini çok kızdırıp ama bir o kadar da çok seviyorlar.

Bu olaydan sonra çocuk aklımızla anlaşılmaz bir gurur duyuyorduk kendimizle. Ölüme kafa tutmuştuk, kolay mı? Hem önemli bir olayın enbirinci kahramanlarıydık. Evin boyası badanası yapılıp kokular çekildiğinde bile bizim hala tırışkadan başımız ağrıyıp duruyordu. İstediğimiz şımarıklığı yapabiliyorduk.

Hatırlıyor musun, sizin bahçede küçük bir limon ağacı vardı. Tepesinde de küçücük yemyeşil iki limoncuk. Ağacı dalından yakalayıp yerlere kadar eğmiş o iki limonu koparmıştın. Sonra da ağzımız ekşiye ekşiye yemiştik o acı limonları gizli gizli. Sonra da tabii sen annenden bir araba dayak yemiştin bu yüzden. Şimdi o minik ağaç büyüdü dalları balkonlardan içeri giriyor. Hem de o kadar güzel ve sulu limonları var ki, bütün mahalleye yetiyor. Hem biliyor musun annen artık hiçkimseye ses çıkarmıyor limonları kopardıkları için. Anlayacağın senin yediğin dayak yanına kar kaldı.

O günleri şimdi anımsamak hüzünlendirdi beni. O kadar gerilerde kalmış ve bir o kadar da daha dünmüş hissi veriyor ki. Yirmili yaşlarının daha başında ayrıldık senden. Oysa şimdi otuzbir yaşındaşın. Ben otuziki olduğuma göre...

Seni soruyorum seni tanıyanlara, ailene. Neydi suçun ? Cinayet değil, hırsızlık değil, taciz tecavüz değil ? Terör değil. Bağnaz ve hoşgörüsüz bir ilde üniversite öğrencisi olmak ve düşünmek. Ve düşündüğünü arkadaş eş dostla paylaşmak, çözüm yolları aramak... Seni işte bu yüzden onyıllara mahkum eden zihniyet hala devam ediyor biliyor musun ? Senin kuşağın, yani bizler ve bizden sonrakiler bütünüyle apolitikleştik. Artık herbirimiz kendi bacağımızdan asılıyoruz. Bir yerde bir haksızlık mı var ya da düşünce mı üretilmiş, paylaşılıyor muymuş, daha güzel bir gelecek bırakmak için çocuklarımıza... Hemen kaçıyoruz oradan. Duymamış, görmemiş bilmiyor oluyoruz. Çünkü sorumluluklarımız, ailemiz ve çocuklarımız var. Haksızlığa uğrayanların da var. Olsun. O onların sorunu. Başlarına ne gelecekse katlanacaklar. Bela peşimizde. Yakaladığını vuruyor. Biz son hızla kaçıyoruz ama yakalanmamız an meselesı. Üstelik bir tek yardım eli de uzanmayacak yakalandığımızda.

Suçun tanımı var. Cezası da. Ama öylesine tersine işliyorki bu ülkede sistem, akıl alır gibi değil. Adam kesenler, toplu cinayet işleyenler, vurguncular, kaçakçılar, teröristler, tecavüzcüler hepsi aramızda. Hatta pekçoğu başımızda yönetici. El el üstünde tutuluyorlar. Hala pirim yapıyorlar ve hala ülkemde düşünmek, konuşmak, paylaşmak yasak. Ve sen hala içerdesin...

Biliyorum, mektupların havadan sudan bahsetmiyorsa sana ulaşmıyor. Belki de biraz bu yüzden yazamadım sana elim varıp da tam sekiz yıl. Bu mektup da ulaşmaz biliyorum. Bu yüzden bu mektubu bir yayın organı aracılığıyla gönderiyorum sana. Gecikmeli de olsa. Dostlar da okuyacak. Dörtbin küsur kahveci dost “merhaba” diyecek sana. Paylaştıkça çoğalacağız. Kimbilir aramızda daha kaç kişilerin anlatılmamış benzeri hikayeleri var.

Hadi iki gözüm. Mektubuma burada son veriyorum. 31. doğum günün kutlu olsun. İki yıl sonra seni sonsuza dek aramızda görmek dileğiyle. Kara gözlerinden hasretle operim. Kuzenin ...

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Sami Güzel


Lokum Parası

Gözlerini açtığında karanlık yerini aydınlığa bırakmaya hazırlanıyordu. Üzerini açıp yataktan kalkacaktı, soğuğu farkedince vazgeçti. Odanın akşam ki sıcağından eser yoktu, buz gibiydi ve yorganın altı vazgeçilmez sıcaktı. Biraz daha sıcak alabilmek için karısına iyice sokuldu. Gözlerini ovuştururken kollarının biraz tutulmuş olduğunu farketti. Gece üstünü açmış olacaktı. Odanın içine şöyle bir göz gezdirdi. Genç kızı halime, başını yorganın altına çekmiş, öylece uyumuş kalmıştı. Gece yine ağlamış olmalıydı. Ortaokul sona giden oğlu ise sobanın yanına iyice sokulmuş, fakat üzerinden yorganı atmıştı. Karısını uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça kalktı. Kerpiç kokan odanın içinde sessizce oğluna doğru ilerledi ve itinayla üzerini tekrar örttü. Kapıyı açtı ve diğer odaya geçti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra üzerini giyinmeye başladı. Besmele ile çoraplarını giydi. Eşi çoraplarının topuk kısımlarına çift yama yapmasına rağmen, biri yine yırtılmıştı işte. Canı sıkıldı, ayağı yine soğuk alacaktı. Kahverengi pantolonunu giyerken düşüncelere daldı.

Akşam bir aile kavgası yaşamışlardı. Kızına, senelerdir yan komşuları olan İbrahim, dünür olmuştu ve bu akşam söz kesmeye geleceklerdi. Sait Baba, kızını istediklerinde çok sevinmiş, aklına ilk gelen kucağına alacağı minik torunları olmuştu. İbrahim' in oğlu da genç ve taşı sıksa suyunu çıkaracak bir delikanlıydı. Ne yapar eder, kızımı aç bırakmaz diye düşünmüş ve kızına sorduktan sonra iki bir etmemiş, olur demişti. Ne var ki, akşam gelecek misafirlere ne ikram edileceği konusunda bir problem vardı. Karısı lokum, gülsuyu gibi şeyler istemişti. Karınlarını zor doyururlarken, lokum da nereden çıkmıştı şimdi ? " Lokum yemeseler olmaz mı? " diye huysuzca bir kaç kez söylenmiş, sonrasında çıkan kıyametten sonra yarın buluruz bir yerlerden diyerek geçiştirmişti. Kızı gözyaşları içinde yatağına kıvrılmış ve " 23 yıllık babamsın, bir lokum alamıyor musun bana ? " diye haykırmıştı.

Sait Baba' nın yüreği kıvrılmış ve birazda sıkışmıştı bu sözler üzerine. Duymamazlıktan gelmiş ve " yat artık, yarın bir çaresine bakarız " diyerek geçiştirmişti. Yatınca uyuyamamıştı bir türlü. Bunca sene kızının üzerine titremişti. Diğer arkadaşları gibi erkek çocuğu diye tutturmamış, kızı olduğunu öğrenince göklere uçmuştu. Kızını elindeki imkanlarının en iyisi ile büyütmeye çalışmıştı. Fakirlerdi fakat bu ona hiç ağır gelmemişti. Kendi de yokluk içinde büyümüştü çünkü, fakat çocukları okulda gördükleri zengin çocuklarına imreniyor, ayakkabı, etek, pantolon gibi isteklerinin sonu gelmiyordu. Her bir şey istediklerinde onlara uzun uzun durumlarını anlatır ve en kısa zamanda bunu yapacağını söylerdi. Yapardı da, eşten dosttan borç bulur isteklerini alırdı. Bir kaç gece fazla çalışır, borcunuda öderdi. Hayatı salı ve cuma pazarları arasında geçmiş, devamlı birşeyler satmış evine götürecek ekmeğini çıkarmıştı. Fakat geçen kış iyice artan astımından dolayı doğru düzgün dışarı çıkamamış ve üç tekerlisini satmak zorunda kalmıştı. Tekrar yaz gelince pazar işi yapamamış ve sokaktan karton toplayıp satmaya başlamıştı. 51 yaşındaydı, bu sisli ve soğuk havaların onun sonunu hazırladığını bile bile ailesini aç koymamak adına vargücüyle çalışmaya çalışıyordu..

Pantolonunun düğmelerini iliklerken göğsünü şişirdi. Fakirdi belki ama hiç boyun eğmemiş, hiç harama tenezzül etmemişti. Hayatta maddi olarak bu 2 odalı kerpiç evden ve bisikletinden başka hiç birşeyi olmasa bile, onuru ve şerefi olması ona büyük bir huzur veriyordu. Nice zengin insanlar vardı ki, onun sahip olduklarını kaybetmişlerdi. Üstelik bu değerleri hiç bir para ilede satın alamayacaklardı. Yeşil kazağını giyip, üzerine de içi yer yer parçalanmış deri yeleğini giydi. Paltosu yoktu, alabilmek için biraz para biriktirmiş ama bu düğün işi çıkınca, palto parası çeyizsiz kız olmaz lafına kurban gitmişti. " Olsun, halen ayaktayım ve çalışacak biraz olsun gücüm var " diyerek kendi kendini teselli etti. Duvarda asılı olan, babasından kalma eski yazma Kuran' ı alıp öptü, alnına koydu ve besmele çekip evden sessizce çıktı.

Dışarısı daha bir ayazdı ve daha çıkar çıkmaz sabahın erken gelmiş soğuğu burnunu sızlatmıştı. Bisikletini çıkardı ve pantolonunun paçalarını çoraplarının içine koydu. Bisikletine binerek ağır ağır çarşıya doğru gitmeye başladı. Kelikçi Mustafa' ya gidip durumu açmayı düşünüyordu. Kelikçi Mustafa, 30 senelik dostuydu ve mutlaka ona bir çare bulurdu. Oda emekli olduktan sonra yarısı yerin altına bakan ufak bir ayakkabı dükkanı açmış ve eskimiş ayakkabıları tamir ediyordu. Sait Baba' nında ayakkabılarına defalarca topuk çakmış, ayakları üşümesin diye altına kat kat lastik koymuştu. Elleri üşümüştü ve artık bisiklet sürmek onu yoruyordu. Baldırları yavaş yavaş uyuşmaya başlarken ulaştı arkadaşının dükkanına, bisikletten yavaş hareketlerle indi ve dükkanın yanına parketti. Başını biraz eğerek Kelikçi Mustafa' nın dükkanına girdi.

- Selamün aleyküm kelikçi
- Aleyküm selam Sait Baba, hoşgelmişsen, buyur otur..

Kelikçi Mustafa, onu gülümseyen bir yüzle karşılamış ve yeni yeni sıcak yaymaya başlayan sobanın yanına yerleştirmişti hemen. Ardından çayı demlemiş ve elindeki işi bitirmek için bir kaç dakika rica etmişti. Sait Baba onun iş yapmasını hayran hayran izledi. Büyük bir dikkatle hareket ediyor, tuvalini inceleyen büyük bir ressammış gibi ayakkabının sağını solunu inceliyor, ardından tekrar aralıksız çekici hızla kaldırıp indiriyor ve yer yer ayakkabıyı saya makinesine yerleştiriyordu. Elindeki işi bitirince bir tabure çekti ve sobanın yanına oturdu.

- Çayı yeni demlemiştim, umarım ağzının tadını bozmamışızdır dostum ?
- Senin çayın ne zaman ağzımızın tadını bozdu ki kelikçi ?

Kelikçi Mustafa hafifçe gülümsedi.

- Söyle bakalım eski dost, sabahın erken saatinde hangi rüzgar attı seni buralara ?

Sait Baba, ani gelen bu soru karşısında biraz sıkıldı. Gözlerini hafifçe yere kaydırarak konuşmaya başladı.

- Biliyorsun Mustafa, geçen kıştan beri zor durumdayız.
- Hangimiz bolluk içindeyiz dostum ?
- Hoş orasıda öyle ya, şükür rızkımızı çıkarıp ailemizi doyurabiliyoruz. Fakat biliyorsun bizim Halime' ti İbrahim' in oğluna verdik. Bu akşamda sözümüz var, senide çağırmaya geldim.
- Heyt be, ah be dostum görüyor musun nasıl geçmiş yıllar ? Halime bizim eve geldiğinde üzerini başını çamur yapar, anasından da iyi bir azar yerdi. Şimdi koca gelinlik kız olmuşta, akşam sözlenecekmiş. Vay çamurlu kız vay..
- Öyle ya kelikçi, yıllar çabuk geçiyor.
- Geliriz gelmesine gardaşım, hazırlıkları yaptınız mı ?
- He, yüzükleri aldık.
- Keşke yüzükle bitse be dostum, bende 2 kız everdim biliyorsun, böyle zamanları bilirim. Bir eksiğin, yardım edebileceğimiz birşey var mı ?

Sait Baba hafifçe kızardı. Biraz sustuktan sonra, ağzından zar zor bir kaç cümle çıktı.

- Lokum olacakmış illa, ne olacak dediysemde dinletemedim be kelikçi. Şimdi o zamanımız mı dedik, suçlu olduk. Hatta bir kaç kelimede laf ettiler, ağırıma gitti..

Kelikçi Mustafa, gözlerini eski dostuna dikti. Bir süre kadim dostlara ait, o herşeyi anlayan bakışla baktıktan sonra yavaşça yerinden kalktı. Tezgahının çekmecesinden bir miktar para çıkardı, özenle saydıktan sonra getirip eski dostuna uzattı.

- Al gardaşım, git ne ihtiyacın varsa al. Yüzünüz kara gelmesin, insanlar nankördür, gittikte bir lokum yemedik demesinler.

Sait Baba, parayı utangaç bir tavırla aldı ve saymadan yeleğindeki köstekli saat cebine koydu.

- Sağolasın kelikçim.
- Lafı mı olur be Sait, bir lokum parasıda birbirimize veremeyeceğizde ne güne yaşarız, ne diye dostuz biz ?
- Allah razı olsun senden.

Sait Baba, çayının son yudumunu da hızlı bir şekilde içtikten sonra, dostuna dualar ederek dükkanından çıkarak tekrar bisikletine bindi. Kalbi garip bir heyecana bürünmüştü, ailesine karşı mahcup olmayacaktı. Gördüğü ilk yerde durdu ve akşam çağırdıkları tüm misafirlere yetecek kadar lokum adı. Lokumları bisikletinin selesine özenle yerleştirerek eve dönmek için yola koyuldu. Az bir paraya alınmış olsa bile, lokumlar onu çok mutlu etmişti. Sık sık arkasına dönüp lokumlara bakıyor, düşmesinler diye yavaş yavaş gidiyordu. Kızı Halime' nin lokumları görünce nasıl sevineceğini düşündü. Yüzünü bir tebessüm aldı ve hafifçe gülümsedi. Gülümsemesi bir fren sesiyle bozuldu, sol bacağında büyük bir acı duymasıyla havalanması bir olmuştu. Bisikletiyle birlikte yerden yükseldi ve büyük bir hızla kafa üstü yere düştü. Bisikletide karnının üzerine geldi. Sait Baba' nın gözleri yavaşça kapandı. Ne olduğunu bile anlayamamıştı.

Gerisinde, iri siyah lastik izleri bırakan lüks spor otomobil biraz ilerde durmuştu. Arabadan iki 16-17 yaşında genç panik içerisinde indiler. Çarptıkları adam biraz gerilerinde boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Ortadan ikiye katlanmış bisiklet adamın üzerinde duruyordu. Etrafı kolaçan ederek dikkatlice adamın yanına yaklaştılar.

- Kaya! Adamın başından kan sızıyor..
- Gördüm lan, ne yapıcaz şimdi ?!
- Bana ne soruyorsun, ben mi dedim sana bu yolda karaşimşek rolü yap diye ?
- Sus ulan, zaten her yerim titriyor birde sen moralimi bozma !..
- Bence sıvışalım burdan Kaya, kimseler yok etrafta başımıza iş almayalım.
- Şşşt sessiz ol, adam birşeyler söylüyor.

Yavaşça yaklaşıp, kulak verdiler. Sait Baba gözlerini zorlukla açmış, hırıltıyla karışık bir sesle birşeyle mırıldanıyordu. Bir elini lokum sepetine uzatmıştı.

- Duyabiliyor musun lan ?
- Bir dakika sessiz olursan duyacağım !
- Tamam tamam sustuk. Yalnız biraz daha beklersen başımız belaya girecek haberin olsun.
- Lok der gibi birşeyler mırıldanıyor lan.
- Görmüyor musun Kaya, lokum var bir elinde, onu söylüyor galiba.
- Ne alaka ya şimdi ? Bilincini kaybetmiş sanırım bu, haydi burdan uçalım.
- Sonunda!..

Gençler hızla sarı renkteki, lüks otomobillerine koşup bindiler. Uzaklaşmaları bir kaç saniyelerini almıştı. Sait Baba, kaçtıklarını görünce gözlerini yavaşça kaydırdı. Artık konuşmaya çalışmıyordu, son bir gayretle lokum kutusunu yanına çekti ve sarıldı. Kızının isteğini yerine getirememenin verdiği mahcubiyetle gözlerini kapattı ve bir daha açmadı.

Sami Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,507,507,507,507,507,507,507,50
              6 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Deniz, Minta, Umut, Özgürlük

Sahile yaklaştığında, önünde boylu boyunca uzanan geniş açıklığa baktı. Ufukta yeni ağarmaya başlayan günün getirdiği kızıllık gözlerini kamaştırdı. Çok ihtişamlı bir manzaraydı. Sonsuza kadar burada kalmak istedi. Başını göğe kaldırıp, temiz havadan derin bir nesef çekti içine. "İyi ki gelmişim. Kendimi hiç bu kadar dingin hissetmedim uzun zamandır." dedi. Uzun dalgalı saçlarını savurdu rüzgar ile birlikte. Dalgalarını kıskanan deniz de dalgalandı, parmak uçlarına vurdu köpüklerini.

Ailesiyle geldiği her yaz tatilinde kumsala çeşitli şekiler yapar, dalgaların gelip yok edişini izlerdi. Gözlerini bir ressam edasıyla kısıp parmak uçlarıyla şekiller çizmeye başlamıştı ki, henüz dalgaların yok edemediği bir kaç iz takıldı gözüne. Yıllar önce babasına sorduğu zaman aldığı cevabı hatırladı, uzun zamandır görmediği Minta'ların izleriydi bunlar. İzler unutmaya başladığı özgürlüğünü, babasının sevgi dolu dokunuşlarını yaşattı yeniden. Okuduğu bir kitabın yazarı olan Solmaz Kamuran, Minta adını takmıştı Karetta Karetta kaplumbağalarına... Ve Minta, kitapta anlatılan kızılderililerce özgürlük demekti. Nasılda güzel tanımlamıştı yok olan özgürlüklerini, yaşamlarını. Kitabı defalarca okumuş, yok olan Karetta Karetta'lara benzetmişti yaşamını... Tıpkı oda yok olmakta olan bir soyun son halkası gibiydi. Ailesini çok erken kaybetmişti. Aynı soyadını taşıdığı bir babannesi kalmıştı hayatta... Ne yazık ki çok yaşlı idi. Onu da kaybettiğinde bir başına, kimsesiz bir Minta gibi olacaktı. "Belki onlardan da kötü durumda olacağım. Henüz bir aileleri var Minta'ların" dedi.

İçinde bir an önce Minta'lara ulaşmak için derin bir arzu duydu. Sahile kurmuş olduğu tek odalık çadırına koştu telaşla. Alelacele giydiği dalış takımları ve ayağındaki paletlerle çocukluğuna büyük adımlar attı. Suyun üzerine vurmuş güneşi, çevresini saran serinliği kalın kıyafetine rağmen hissedebiliyordu. Derin bir huzur kapladı içini. Zaten kendince deniz demek, özgürlük demekti. Babasıda tıpkı Deniz gibi, denize aşıktı. Bu sebeple biricik kızına en sevdiği şeyin adını vermişti... O deniz ölümüne sebep olsa bile. Babasını ve annesini kaybetmiş olmak, Deniz'inde adaşından kopmasına neden olamamıştı. Belki bir süre için kopartmıştı... Ama sonunda dayanamayıp işte yeniden paletlerini yüzdürmekteydi.

Kafasına taktığı aparatlara rağmen bir çığlık attı "Mintaaa!" diye. Suyun içinde sesi boğulur gibi çıkmıştı. Minta'nın heyecanıyla nefes aldığı maskeyi düşürdüğünü sonradan farketti. Artık nefes almak için tüpe ihtiyacı kalmamıştı sanki... Belki de suda nefes alamamak sadece insanların korkularından kaynaklanıyordu. Deneseler belkide nefes alabileceklerdi. İçine derin bir nefes çekti. Sular burnundan aşıp ciğerlerine doldu... Hala yaşıyordu. Binbir çeşit balıkların arasında yüzen çocukluğunun, özgürlüğünün artık havaya ihtiyacı yoktu. Şaşkınlığından sıyrılıp Minta'ya doğru yüzdü. Yavaşça yaklaşmış olduğu Minta' ya sımsıkı sarıldı. Ardından birlikte mavi derinliklere doğru inmeye başladılar. Minta, sanki kendi soyundan yaralı bir Karetta Karetta taşımaktaydı. Hiç korkmamış, kaçmamıştı. Derin koyu maviliklere yüzmeye devam ettiler. Artık denizin yüzeyine vuran güneş ışıklarını, açık maviliğini görememiyordu.

Bir süre sonra etrafında bir Karetta Karetta sürüsü oluştu. Hep birlikte göç eden kuşlar kadar muntazam sıralı, askerler kadar ritmik yüzüyorlardı. Yüzdükçe koyu karanlık açık maviliklere dönüştü. Yeniden denizin yüzeyinde parlayan güneşi gördü. Hep birlikte kıyıya çıktılar. "Denizin bu yakası demek saklı bir koya açılıyordu?" dedi kendi kendine. İki taraftan yükselmekte olan kayalıkların arasında Minta'ların yuvası vardı... Ve binlerce yumurtaları. İnsanlardan nasılda saklamışlardı gelecek nesillerini. Şen bir kahkaha attı Deniz, Minta'ların şaşkın bakışları arasında. Çok mutluydu. Demek ki soyları tükenmeyecekti. İnsanların teknolojik yokedişlerinden sakınmışlardı kendilerini. Denizin ortasında dikkat çekmeyecek, kimsenin ulaşamayacağı kadar sarp kayalıkların arasında küçük bir koya nasılda yerleşmişlerdi.

Deniz'in tükenmekte olan umutları yeniden canlandı. Demek hayat o kadar da zalim değildi. İstersen saklayabiliyordun güzellikleri, doğayı, özgürlüğünü. Sadece biraz çaba gerekliydi. Minta'lar üzerine düşen çabayı göstermişti. Kendisi daha mı acizdi sanki! Derin bir uykudan uyanmışçasına silkindi. Yaşadığı tüm kötü anılarına sünger çekecek, yarını yaşayacaktı artık. Belkide o da çabalayarak yok olmakta olan neslini sürdürebilirdi. Umutsuzluk uykusundan uyandıran Minta ailesine baktı. Bir kaç tanesini öptü, denize yöneldi. Az önce kuyruğuna tutunduğu Minta önüne geçip birşey demek ister gibi yüzüne baktı. Deniz anlamıştı, yeniden kuyruğuna tutunmasını istediğini. Mavi sulara attı yeniden kendini, Minta'nın kuyruğuna asıldı. Derin maviliklerden aşıp kıyıya yaklaşınca Minta'ya minnetle el salladı.

..........

15 Yıl sonra....

Deniz çevresine topladığı çocuklarına aile resimlerini, anılarını göstermekteydi. Yeniden Minta'ları hatırladı. Ne var ki artık onlar için endişelenmiyordu. Biliyordu ki insanlar Deniz'in sayesinde onları koruma altına almaları gerektiğini farketmiş, Minta'lar için doğal yaşamlarını idam ettirebilecekleri bir sahil, özel park haline dönüştürülmüştü. Çocuklarına annesini, babasını ve yıllar önce çekilmiş, hayatını borçlu olduğu Minta'ların resmini gösterdi ismini söyleyerek. Henüz dokuz yaşındaki en küçük oğlu öne atılıp sordu "Anne! Minta ne demek? Kaplumbağamı?" Deniz "Hayat demek, özgürlük demek, umut demek, siz demek..." dedi. Ardından yüzünü camdan ışığı düşen mavi göğe doğru kaldırdı.

"Teşekkür ederim Minta!!"

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              7 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : İlker Özlük


İki ucu küresel değnek...

Bu iş biraz kafa karıştırıcı oldu ama gelişmekte olan dünya ülkeleri değişime uğrayan bir dünya coğrafyasınıda yanlarında taşıyorlar. Sürekli olarak değilşen dünya coğrafyası ilk olarak insanlık adına fayda sağlayabilecek bir şekilde, bilime kendini adayan insanlar tarafından değerlendirmeye alınıyordu. Bu değerlendirme esnasında öğrenilen herşeyin kötüye kullanılmaması gibi bir ahlak söz konusuydu. Fakat gün geçtikçe ve dünya kaynakları değerini yitirmeye başladıkça ve bu işin içine de aşırı milliyetçilik girmeye başlandıkça, kaynakların sonunun geldiğini ve yeni kaynak arayışlarına girilmesi gerektiğinin kararı alındı.

Bu karar sayesinde sürekli siyasi kutuplar oluşturan ve dengeyi avucunda tutan bazı dünya ülkeleri, o kadar çok olay yaşadılar ki, savaşlar ve bu savaşlarda kullanılan bombalar bilim adına kötüye kullanılan icatlardır. Ve bu icatlar insanlığı karanlık bir yola itecek şekilde kullanıldı.

Belkide bu şekilde ki inat Kaynakların ele geçirilip, bunları korumak için yapılacak savaşlar içinse yeni kaynakları bulmak la eş değerdir.

Ve bir çok değişimin ardından dünyada yaşanan soğuk savaşlar iki kutuplu dünyayı ortaya çıkardı.

AB ve ABD, biri yılların kültürü ve tecrübesine güvenen, Modern çağın devletleri, diğeri, dünyaya kök söktüren başlı başına bir güç. Ve bu iki kutuplu dünyanın dışında yani, astroid'te yaşayan, kaynaklarını ve birçok malını kullanamayan, kültürünün yozlaşmaya gittiği, ve gün geçtikçe kaos tarafından asimiliye uğrayan Asyanın güzel ve iyi niyetli coğrafyası...

Geçenlerde 59 uncusu yapılan birleşmiş milletler kurul toplantısında konuşma yapan Fransa cumhur başkanı küreselleşmeyi kolundan tuttuğu gibi konferansın ortasına fırlatmış ve alın size küresel dünya, insanları yok eden, sosyal ve kültürel çevreleri zarara uğratan ve ekolojik dengeyi bozan işte bu ortada ki küreselleşme demiş... vay canına yanında Brezilya olmak üzere bir çok ülke başkanıda varmış. ne kadar iyi niyetli bir tavır. bilgi ve birikimlarini insanlığın iyiliği için kullanıyorlar. Peki bizden ne istiyorlar.

Bizim bir çok eksiğimizin olduğu iki kutuplu dünyada ki yerimiz neresi. Çok güçlü inanca sahip Laik Cumhuriyetin AB için önemi vurguladığında, bizden istedikleri modernlik maskesi takmış ıvır zıvır gibi duruyor.

Peki ya ABD, o bizden ne istiyor. aslında istedikleri bir şey yok istemedikleri çok şey var, bizim bu denli güzel olan çoğrafya da, bu kadar çok doğal zenginlikleri olan bu ülkede, yaşamamızı istemiyorlar, bunu başaramıyacaklarını bildikleri için bir çok farklı yolu deniyorlar.

Geçenlerde müzikle uğraşanlar iyi tanırlar eski ismi ket sitivıns olan ve müslüman olup ismini yusuf islam olarak değiştiren müzisyen ABD'ye alınmamış. ilginç değilmi, demokrasi diye ateşe tuttuğu müslüman çoğrafyaya terör diye savaş açan ABD nasıl oluyorda her müslümana Terörist gözüyle bakabiliyor. Olay açık ve net Savaşı Kaybetti... Demek oluyor ki ABD 'nin yanında olanların Müslümanlıkla alakalatı bile bile yok. Ezilen, Esir düşen kendi ülke toprakları ve inancı için savaşanlar Müslüman.

Gelin bu iki kutuplu dünyanın yarattığı düzensizliği çözün, birileri raydan çıkan Tren değil, Ülke demeli, Bunun her şekli Küresel değnek.

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Gün geçtikçe kendinize olan güveniniz yeniden artmakta sevgili koçlar. Böylece sevgililerinizi adeta büyülüyor ve onları ustaca etkileyebiliyorsunuz. Sevgileri doyasıya yaşayın artık. Ufukta çok enteresan bir işbirliği projesi gözükmekte, belkide yabancılarla ve yepyeni çalışma yöntemleri ile. Haftanızı seveceksiniz koçlar, üstelik kişisel kabiliyetlerinizle takdir edileceksiniz.


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Yaşama bakış tarzlarınız derinden derine değişmekte sevgili boğalar. Mekanlardan tutun da yöresel değişim arzularına kadar gitmekte bu. Dolayısı ile oldukça fırtınalı ruhlarınız. Parasal sıkıntılarınızı giderebilecek derecede önemli bir imkan sizleri bekliyor bu hafta. Balık burcundan sizlere yardımcı olacak gönüllüler var. Gerçekçi olun ve şanslarınızı iyi değerlendirmeye bakın.


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Sizleri ve ruhlarınızı yüceltecek insan gibi insanlarla tanışacak ve onlardan çok şeyler öğreneceksiniz ikizler. Görsel sanatlarla uğraşan sevgili ikizlere de bu hafta müthiş fırsatlar sunulacak yıldızlar tarafından. Maddi yönden bir hayli avantaj ihtiva eden kontratlar söz konusu özellikle bu hafta. Zihinsel ve fiziki formunuz doruklarda yine bu aralar. Öyleyse doğru kararları tam zamanında alın ve ilerleyin.


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Evlerde şenlik var !.. Sakın heyecanlanmayın yengeçler herşey yolunda. Çarşamba günü hasıl olabilecek sallantıları duygularınıza yenilmeden atlatırsanız haftanız mükemmel. İşlerinizde muazzam bir canlılık gözükmekte hatta yeni anlaşmalar dahilinde maddi kazançlarda artış söz konusu olabilecek.. Bir yol var sizlere, hazırmısınız ?..


ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Bulunduğunuz ortamlarda oldukça etkili ve karizmatiksiniz. Eğer bu özelliğinizi diğerleri üzerinde hakimiyet kurmak için kullanıyorsanız gerçekten yazık. Ama bunu yapıcı yönlerde düşünüyorsanız o halde sevgililerinize bir adım daha yaklaşmaktasınız demektir. Şanslarınız yüksek, özellikle sosyal ilişkilerinizde. Finanslarda fazla açılmayın yine de. Yıldızlar fısıldadılar aslanlar, 30 eylül günü herşey olabilir. Fırsatçı olursanız yaşadınız.


BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Sevgili başaklar gönülleri bulutlar kaplamış her nedense... Bir yerlerde bir kopukluk var, ya diyaloglar yeterli değil veya hayal kırıklığına uğramışsınız. Aman bunlar çok önemli diyerek de kendinizi de aşırı şekilde kaptırmayın gönüllerinizin heleyanlarına. Şimdilik sırtlarınızı dayayın dostlarınıza. Mesleklerinizde orijinal kreasyonlara ağırlık verin Alışılmış yöntemlerin dışına çıkın ve göreceksiniz yolunuz açık.


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Salı gününden başlamak üzere tatlı bir canlılık hakim olacak burçlarınıza teraziler. Şanslar yıldızı muhteşem Jüpiter şimdi sizlerle. Yalnız hareketleriniz değil sözleriniz ve angajmanlarınız ile de çevrenizi şaşırtacaksınız.. Tek dikkat etmeniz gereken nokta yapmanız gerekecek seri hareketleri lüzumsuz telaşlarla karıştırıp kısmetlerinizi karman çorman etmemeniz. Adli, politika ve edebiyat alanlarında bilhassa atılgan olun..


AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Jüpiter'in getirmekte olduğu fırsatlar paketi ile ihya olacaksınız.. Manen çok kuvvetlisiniz ama fiziki güçlerinizi hiperaktif kesilerek heba etmeyin sakın.. Aileler arası olabilecek görüş ayrılıklarına kendinizi kaptırmayın. Sabırlı ve aynı anda da uyanık olun. Sizlere duyulan o güzelim sempati duygularını pozitif güce döndürerek sosyal aktivitelerinizi hızlandıracaksınız. İçinizde yeşermekte olan gizli projelerin vakitleri yaklaşmakta ama henüz şimdi değil. Meselenin can damarı finanslar olunca...


YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Bir yolculuk sizlere beklenmedik değişiklikler getirecek sevgili yaylar. Sevgileriniz de muhakemeler bile söz konusu olacaklar. Bambaşka açılardan bakacaksınız aşklarınıza bundan böyle. Ne olursa olsun manen ilerlemektesiniz yaylar. 29 eylül günü şansları iyi kullanmaya bakın. Bu haftanız yine de daha çok eşlerinizle olacak gelişmelerle dolu dersem yanılmış olmayacağım. Haftanın son günlerinde sıcacık aşklara kucakları açın.


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Duygularınızı terazilere vurmuşsunuz ha bire tartıp duruyorsunuz oğlaklar !.. Sizleri bu yöne iten sevgiliniz ise demek oluyor ki artık herşeyi (evleri, projeleri ve yaşam tarzlarınızı ) kökünden değiştirmenizi istiyor. Veya atalarınızdan kaynaklanan ve şimdi şimdi sizlere intikal eden manevi miraslar sonucu siz değişmektesiniz... Mesleklerinizde sizleri küçümser gibi gözüken ama hep taklit edenler tarafından nihayet takdir edileceksiniz !. Adalet diye birşey var. Er veya geç de olsa. Alçakgönüllü kalın mümkün oldukça. Bu yetecek herkese, inanın..


KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Dostlarınız sayesinde ikili ilişkilerinizde başarılar ve heyecan verici ortak atılımlar sizleri beklemekteler. Hedefleri çoğaltın, korkmayın onların kocaman oluşlarından. Bulunduğunuz çevrelerin dışında ve hatta yabancı şirketlerle kontratlar imzalayacaksınız. Böylece kendinize olan güveniniz daha da artacak ilişkilerinize başka bir zenginlik katacaksınız.. Grup çalışmalarında başarılı olacaksınız.


BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Mesleki uğraşlarınız da uzun zamandır hissetmediğiniz stresten uzak, samimi ve içten rahatlık duygularını bu hafta işyerlerinizde bulacaksınız. Ortaya çıkacak bir kısmet sayesinde çevrenizce henüz bilinemeyen kişisel kalitelerinizi ortaya dökeceksiniz.. Para kazanma yöntemlerinizi kökten yenilemenin zamanı da geldi balıklar. Şimdi tam sırası işte sevgili balıklar, önünüzdeki profesyonel fırsatı mutlaka kullanın. Mahirseniz elbette...Nur dolu olsun haftanız.


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Hülya Kaçar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.296 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÇOK ŞEY VAR

Yaşam kolay değil,
Uzakların ardında tuzaklar var
Tuzaklarda ucu sivri oklar var

Yaşam alay değil,
Çiçeklerin ardında toy aşklar var
Bu aşklarda acı ayrılıklar var

Yaşam halay değil
Oyunların ardında kazıklar var
Kazıklardan ders alınacaklar var

Yaşam uzay değil
Saçında gözle görülür aklar var
Aklarından da yolunacaklar var

Yaşam bu kadar da değil
Daha da beter olunacaklar var
Suya inecek şanlı sancaklar var

Yaşam yine de güzel
Unutur insancıklar
Ve her şeyi unutacaklar
.......

Lakin, unutulacak ne çok şey var..

Armağan Konyalı

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Gerçek "Mobile Printer" cı!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


sonbaharın keyfi denizde çıkar!

http://www.sailturkey.org
Yelken yapanlar zaten biliyorlardır nereye başvuracaklarını diye düşündüğümden, işin ABeCe'sini öğrenip denizlere açılmak isteyenlere Cumhur Gökova, Gökova Yatçılık şiddetle tavsiye olunur! Zarif bir beyefendiden denizi ve yelkeni tanımak hatta bilenlerin bile denizle yeniden tanışması için hoş bir imkan. Siteleri oldukça detaylı, en olmadı sorularınızı e-mail ile gönderin hemen cevaplanmış (hatta sıcacık cevaplanmış) olarak posta kutunuzda bulun. Benden söylemesi, bir haftada beyin boşaltıp yenilenmenin en keyifli yolu!

http://www.bodrumcup.com/
16-22 Ekim tarihleri arasında Era Yelken Kulübü'nün organizasyonunda gerçekleşen 16. Bodrum Kupası'na katılmak isteyenler bu linke tıklıyor...
İlla tekne sahibi olmanız da gerekmiyor, yarışa katılan teknelerin ekibine katılıp güzellikleri paylaşabilirsiniz. Hem bu sene ahşap teknelerin oluşturacağı bir "sevgi çemberi" var, hani aklınızda bulunsun!

http://www.miyc.org/race.asp
Zannetmeyin yarışlar duruldu... 30 Ekim-5 Kasım tarihlerinde Marmaris yarışları var, hem de onbeşincisi!!! Gerçi sitede bu sene ile ilgili fazla bilgi yok ama geçmiş sene resimleri gene de şöyle bir deniz özlemi getiriyor adamın yüreciğine...

http://www.pandora.com.tr/ara.asp?adi=&yazar=&keyword=sadun+boro&ptur=&sira=&site=0&yeviid=&ind=&yazarid=
Bir de tabii ki Sadun Boro'nun Pupa Yelken'ini edinip hemen okumaya başlamakta fayda var. Alışverişe çıkmak istemeyenler veya kitabevlerine uzak olanlar bu linkten Kısmet'in Dünya Seyahatini edinebilirler. Bu arada isteseler bile yelkene zaman ayıramayanlar da küveti doldurup ayaklarını içine sokup hafta sonları evlerinde okuyabilirler.

Ayşe Nur

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Firefox 1.0PR [4.5M] Windows FREE
http://www.mozilla.org/products/firefox/
Yeni ama hatalardan ders almış bir browser arıyorsanız Firefox'u mutlaka denemelisiniz. Firefox'un 1.0 versiyonu pekçok iyileştirmeyle hazır. Internet Explorer'ın ve Netscape'in temelini teşkil eden Mozilla tarafından geliştirilen bu program çok yakında tüm tarayıcıların pabucunu dama atacağa benzer. İçindeki arama ve download yöneticileri kusursuz ve hızlı. Benden söylemesi, bilgisayarınızı üzmeyecek ve yormayacak bir tarayıcı kullanmak için yükleyin ve mutlaka deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20040927.asp
ISSN: 1303-8923
27 Eylül 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com