|
|
|
4 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Tebrikler Sayın Baykal!.. |
İyi haftalar,
Bayağı hazırlanmıştım. Haftasonunda notlar almış, silahımın kabzasına çentikler atmıştım. Tayyip Bey ve AB birlikteliğinin dillere destan hikayesinden pasajlar yazacaktım. İptal olan İKÖ, rapor spekülasyonlarına haykırılan ya herru ya merru mesajlar ama her nedense ardından süt dökmüş kedi misali verilen tavizler, vesaire. Gelin görün ki vakti ayarlayamadım, aksi gibi tuttuğum notlar da çöp olup gidince benim de gitme vaktim erkenden geldi. Hatta ilk defa Baykal'ı son yaptığı atak dolayısıyla tebrik bile edecektim. Neyse edeyim bari. Tebrikler Sayın Baykal, bence saygın bir devlet adamına zeytin dalı uzatarak sosyal demokratlara bir hayırda bulundunuz. İsmail Cem'in AB sürecinde yapıcı muhalefete oldukça büyük katkısı olacaktır sanırım. Neyse yarın devam etmek kaydıyla ben sizleri komşudan oynak bir şarkıyla başbaşa bırakayım. Angie Samiou söylüyor Agoraki Mou. Hepimize iyi bir hafta diliyorum. Sağlıcakla kalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
GECENİN KAPISI ARALIK KALDI - IV -
Demet çok geçmeden üzerinde açık mavi bir bornoz ve ayağında kumaş terliklerle salona geldi. "Ben servisi hazırlarken sen de şarabı aç." dedi. Devran da onun peşinden mutfağa gitti. Masanın üzerindeki şişenin yanında duran kırmızı tirbuşonu alıp şarabı açtı. Demet salataya limon sıkıp birez da zeytin yağı akıttı. Yemeği birlikte salona taşıdılar. Demet halının üzerine kocaman bir yorgan serdi. Büyük bakır bir tepsi içine tabakları, çatalı, kaşığı ve kadehleri koydu. Kalkıp ışığı kapattı. Halının kenarlarına ve tepsinin ortasına onlarca mum yaktı.
Yemekte bezelyeli ve mantarlı tavuk, pilav, salata ve tatlı vardı. Yemeğin ardından kuru yemiş, çikolata ve güzel bir peynirle şaraba devam ettiler. Çok fazla konuşmadılar. Sadece yemekten, mumlardan, kocaman bakır tepsiden ve tepsinin üzerine kazınmış şekillerden söz ettiler. Devran kaygılı halinden bir türlü kurtulamamıştı. Yemek sona ermesine rağmen hala çok çekingen davranıyordu. Kız ise son derece rahattı. Hatta Devran'ı rahatlatmak için bildiği bütün yolları deniyordu. Demet teklifsizce uzanıp erkeğin üzerimdeki hırkayı çıkarıyor, saçlarımı okşuyor, "Ayaklarını şöyle rahatça uzat. Sırtını divana yasla ve keyfine bak."gibi önerilerde bulunuyordu. Yemekten sonra Devran'a "Ne kadar kalabilirsin?" diye sordu. Erkek en geç on ikiye kadar kalabileceğimi söyledi.
İlerleyen saatlerde olup biteni tahmin etmek için falcı olmaya hiç gerek yok. Tepsi yorganın üzerinden kenara itildi. Bornoz divanın üzerine, gömlek başka bir yana, pantolon odanın bir köşesine fırlatıldı. Bir kadın ile bir erkek arasında dünyanın kuruluşundan beri yaşanan o en eski, en sıradan, en olağan, en güzel ve en bildik hikaye bir kez daha tekrarlandı. Devran çok gergindi. Korkudan ve endişeden daha öpüşmelerin, sevişmelerin en başında boşalıverdi. İlk sevişme hevesi Demet için saman alevi gibi parlayıp söndü. Kız bütün hevesiyle ortada kaldı. Sadece "Bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin etmemiştim."dedi. Söylediğine pişman olup Devran'ı teselli etmeye, gönlünü almaya çalıştı. Zaten erkek yeterince utanmış, mahcup bakışlarını duvarlarda, tavanda gezdirmeye başlamıştı. Birisi zır dese ağlamaya hazır küçük bir çocuk gibi görünüyordu. Kız ona resmen acıdı. Devran'ı yeniden harekete geçirmeye, uyarmaya çalıştı. Bütün çabalarına rağmen geride kalan saman yığınları bir daha ateş almadı.
Yaşadıkları Devran için de sürpriz oldu. Çünkü bu güne kadar kendi bedeninin böyle bir sürpriz yapacağını aklına bile getirmemişti. Bedeni ve beyni ona ihanet etmişti. Saatler gece yarısına geldiğinde Devran apartmandan kaçar gibi çıktı. O küçük sokaktan kaçar gibi kendini ana caddeye attı. Daha sakin olmaya ve sanki dolaşmaya çıkmış gibi bastığı her adımı hissederek yürümeye başladı. Evden uzaklaştıkça zaten heyecanı da azaldı. Beklediğinin yada düşlediğinin aksine yaşadıkları hiç güzel değildi. Hayatının ilk kaçamağında her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı. Erkek bile olmayı becerememişti. Demet'in böyle bir gecede bir başına, bütün hevesleri ve arzuları ile yarım kalmış olması gücüne gidiyordu. Düşündükçe canı sıkılıyor ve duyduğu suçluk çoğalıyordu.
Eve gitmeye karar verdiğinde kızın çekinken ve ürkek davranacağını sanıyordu. Oysa Demet, Devran'ın sandığımdan ve beklediğimden daha sıcak ve rahattı. Davranışlarından erkekler hakkında çok şey bildiği kolayca anlaşılıyordu. Diri, sımsıcak, tazeydi ve çok güzel kokuyordu. Bir tek kusuru vardı. Bir kadın için fazlaca kıllıydı. Sevişmeye başladıklarında kız "Ağda zamanımı birkaç hafta geçirdim. Lütfen kusuruma bakma" diyerek özür dilemişti.
O geceden sonra Demet hemen hemen her gün telefon edip Devran'ın halini hatırını sormayı hiç ihmal etmedi. Akşamları hiç sektirmeden yalıya geliyordu. Diğer arkadaşlar olmadan, sadece ikisi baş başa kalmamaya, ayrı bir masaya oturmamaya özen gösteriyorlardı. İlişkileri ilerledikçe kızın Devran'dan önce de evli bir erkekle ilişkisi olduğunu öğrendi. Adamın, "Karımdan ayrılıp seninle evleneceğim. Boşanma davası açmak için dilekçe verdim. Ben onu istemiyorum ama eşim benden boşanmıyor. Biraz sabırlı olursan her şey düzelecek."şeklinde yüzlerce kez yalan söylediğini Demet kendisi anlatmıştı. Adam sürekli tutamayacağı sözler vermiş. Kızı yıllarca oyalamış. "Evli erkekler baş belasıdır. Zaman içinde evliliğin yarattığı alışkanlıklardan kurtulamazlar. Sürekli eşleriyle mutlu olmadıklarını söyleyip, karılarından yakınırlar. Ama nedense eşlerinden hiçbir zaman boşanmazlar. Sevgilileri de zaten yuva yıkan kadın olmak istemez. Bu nedenle fazla ısrarcı davranamaz. İlişki kör düğüşüne döner. Kadın ve erkek birbirine karşı saygısını yitirir. Benim bir de çok kötü bir huyum vardır. Çok çabuk aşık olurum. Elimde değil, çabucak karşımdakine bağlanıveririm işte…" diyordu.
Bir gün Devran'a eşiyle arasının nasıl olduğunu, ilişkilerinin nasıl gittiğini sordu. Devran Sinecan; "Tanıdığın diğer evli erkekler gibi işte. Başka ne söyleyebilirim. Herkes gibi geçinip gidiyoruz. Yirmi yıl sonra eşimle mutsuzum demek haksızlıktır. Seni elimde tutmak için yalan söylemek istemiyorum. O beni anlamıyor. Onunla çok mutsuzum. Ne olur beni bırakma. Sen olmadan hayatım çok tatsız tuzsuz ve çekilmez olur. Sen benim neşe ve mutluluk kaynağımsın. Beni bırakıp gidersen kederimden ölürüm." gibi çok bildik cümlelerle ucuz edebiyat yapmak istemiyorum." dedi.
Arkası Yarın
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Yansımalar : Nesrin Özyaycı OLYMPOS’ ta iki mülteci... |
|
Bahar; Arap atı gibi tahakküm kurmuştu doğanın üzerine... Çimenler kükremiş güller tomurcuklanmış...Serçeler yuvalarından dışarı uçup yemyeşil ağaçların başında şakıyarak gülüşmekte.. Bir badem ağacı, kahverengiliğini bozmuş, gelin başı gibi açmış.. Baharı kucaklamış.. Sessizlik senfonisi.. Beynimde uzun yürüyüşlere çıkmışım başımı alıp da.. Uzun emprime bahar çiçeği bol eteğimle rüzgara savrula savrula yola koyulmuşum.. Yemyeşil çimenlerin üzerinde açan papatya, gelincik, sarı mineli çiçekleri eğilip toplamaya başlamıştım.. Beyaz üzeri işli bluzumla.. Alıçtan firuze kolye boynumda.. Saçlarım örgü örgü.. Oyalı bir yazma başımda.. Seke seke geziniyorum Olympos eteklerinde.. Bu bahar kimseler yoktu buralarda.. Herkes savaşta.. Birbirini öldürmekte.. Olympos yalnız.. Ben de yalnızdım.. Duygularımı bahara açtırmıştım.. Cömertlik ve yalınlıktan öte bir şey yoktu bu dağda.. Savaştan kaçıp buraya sığınmıştım.. Hayret kimseler yoktu.. Olympos boşalalı asırlar olmuştu.. Koşuşmuştu insanlar kokuşmuş teknolojinin kucağına.. Bir ben bir Olympos kalmıştı savaştan arta kalan.. Bir de göveren doğa.. Yemyeşil, bonkör, çiçekli bir yol..
Seke seke bir ceylan belirdi yamaçtan.. Cansız bir hayale dalar gibi uyanmıştım.. Yanıma sokuldu.. Dostluk aramaktaydı belli.. yağız bir Filistinliydi.. Çılgınlar gibi.. Gözlerinde ateş karşımda bir hayal.. Cansız bir hayale bakar gibi dalmışım.. Filistinli bir gençle İsrailli bir kızın buluşması gibiydi tablo.. Ceylan ürkekti..Yağızdı.. Saç sakal birbirine karışmış uzun tüyleriyle.. Gözlerinde ateş yangını.. Dudaklarında çöl kuruluğu vardı.. Titrekti.. Belliydi.. Sevgi dolu yağız bir ceylandı.. Duygu zengini.. Gönül varlıklı... Ağlamaklı.. karşımda oturmuş.. Titriyordu.. Bir ayağı sürekli hareket halinde.. Vurulmuştu.. Tek ayak üstünde bekleyen suçlu öğrenciler gibi.. Helezon yaya oturtulmuş oyuncak bebekler olur ya.. Aynen öyle işte.. Sevgi dolu.. Özgürlüğe susamıştı.. Utanarak kaçmıştı savaştan ezikti.. Yanı başında İsrail’ den kaçmış bir kadın.. Esmer.. Köylü güzeli.. Yanakları al al.. Simsiyah gözlü.. Cımbız değmemiş bir Ortadoğulu kadın.. Bir sufat.. Doğal.. Makyajsız.. Sade.. Süzme bir kadın.. Nasıl olursa öyle işte.. Emprime etek efil efil rüzgarda.. Olympos’ a sığınmış bir öğrenci belli.. İyi öğrenmiş yaşamı.. Öğretmişler enine boyuna... Nasıl olursa öyle? Yaşamı öğrenmeye gelmiş.. Onurlu .. Şeref listelerinde bir öğrenci.. Kırılgan.. Ezilmiş.. Horlanmış.. Ama dimdik.. Ödünsüz yaşamış değerlerinden.. Acılardan kaçmış.. Buraya sığınmış.. Yorulmuş.. Sıkılmışta sığınmış Olympos’ a.. İkisi de yan yana.. Dopdolu canlılar.. Her model elbiseli ancak canlılık benzerlikleri.. İkisi de yaşının baharında.. Bu kadar kalabalığın içinde gözlerime inanamadım.. Şaşırdım.. Hoşuma da gitmedi değil? Ne mi oldu? Filistin’ den kaçıp buraya sığınan ceylan doğanın ortasında İsrailli kadına yanaştı.. Hem de usulca.. Dağ çiçeği gibiydi kadın.. Utandı kavgadan kaçmıştı.. Kızardı, Bozardı.. Korktu.. Hayret hem de Olympos’ ta.. Böylesi ıssız terkedilmiş bir sığınakta.. Pisliklerden kaçıp gelmişti kadın taa buralara...Temiz bir kadındı.. Ceylan özgürlüğü için koşmuştu buralara..Bir dostluk imzasıydı belki de kim bilir... Bir barış.. Bir özgürlük arayışıydı.. Sembol bir buluşma..!! Kız yağmur gözlüydü.. Etkilendim.. Utandım Olympos’ dan.! Başımı çevirdim.. İkisi de acemiydi bu mekanda.. Ürkek, yalnız ancak.... Özgürlük istekli iki acemiydiler.. Ceylan seke seke dolaşıyordu Olympos kırlarında.. Kadın küçük bir çocuk gibi.. Onca güzelliğin ortasında.. Başka. bir gören olmuş muydu? İzliyordum.. Düştüm ardına ikisinin de.. Belliydi.. aralarında bir çekim vardı.. Anlamak zordu? Aralarında bir kıvılcım vardı.. Habersizdi her ikisi de.. Ancak olmuştu işte.. Yoksa bir veda buluşması mıydı Ceylanın ki? Bir kutlamamıydı? Savaşın bitişine, barışın gelişine.. Ayaklarının arasında dolaşmaya başlamıştı Ceylan.. Kadın korkmuştu.. Tedirgindi.. Utangaçtı.. Ürkekti.. Hem de az bulunur bir ikiliydi... Sitemli bakışlarını gördüm sisli gözlerimle.. Hadi dedim içimden.. Helal olsun ikinize de.. Nasıl istiyorsanız.. Dostça, arkadaşça.. Ya da bilmem ki? Nasıl istiyorsanız.. Bir insan bir Ceylan.. Dostluk.. sevgi... paylaşım... Ne istiyorsanız.. bütün güzellikler... Elimi başına götürdüm Ceylanın.. Gözleri umutla ışıldıyordu.. yanı başımızda ılgıt ılgıt nehir akmakta.. Elimde ki birkaç papatyayı suya bıraktım.. Su alıp götürmüştü.. Dalmıştım nehrin suyuna.. Gözlerimle beynimi yıkıyordum.. Düşüncelerim iyice arınmaya başlamıştı.. Ceylan susamış.. Beynim susamıştı böylesine bir sessizliğe.. Diliyle içiyordu suyu.. Kana kana.. Sıcak çöllerden, kızgın savaşlardan kopup gelmişti.. Eteklerimi toplayıp suya indim.. Ceylan yalnızdı.. Kulaklarını oynatıp gülen gözlerle bana bakıyordu.. Heyecanla.. oda nehirde.. Benimle birlikte.. Bir elim eteğimde, bir elim Ceylanın başında.. Ceylan İsrail den ben Filistin den.. ikimiz de küçük oyunlardan kaçıp sığınmıştık Olympos’ a.. iki mülteci..! farklı son derece aykırı bir buluşma...
Ateş baruttan görmeyen gözlerim açılmıştı.. İki sığıntıydık bir zamanlar.. Garip..!! Ceylan suya kavuşmuş mutlu.. Ben Ceylan’ dan daha umutlu.. Temiz nefesi bulmuştuk.. Kulakları hep dimdik ceylanımın.. Gelecek kötülüklere karşı yanı başımda.. Gelin başlı badem ağacı daha gülmeye başlamıştı.. Bütün tomurcuklarını açtı.. Baharda kar yağdırdı..!!
Öteki dünya.. İğrenç kokusu halen burnumda.. Madde savaşına yenik düşmüş ruhları öldürmüş nüfus kalabalığı canavarlar.. Ceylan’ ım da yorulmuş Robinhoodlardan.. Şimdi üç kişi olduk.. Serçe.. minik serçe.. zıp zıp.. mutlu.. Nefesi daralmış savaş kokusundan.. Nasıl dayanmış onca uzun yola? Hayret..!! Avucumun içinde.. Bana müzik dinletmeye gelmiş.. İşte doluşmaya başladı ÖZGÜRLÜK ülkesi.. Karanlık ülkelerden vizesiz gelmiştik buralara.. Uçarak.. Ardımıza bakmadan gelmiştik.. Bulutsuz gökyüzü.. Sürüler halinde güvercinler.. Ayaklarında mavi boncuklar.. Serçe daha çok ötmeye, Ceylan ise dans edip sekmeye başladı... Olympos’ da şenlik var... Fes rengi bir gül açmış.. Beyaz mineli çiçeklerin içinde.. Mülteciler artmaya başladı.. Ağıt yoktu.. Ceylan gülüyor, Bir elimle eteğimi tutmuş dans ediyordum.. Gökyüzü zifiri aydınlık.. Gözlerim kamaşmış bahardan.. Nehir yatağını aşmış engin bir deniz.. Ben ise kayadan oyulmuş bir kayık gibiydim denizin orta yerinde.. Serçe avucumun içinde.. Ceylan ayaklarıma dolanmış.. Güvercinler yere inmiş saçlarımı didikliyorlar, Ayaklarımın dibinde zıp zıp.. Mavi boncuklarını sökmemi istiyorlar.. Biz bizeyiz.. Uykulu, bahar kokulu.. Bütün mülteciler gönül rahatlığı ile uykuya daldık.. Hepimiz olduğumuz yere kıvrıldık.. İyi ki bir post getirmiştim kaçarken sınırdan.. Koyun postu.. Yumuşacık.. Ceylanım.. Bulmuş onu ileride ki tel örgülerin yanında unutmuştum.. Ağzıyla getirdi, sürükleyerek.. Üzerime örttü.. Ay dede bizi bekliyordu.. Issızlıktan korkmam, Kalabalıktan da ... Hele yalnızlıktan hiç korkmam..
Hepimiz el ele tutuşmuştuk.. Gök yüzüne doğru kanatlanıp uçuyorduk.. Güvercinler yol gösteriyordu.. Gökyüzünün maviliklerine kavuşmuştuk.. Cennete doğru tabelalarıyla yol almıştık... Kim bilir belki bu dünyada bulamadıklarımızı bulup da sarılırdık birbirimize bu defa.. Utanmadan... doğallıkla... Safça..
Gün ağardı.. Serçeler coşmuştu.. Cıvıl cıvıl şakımaya başlamıştı gün... Yaşadıklarımın hayalini söndürdüm, kendimle derin bir uykuya daldım....
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Arap kahvesi : Beyhan Duffey |
Şans (sızlık)
“Anlatacağım olay başıma geldiğinde yirmidört yaşındaydım. Bir devlet dairesinde 4 yıldır memur olarak çalışmaktaydım. Aynı serviste çalıştığım bir erkekle uzun süredir ilişkim vardı. Ama evliliği o çok istese de ben düşünmüyordum. Çünkü memur maaşı olan bir adamla evlenip hayatımı karartmak istemiyordum. Ama çok yakışıklı bir adamdı ve ben ondan bu yüzden bir türlü vazgeçemiyordum.
Bir gün iş çıkışı erkek arkadaşımla birlikte otobüs durağına yürürken, yaşlıca bir adam ayaklarımızın dibine yığılıverdi. Ne olduğunu anlayamamıştık. Adamın düzgün bir giyinişi vardı. Elindeki bond çantadan da iş adamı olduğu anlaşılıyordu. Üstelik de Avrupalı ya da Amerikalıyı andıran yüz hatları vardı. Çevremize insanlar toplanmaya başlamıştı. Arkadaşım, birisi ambülans çağırsın diye avaz avaz bağırıyordu. Ben başı dizimin üstünde olan adamdan çok etkilenmiş, belki de hayatımın şansı dizlerimin üstünde diye düşünmüştüm. Sonra ambülans geldi ve adamı yerden kaldırıp ambülansa koydular. Sonra da kalabalığa dönüp, “aranızda yakını kimse var mı? “ diye sordular. Ben hiç düşünmeden “ben yakınıyım” dedim. Harun’u orada öylece bıraktım. Adamla hastaneye kadar gittim. Kalp krizi geçirmişti. Sabaha kadar koridorda bekledim. Ertesi sabah işe gitmedim. Hemşireler onu görebileceğimi söyledi. Odasına girdim. Adam tanımadığı birisini odasında görünce çok şaşırdı. Anladım, bana kim olduğumu soracaktı. Onun soru sormasına izin vermeden dudaklarımı dudaklarına yapıştırdım. Onu öpmek beklediğim gibi çıkmamış, çok da hoşuma gitmemişti. Ama devam ettim. Adamın da benden etkilenmesini istedim. Başarmıştım. Dudaklarını dudaklarından ayırdığımda adamın yüzünde tatlı bir tebessüm belirmişti. İngilizce olduğunu düşündüğüm bir dilde birşeyler söyledi. Anlamadığımı işaretlerle belli etmeye çalıştım. No ingilish, no ingilish dedim ve elini tuttum. Benden yaklaşık onbeş-yirmi yaş büyüktü. Elimi öyle bir kuvvetle tutup beni kendine öylesine şiddetle çekti ve öptü ki, işte o an anladım. Kendi kendime, “bu adam benim şansım, Harun’u unut. Bu adamla evlenmeyi becerebilirsen, hayatın kurtulur, dedim.
O gün ve ondan sonraki günler bir daha işe gitmedim. Harun’u da zaten o günden sonra bir daha görmedim.
Adam Amerikan Konsolosluğu’nda çalışan bir Amerikalıymış. Kalp hastasıymış ve ilk kez bu kadar ağır bir spazm geçirmis. Kadere bakın ki onu ayaklarımın dibine düşüren spazm benim kaderim oldu.
John benden yirmi yaş büyüktü. Bana aşık olmuştu. Ailemin ve yakın çevremin karşı çıkmalarına rağmen, tanışmamızdan iki ay sonra sessizce evlendik. Balayı için Güneye gittik. Hayatımın en güzel ve konforlu iki haftasını geçirdim orada.
İstanbul’a döndük. John’un benimle tanışmadan evvel oturduğu dairede oturuyoruz. Deniz manzaralı nefis bir ev. Bu arada İngilizce kursuna gidiyor ve her gün öğleden sonraları da eve gelen özel bir öğretmenden de dersler alarak ingilizcemi hızla geliştiriyordum. Beklemediğim bir anda hayatımın akışı değişmiş, bir masal perisine dönüşüvermiştim. En büyük korkum bunun bir rüya olması ve bu rüyadan bir gün uyanacak olmamdı.
John’un karısı ölmüşş. Yaşça benden büyük iki kızı ve bir oğlu varmış. Dört tane de torunu. Çocuklarıyla da arası iyi olmadığından Türkiye’ye yerleşmiş. Yani onu rahatsız edecek kimse kalmamış çevresinde. Amerika’da da evleri var. İstanbulda içinde oturduğumuz daireyi de satın almış. Bir iki yerden de arsa almış. Yani benim için çok zengin bir adam. Böyle fırsat bir kez çıkar insanın karşısına deyip bildiğim bilmediğim bütün numaraları yaptım adama. Bütün kadınlığımı kullandım. Bir çocuk sahibi olursak bütün varlığını ona bırakır ve ben de içinde yaşadığım sefil hayattan böylelikle kurtulmuş olurum diye düşündüm.
John çocuk fikrine çok sıcak baktı ama yaşının getirdiği rizikolar vardı. Çocuğumuzun sakat doğma riski yüksekti. Ben geleceğim adına bu riski bile göze almıştım.
Birkaç ay sonra bende sürekli bir halsizlik, herşeyden tiksinme ve öğürtüler başladı. Bir sabah çok kötü bir mide bulantısıyla uyandım. Hamile olmalıydım. Hemen aşağı inip köşedeki eczaneden bir test alıp eve geldim. Başarmıştım. Çocuk sahibi olacaktım. Hemen John’u arayıp haber vermeliydim.
Telefonun başında çok bekledim. Beni bir türlü John’a aktarmıyorlardı. Sonunda soluk soluğa telefona gelip “hamile misin yoksa”? dedi. Nasıl anlamış olduğuna şaşırdım. Evet, dedim. O anda olan olmuş ve John telefonun başında bir spazm daha geçirmiş ve hayatını kaybetmişti. Ben bunu bütün gün öğrenemeyecektim. Ta ki akşamüstü işyerinden bir yetkilinin gelip de haber vermesine kadar…
Ailemden kimseyle görüşmediğim için hamile halimle bir başıma kalakalmıştım. Ne yapacağımı bilemiyor ama bir yandan da parasız pulsuz kalmadığıma şükrediyordum. John’la evlenmekle akıllılık etmiş yasal varislerinden biri olmuştum. Hamileliğimin üçüncü ayının sonlarına doğru John’un Amerikadaki oğlu çıkageldi. Hem babasının mal varlığıyla ilgili işlerle ilgilenmek hem de doğacak olan kardeşini, üvey annesini görmek için gelmişti.
John’un oğlu çok yakışıklıydı. Benimle aynı yaşlardaydı. İçimde garip duygular uyanmaya başlamıştı ona karşı. İki aydır birlikte yaşıyor aynı evi paylaşıyorduk. Neden ülkesine dönmediğini bir türlü anlayamıyordum. Geceleri gözüme uyku girmez olmuştu. Sürekli yatağımda onu düşünüyordum. Bir gece odamın kapısı usulca aralandı. Gözlerimi sımsıkı kapattım, o olması için dua ettim. Gerçekten oydu. Uyuyamamış, odası da soğukmuş, biraz benim yanıma uzanabilir miymiş? Çekiniyormuş gibi göründüm. Ama isterse gelebileceğini söyledim. O da zaten anlamıştı.
Doğum iyice yaklaşmış, karnım iyice büyümüştü. John’un oğluyla artık birlikte yaşıyorduk. Bir yandan da gizli bir utanç içindeydik. Üvey annesinden doğacak kardeşine aynı zamanda üvey baba olma ihtimali vardı. Ben artık kendi ailemden hiç kimseyle görüşmüyor ve bu yüzden de durumumu çok da önemsemiyordum. Ama o ablalarına durumu nasıl izah edeceğini bir türlü çözemiyordu. Yani bana öyle söylüyordu. Biz bu sıkıntıları yaşarken doğum günü geldi çattı.
Doğum sırasında bir dakika olsun yanımdan ayrılmamıştı. Bir kızım olmuştu. Dünya güzeli. Babası ya da ağabeyisi olan adam da yanımızdaydı. Mutlu olmamamız için hiç bir neden yoktu.
Kızım bir yaşına gelinceye kadar ikimiz de çalışmadık. O’da ülkesine dönmedi. Babasından kalanlar fazlasıyla yetiyordu. Mutluyduk. Düzenli bir ilişkimiz vardı. Ben ona aşık olmuştum ama o duygularını hiç dile getirmiyordu. Yine de beni sevdiğini hissediyordum. Kızım zaman zaman ona baba diye sesleniyordu.Bu durum beni mutlu ediyor onu düşündürüyordu.
Birgün ikisini evde yalnız bırakıp alışverişe çıkmıştım. Bir iki saat sonra döndüğümde evde yoklardı. Önce telaşlandım ama sonra aklıma kötü şeyler getirmemeye çalışarak, dondurma yemeye falan çıkmış olacaklarını düşünerek kendimi oyaladım. Buna rağmen içimde bir sıkıntı vardı. Ne kadar süre geçti bilmiyorum yemek hazırladım, masayı hazırladım. Akşam olmuş şehrin ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı. Balkona çıktım. Karşı kıyı pırıl pırıldı. Gemiler vapurlar… Deniz dingin ama benim yüreğimde fırtınalar kopmaya başlamıştı. Kime gideceğimi, kimden soracağımı, onları gören olup olmadığını bilmiyordum. Çünkü çok izole bir hayat yaşamış neredeyse bu apartman dairesinden dışarı çıkmamıştık. Bizi tanıyanlardan uzak durmuş, kapıcıyla bile ilişiğimizi kesmistik. İşte şimdi çok çaresizdim. Onları nasıl, nerede aramalı, kimlerden sormalıydım?
O günden sonra onlardan bir daha haber alamadım. Ben hamileliğimle uğraşırken o babasından kalan miras işlerini halletmişti. Biraz uzun sürmüştü ama benim aklıma hiç kuşkulanmak gelmemişti. Çünkü John’un yasal varisiydim. Ama işi kılıfına uydurmuş ve konsolosluğun da yardımıyla bana kalacak nesi var nesi yoksa kendi üstüne yaptırmıştı. İki seneye yakın da beni konu komşudan herkesten uzak tutmuş, aşık adam numaraları yapmıştı. Çocuğumu da kendisine “baba” diye alıştırmıştı.
John’dan kalan evin de satıldığını öğrendiğimde gidecek hiçbir yerim yoktu. Ailem beni bu şekilde kabul etmezdi. Çaresiz Harun’a gidecektim.
Artık işime döndüm. Harun’la dört yıldır evliyim ve bir oğlumuz var. Üç yaşında. Adı Yiğit Can.
Acımı yüreğime gömdüm. Ama ben her geçen gün kızımı daha çok özlüyorum… Nerdesin bebeğim”??
Kadın son cümlesini söyledikten sonra gözyaşlarını tutamadı. Ben de bir o kadar hüzünlenmiştim. Kolumun altında uyuyup kalmış kızıma sımsıkı sarıldım. Televizyonu kapayıp, kadının kızına bir an önce kavuşabilmesini dileyerek, o geceyi kızımla kanepede koyun koyuna geçirdim…
Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Mübadele Çocukları - I - |
|
Gözlerine inanamıyordu. Ev, babasının vefat ettiği günlere kadar bıkmadan özene özene anlattığı gibiydi. Ufak tefek değişiklikler vardı ama mutfak, odalar ve bahçe yerli yerindeydi. Ebeveyninin 81 yıl önce istemeyerek boşalttığı Güzelyurt'taki (Gelveri) evi bularak ziyaret eden 72 yaşındaki Yunan vatandaşı Sofoklis Papadopoulos, tarifi imkansız duygular içinde olduğunu söylüyordu. Tıpkı doğup ilkokul çağlarına kadar yaşadığı Yunanistan'ın Yanya şehrindeki evini 11 yıl önce bulunca kapının tokmağını öpen 90'lık Lütfü Karadağ gibi. İkisinin de ortak özelliği mübadil olmalarıydı. Zaten bu özellikleri sayesinde, Nevşehir'in Ürgüp ilçesine bağlı Mustafapaşa beldesindeki önemli etkinliğe katılmışlardı. Karadağ, 1923 yılında imzalanan Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'nin bizzat şahidiydi. Yunanistan'da dünyaya gelen Papadopoulos ise mecburi göçün ikinci kuşağındandı.
Gazetedeki bu hikaye ne ilkti, ne de son. Onlar mübadele edilen çocuklardan sadece ikisiydi. Yazar kısa hikayesinin sonuna, yarın Zehra adlı bir yazı dizisine başlayacağını yazmıştı. Tıpkı Lütfi Karadağ ve Sofoklis Papadopoulos gibi Zehra'da göç edenlerdendi. Yalnız mübadele başlamadan önce göç eden en küçük fert olarak tarih sayfalarında yerini almıştı. Ertesi gün gazete bayiiye gelir gelmez ilk müşterisi Aslı oldu. Dedesinden dinlediği benzer hikayeler hep hoşuna gitmiş, böyle bir fırsatı kaçırmak istememişti. Eline aldığı gazetenin sayfalarını tek bir hamlede çevirdi. Okumaya başladı;
Zehra ve çalınmış yaşamlar...
Uzun bir süredir sessiz pusuya yatmış düşman, o gün yeniden dehşetini şehre düşürmüştü. Sonraki günlerde, faytonlar taşıdıkları üçer beşer insanlar ile sokakta ilerledikçe, geriye acı uğultularını bırakmaktaydılar. Aralarında tek bir fayton, arkasına aldığı yüklerden başka bir yöne gittiğini açıkça ilan etmekteydi. En küçük yolcusu ise Zehra idi.
O sabah gün doğduğunda, yatağından daha bir ürkek kalkmıştı ev halkı. Zehra korku dolu bakışlarla, anne ve babasının gözlerinde gördüğü dehşetle şaşkına dönmüştü. Minik düşünceleri hiç bir şeye anlam verememişti. Ne günlerdir devam eden bomba seslerine, ne de annesinin görmesini engellediği ve sadece acı haykırışlarını duyduğu ölen insanlara. Bombalamaların ardından bir ay geçmişti. Ortalık durulmuştu.
Babası göçlerin başladığını duyduğunda, apar topar hazırladıkları bir kaç eşyalarını faytonun arkasına bağladıkları ahşap tekerlekli bir tahtaya bağladıktan sonra, iki çocuğunu kucağına alıp, telaşla faytona bindirdi. Annesi Halide, düğününün yapıldığı, iki çocuğunu doğurduğu, eşiyle mutlu on sene geçirdiği, babadan miras ahşap evlerine son kez baktı. Balkonda bıraktığı üç menekşe saksısına takıldı gözleri. Özenle diktiği farklı renklerde çiçekler açan menekşeleri yokluğunda solacaklardı... Tıpkı, bu şehirdeki diğer canlılar gibi yok olup gideceklerdi. Babası Ragıp Bey, eşinin omzunu teselli dolu bakışları eşliğinde sıvazladı. Hislerini anladığını, ama gitmeleri gerektiğini, kafasını öne hafif eğerek kısa süre kapattığı gözleriyle ifade etti. Çünki; kelimeler anlamlarını yitireli epey bir zaman olmuştu ve olan biteni anlatmaktan acizdi artık.
Henüz üç yaşındaki Zehra olan biteni oyun olarak algılamış olacak ki, doğduğundan beri ilk kez ayrıldığı evinden ayrılışına sevinmişti. Oysa; o gün, hayatı boyunca bitmeyecek yolculuğunun ilk kilometrelerini çoktan katetmeye başladığının farkında bile değildi. Ablası Süreyya ise yaşadıklarınının daha bir farkındaydı... Dokuz yaşındaki çoğu çocuk gibi. Sessizce annesine yaslanıp, son duraklarına ulaşacakları zamanı beklemeye devam etti.
Fayton epey bir yol almış, Netreva Nehri üzerindeki köprüye kadar ilerlemişti. Köprünün çıkışına askerler engeller koymuştu. Geçen her türlü aracı durdurmaktaydı. Ragıp Bey, önlerindeki diğer bir faytonda uzun züredir görmediği arkadaşı Cevdet'i gördü. Cevdet'in ordudaki görevine halen devam ettiği, üzerindeki üniformadan anlaşılıyordu. Bir asker yanlarına gelmiş, Ragıp'a aşağı inmesini söylemişti. Ardından nereye gittiklerini sordu. Göç edenleri engellediklerini duymamışlardı. Ama sorun çıkaracakları kesindi. Ne diyeceğini bilemeyen Ragıp'ın sesini duyup gelen Cevdet, içinden haykırdığı dualarının karşılığı idi.
- Bir sorun mu var, dedi Cevdet. Asker de, elindeki bir kaç matbu kağıdı, üzerindeki üniformasından önemli biri olduğunu düşündüğü Cevdet'e uzattı ve komisyonun yayınladığı kısa süreli göç yasağı bildirilerini okumasını işaret etti. Hergün bir aileden bir kişinin göç edebileceği yazılıydı kağıtta. Okuduktan sonra durumu açıkladı Ragıp Beye. Endişeli, şimdi biz ne yapacağız bakışlarını gördüğü arkadaşına aralarından birinin kendisiyle gelmesini söyledi. Ragıp bir süre düşündü. Eşini yollayamazdı, sonra iki çocukla tek başına ne yapacaktı. Sonra kızlarını düşündü. İkisinden birinden ayrılmak zorunda olması fikri yüreğine hançer gibi saplandığında, haykırmamak için kendisini zor tuttu. Sonunda arkadaşına Zehra'yı vermeye karar verdi. Henüz çok küçüktü... Çevrelerinde süregelen savaş dehşetinin farkına varamayacak kadar küçük. Arkadaşı Türkiye'ye gidiyordu. Ve orada savaş tehdidi yoktu. Kurtuluş Savaşı sona ermişti artık. Cumhuriyet ilan edilmek üzereydi. Zehra, böylelikle dehşetten kuttulacak, küçük yüreği bu dehşetleri asla hatılamayacaktı. Burada kalması, ilerideki yaşamını daha çok etkileyebilirdi. Ragıp, eşinin kollarından zorlukla ayırdığı kızını arkadaşının kollarına emanet etti. Halide hayır haykırışları arasında minik Zehra'sından çekiştirilen kollarını ileriye doğru uzatmış kala kaldı.
- Yeni bir izin bildirisi çıktığında sizde hemen gelirsiniz yanımıza. Bu kadar üzülmeyin. Kızınıza çok iyi bakacağım siz gelene kadar. Söz veriyorum, dedi Cevdet. Süreyya hıçkırıklarla annesinin beline sarılıp, kafasını vücuduna gömdü. Hepsine de bu zoraki ayrılık çok zor geldi. Fakat buna mecburlardı. En azından, onlar bu dehşetten kurtulamasalarda, küçük kızlarının yaşıyor olduğunu bilmek yüreklerindeki korları az da olsa söndürecekti.
Zehra, ayrıldığı ailesinin ters yöne giden faytonuna hıçkırıklarla ağlayarak uzun süre baktı. Anlam veremediği bu ayrılık acısı, Neriman hanımın eline tutuşturduğu bir elma ile o anlık dursada, yeniden ağlamaya devam etti. Yanlarında bulunan kendi kızları Zeliha da, Zehra'yı susturmak için kendince oyunlar uydurmuş, sonunda susturmuştu.
Faytonları uzun bir yolculuğun sonunda, Filopappou Tepesi' ni aştıktan, uzun bir yol daha kat ettikten sonra, nihayet sınıra yaklaşmıştı. Üç kişilik izin belgeleri tam olan Cevdet üstünü bir örtüyle örterek sakladığı Zehra'yı askerlere göstermedi. Zeliha, saklambaç oynadıklarını, elma derse çıkmasını, yoksa ses çıkarmaması gerektiğini sınıra yaklaşmadan evvel tembihlemişti. Allah'tan askerler eşyalarına bakmayı istememişlerdi Cevdet Beyden. Üzerine üniformasını giymekle büyük akıllılık etmişti.
Sonunda yolculuk bitmiş, anavatana ulaşmışlardı. Cevdet büyük bir "oh" geçirdi içinden. İnşalah yakın zamanda göç etmek serbestleşecek, bir an önce Ragıp ve ailesi Zehra'larına kavuşacaklardı. Evin önüne geldiğinde, dört kuşağı bağrında büyütmüş üç katlı, doğduğu, büyüdüğü, görev için Yunanistan'a gitmeden evlendiği yaşlı yuvasına baktı. Sonunda yine yanyana, içiçeydiler artık. Bahçesinde bulunan gülleri hasretle kokladı. Kokusunda çocukluğu, gençliği, ilk aşık olduğu kıza utangaçlıkla uzattığı elleri saklıydı. Gül verme bahanesine kızı bir köşede sıkıştırdığını hatırladığında, eşine bakıp mahçup mahçup gülümsedi. Türkiye'ye dönmüş olmasının heyacınından Neriman, Cevdet'in bu gülümsemesi fark etmedi. Başka zaman olsa mutlaka anlamını öğrenene kadar rahat vermezdi.
Türkiye'ye gelişlerinin üstünden bir ay kadar geçmişti ki, Cevdet radyodan duyduğu haberlere dikkat kesilmiş, babasından kalma yaşlı koltuğunda oturmaktaydı. Radyoda; Drama, Kavala, Girit ve Selanik'te doğmuş beş yüz bin Müslüman'nın Kayseri, İzmir, Manisa ve Samsun'da doğmuş yüz binlerce Ortodoks tarafından boşaltılacak yerlere yerleştirileceğini anons ediliyordu. Demek göç izni çıkmıştı sonunda. Hemen kızından ayrılışında perişan olan Halide Hanım geldi aklına. Sonunda hasreti bitecekti zavallı kadının. Radyo devam etti anonsa. O günden sonra doğan ve doğmuş her küçük çocuğa Mübadele Çocukları deneceğini söylüyordu. Cevdet içini çekerek "Ne acı bir kimlik Allah'ım" dedi. Yerde ablası yaşında Zeliha ile oyun oynayan Zehra'ya baktı. O kadar savunmasızdı ki, gidip babasının şefkatini hissetmesi için uzun uzun minik kıza sarıldı.
O günden sonra Türkiye'de her doğan güneş, henüz yurda dönemeyen tüm ailelere, mübadele edilecekleri güne kadar yeni bir umut olarak, dünyalarını ışıtması için, sevdiklerinden gökyüzüne gönderildi... Ve sonraki günlerde mübadele ülkeler arasında rüzgar gibi esti.
Arkası Haftaya
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Araştıran Kahveci : Başak Postacı Çankayalı |
SİNİRİMİN İNCE AYARI
Bazı insanlar hayatta hiç bir şeye sinir olmazlar, ya da, hiç bir şey bu tarz insanların çelik misali güçlü sinir sistemlerini tahrip etmeye yetmez, diyelim. Belki de bu sadece bir "iddia"dır ve görüntüyü kurtarmaya yetecek tiyatro yeteneği sayesinde dış dünyaya sunuluyor, iç dünyada ise "sinir fırtınaları" kopmaya devam ediyordur. Ben, bir balık burcu insanı olmama rağmen, hayatın pek çok zor durumunu Margret Thatcher misali soğuk ve mimiksiz bir ifade ile aşmama, böylece en azından görüntüyü kurtarmama yarayacak (ve nedense tüm astroloji kitaplarında balık burcu insanlarına bağışlanmış olduğu iddia edilen) "drama yeteneğinden" yoksunum. Ve ne yazıkki bu hayatta sinir olduğum pek çok da şey var.
Sinir olduğum şeyler, çoğunlukla, bireysel müdahale yada tepki koyma çabalarımı "devede kulak", "okyanusta damla", "çölde kum tanesi" haline dönüştüren, kısaca "toplu-yaygın-örgün hareket" diye tanımlayabileceğim cinstendir ve, doğal olarak, doğrudan kendi hayatımla ilgili değildir. Çünkü kendi hayat sorumluluğunu ancak kendinin taşıyacağının idrakinde, bu mesuliyetini başkalarına yükleyerek "kaçak güreşmemeyi" öğrenmiş her insan, eğer varsa, kendi hayatında sinirini bozan şeyleri düzeltir, en azından düzeltmek için çaba gösterir.
Bir insanın sinirini bozan çok şey olunca, bir zaman geliyor, bu konuda garip bir muhasebe yapmak da kaçınılmaz oluyor. Özellikle geride kalan yılların muhasebesini yapmanın bazı bireylere "tanrı buyruğu" olarak indiği otuzlu yaşlar başladığı zaman... Ben de bir süre bu konuda kendi muhasebemi yaptım ve sonuçta beni en çok sinir eden şeylerin ağırlıklı olarak "Türk insanın sosyal davranış" şekilleri olduğunu üzülerek farkettim.
İnsanlarımızın çoğunun niçin yoncalı kavşaklarda, otobanların dibinde piknik yaptıklarını, egsoz
dumanları ve araç gürültüleri arasında yapılacak bir piknikten nasıl bir zevk aldıklarını, hadi bu durumu "yeşile hasret kalmak" ve imkânsızlıklar yüzünden daha uzakta kalan yeşilliklere gidememeleri olarak açıklayalım, o zaman da niçin ağaçlara düşman olduklarını, ilk fırsatta "manzarayı kapatıyor" (!) bahanesiyle onları kesmek veya "ulan ağaçlardan caaanım beton yığınlarına yer kalmadı" diyerek yakmak için fırsat kolladıklarını, sokaklarda yürürken niçin daima en sert ifadelerini takındıklarını ve her geçene niçin "dövecekmiş gibi" baktıklarını, artık çoğu bankada sıra numarasına göre işlem yapılırken niçin hala sözlük tanımını bile aşmış bir kurnazlıkla önce kendi işlerini yaptırmaya çalıştıklarını, niçin önce "iiiiş iiiiş" diye sürünüp, sonra da zar-zor girdikleri o işten daha ilk aylarda şikayet etmeye başladıklarını, niçin "adam olmayı" etkili bir makama kapak atmak olarak tanımladıklarını, buna karşılık kitap okuyan, güzel sanatlara ilgi duyan, kendi kişisel gelişimi için bir şeyler yapma gayretindeki insanları niçin "entel-dantel" diye alaya aldıklarını, evlerinde yaptıkları (artık rutine dönmüş) gürültü tüm komşularını bezdirmişken komşularından gelen ilk gürültüde niçin can havliyle onların kapılarına dayandıklarını, her yıl yüzlerce kişinin canına malolduğu halde niçin trafik kurallarına uymamayı marifet saydıklarını, niçin bekâr apartman komşularının özel hayatlarından kendilerini sorumlu tuttuklarını, bedenlerini, Almanları ve Japonları bile kıskandıracak bir özen ve disiplinle, "hediye paketi" misali oyayıp boyarken (veya "din istiyor" inancıyla alabildiğine sarıp sarmalarken), bu bedenlerin içini boş bırakmakta niçin hiç bir mahsur görmediklerini................ anlayamıyorum. Sanırım anlayamadığım için de sinir oluyorum. Anlasam, basit de olsa bir anlam atfedebilsem belki de sinir olmaktan vazgeçeceğim.
Bu konular ne zaman dost sohbetlerinde açılsa sebep "cehalet" olarak gösterilir. Evet bu tespitte haklılık payı vardır ama "büyük resmi" tam olarak açıklamaya yetmiyor bence. Çünkü ne kolejler, ne üniversiteler bitirip, ne "master"lar yapmış, isminin önündeki ünvanlar isminin boyunu aşmış, geçmedik felek çemberi bırakmadığını iddia eden "görmüş" ve dolayısıyla hayatın pek çok alanında başkalarına "tur geçirmiş" insanlarımızı da aynı davranışları sergilerken görebiliyoruz. Belki de sinirimin bu denli bozulmasını ummadığım insanları dahi bu tip "ayarsız" ve "mâna yoksunu" hareketleri yaparken görmeme borçluyumdur.
Ülkemizin paralı, paralı olduğu için de diğerlerine göre kat kat daha "güzide" olduğuna inanılan üniversitelerinin en fiyakalı bölümlerinde, hayatlarında girecekleri ilk iş pozisyonunun "müdürlük" olacağı iddiası ve beklentisi içinde okuyan, görgüsünü, bilgisini daha da rahat arttırabilsin diye ailesinin kaynak vanalarını sonuna kadar açtığı, hijyenik ve lüks dairelerde yaşayıp, 19-20 yaşlarında rüyalarda görülebilecek şık spor arabalara binen ve kendini illede "marka" giymek zorunda ve "çoooook akıllı" hisseden, özgüveni tavana vurmuş birbirinden güzel ve parlak görünen günümüz "JLo" ve "David Beckham" gençlerinden birini, sırf "daha piyasa(!)" diye girmeyi umduğu bir mekanın kapısında saatlerce kuyrukta beklerken, içeri girmek için normal şartlarda yüzüne bile bakmayacaklarından, başka yerde görseler "ıyy cahil kıro" diyeceklerinden emin olduğum, ama gel gör ki o gözde mekana giriş iznini verme erkiyle kutsanmış bir "bodyguard"a yalvarırken veya başka yerde "mafya olmuş bunlar kardeşim, belediye uyuyor" diye celâllenirken gideceği mekanın önünde arabasını teslim edeceği değnekçiyle, daha ayrıcalıklı muamele görme beklentisiyle, "kanka" muhabbeti kurmaya çalışırken görürseniz, bu durumu yine ve basitçe "cehalet" olarak değerlendirebilecek miyiz?
Türk insanının sosyal hayatta sergilediği bu çeşit "kitsch" tavırları yeteneksiz bir tiyatro oyuncusunun rolünü gereğinden fazla abartarak oynamasına benzetmek pek hatalı olmaz, ama kendimce "hoş bir benzetme" yapmış olmak da bu konuyu çözmüş olmayacak. Sanıyorum, tüm bunları yüzlerce yıl "kapalı" yaşamaya mahkum edilmiş bir ulusun kapıdan dışarı çıkmasına sonunda izin verildiğinde nasıl davranacağını bilemiyor olmaktan kaynaklanan kollektif bir "şaşkınlığa" bağlamak, bu yazıyı daha insaflı bir şekilde bitirmenin en iyi yolu olacak. Ama beni sinir olmaya devam etmekten de kurtaramayacak.
Başak Postacı Çankayalı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar haftanız zirve savaşlarına açık şekilde başlamakta dolayısıyle sizler de yangına körükle gitmek yerine son derece uyumsar olmalısınız. Enerjileri heba etmeyin, ayın 9' unda çok daha rahat olacaksınız.Aileler içinde çocuklara bağlı para konularında çıngar çıkabilir.. Problemleri anında halledin.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Çizilmiş rotalardan sakın şaşmayın boğalar. Yollar hafif engebelli olsalar da. Gelecek yaz sezonuna kadar sürecek uzun bir başarılı döneme hazırlıklı olun. Çevrenizden sizlere ihtiyaçları olan gençler beklemekteler, o halde tecrübeleriniz ile sarın olası yaraları.. Karizmanız ise mükemmel sevgili boğalar. Farkedilmektesiniz.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Çevrenizden, ailelerinizden kadınlarla ilgili ve kaygılarla dolu bir hafta sizleri beklemekte sevgili ikizler. Ortamlar müthiş elektrikli. Ama yavaş yavaş tüm problemler halledilecekler. Mesleki uğraşlarda yeniliklere açık ve işyerleri kurmalara kadar gidebilecek projelerle güven dolusunuz. O halde tam yol devam..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Evlerde tansiyonlar müthiş yüksek sevgili yengeçler. Haftanız sinirlerin epeyce gergin olacakları günlere gebe.. Eşleriniz patlamak üzereler sakın üstlerine üstlerine gitmeyin sizler de.. Ama dramatik bir şey yok aslında yeter ki siz sakin olun. Meslekleriniz de engellenemeyen kıskançlıklara rağmen kuvvetli ve başarılısınız.
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Bu hafta ne olursa olsun hiç bir randevuyu ve deplasmanı ihmal etmeyin sevgili aslanlar. Ekip çalışmalarında şanslarınız açık. Sosyal yaşamda yeni simalarla tanışacaksınız. Kalplerinizin telleri tıngır tıngır oynayacaklar, bırakın artık kendinizi Venüs'ün kollarına…Başarınızı isteyen dostların yardımları bu hafta kapıda, unutmayın..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Gayrimenkul alım satımlarında projeleriniz var ise bu hafta gayet bereketli geçecek yeter ki siz fikirlerinizden vazgeçmeyin. Cuma günü harcamalarda aşırılara kaçmadan son kararları verin. Kişisel kapasiteleriniz muazzam olduğundan haliyle şansları da kendinize rahatlıkla çekebiliyorsunuz.. Üstelik bu sıralar oldukça gizemlisiniz..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Bomba gibi bir haftaya girmek üzeresiniz sevgili teraziler. Şanslar ayaklarınıza kadar gelmekteler.. Uzun vadeli atılımların bu haftasını bir köşeye yazın.. 5 ve 8 ekim günlerinde enerjiler doruklarda olacağından kıymetlerini bilin ve güvenle ilerleyin. Alçakgönüllülükle bilhassa..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Gelecek yaza kadar uzanacak kültürel çalışmalarda büyük başarılara imza atacaksınız sevgili akrepler. Ayrıca başka şehirlerde ev sahibi olma yönünde projeleriniz yeşermekteler hatta önümüzdeki sene ortalarında gerçekleşmeleri işten bile değil. Venüs sizlerle bu hafta, gerisini isterseniz siz yazın akrepler…
YAY (23 Kasım-20 Aralık) İkili ilişkilerde şimşeklerin çakacakları günlere hazırlıklı olun sevgili yaylar.. Bazılarınız şehir, ülke, sevgili yani kısacası yaşamları değiştirmek üzeresiniz.. Kalan sağlar ise kaprislerle dolu Venüs' ün ziyaretine rağmen aşk kokan geceleri aydınlatmaya devam edecekler.. Uluslararası ticari faaliyetlerde şanslara sımsıkı sarılın yaylar..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Haftanın ilk günlerinden itibaren tüm ikili ilişkilerde uyumlar fevkalade hatta bazı beklenmedik hoşluklar gönüllerinizin kilitlerini açabilecekler bile.. Akabinde hissedebileceğiniz stresleri profesyonel çalışmalarınıza bulaştırmamaya gayret edin sevgili oğlaklar.. Ruhsal açıdan kendinizi dalgalara bırakmayın, geçici olsalar da…
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Yeniçeriler gibi bu hafta kelle koltukta dalacaksınız savaşlara sevgili kovalar !.. Titizlikle hazırlanmış dosyalardan alınacak randevulara kadar her aşamada mutlak kazanmak azmi ile uğraş vereceksiniz.. Sonra ise yolculuklar, belkide deniz aşırı seyahatlerin dayanılamaz çağrılarına kendinizi bırakacaksınız. Sevdiklerinizle..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Sarı ışıklar yeniden yanıp sönmekteler bu hafta sevgili balıklar.. Utarit veya Üranüs' ün geçiş merasimi (yedi sene boyunca) balık burcunda olduğundan gereken değişimleri yerine getirmediğiniz takdirde uyarıcı ışıklar hep böyle yanıp sönecekler bunu bilin.. Sığlarda yüzen (..) balıklar, açık denizlere çıkışlar ne zaman allahaşkına ?… Neyse bilin ki haftanız yine de güzel, bazı dalgalanmalara rağmen. Üranüs az daha beklesin canım…
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.308 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
SEN GİTTİĞİNDE HİÇ AĞLAMADIM
SEN GİTTİĞİNDE HİÇ AĞLAMADIM,
GÖZYAŞI DEĞİLDİ Kİ ONLAR...
GÖZLERİME HİÇ KALKMAMAK ÜZERE ÇÖKEN
SİSİN NEMİYDİ SADECE.
YOKLUĞUNDA BENİ HER GÜN BOĞACAK OLAN
OKYANUSUN TUZLU SUYUYDU BELKİ DE.
BELKİ, BELKİ BENİM DEĞİL DE, HALİME AĞLAYAN
MELEKLERİN GÖKTEN DÖKÜLEN GÖZYAŞLARIYDI.
SEN GİTTİĞİNDE HİÇ AĞLAMADIM,
GÖZYAŞI OLAMAZDI Kİ ONLAR..
AĞLAMAK İÇİN İNSANDA GÖZYAŞI KALMASI GEREK..
KALDI MI Kİ BENDE?
SEN GİTTİĞİNDE HİÇ AĞLAMADIM,
GÖZYAŞI DEĞİLDİ Kİ ONLAR...
SENDEN AYRILINCA YAŞ DEĞİL,
ANCAK KAN GELEBİLİR BU GÖZLERDEN!
Ahmet GÜVEN
Yukarı
|
Bu hamburger yenir ama!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Yeni bir yer keşfettim. Elektronik cihazlar konusunda ne ararsanız var. Hem de taksitle satıyorlar. Bazılarınız, ya kardeşim o web sayfası zaten uzun zamandır var. Sen sanki yeni bişey bulmuş gibi sevindirik olmuşsun, diyebilirsiniz. Kristof abi Amerika kıtasını keşfettiğinde niye sustunuz derim size... Şaka bir yana gerçekten bilgisayardan cep telefonuna kadar ne ararsanız http://www.metropolteknoloji.com/asp/index.asp kısayolundaki web sayfasına girebilirsiniz.
...Ülkemizde, uygulanmakta olan istikrar programının enflasyon üzerindeki olumlu etkilerinin somut bir şekilde ortaya çıkması ve gerçekleşmesi beklenen tek haneli enflasyona geçiş sürecinde bekleyişlerin yönlendirilmesi bakımından en uygun tarihin 2005 yılının başı olduğuna karar verilmiştir... Yani kısaca söylemek gerekirse 2005 yılı başından itibaren YTL ile tanışıyoruz. http://www.ytl.gen.tr/ytl/index.php?sektor=0 kısayolunda YTL hakkında bilmek istediğiniz herşey var.
Hep iş hep iş nereye kadar? Tabi ki bir yere kadar. İşte o yer http://www.mizah.net/portal/default.asp kısayolunda. Eğlencelik ne ararsan bu sitede.
Bir çeşit bit pazarı intoko Hatta site yöneticileri bir de uyarı yazısı eklemiş. ...İntoko.com.tr'deki ilanları herhangi bir gazetede yayınlanan veya herhangi bir yere asılmış olan ilanlarla kıyaslayabilirsiniz. İntoko.com.tr'ye ilan veren ziyaretçilerin büyük bir kitlesine (çoğuna) güvenebilirsiniz. Bu ziyaretçilerimizin çoğu vaktinde satmış olduğu ürünleri gönderiyor veya almış olduğu ürünlerin ücretini anlaşma gereğince ödüyor. Maalesef, insanların saf ve temiz düşüncelerini ve güvenlerini art niyetle kullanan insanlar da bulunmaktadır. Bu yüzden alış verişinizi güvenle yapmaya dikkat ediniz!.. Alım satım için http://www.intoko.com.tr/ web sayfasına uğrayabilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Gallery Constructor 1.1.5. [3.16MB] Windows FREE
http://www.through-the-lens.net/distro/win-1.1.5/install.exe
Bilgisayarınızdaki dijital fotoğraflardan web üzerinde yayınlanmaya hazır fotoğraf galerileri yaratmaya ne dersiniz. Son derece kullanışlı olan program xml altyapısı ile son derece hızlı albümler yaratabiliyor. Ayrıca hayal gücünüzü kullanarak çok değişik, sadece size ait albümler de yaratabilirsiniz. Ve tabiki tam sürüm ve ücretsiz. Dijital fotoğrafları bol olan ve ne yapacağını kara kara düşünen herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|