|
|
|
5 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Hallederiz abilerim, ablalarım!.. |
Merhabalar,
Yandaki karikatürün orjinalini geçen hafta yayınlamıştım. Aynı gün pekçok arkadaştan aynısı veya benzeri birçok karikatür aldım. Ancak dün sevgili Altuğ Yücel'in elinde gelişip daha da güzelleşmiş bir versiyonu elime geçti. Ben de vakit geçirmeden sizlerle paylaşayım istedim. Eline sağlık Altuğ.
Sevgili Gülcan Talay'ın yeni yazısı "Mübadele Çocukları"nı dün "Devamı haftaya" diye bitirmiştim. Ama gelen yoğun talep üzerine 5 bölümlük bu yazı dizisini hafta içinde yayınlayıp bitirmeye karar verdim. Bu kararı almam da bizzat Gülcan'ın etkisi tabi ki tartışılmaz ama son karar gene editörün olmuştur. Görüldüğü gibi yazılarınızın gün ışığına çıkması için editörünüz canla başla çalışmaktadır. Aksini düşünenler gaflet ve dalalet içindedir:-)) Yeter ki siz yazın yollayın, gerisini de merak etmeyin. Beylik deyimle "Hallederiz abilerim, ablalarım!.."
Bugün sizler için pikaba koyacağım plağı araya araya bir hal oldum. Sonunda ansiklopedilerin arasında buldum. Çizik falan idare edin artık. Dan Lacksman`s Alliance çalıp çığırıyor Louxor In Vegas. Hepinize hoş kokulu bir gün diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
GECENİN KAPISI ARALIK KALDI - V -
Demet, dürüst davrandığı, kolaya kaçmadığı için ona teşekkür etti. "Yalan söylemeye ne gerek var. Zaten sana da böyle davranmak yakışır. Davranışın senin diğerlerinden farkını, kaliteni gösteriyor."dedi. Bunları söylerken ses tonunda hüzün vardı. Erkeğin yüzüne bakmadan konuşuyordu. Devran, aslında bu açıklamalarımın kızı mutlu etmediğini açıkça görebiliyordu. Yalan bile olsa güzel cümleler duymayı istiyor olabilirdi. Belki de alışılmış cümlelerle ona kur yapmasını istiyordu.
Devran, dürüstlük falan derken kızı kaybetmek istemiyordu. Uzun zamandır yaşamında bu kadar çok heyecan, kaygı, korku ve endişe olmamıştı. Yaşadığını, kanının damarlarında hızlıca aktığını, yüreğinin kafesinde yaralı bir kuş gibi çırpındığını hissediyordu. Uzun bir uykudan uyanmış, kocaman bir kışı geride bırakmış gibi yaşamaktan büyük bir keyif almaya başlamıştı. Elbette ona aşık değildi. O sadece kolay bulunmayan ama çabucak kaybedebileceğin farkında olduğu değerli bir oyuncaktı. Hiç bir vaatte bulunmadan, sözler vermeden, elinde tutabildiği kadar tutmak ve onu her şeyi ile yaşamaya karar vermişti.
Gece bütün sokakları, ağaçları, denizi, tekneleri, hastaneye koşturan ambulansları, sokakları tırmalayan sirenleri, köpük köpüğe kayalara saldıran dalgaları karanlığa boyadığı zamanlarda Devran Sinecan Demet'in evine gidiyordu. Her gece eşine ve çocuklarına başka bir yalan söylüyor, her gece kendisi için ve geceye aralanmış kapıdan gizlice içeri süzülüyordu. Sevişmeler ilk geceye göre daha tutkulu ve keyifli olmuştu. Her geçen gün hissettiği suçluluk duygusu ve kızın evine girirken duyduğu kaygılar daha da azalıyordu. Evli olduğumu artık aklıma bile getirmek istemiyordu.
Kapının Devran'a ve nefes nefese sevişmelere aralandığı bir gecenin sonunda, kız sanki bir suçu, günahı itiraf edermişçesine kırılgan bir ses tonuyla "Bir erkekle tanıştım. Bekar ve çok iyi biriyle. Onunla evliliğe gidebilecek bir ilişki yaratmak istiyorum. Evlenmek ve yuva kurmayı düşlüyorum."dedi Bu kibarca tasını tarağını toplayıp yaşamımdan çık ve git demekti. Erkek hiç şaşırmadı. Bu ilişkinin uzun ömürlü ve kalıcı olmadığımı başından beri seziyordu. Sadece ilişkinin sonu beklediğinden, tahminimden daha çabuk gelmişti. İlişkiyi başlatan, Devran Sinecan'ı bu ilişkinin içine çeken ve yine çıkarıp kenarına koyan Demet olmuştu. Devran için henüz çok erkendi ve bunu beklediği halde yine de hazırlıksız yakalanmıştı. Söyleyecek söz bulamadı. Uzun süren sessizliğin ardından "Ne yani, biz bir daha hiç görüşmeyecek miyiz? Aramızdaki her şey böyle aniden sona mı erecek? diyebildi. Demet;"Onunla deneyeceğim. Eğer düşündüğüm gibi olmazsa seninle görüşmeye devam ederim ."diyordu.
Devran Sinecan ilk defa o zaman kızdı. Yedek kulübesindeki oyuncu gibi sıranın kendisine gelmesini mi bekleyecekti? Doğal halimden, sıcaklığımdan hoşlanan kıza ne oldu diye düşünüyordu. Bu kadar değersiz olmak, önemsiz kabul edilmek gücüne gitmişti. Kızın üzerinde daha çok etkisi, değeri var sanıyordu. Yanılmıştı….
Devran Sinecan; "Yeni tanıştığın her kimse ilişkinin umduğun gibi gitmemesini, yeniden bana dönmeni, kaldığımız yerden sürmesini beklemeyeceğim. Bitecekse adam gibi bitsin. Hatta mümkünse bu gece bitsin. Ben gidiyorum. "dedi.Kızın yalvarıp yakaracağını, onu kolayca bırakmayacağını düşünüyordu. Demet'in kılı bile kıpırdamadı. Etrafa dağılmış pantolonunu, çoraplarını, gömleğini ve çamaşırlarını topladı. Acele ile giyindi. Demet hala yatağın içindeydi. Devran Sinecan "İyi geceler."deyip evden çıkıp gitti.
O geceden sonra bir daha hiç birlikte olmadılar. Birkaç kez sokakta karşılaşıp ayak üstü hal hatır sormak dışında da hiç konuşmadılar. Demet'in evlenmeyi planladığı erkekle ilişkisi beklediği gibi yürümedi. Hatta Devran Sinecan'dan sonra onlarca ilişkisi oldu. Kız aylar sonra onu bir iki kez telefonla aradı. Sohbet etmek için yalıda buluşmayı teklif etti. Erkek kendince gurur yaptı ve kızın görüşme isteğini çeşitli bahanelerle geri çevirdi. Demet hala aynı sokakta, evli bir erkekle birlikte yaşıyor. Sokaklara karanlık çökünce evinin kapısını geceye ve sevgilisine aralık bırakıyor. Devran, bütün evli erkekler gibi dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına yani evine ve ailesine döndü. Kaçamaklara da kapısını sımsıkı kapattı.
Bitti
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Yağmurla karışık bir şehir gezintisi...
Bir bebeğin uykusuna karışıyor cümlelerim. Onun düşlerinde benim gürültücü klavye sesim. Yazmak mı, yazamamak mı? Günlerce beynimde dolaşanların duvara yansıması. Bir gölge oyunu var gördüklerim arasında. Parmaklara geçirilen kuklalar eşliğinde, yeniden çocuk olmayı denerken, en son uçakta güzel bir cümle kurmuştum. Şimdi ise unuttum.
Karşımda sarı renkli bir duvar, yazdan kalan güneşin son demi ile ensem ısınmış. O yukarıda uyuyor. Nihayet...
Yağmur kokan bir sabahtı anımsadığım. Gittikçe benden uzaklaşan şehrimde güze merhaba demenin en yalın sesi. Yağmur yağıyor, seller akıyor...
Taze toprak kokusunu getirmişti gökten inen damlalar. Daha sabah şehri çalkalamadan yollara düşmüştük. Şipşak fotoğraflar gibi yapılan kısa şehir turları ile bebeğin beslenme saatleri arasına sıkışmıştım. Sıkışmıştık ama bu yetişme telaşında gözüme her şey daha bir güzel geliyordu.
Güzel bir Eylül sabahı. Yağmur kokan kentin en ihtişamlı meydanlarından birinde göğe dikmiştim başımı. Yüzüme düşen yağmur damlaları şimdi arkamda kaldı.
Yıllar öncesinden hatırladığım curcunanın yerini bir sessizlik almıştı. Doğru yerde ve doğru zamanda olup olmadığımı anlamak için kendimi dürttüm. Daha okullar açılmadan hafta içi bir gün koskoca meydanda bu boşluk. Yoksa burası Eminönü değil miydi?
Issızlıkta, hayali sesler ve hayali itişmelerle yürüyordum sanki. Adımlarım, ayaklarım, ellerim. Bir şeylerin eksildiğini düşündüm. Öğrencilik yıllarında kalabalıkta yalnız kalmak için sık sık uğradığım sokaklarda sade bir sessizlik. Üçe beşe yapılan pazarlıklar bitmiş, yol üstü tezgahları başka yerlerde açılmış. O kalabalık meydan ve curcuna semti başka bir görüntü ile karşıladı beni. Yakında balık ekmek keyfini de bitireceklermiş.
Şimdi yağmurun kokusu daha keskin. Deniz kokusu da yanında. Birazdan oltalara takılacak ilk balıklar ve küçük sandallarda öğle telaşı başlayacak. Şaşkınlık ve ıssızlıktaki hayali kalabalıkla Sultan Ahmet'e gitmek üzere hafif metroya biniyorum. Her şey şaşırtıcı. Akın akın akan kalabalıklar beklerken koyu ıssızlıklar var çevrede. Şehir boş.
Oysa en güzel zamanı yılın. Eylül'ün ilk günleri. Yaz güneşi ve güz yağmurunun gizli flörtü. Sokaklardan taşmak lazım. Sokaklara karışmak lazım.
Kokuların peşinden gidip özlenen şehre merhaba demenin rotasını çizmeli. Yağmur yol gösterici. Koskoca turistlik meydanda taze kesilmiş çimen kokusu. Yağmurun değdiği yeşilliklerin parıltısı gözlerimi alıyor. Sonra sıra sıra dizilmiş turist otobüslerinin egzoz kokusu, rahatsız edici ama katlanılabilir. Buram buram acıktıran simit kokusu, yanına bir demli çayın eşlik etmesi beklenir.
Bekleyen var, dönmek zamanı. Geride bıraktıklarını sokak aralarından kıvrıla kıvrıla denize kavuşurken anımsa. Unuttuğun taş sokaklardan nem kokusu boyunca denize ulaş. Karşına Galata Kulesi çıkınca dur. Her yer boş. Sokak satıcıları gizlenmiş. Köşede boyacılar ve her zaman kokusu seni çeken o kapalı baharat çarşısı...
Önce yeni çekilmiş kahve kokusu ile başlamalı, ardından birbirine karışmış baharat kokuları ile yağmurun kalabalıklaştırdığı Mısır Çarşısında bir tur yapmalı. Bir yabancının gözlerini ödünç aldım. Hatırlamak adına, şaşırmak adına tüm renkleri ve kokuları kızıma götürmek üzere bir masal içinde saklıyorum.
Yeniden meydandayım, yağmur artık ıslatmıyor. Kuşlar ve ben. Göğe ellerimi açıp kendi etrafımda dönmek istiyorum. İlk kez böylesi boş, böylesi koşulası bu meydan. Bir balık ızgaraya düşüyor, gelip geçen otobüsler sabaha oranla daha kalabalıklaşmış, yer altındaki pazardan döner kokusu geliyor. Tanımadığım bir yanık sesli şarkıcı eşlik ediyor yer altı işportacılarının pazarlıklarına.
Galata Kulesi karşımda hala. Tıpkı Kız Kulesi gibi Galata Kulesi'ni de her daim görebileceğim meydanları seviyorum...
Yağmur diniyor.
Şimdiye bir bebek ağlaması karışıyor, yeni uyanmış.
Orada bir çocuk elindeki simidin susamlarını atıyor martılara.
Çay demlemeli.
Güz geldi. Eylül bitmeden o kokuyu bir daha hissetmeli.
Kabuk değiştiren bir meydandan eskisi ve yenisi ile hatıralarıma karışan yüzler, sesler ve kokular kaldı. Avuç içlerimde bir küçük ayna, baktıkça bir martı havalanıyor benim şehrimden...
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden : Kemal Türkmen Alabalık Vadisi 2 |
|
Alabalık vadisinde, çamlar arasındaki dar yoldan aşağılarda kalan dere boyunca doğuya doğru yükseldiğinizde, bir süre sonra karşınıza bir köy çıkar.
Yalçın bir dağı arkasına almış, girişinde her an bitecekmişçesine titreyerek akan çeşmesi ve ağaç üzerine kazınmış yazısıyla sevgili Üzümdere köyü.
‘ Alabalık ve üzüm diyarı Üzümdere köyüne hoş geldiniz ‘
Güneye baktığınızda, sanki bitmeyecekmişçesine aşağılara uzanan bir uçurumun ötelerinde Gidengelmez dağları her şeyi yaratmışçasına yukarılardan köye bakar .
Uçurumun dibinde, Üzümdere çayı kıvrımlar yapıp son derece sarp bir kanyonun içine dalar.
Biraz daha ötelerde vadi giderek daralırken, birden yan duvarların baş döndürücü yükseklikleriyle güneş görülmez olur.
Kanyonun güneyinden yayılan garip bir uğultu dikkat çeker.
Yaklaştıkça giderek artan bu ses gökyüzüne dimdik tırmanan bir kayanın altından gelmektedir.
Manavgat, buradan doğar ve kilometrelerce ötelerde denize dökülerek yok olur.
Sanki ayni anda doğumunu, gençliğini, erginliğini ve denize dökülüp gözlerden kaybolarak bir anlamda ölümünü yaşayan bir nehir var karşımda.
Ama gökyüzündeki bulutlar,yağan yağmurlar, karlar ve daha niceleri onun hiçbir zaman kaybolmadığını fısıldıyor sanki bana.
Sizce akıl doğanın insanlara verdiği bir armağan olabilir mi ?
Ben, beni saran kaygılarımla,
Kimi zaman ‘acaba’ diyorum !
Kemal Türkmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Mübadele Çocukları - II - |
|
Aslı yazı dizisinin ilk bölümünü büyük bir keyifle okumuştu. Aynı gün bayiiye giderek, sonraki günlerin gazetelerini mutlaka ayırmasını tembihledi. Gazete almakta geç kalıp sonraki bölümleri kaçırmak istemiyordu. Aslı, o gün iş yerinde çalışırken genel müdürü Hasan Bey yanına çağırıp bir haftalığına şehir dışına gitmesi gerektiğini söylemişti. Seyahat sırasında gazete bulmakta zorlanacağınını düşünerek "İyiki gazete ayırtmayı akıl etmişim." diye geçirdi içinden. Belki oda ilerde yazmak tutkusunu sonunda gerçekleştirmeye karar verir ve dedesinden dinlediği benzer hikayeleri kaleme alırdı. Yazmak küçüklüğünden beri ertelediği, küçük yazılarla geçiştirdiği, küçük bir hobisi olarak kalmıştı daima.
Aradan bir hafta geçtikten sonra bayiiye gidip, Cemal'in tembih üzerine ayırdığı gazetelerini aldı. Koşar adımlarla merdiveni tırmanırken, çiçekleri sulamak için üst kattan inen Serap ile çarpışınca, Serap'ın elindeki bir kova su gazetelerin üstüne döküldü. Canı yanmışçasına bağırdı. Özür dilenmesi, özenle ayıttığı gazetelerini geri getirmeyecekti elbet. Şimdi nasıl okuyacaktı ki..! Hırsla kapıyı açtı ve içeri girer girmez oturduğu koltukta oyuncağı bozulmuş çocuklar gibi ağladı bir süre. Sonra aklına birşeyler gelmiş olacak ki, bilgisayarına koşup mail atmak için, ıslaklıktan zorlukla okuyabildiği mail adresine istek çağrısı yaptı.
Sayın Ömer Durağan,
Pazartesi başlamış olduğunuz -Zehra ve çalınmış yaşamlar- yazı dizinizin, sonraki bölümlerini elimde olmayan sebeplerle okuyamadığımdan ötürü, bana mail ile gönderebileceğinizi düşündüm. Bu ricamı kırmayacağınızı ümit ederim. Şimdiden teşekkürler.
Aslı Demir
Gece yarısı henüz olmuştu... Sonunda beklediği mail gelmişti. Yazar ricasını kırmamıştı. Mail için tekrar teşekkür ederek, mesajlaşmaya son verdi.
Zehra ve çalınmış yaşamlar -II
Cumhuriyet ilan edilmiş ve yurtta sevinçli bir bayram havası esmekteyti. Fakat bekledikleri gelmeyenler için buruk bir sevinçti... Tıpkı herşeyden habersiz Zehra gibi. Oysa gelmediklerini, birini beklediğini çoktan unutmuştu. Sıcak bir yuva, bir anne ve baba, hatta ablası bile vardı. Üç yaşındaki bir çocuk için unutmak çok kolaydı çünki.
Cevdet Bey tüm göçler yavaş yavaş azalmaya başladığı halde henüz bir haber alamadığı arkadaşı ve ailesi için çoktan telaşlanmaya başlamıştı. Hatırı sayılır bir dostu ile haber almaya çalışsa da, her hangi bir sonuç alamamıştı. Neyse ki Zehra kendilerine çok çabuk alışmıştı. Bir de Neriman'ın horlamaları olmasaydı, diye düşündü. Cevdet' in Zehra'yı kendi kızları kadar sevmesine, ilgi göstermesini hazmedemiyordu. Ailesinin ne zaman gelip alacağını sormaktan Cevdet' i yeterince bunaltmayı başarmıştı. Aradan iki sene daha geçtiği halde halen ailesine ulaşılamadı Zehra'nın.
Neriman, eşinden habersiz bir gün komşusundan duyduğu, çocuk isteyen bir ailenin ziyaretine gitti. Onlarda Denizli' deki kardeşleri için istiyorlardı. Aman ne iyi idi. Gözden de uzak olacaktı. Cevdet gidip bulamazdı ki kızı. Ertesi gün eşi işe gittikten kısa bir süre sonra evden çıktı ve Zehra'yı haber üzerine Denizli' den gelmiş Semra' nın kollarına teslim etti. Zeliha' nın sürekli anne diyişinden etkilenerek Neriman' a anne demeye başlayan Zehra' nın " Anneee" çığlıklarına kulaklarını tıkayıp, arkasını dönüp gitti. Zehra'nın hayatının beş yılında üçüncü bir annesi olmuştu artık.
Akşam eve geldiğinde Zehra' yı göremeyen Cevdet kıyametleri kopardı. Üç katlı konak tepeden tırnağa çınlamış, fakat Zehra' nın tam olarak nereye götürüldüğünü bile bilmeyen Neriman' dan kesin bir yanıt alamamıştı. Kızına ve Zehra' ya getirdiği iki oyuncak elinde ağlamaklı, oturduğu yerde uzun süre kaldı. Neriman bilerek aracı olan aileyi söylememişti. Yoksa neresi olursa olsun gidip alırdı Cevdet.
Zehra'nın uzun yolculuğu Deniz' linin küçük kasabalarından birindeki tek katlı bahçeli evin önünde son buldu. Yolun hemen kıyısında beyaza boyanmış çitlerle çevrelenmişti yeni yuvası. Bahçe kapısı yirmi adımlık taşlı yoldan iki basamaklı eve uzanmaktaydı. Semra yol boyunca sürekli ağlayan Zeyra' yı çok zor susturmuştu. Saatlerce ağlamasına dayanamamış, hatta yarı yolda eşine geri götürmelerini bile teklif etmişti... Yıllardır çocuk özlemi çekmesine rağmen. Eşi ise kendilerine de alışacağını söyleyerek vazgeçirmişti. Yeni ailesine alışması Cevdet beylere alışması kadar çabuk olmadı. O zamanlar kadar küçük değildi. Semra kendilerine alışması için günlerce, hatta aylarca uğraştı. Sonunda Zehra anne demeye başlamıştı. Ne yapabilirdi ki, kabullenmek zorunda olduğunun farkına varmıştı sanki. Allah'tan kendisini çok seven bir anne ve babası olmuştu.
Yıllar hızla akarken Zehra' da büyüdü. Artık hatırlamadığı ailesinden ya da Cevdet beylerden hiç haber alamamıştı. Ömrünün beş yılı nasılda yokolmuştu. Semra ise uzun süre asla söylemedi kızını kaybetme telaşından. 18 yaşına geldiğinde eşi ile konuşarak, Zehra' ya kayıp beş yılını bildikleri kadarıyla anlatmaya karar verdiler. Semra' nın korktuğu gibi Zehra, Cevdet beylere ulaşmaya karar verdi. Belki de ailesi dönmüş ve onu bulamamışlardı. Aralarındaki tek köprü ise, Semra' nın anlattıklarıyle canlanan hayal mayal hatırladığı Cevdet'ti. Haftasonu olduğunda Semra' nın tüm ısrarlarına rağmen İstanbul' a gitmek için hazırlandı.
- Annecim, sizleride çok seviyorum. Ama beni anlamalısın. Gerçek ailemi bulmak zorundayım. Bana gösterdiğiniz sevgi için hayatım boyunca size minnet duyacak ve hep yanınızda olacağım yine... Daima ziyaretinize geleceğim, dedi. Bu kadar ısrar karşınında Semra' nın da inadı kırılmış, kızının kaybolan hayatını geri alması gerektiğini anlamıştı. Yine de uzun ağlayışlarla kızını yolcu etti.
İstanbul' a geldiğinde Semra' nın kardeşi olan Ekrem' in yanına gitti. Annesi de kardeşinde kalması konusunda ısrarcı davranmıştı. Mutlaka kendisini ona getiren kişilerin adresini biliyor olmalıydı, diye düşündü. Ekrem, yıllardır görmediği yeğenini şaşkınlıkla karşıladı. Ne kadar büyüdüğünü gördüğünde, kendilerine ilk geldiğindeki hıçkırıklarla ağlayan halini hatırladı. Eşini dört yıl önce kaybetmiş olan Ekrem' de oğlu evlendikten sonra yapayalnız kalmıştı. Zehra' nın yanında kalacağını öğrendiğinde çok sevinmişti. Sohbet edecek, vakit geçirecek biri bulmak çok zordu. Zehra kısa bir süre ailesini bulana kadar yanında kalabileceğini söylemişti. Ne güzel kız olmuştu Zehra, sürmeli gözleri, yanık teni ile tüm erkeklerin başını döndürecek kadar güzel. Ekrem böyle düşündüğü için kendisine çok kızdı. Öz olmasada yeğeni sayılırdı. Tüm düşüncelerini Zehra'ya farkettirmeden sildi beyninden. Zehra dinlenmek için odasına çıktığında çok geç olmalıydı, çok yorgundu. Yine de sabaha kadar ara sıra gözlerini kapamak dışında uyuyabilmiş değildi. Ailesini bulma ihtimali bile yeterince heyecanlandırmıştı. Sabah olduğunda Ekrem ile yaptığı acele bir kahvaltıdan sonra, birlikte Cevdet beye gittiler. Konağın bahçesine adımını atar atmaz unuttuğunu sandığı bir kaç resim gözünde canlandı. Bahçedeki güller o zamanlar kadar güzeldi. Birden, koklamak için tuttuğu gülü koparacağını sanıp kendisine bağırarak yaklaşan Neriman' nın yüzünden eline diken batışını hatırladı. Hatırladığı sahneler korkmasına neden olsa da, artık küçük savunmasız bir kız değildi.
Kapının tokmağına koşup gelen Zeliha olmalıydı;
- Buyurun, kimi aradınız? dedi. Zehra kendisini tanıttığında, Zeliha sevinçle boynuna sarıldı öz kardeşi gibi. Bu evdeki iki yıllık yaşamında tek arkadaşı, kardeşi olan Zeliha' nın mutlaka bu kadar sevinçle boynuna atılacağını beklemiyordu. Hatırladıkları o kadar az, bölük pörçük resimlerden ibaretti. Sohbet ettikçe Zeliha' nın anne ve babasının öldüğünü öğrendiğinde yıkıldı Zehra. Artık ailesinden alabileceği tek ipucunu da kaybetmişti... Zeliha bilemezdi. Ailesi ile birlikte gömülmüştü bildikleri her ayrıntı. Kendisini öz ablası kadar çok seven Zeliha' ya yeniden uğrayacağını söyleyerek teşekkür etti. Hayalkırıklığı ile Ekrem'in koluna yaslanmış Emirgan sırtlarındaki yarı beton, yarı ahşap yeni evine döndü.
Arkası Yarın
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar HOŞBULDUK... |
|
"Hoş geldin Nadya, aramıza katılmakla iyi ettin!" diyeceğinizi ümit ederek, "Hoşbulduk" diyorum ve bana açılan kapıdan, biraz çekinerek, biraz tedirgin, içeriye giriyorum.
Aslında buna "kendi kendine gelin-güvey olmak" derler. Ama ne yapayım, kendimi motive etmek ve cesaret toplamak için
ben de böyle bir yol seçtim.
Bu site ile "müşerref" olmamı Mola'nın yazarlarından Ayşenur Güven'in annesi ve benim arkadaşım olan Canset'e borçluyum.
Benim 'yazmayı' ne kadar çok sevdiğim aklına gelmiş olacak ki geçen gün Antalya'da, denizde, hem yüzüp hem sohbet ederken, bana "Kahve Molası"sından bahsetti, kmarsiv.com'a gir, gezin, hoşuna gideceğinden eminim, benim kızımın da orada yazıları var, dedi. Eve gelir gelmez, denize atlar gibi balıklama siteye daldım ve arkadaşımın nekadar haklı olduğunu gördüm...
Hemen oracıkta üye oldum.
Siftahı da Ayşenur Güven'e bir mesaj göndermekle yaptım.
Kendimden daha fazla bahsetmek istemiyorum.
Genelde az ve öz konuşmasını ve yazmasını yeğlerim.
Beni, bundan sonra göndereceğim yazılarımdan tanıyabileceğinizi ve yazılarımın da hoşunuza gideceğini ümit ediyorum.
Yıllardan beri içimde, beynimde ve de dosya sayfalarında birikmiş düşüncelerimi, yazmaya ve okumaya gönül bağlamış sizlere sunmakla büyük mutluluk duyacağımı belirtmek istiyorum.
Belki ilerideki günlerde, haydi arayı biraz daha açayım, ilerideki haftalarda web-sitemi biraz daha hale yola sokunca
adresi size de yazarım. Böylece, daha iyi yapacak bir şey bulamadığınız zaman sitemi ziyaret eder, beni daha iyi tanıyabilirsiniz.
Yorumlarınızı ve kritiklerinizi dört gözle bekleyeceğim.
Aksi takdirde başarılı olup olamadığımı, belki de hiç olamayacağımı, ya da, küçük de olsa bir ümit var, diyenler olmasa, nasıl anlarım ki?
Sizler de o kadar çoksunuz ki, bire karşı 277, bu hak mı?
Tek tek gelsenize...
Barış içinde sağlıkla ve sevgiyle kalın...
Gülmeyi bilmeyen de dükkan açmasın! (Gani Müjde'nin çok sevdiğim lafı.)
Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen |
İKİNCİ ATATÜRK!
Alman gazeteleri şehir baskılarında yazmaya cesaret edemedikleri bir şeyi taşra baskılarında sormuş, sizce Tayyip Bey, kuzu postuna bürünmüş kurt mu; yoksa Atatürk mü? Bizim gazetelerimizi bile arayıp sormuşlar. Tayyip Bey nedir, kurt mu kuzu mu? Adamlar haklı. Tayyip Bey’in ne olduğunu anlamak oldukça güç. Avrupa Birliği yüzyılın projesidir mutlaka gireceğiz diyen kişiyle, son dakikada durup dururken zina kavgası çıkarıp ortalığı ateşe veren kişi aynı çünkü.. Tahmin ettiğimiz gibi bu konuda sergilenen delikanlı tavrımız Avrupa’da sökmeyince Tayyip Bey, gitti, sorunu çözdü ve geldi. Çözülen sorun, durup dururken atraksiyon olsun diye ortaya atılan, yoktan var edilen bir sorundu. Allah fakir kuluna önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş. Başbakanın bu yöntemi keşfettiği iyi oldu. Şimdi, maaşlar önce düşürülür, sonra zam yapılır. Böylece biz de maaşlara zam geldi diye seviniriz. Gazeteler olayı manşetlere taşırlar: Hükümetten yüzyılın maaş artışı! Eğitim ve sağlık harcamaları önce azaltılır, sonra artırılır. Biz de gazetelerden okuruz: Eğitime büyük destek! Sağlıkta devrim!
Alman gazeteleri bu soruyu sormuş. Çünkü onların bir Atatürk’ü yok, ve hiçbir zaman da olmayacak. Başbakanın Mustafa Kemal’le olan tek ortak özelliği, ikisinin de devlet yönetiminde köklü değişikliklere dayalı bir politika izlemiş olmasıdır. Alman gazeteleri buradan yola çıkarak ilişki kurmuş olabilirler ancak atlamış oldukları en önemli nokta, bu köklü değişimlerin farklı doğrultularda olmasıdır. Bir değişimin, ilerleme sayılabilmesi için yeniliklerin geniş kitleler yararına gerçekleşmiş olması gerekir. Aksi halde, ortaya çıkan sonuç ancak bir karşı devrim olarak tanımlanabilir. Ekonomide devletçiliği, içerde halkçılığı, dışarıda anti emperyalizmi ilke edinen; laik toplum düzenini bilimsel temelde devrimcilikle yoğuran üstün devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ü; ulu önderin kurumlarını birer birer satan, içerde tarikatların, dışarıda sözde müttefik emperyalistlerin sözünden çıkamayan, devletin kuruluş felsefesiyle ve temel kurumlarıyla ters düşen bir anlayışla mukayese etmek, bu ikisi arasında herhangi bir şekilde ilişki kurmak ya da birbirine benzetmek; en basit ifadeyle Mustafa Kemal’in şahsına yapılan büyük bir saygısızlıktır. Alman gazetelerine meraklarını gidermeleri için ilgili şahsın 1995 yılında Rize’deki konuşmasını okumalarını tavsiye edebiliriz: “Biz, Allah’ın izniyle, hakkı hayata hakim kılarız. Zamana ve zemine göre değişmeyen doğrunun iktidar olması için gerekiyorsa papaz elbisesi dahi giyerim”. Gerçekten de yıllar sonra bu söz anlam kazanacak ve aynı kişi New York Katolik Kilisesi St. John Üniversitesi’nde “Tanrı’nın kuzusu” rütbesiyle benzer bir elbise giyecekti.
İkinci bir Atatürk’e ihtiyacımızın olduğu kuşkusuz. Ancak, unutmamamız gereken nokta, o ikinci Atatürk’ün onu beklemekten vazgeçtiğimiz anda gelecek olmasıdır. Mustafa Kemal, Türk tarihinin en parlak sayfalarını yazarak sahneden ayrıldı. Yapılması gereken, öğretisi doğrultusunda çalışmaya devam etmektir. Anadolu’da her şeyini feda etme pahasına bağımsızlık bayrağını dalgalandıran, dört bir yanda müdafaa-i hukuk derneklerini kurup emperyalizme karşı dünyaya örnek bir mücadele başlatan halk, aynı halktır. Yapılması gerekenler, ilkeler bellidir. Anadolu, bu yüzyılda da tarihi değiştiren coğrafya olarak anılacaktır.
Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.308 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
HANÇERİN SAPI
...
Bekliyorum kaç zamandır;
Uykusuzum, sabırsızım.
Başımı acıtıyor
Geceleri yastığım.
Dilim kurumuş
Bir su yatağı
Katı sözcüklerle
Dolu tozlu ağzım.
Bakıyorum eski
Fotoğraflara.
Hafız Burhan dinliyorum
Taş plaklardan.
Bir pencere çarpıyor
Viran yüreğimde
Sıvalar dökülüyor
Pervazından.
Dörtnal giden
Ürkek bir attan
Düşüyorum da sanki
Takılı kalıyor
Ayağım üzengiye.
Sürükleniyorum
Sırtüstü
Çalılar, dikenler içinde.
Mevsim kışa dönüyor
Hızar sesleri geliyor
Dört bir yandan.
Odun taşıyor
Yorgun kamyonlar.
Kuşlar da gitti.
Çiçekler gelecek bahara
Tohum saçıyor.
Metin Altıok
Yukarı
|
Sarıyer Meydan Muharebesi gazisi?!?..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Yeni bir yer keşfettim. Elektronik cihazlar konusunda ne ararsanız var. Hem de taksitle satıyorlar. Bazılarınız, ya kardeşim o web sayfası zaten uzun zamandır var. Sen sanki yeni bişey bulmuş gibi sevindirik olmuşsun, diyebilirsiniz. Kristof abi Amerika kıtasını keşfettiğinde niye sustunuz derim size... Şaka bir yana gerçekten bilgisayardan cep telefonuna kadar ne ararsanız http://www.metropolteknoloji.com/asp/index.asp kısayolundaki web sayfasına girebilirsiniz.
...Ülkemizde, uygulanmakta olan istikrar programının enflasyon üzerindeki olumlu etkilerinin somut bir şekilde ortaya çıkması ve gerçekleşmesi beklenen tek haneli enflasyona geçiş sürecinde bekleyişlerin yönlendirilmesi bakımından en uygun tarihin 2005 yılının başı olduğuna karar verilmiştir... Yani kısaca söylemek gerekirse 2005 yılı başından itibaren YTL ile tanışıyoruz. http://www.ytl.gen.tr/ytl/index.php?sektor=0 kısayolunda YTL hakkında bilmek istediğiniz herşey var.
Hep iş hep iş nereye kadar? Tabi ki bir yere kadar. İşte o yer http://www.mizah.net/portal/default.asp kısayolunda. Eğlencelik ne ararsan bu sitede.
Bir çeşit bit pazarı intoko Hatta site yöneticileri bir de uyarı yazısı eklemiş. ...İntoko.com.tr'deki ilanları herhangi bir gazetede yayınlanan veya herhangi bir yere asılmış olan ilanlarla kıyaslayabilirsiniz. İntoko.com.tr'ye ilan veren ziyaretçilerin büyük bir kitlesine (çoğuna) güvenebilirsiniz. Bu ziyaretçilerimizin çoğu vaktinde satmış olduğu ürünleri gönderiyor veya almış olduğu ürünlerin ücretini anlaşma gereğince ödüyor. Maalesef, insanların saf ve temiz düşüncelerini ve güvenlerini art niyetle kullanan insanlar da bulunmaktadır. Bu yüzden alış verişinizi güvenle yapmaya dikkat ediniz!.. Alım satım için http://www.intoko.com.tr/ web sayfasına uğrayabilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
HTMLGate FREE 12.2 [2009 kb] Windows FREE
http://www.mpsoftware.dk/htmlgate.exe
Web sayfası yapanlar veya yapmayı düşünenler için çok güzel bir seçenek. Tamamen ücretsiz ama bir profesyonel program kadar fonksiyonel. Temel birtakım kuralları biliyor olmak yeterli. Eğer amatör web sayfalarından kurtulmak istiyorsanız bu programı denemenizi öneririm.
Yukarı
|
|
|
|
|
|