|
|
|
11 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : "Bilesin ki seni içime gömdüm" |
İyi haftalar,
Değerli sanatçı İsmet Ay'ın cenaze törenini medyada izlerken gözlerim sevgili Ali Poyrazoğlu'nu aradı. İyi dost olduklarını bildiğimden göremeyince epeyce şaşırdım. Acaba küslermiydi diye düşünürken Poyrazoğlu'nun Sabah'ın Pazar ekinde yayınlanacak yazısını beklemeye karar verdim. Yanılmamışım. O müthiş sanatçı duyarlılığı ile öyle bir yazı yazmışki İsmet Abi'nin yukarılardan kıs kıs güldüğünü işitir gibi oldum. Medyada yeterince yer almadığına inandığım bu büyük sanatçının anısına sevgili Poyrazoğlu'nun yazısını buraya aynen alıyorum. Belki okumuşsunuzdur ama okumadıysanız tiyatronun kutsiyeti adına dersler çıkarabileceğiniz bu esprili yazıyı sessizce okuduktan sonra ayağa kalkıp İsmet Ay'ı bir kere alkışlamanızı rica ediyorum.
" Bilesin ki seni içime gömdüm
Perşembe akşamı "Havada Bulut" oyunuyla İş-Sanat'ta sezonu açtık. Oyundan önce prova yapıyoruz, telefon çaldı. Şehir Tiyatrosu'ndan Nergis Çorakçı... Bir laf geveliyor ağzında... "Söylesene ne oluyor?" dedim. "İsmet Ay'ı, İsmet abiyi yitirdik, başın sağolsun." Oyunu oynadık. Alkışları durdurdum. "Bugün Türk Tiyatrosu'nun büyük oyuncularından İsmet Ay'ı yitirdik. Bu akşamki alkışlarımızı ona gönderiyoruz" dedim. Bütün salon ayağa kalkıp alkışlamaya ve ağlamaya başladı...
***
Kenter Tiyatrosu'nu kiralamışız, "Orkestra" adlı oyunumuzu sergiliyoruz. Tiyatronun en kıdemli oyuncusu patronla birlikte aynı odayı kullanır. "Sen yakın arkadaşımsın ama ben bütün patronlara karşıyım, seninle aynı odada soyunmayacağım, çocukların yanına gidiyorum" dedi. Ama gırgır, eğlence, dedikodu benim odada. Arada bir uğramadan edemiyor... Bir oyun öncesi toplanmışız, heyecanımızı yenelim diye, geyik yapıyoruz. Çocuklardan biri, "İsmet çok yaşlı, yakında aramızdan ayrılır. Ölüm ilanları nasıl çıkar, hangi tiyatro, ne diye ilan verir..." Boş bir kağıt çekiyorum çekmeceden. Millet toplanmış başıma, her kafadan bir ses çıkıyor. Bir sezon önce Dormen Tiyatrosu'nda ufak bir rol oynamıştı. Hemen Dormen Tiyatrosu'nun ilanını yazıyorum. "İkinci Perde yardımcı oyuncularımızdan İsmet Ay'ı kaybettik. Acımız sonsuzdur. Dormen Tiyatrosu." Ka ka ki ki... Oyun öncesi geyiklerindeyiz. Bir ara Ankara Sanat'ta oynamıştı. Hemen AST'nin ilanını yazıyoruz. AST devrimci tiyatro; hemen ilan şekilleniyor. "Emekçi kardeşimiz İsmet Ay'ı yitirdik. İsmetler ölmez. AST." Ka ka ki ki... Ben bizim tiyatronun ilanını çiziktiriyorum. "Sevgili ağabeyim, büyük oyuncu İsmet Ay'ı yitirdik. Acımız sonsuzdur.. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu." Altına hemen ilan boşa gitmesin diye ekleme yapıyoruz... "Gişemiz açıktır, oyunlar devam etmektedir." Ka ka ki ki... Enseme bir tokat yedim... Şimşekler çaktı gözümde... Meğerse arkamdaymış yaptığımız sululuğu izliyormuş. "Deyyuslar hepinizi gömeceğim" dedi. Kahkahalar...
***
Ankara, Batı Sineması'nı kiralamışız. "Aş Bunları Aş" oyunun adı. Kuliste yine bir aradayız. "Bu akşam, benim sahneye çıkışımın 45'inci yılı" dedi. Salonda başta Cüneyt ve Ayten Gökçer olmak üzere birçok tiyatrocu var. O zamanki Kültür Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu da orada. Oyunun sonunda alkışları durduruyorum. Tiyatro sanatını eski ustaların bugünlere taşıdığını, birlikte sahneye çıkmak şerefini yaşadığımız İsmet Ay'ın 45'inci sanat yılını kutladığını söylüyorum. Alkış, kıyamet... Cüneyt ve Ayten Gökçer ayağa fırladılar, alkışlıyorlar. Bütün salon ayaklarda... İsmet ağır darbeyi indirecek, biliyorum. Sahnenin tabanını öpecek. Diz çöktü. Öpecek, sahneyi öpecek! Öpemiyor, yerler leş gibi, sinema sahnesi, yere mazot sürmüşler. Midesi kaldırmıyor. Seyirci coşmuş. Cüneyt bey, "Bravoo" diye bağırıyor. Seyirci de coşuyor. "Bravolar" gırla gidiyor. 45 yıllık oyuncu sahneyi öpecek. Ağlayanlar var ama yerler leş gibi. İsmet çaktırmadan iki avucunu yan yana yere koydu. Eğildi, yeri öper gibi yapıp, ellerinin üstünü öptü. Ben işi daha dramatik hale getirip büyük üstadı yerden kaldırmak için diz çöktüm; omuzlarından tuttum, yerden başını kaldırıp, "Bu numara tuttu, her akşam yapalım" diye fısıldadı. O turnede, her akşam İsmet'in 45'inci sanat yılını kutladık. Çok eğlendik.
*** Şile'deki minicik evini döşemiş, "Hediyeni al, bu hafta sonu gel, bende kal" buyurdu. Gidemedim, işim çıktı. Küstük... Telefon açtı, "Ne cenazeme gel ne cenazene gelirim" dedi.
***
Hastalandı.. Hastaneye gittim. "Bak bu ara küs değiliz, artık cenazeme gelirsin" dedi.
***
Ben İsmet Ay'la yıllarca aynı kulisi paylaşma onurunu, heyecanını, keyfini ve hergeleliğini yaşadım. "İsmet, haberin olsun, işler planlandığı gibi gitmiyor. Hiçbir tiyatro arkandan ilan vermedi. Ensemde boşuna boza pişirmişsin." Oyun var akşama, çok yağmur yağıyor. Cenaze ikindi namazından sonra Şile'de... Dün akşam çocuklarla oturduk, senden konuşuyorduk. Mehmet Ali Alabora da geldi. "Cenazeye gidersek, oyuna yetişemeyiz" dedik. Gelmiyoruz. Oyunu olanlar gelemeyecek, haberin olsun. Ben sonra gelirim, Şile'de senden cenazenin ayrıntılarını alırım. Senin için yazı yazdım, sen yanına gözlük filan almamışsındır. Ben sana yazıyı okurum. Küs değiliz ama bak oyun yüzünden gelemiyorum.. Bilesin ki seni içime gömdüm...
Ali Poyrazoğlu - 10.10.2004 - Sabah Aktüel Pazar "
Haftaya biraz hareketli bir şarkı ile başlayalım istedim. Hayran olduğum gerçek sanatçılardan birini seçtim. Cher söylüyor Dov'e L'amore. Hepimize güzel bir çalışma hafatası diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
DUDAKLARININ KIRMIZISINI GELİNCİKLER KISKANSIN
Her şey küçük bir tomurcuğun yaprağa dönüşmesi gibi sabırla ve renginde kendi sihrini gizleyen o parlak yeşilin mucizesi gibi kendi deviniminde olsun istiyorum.
Zaman hiç eskimesin, hatta her sabah kendini tazelesin. Seninle paylaştıklarımızı biriktirmeden, alışkanlığa dönüştürmeden yaşayalım. Her şey hep aynı, seninle ilk tanıştığımız günkü gibi kalsın. İçli dışlı, yapış yapış olmadan, üzerimize kokusu sinmeden ve sıradanlaştırmadan geceleri paylaşalım istiyorum.
Aklım hep tetikte ve yaşadıklarımızın rehaveti üzerimize ölü toprağı serpmeden tazecik kalsın istiyorum. Sana hep ilk günkü gibi çiçek alayım örneğin. Her akşam iş çıkışında sevdiğin sütlü çikolatalardan, çilekli dondurmadan alayım.
Sen benim sığınağım ol elbette. İş saatlerimi, dakikaları yolup geçmişe attığımda koşa koşa sana geleyim. Ne olur yorgun bedenimi sakla koynuna ama beni sahiplenme. Benim için endişelenme ve uykularının celladı yapma. Rüyalarına çağır beni ama korkularına yaklaştırma.
İçimde çok tanıdık bir his var. Bütün yolları, bütün sınırlarımız yıkıp attığımızda sanki her şeyin rengi solacak. “Bir kez daha yanıldım. Aradığım bu değil ki.” demek istemiyorum. Evet, sen de biliyorsun ki beni sevmeni istiyorum. Kelimeler duvarlardan sekmeden, yerlerde yuvarlanmadan eski bin ninni tadında kucağıma kıvrılsın. Keyifli mırıldanan bir kedi kadar yumuşak ve sevecen olsunlar istiyorum. Kocaman cümleler etrafımı kuşatır, elimi kolumu bağlayıp beni çaresiz eder diye korkuyorum. Ve ben seni işte o zaman sevmeye mecbur, çaresiz kalır... Bakmaya doyamadığım o yeşim rengi gözlerinde boğulurum.
Her sabah seninle buluştuğum o otobüs durağına senden erken geleyim. Evden çıkmadan önce aynada uzun uzun kendime bakayım. “Sakalım ne kadar çabuk gelmiş. Daha tıraş olalı bir saat bile olmadı.” deyip kaygılanayım. Saçlarımı özenle tarayayım. Pantolonumu uygun gömleği seçerken kararsızlıktan deliye döneyim. Evden çıkmadan önce çok sevdiğim tıraş kolonyamdan kolonyadan sürüneyim. Ayakkabılarımı pırıl pırıl parlatayım. Ayakkabılarım tozlanacak, pantolonumun ütüsü bozulacak diye endişeleneyim. Seninle her buluşmamızın heyecanı ilk günün tadında, heyecanında kalsın istiyorum. Ve seni her gördüğümde aklım dursun, yüreğim yerinden fırlasın. Acemi ve utangaç yeni yetme delikanlılar gibi olayım.
Bana eski aşklarını ve çocukluk anılarını sakın anlatma. Benden önce yaşadıklarını, kazandıklarını ve yitirdiklerini, başarılarını ve hatalarını, acılarını ve sevinçlerini hiç olmamış saymak istiyorum. Sen de bilirsin ki, eski defterler ön yargılarımızın da kapılarını açar. Farkında bile olmadan eski temellerin üzerine kocaman duvarlar öreriz. Bırak, geçmiş kilitli sandıklarda, karanlıklar içinde kalsın. Her şey seni gördüğüm o akşamla başlasın.
İlk defa her şey başka türlü olsun istiyorum. İlk kez bencilliğimiz, aç gözlülüğümüz, kıskançlıklarımız, hırslarımız yani insan zayıflılığımız yolumuzu kesmesin istiyorum. “Hiçbir aşk sonsuza kadar sürmez. Her yeni gün sona giden yolu kısaltan yeni bir adımdır. Zaten aşk diye bir şey yoktur. “diyen herkes yanılsın.
Gelincikler varsın kıskansın dudaklarının kırmızısını. Rüzgarlar saçlarında rüyaya dalsın. Varsın ay geceye yaslanıp, altından elleriyle denizleri okşasın. İlk defa bütün kitaplar yalan, rüyalar gerçek olsun. Sevdamız ırmaklarda yıkanıp, yıldızlara asılsın. Her şey başka türlü olsun...
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
DÜŞÜMDE DÜŞTÜKLERİMDEN
Karanlık bir düşteydim dün gecenin ıslak karanlığında.
Sen dizlerinden destek almaya çalışır gibi dirseklerini dizlerinde dayamış anlatıyordun hüzünlerini, benimkilere henüz sıra gelmemişti. "İki kadını çok sevdim" diyordun, "ilki O'ydu. Sonra beni bırakıp başka bir adama gitti." Belki gözyaşlarını görmeyeyim diye kaldırmıyordun başını yerden.
Kaç tane sen vardı senden içeri, senden derinde? Tek bir bedende kaç sen saklayabiliyordun kimseye fark ettirmeden, fark edenleri umursamadan. Peki ya sıradan bir 'memnun oldum'dan önce tanıttığın hangi sendi veya senlerden birimiydi yoksa tiatral bir yaklaşımla ortama uygun düşen bir rol müydü?
Bir düştü bu ve ben düşüyordum yine. Önce bir yağmur damlası gibi gökyüzünden avuçlarına düştüm karanlıkta raks ederek. Sonra çapmanın hızıyla yeniden sıçrayıp yere düştüm. Önce senden düştüm sonra kendimden. Bir düştü bu ve ben düşüyordum. Düş olduğunu bile bile korkuyordum düşmekten. Tıpkı çocukluğumda kaydıraktan kayamadığım gibi şimdi düşte düşmekten korkuyordum.
Karanlıktı, kapkara bir karanlık. Gözlerimin önünden siyahlar geçiyordu bando takımı eşliğinde. Belli bir ritimle düşüyordum ben de. Ritim duygum zayıftır oysa. Benim gözlerimin önünden karanlıklar geçerken sen gözlerin görünmesin diye karanlığa dönüyordun yüzünü. Bense yanı başında bile yüzünü özlüyordum. Sonra bir zaman sustuk düşmeyi duymamak için. Başımı kaldırsam yıldızları görecektim, gözümü açsam dünyayı. Lakin bir düştü bu ve ben bakmayı akıl edemiyordum nedense. Hayret, oysa ki zeki olduğumu söylerlerdi.
Gökten yağmur düşüyordu düşümün ortasına. Uzunca bir zaman düşlerimi renkli görüp görmediğimi merak etmiştim. Bir de kendimi gözlüklü mü güzlüksüz mü gördüğümü. Renkli görüyordum düşlerimi, yağmurun renginden anladım. Ve gözlüksüzdüm, yağmur yüzünden görüş alanım değişmedi, oradan anladım. Ne diyordum... Ha, yağmur... Yağmur düşüyordu düşümün ortasına. Ipıslaktı gece ve karanlık. Ormanlar gibi nem kokuyordu düşüm. Ya da ben koktuğunu sanıyordum. Düşte koku alır mı insan?
Kendimi birden bir yağmur damlasının üzerinde buluyordum. Benim varlığımla daha da ağırlaşan yağmur damlası daha bir hızlı düşüyordu sanki. Yerim dardı, dengede duramıyordum. Önce avuçlarından, önce senden sonra kendimden düşmüştüm, şimdi de yağmur damlasından düşecektim, biliyordum. Neyse ki çalışmıştım denge konusuna. Hangi noktaya basarsam ayakta kalma olasılığım daha yüksek olur, az çok tahmin edebiliyordum. Ama evdeki hesap yine çarşıya uymuyor, olasılık hesapları hesap makinelerinde mahsur kalıyor ve düzen kendi dengesini kendi bildiği gibi kuruyordu. Zaten ben sadece bir figürandım belki de bu düşte, başrolde olduğunu sanan.
Birden fark ettim düşe gizlenmiş gerçeği. Ben bir figürandım aslında, sadece başrolde sanıyordum kendimi. Düşmem bu yüzdendi. Ölümümle ya da başka bir sahneye geçmemle hikayenin akışı değişmeyecekti. Bu yüzden senarist bir sakınca görmemekteydi beni düşürmekte. Düş benimdi ama düşmeyi isteyen ben değildim.
Düşteydim, düşüyordum düşün düş olduğunu ayrımsayarak. O enteresan isimli kelime oyunundaki gibi kelimeler giydiriyordum düşümdeki hayal kahramanlarına. Yukardan aşağıya iki kahraman ile soldan sağa bir kahramanı birleştirip onlara bir hikaye uyduruyor, ekstra puan kazanıyordum. Kazandığım tüm puanlar avuçlarıma sığmıyor, bir bir düşüyordu ellerimden. Önce kendimin, sonra yağmurun şimdi de puanlarımın düşüşünü seyrediyordum çaresizlik içinde. Önemi yoktu, kendimin düşüşü dipsiz bir kuyudaydı ve sonsuza dek sürecekti, yağmur ise ilkokulda anlatıldığı gibi güneşle buharlaşacak ve yeniden yağmur olup tekrar düşecekti ve tüm puanlarım teksir kağıdı üzerine hazırlanıp fotokopi ile çoğaltılmış kağıt paralardı. Dünya zamanında ve reel ekonomide hiçbirinin hiçbir değerleri yoktu. Bu yüzden hiçbir düşüş düş dışına çıktığında hiçbir anlam ifade etmeyecekti. Ve bu yüzden hiçbirimizin düşüşü önemli değildi.
Düşte sana Fabricio Del Dongo ismini vermiştim. Polisiye bir hikayede, takip ettiğim kaçak rolü senindi. Ben de dünyayı kurtarmaya çalışan ajandım. Olağanüstü güçlerim yoktu, sana yetişmeye çalışırken düşmeye başlamıştım bu yüzden. Yerçekimi hızlandırıyordu düşüşümü, yerçekimini buldu diye Newton'dan nefret ediyordum düşümde. Haksız da sayılmadım, bu düşüş senden çok Newton'un suçuydu. Benimse düş olduğu için olsa gerek, kendi düşümde söz hakkım yoktu.
Bir figürandım aslında, başrolde olduğumu zannediyordum yalnızca. Ne zaman ki bunun ayrımına vardım, düşmek üzerine kurulu bu düşten işte o zaman uyandım.
BeT
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
O L Y M P U S (Uludağ)
Sen! Maviliklerin ufukla kıpraştığı ve gördüğüm yerlerimden sızan tuzlu su, sahildeki ayak izlerimi neden siliyorsun?
Sen! Zirvesine kadar çam ağaçlarının sarmaşık gibi dolandığı, bizi gölgeleyen ve geceye erken ulaştıran, eteklerindeki evlerimizi düşmanlardan koruyan Uludağ, surlarım neden yıkılmakta?
Sen! Vadiyi ikiye bölen bereketli nehir, suların neden taşmakta?
Sen! Tanrıların bırakıp kaçtığı yüce tapınak, neye inandık bugüne kadar?
Sen! Zambak çiçeklerinin kokusunda aya doğru yürüdüğüm taşlı, taçlı zafer yolu, kazandıklarımın kaybettiklerimden daha fazla olduğunu söyle bana!
Atalarıma ve köpeklerime adadığım, üzerlerine hikayelerini kazıdığım altı tarafı da taştan lahit; ben Chimera' nın ateşlerinde yanmalıyım, küllerim üzerlerinize savrulmalı ve ebedi koruyucunuz olmalıyım…
Sözler sessizliğe
Sessizlik zamana
Zaman sonsuzluğa…
Zirvesindeki ayak izim
Ağzımdaki suyun tuzu
Aysız çıplak gecem
Ve çam kokan tenim
Kalmayacak eminim
Limana girip kalan bir gemim
Ve lahitim de olmayacak benim.
Bakışlar aramaya
Aranan yokluğa
Gözler ağlamaya
Sonsuzluk yalnızlığa..,
Mahkum oldu.
Levent Bedir leventbedir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Arap kahvesi : Beyhan Duffey |
Başı – Sonu Olmayan Hikaye !..
......
Tanımadığım hırpanı kılıklı iki kişi bir köşe masaya çökmüş, yoğun bir sigara dumanı altında çaylarını içerken, ikide bir de korkulu gözlerle kapıyı kolaçan ediyorlardı. Ocağa vardığımda Musa dizlerinin üstüne çökmüş, içinde artık kaç günlük olduğunu kendisinin de bilmediği piş leğenin içindeki ilaçlı suya çay tabaklarını diziyordu. Beni görünce telaşla ayağa kalktı. Önce birşey diyecek oldu, sonra duraladı. Gözlerini gözlerime dikti. Sonra da öcü görmüş gibi korku dolu bakışlarını benden kaçırdı.
Mustafa Şen Kıraathanesinin sahibi. Çıraklıktan yetişme. Rahmetli baba mesleğini eline aldığında henüz onbeşinde yoktu. Ben onunla yaşıtım. Babası öldüğünde Mustafa okulu bırakıp ocağın başına geçmek zorunda kaldı. Ben ise liseyi bitirip Ankara’ya üniversite tahsilime gittim. Okul bitip de İstanbul’a döndüğümde Mustafa’yı çoktan evlenmiş çoluk çocuğa karışmış buldum... Gecekondumuzun arkasındaki boş arsada lastik topun peşinde birlikte koşturduğumuz günler çok geride kalmış Mustafa dudaklarının üstünü kaplayan gür bıyıklarıyla adamakıllı değişmişti. Oysa üniversiteyi henüz bitirmiş ben, yaşıt olmamıza rağmen, onun karşısında kendimi toy bir delikanlı gibi hissetmiştim.
Mustafa’nin hikayesi derin. Amcakızıyla evermişler. Oysa delikanlılık zamanlarımızda Mustafa, Selvinaz ablanın kızı Melek’e deliler gibi tutkundu. Yolunun üstü olmadığı halde günde kaç kez Meleklerin evinin önünden geçtiğini bilmeyen yoktu. Melek babası tarafından zorla yaşlı bir adamla evlendirilmişti. O günden sonra Mustafa hiç sözünü etmedi Meleğin.
Mustafa içine kapanık, çok konuşmayan bir çocuktu. Sıklıkla benimle konuşur, dertlerini yalnızca bana açardı. O da yarım yamalak. Bu yüzden Mustafa ne düşünür, içinde ne fırtınalar kopar ben dahil kimse bilmezdik. En çok şikayet ettiği şey, tahsilini yarım bırakmış olmasıydı. Okul deyince derin düşüncelere dalar, bizim anlayamayacağımız ufuklara yelken açar, içinin taa derinlerinden birşeylerin kopup boğazına düğümlendiğini ancak buğulanan gözlerinden okurdunuz.
Mustafa’nin birbirinden güzel iki kızı olmuştu. Yüzüne de daha önce görmeye alışık olmadığımız bir tebessüm gelip oturmuştu. Kızlarından bahsederken gözlerinin içi parlıyor, “onlar okuyacak” diyordu. Karısıyla arasının iyi olmadığını söyledi kimi ortak tanıdıklarımız. Hatta bazı geceler eve gitmez, Musa’yla eve erzak yollar, kendisi de ocakta uyurmuş. Ben sabahları işe giderken, kıraathanenin perdesiz pencerelerinden içeri bakar, Mustafa’yi bir kaç sandalyeyi yanyana dizip yatak yapmış uyurken bulurdum...
Musa gözlerini pörtletiyor, köşede oturan iki adama dikkatimi çekmeye çalışıyordu. Ben de ona aynı şekilde karşılık verip, işaretlerle “neler oluyor, kim bu adamlar?” diye sordum. Elini boğazına götürüp, kesiyormuş gibi işaret yaptı. Doğru anladımsa, birini öldürmüşlerdi. İçimi bir kuşku kapladı. O an farkettim ki Mustafa asla işine geç kalmaz, çıraktan önce dükkanı o açardı. Ama bugün gelmemişti. Mustafa mıydı acaba şu iki herifin hışmına uğrayan? Kafam karmakarışık oldu birden. Ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemez öldüm. Yok canım, olamaz. Bizim Mustafa değildir diye düşünmeye çalışıyor “ya olduysa” düşüncesini de bir türlü kafamdan atamıyordum. Telaşla ve neredeyse koşar adımlarla çıktım kıraathaneden.
Mustafa evlendiğinde kayınpederi düğün hediyesi olarak iki tarla vermiş. Mustafa’da kıraathanedeki işi yüzünden tarlaları ekemeyeceğini düşündüğünden köyünden bir adama kiraya vermiş. Amca oğullarıyla bu adamın arası iyi değilmiş. Dedeleri namus meselesi yüzünden mahkemelik olmuş sonra da adamın babası Mustafa’nin diğer amcasını, köy meydanında, çekip vurmuşlar. O gün bu gündür bir daha konuşulmayan ve sonu hapishanede biten olayın ardından iki aile bütün ilişkilerini kesmişler. İşte bizim Mustafa bu olayın üçüncü kuşağı. ... Ona göre olay çoktaan unutulmuş. Oysa Mustafa’nın amcaoğulları, kızkardeşlerini alan ve tarlaları hasımlarına kiralayan Mustafa’ya diş biler olmuşlar. Bir iki Mustafayı tehdit etmişler. Akraba makraba anlamayız demişler. Mustafa diklenmiş. Amcaoğulları da tası tarağı toplayıp İstanbul’un yolunu tutmuş, Mustafa’nın kapısına dayanmışlar...
Mustafa’yla sokağın köşesinde burun buruna geldim. Oldukça sakın görünüyordu. Hiçbir şey söylemeden bakıştık. Mustafa koluma girip yürümeye başladı. Birden üzerimdeki korkuyu atmıştım. Ben de en az önün kadar sakinleşmiştim. Hatta onu az öncesine kadar neden deliler gibi aradığımı bile unuttum.
Cebimden sigara paketini çıkarıp önce Mustafa’ya tuttum. Bir tane de kendime yaktim. Sabahları aç karnına sigara içmek huyum değildi. Derin bir nefes çektim. Bu tat gençliğimizde kanal kenarında saklı gizli sigara içtiğimiz günleri hatırlattı bana. Birden ise geç kaldığımı anımsadım. Aceleyle sigarayı yere atıp başımı Mustafa’ya çevirdim. Aynı anda göz göze geldik.
Gözleri kan canağına dönmüştü. Birşey söylemek istiyor ama sanki beceremiyordu. Gür bıyıklarının altından ince dudaklarının titrediğini hissettim.
- Onu vurdum, dedi.
Kimi vurduğunu anlayamadım. Hemen kahvedeki o iki adam ve Musa’nin garip davranışları geldi aklıma. Hiçbir şey soramadım. Başını önüne eğdi,
- Beni sakla Tarık, dedi. Yalnızca birkaç gün. Sonra kendim teslim olacağım polise.
Şaşkınlığım iyiden iyiye artıyordu. Mustafa kimi vurmuş olabilirdi ki? Aklıma karısından başka olasılık gelmedi. Yine de konduramadım. Geçimsizlikleri onu öldürmesine sebep olamazdı. Sanki lal olmuştum. Konuşmak istiyor ama kelimeleri ağzımdan bir türlü çıkaramıyordum. Mustafa sigarasından derin bir nefes daha çekti.
- Karım ve çocuklarım sana emanet.
Çok şükür karısı değildi vurduğu. Geriye de benim aklıma hiç kimse gelmiyordu. Çıldırmamak içten değil.
- Su olayı baştan anlat Mustafa... demeye vakit kalmadı, az evvel kahvede gördüğüm iki herif sokağın başında göründüler. Koşar adımlarla yürüyorlardı. Mustafa atlayıp kanala girdi. Çamurlu sular koşmasını yavaşlatıyor zaman zaman düşecek gibi sendeliyordu. Adamlardan biri dirseğini karnıma öyle bir geçirdi ki kendimi yerde buldum. Ben can havliyle yerde kıvranırken adamlar kanalın içine girip Mustafa’nın peşine düştüler.
Olayın üstünden iki gün geçmişti. Masamdaki telefon çaldı. Sekreter kız, adını vermek istemeyen birinin beni aradığını söyledi. Kalbim küt küt atıyordu. Muhtemelen Mustafa’ydı bu. İki gündür polis onu her yerde arıyordu. Defalarca sorguya çekilmiştim. Telefonlarımın dinleniyor olma olasılığı da çok yüksekti. Ahizeyi titreyen elimle kaldırdım. Bir yandan da o olmasın diye dua ediyordum. “Alo” diyen onun sesiydi...
Devamı yok...
Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan duffey@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Uzun ve ince bir yol...
Avrupa birliğine doğru uzanan yolun daha başındayken, başta medya olarak yapılan abartılı yorum ve davranışlar ne kadar ilerde bir toplum olduğumuzu gözler önüne seriyor.
Şimdi bizleri Avrupa birliğine götürecek yolun uzunluğunu bildiğimiz gibi, başımıza gelecek tüm olayları da detayına kadar öğrenmeliyiz.
Sürekli olarak müzakereler üzerine abartılı yorumlar yapan medya, bazı büyük şartları çok küçük görüyor olmalı ki hiç bilgi vermemeyi daha uygun görüyor.
Demokratikleşme ve insan hakları konulu şartla başlayacak müzakereler, eğer insan hakları veya demokratikleşme yönünde ihlal görülürse durdurulacak.
Aslında bize verilen şarta dikkat edilirse, ne kadar can alıcı nokta olduğu gözler önüne serilecektir.
İnsan haklarında kendi içimizde o kadar çok ihlal yaşadık ki, ülke olarak en önemli üzerinde duracağımız konulardan biri olan insan haklarının, iyi öğretilip uygulanması gerekiyor. Kültürlü toplumların yanında kendimize yer aradığımız bu zamanlarda, çağdaşlaşma yönünde eksik olduğumuz kaçınılmaz bir gerçek.
Evet, belki Avrupa birliğine on yıl gibi bir sürede gireceğiz ama; bizim eksik olan bazı yanlarımızın, yani bizleri Avrupa’dan geri bırakan gelişmemişliğimizden de kurtulmamız gerekiyor.
Çağdaşlaşma yönünde hareket eden bir toplum olduğumuzu duymayan kalmadı.
Demek ki bizde eksik olan bazı şeyler var. Evet ; düşündüğümüzde eğer kendimizi yenilemeden, kültürümüz eksildiğinde ve hiçbir deneyim olmadan gelişmiş medeniyetler içine girilirse, kendi kültürünü ve milletini kaybedersin. Siyaset ve ekonomi olarak dışarıya ne kadar bağlı olduğumuz gerçeğini herkes biliyor ama kimse değerlendiremiyor çünkü izin vermiyorlar.
Bizlerin gelişimi olarak adlandırılan bazı teknoloji aletlerinin bizim ülkemizde nasıl kullanıldığını bilmeyen yok. Hayatımızın magazin olduğu dönemleri yanlış insanların yaşamlarıyla geçirdiğimiz günler bizlerin uyutulduğu dönemlerdir. Eskiden yabancı takımlarla maç ettiğimizde ve bu maçı Ulasal takım kazandığında sokaklara taşan bir çoşkumuz vardı fakat ertesi gün her şeye zam geleceğini de düşünmeden edemiyorduk. Yani sevincin bile kullanıldığı bir yer burası, eğitim ve sağlık konularında eksikliğimiz günbegün daha fazla artarak çok büyük sıkıntıların sinyalini veriyor.
Yani biz yürüdüğüm yolda yalın ayak ilerlersek Avrupa’da söz sahibi değil ancak onlara hizmet eden ayakçı oluruz.
Başbakanın dediği çok doğru, sıkı sıkıya birbirimize bağlanmalıyız, üretmeli çalışmalıyız.
Okumalı ve bilim adamları yetiştirmeliyiz, iyi öğretmen, iyi sağlıkçı ve siyaset adamları yetiştirmeliyiz. Kendimize güvenmeliyiz, yarından tezi yokmuşçasına hareket etmeliyiz. Avrupa’nın karşısına çok güçlü ve ince dikilmeliyiz. Centilmen biz olmalıyız, mütevaziliğimiz gözlerimizden anlaşılmalı, bilgi ve birikim gerçek kültürümüz olan ulusal değerlerle birleştirilip olmazsa olmazlarımızı kesinlikle tartışmaya açmayı bile düşünmemeliyiz.
Yani çok çalışmak lazım, öyle bin kişiyle falan olacak işler değil, tüm birimlerin incelemesine sunulması gerekiyor, önce yapılacak olan şeyleri birimlerin öğrenmesi gerekiyor. Daha sonra da tüm halka bilgi verilmesi şart. Şimdiden bu tür eğitimlerin başlaması gerekiyor. Belediyelerin bu konulara hassas olmaları lazım. Yani uzun ince bir yol, ve başka Türkiye yok onun için kesinlikle tüm değerlerimize sahip çıkalım ve savunabilelim, bir iki üçler yaşasın Türkler... sağlıcakla kalın...
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) İyi gün dostlarınızın boş vaadlerine inanarak atılımlara girişmeyin sevgili koçlar.. Yeldeğirmenlerine boşuna kılıç sallamaktansa daha uygun zamanları bekleyin. Sevgilerde avantaj eşlerinizde.
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Uzun vadeli yatırımları kesinlikle tercih edin bu hafta sevgili boğalar. Birikimlerinizi tek bir kanala yönlendirin. Gayrımenkul veya önemli boyutlu ticari ortaklıklar gibi.. Sevgilerde sanki mutluluk okyanusunda yüzmektesiniz.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Fırsatların ve yeni iş imkanlarının haftasındasınız sevgili ikizler. Sanat ve iletişim dallarında faaliyet gösterenlerinize önümüzdeki günlerde kısmetler yağacak. Elektrikli havalardan sonra sular durulmakta, nihayet..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Sevgili yengeçler her parlayan nesne altın değildir. Yeni iş imkanlarına, verilen sözlere, cilalı konuşmalara inanarak hazır işlerinizi ve vakitleri kaybetmeyin.. Aileler ve çocuklar derken eşlerinizi unutmaktasınız, dikkat...
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Cesur ve bir o kadar da beceriklisiniz sevgili aslanlar. Sosyal yaşamlarınız da farkedilmek ve kazanmak istiyorsunuz. Öyleyse haftanızı iyi değerlendirin. Yıldızlardan gönüllere sevgiler, nurlar yağmakta..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Ekip çalışmalarında hayli başarılı olacaksınız sevgili başaklar. Diğer yandan olası anlaşmalar ve kontratları imzalamadan önce iyice düşünün.. Kazançlı olmayabilirsiniz. Venüs burçlarınızda misafir, sizleri sevindirecek.
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Atılgan olursanız bu hafta şanslar sizden yana olacak sevgili teraziler. Yeni sorumluluklar hatta terfiler bile muhtemel önümüzdeki günlerde.. Sabırlı ve inançlı olun. Sosyal yaşam ve sevgilerde hareketlilikler muazzam..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Yatırımlarda uzun vadeyi tercih edin sevgili akrepler. Frenlerden vazgeçmişcesine(!) gittikçe hız kazanarak neredeyse uçuyorsunuz. Finanslarda rahatlıklara kavuşmaktasınız.. Geçmişlerden gelen bir sese kulak verin...
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Bu hafta sosyal yaşamda hiperaktif olun sevgili yaylar !.. Nedenine gelince ortam her türlü işbirliğine gayet uygun ve risk almaktan çekinmeyin. Yabancılarla bilhassa. Yıldızınız söylüyor, dile benden ne dilersen diye..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Bu kadar çetrefelli bir ortamda sakin kafa ile yaratıcı olabilmek, projeler üretebilmek elbette zor. O halde profesyonel anlayışınız ile görevlere devam edin. Aşklarda savaş var. Dilinizden önce ruhunuz konuşsun..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Profesyonel ve sosyal yaşamlarınızda dayanılamıyacak şekilde ilerlemektesiniz sevgili kovalar.. Kaliteleriniz de ortada, bunu da belirtmek gerekir. Evlilik hayalleri kuranlarınıza talih kuşu konmak üzere. Sevgiler dolu dolu..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Sakın gereken randevuları almaktan çekinmeyin sevgili balıklar. Atın fikirlerinizi ortaya, dönüp dolaşıp proje olarak önlerinize gelsin.Yol haritanızı artık çizmelisiniz. Herşey olabilir bu deli dolu haftanız da. Sevgilerde bile..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Nehar Eroğlu - Güney Afrika
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.308 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
SON ŞİİR
-onlara-
Memnunum hâlimden,
aynalardaki 'sır'
şiir,
yalan değil.
"Dost"um kendim(l)e
dostlarımla buradayım.
Yeşeren dallarımdan,
yeni baharlara
M e r h a b a!
Filizlenmekte umutlar
dos(t)dogrular(ın)a.
Şerefimle, onurumla,
tüm kokuşmuş alışkıları
ve tüm pisliklerine inat dünün
S e v i y o r u m!
Çünkü 'insan' hâlâ benim adım.
Nesrin Özyaycı
Yukarı
|
Bu da havaalanı cambazı!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
http://www.barcodeart.com/art/clock/clock.html
Web sayfanızda veya özel çalışmalarınızda kullanabileceğiniz barkod görünümlü saat çalışması. Bilgisayar'ınıza indirebilmeniz için de kısayol verilmiş.
http://www.deansplanet.com/tongues.html
Kim daha güzel dil çıkarır diye soru sorsam size anlamsız gelebilir. Çok yakından tanıdığım biri var dilini burnuna değdirebiliyor. Siz hiç denediniz mi bilmem ama ben denedim olmuyor. Neyse asıl sorumuza gelelim. En güzel kim dil çıkarıyor, bakın ve karar verin.
http://img.lj.com.ua/denis7/drawgirl.gif
Muhteşem bir gif çalışması. Daha önce bir şekilde mail olarak almış olabilirsiniz. Bir resmin hangi aşamalardan geçtiğini anlatan gerçekten orjinal bir çalışma... Daha ne söylenir bilemiyorum. Çalışma 1 mb. boyutlarında olduğu için yüklenmesi için biraz beklemek zorunda kalabilirsiniz.
http://www.obsolete.com/120_years/
Elektronik müzik ile ilgilenenler için sağlam bir tarihçe arşivi. 1870 - 1990 yılları arasında kullanılan tüm elektronik müzik aletlerinin tarihçesini bulabileceğiniz resimleri ve detaylı açıklamalarını bulabileceğiniz sayfalar mevcut. Tek kusuru ingilizce olması.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
HTMLGate FREE 12.2 [2009 kb] Windows FREE
http://www.mpsoftware.dk/htmlgate.exe
Web sayfası yapanlar veya yapmayı düşünenler için çok güzel bir seçenek. Tamamen ücretsiz ama bir profesyonel program kadar fonksiyonel. Temel birtakım kuralları biliyor olmak yeterli. Eğer amatör web sayfalarından kurtulmak istiyorsanız bu programı denemenizi öneririm.
Yukarı
|
|
|
|
|
|