|
|
|
12 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : A-rıza geliyorum demez, gelir! |
Merhabalar,
Bu kul yapısı bilgi sayan aletler böyledir. Onlarca birbirinden bağımsız parça biraraya getirilir, üzerine sos olsun diye yazılım denilen ıvır zıvır konulur, ardından elektrik verilir, beklenir ki ahenk içinde dans edip şarkı söylesinler. Yok ama kazın ayağı öyle değildir. Birinin ak dediğine diğeri kara der, gelen elektriği paylaşamazlar, hafızaya davetsiz misafir olarak gelir oturma izni alıp çöreklenir kalırlar. Parlak ışıltılı Bill Gates ürünü soslar donanım denilen bireysellikten kurtulmuş ama bir türlü millet olamamış edavata kesinlikle uyum sağlamaz, türlü kaprislerine boyun eğmek gerekir. Velhasıl evdeki hesap çarşıya uymaz, arıza geliyorum demez, gelir!.. Tıpkı dün benim sunucuların birinin başına geldiği gibi. Kazık yemeyelim diye toplama yerine konfeksiyon üretim yapan pahalı bir mağazadan alınan bilgi sayıcım saymayı durdurdu, yazmaya geçti. O yazınca diğerleri biz salakmıyız bizde yazarız dediler ve al sana çözmekiçinardınıyırtmangerek bir sorun yumağı. Çözdük çözmesine de olan bizim 3 saate oldu. Eh artık kusura bakmayın, akıllı uslu bir yazı kaleme alacak güç kalmadı bende. İçeriden yatak "Güç bende artık." diye bağırıyor ve bana da sessizce bu çağrıya uymak kalıyor. Gitmeden pikaba eski mi eski bir şarkı koyuyorum. Bu hafta böyle. Şöyle eskileri yadedin istiyorum. Evet sayın kahveciler huzurlarınızda Dean Martin. Söylediği şarkı That's Amore. Umarım hoşlanırsınız. Bu arada hatırlatayım, aman ha üstünüze başınıza dikkat edin. 2 gün 10-15 derecelik sıcaklık farkları yaşayacakmışız. Nevazil olmaya birebir bu havalara dikkat etmek gerek. Hepimize sağlıklı, az yağışlı, çok güneşli bir gün diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Hayat kaldığı yerde
Yeni bir sabaha daha uyanmıştı. Her zamanki gibi erkenden perdelerini açtı. Yeni yeni aydınlanmaya başlayan gökyüzüne bakıp derin bir iç geçirdi. Sonra biraz evvel yanından kalktığı adamın çocuk yüzüne bakıp belli belirsizce gülümsedi. O gülümserken yüzünden düşen yıldızlar hem acıyı hem sevinci yansıtıyordu aynada.
İyi ki hala yanımdasın diyordu.
Keşke eskisi gibi ayağa kalkabilsen diyordu.
Ya bir gün senden önce uyanamazsam.
Masum bir bebek gibi uyuyan yaşlı adamın yanağına bir öpücük kondurup güne başladı.
Pembe rengi uçmuş sabahlığını üzerine geçirip, yatağın altında duran hafif topuklu terliklerine uzandı. Ayağa kalktığında beyaz saçlarını eliyle şöyle bir düzeltti. Her zaman aynaya bakıp kendine çeki düzen ver diyen babaannesinin sesi yankılandı kulağında. Eski zaman kadınlarının zarif inceliklerini takındı aynanın karşısında. Beyaz saçları kendiliğinden siyaha döndü. Kahverengi lekelerle dolu elleri beyaz bir pamuk tarlasını hatırlatıyordu. Yüzü aydınlandı. Yeşile çalan ela gözlerinden saçılan parıltılarla yatakta uyuyan adama bir kere daha baktı.
Çok uzun zaman olmuştu.
O hep gencecik kaldı, ben kocadım diye düşündü.
Yok aslında zor değildi. Beni en çok sessizliğin yordu.
Gardırobun kapağındaki boy aynasında uzun uzun kendini seyrettikten bir zaman sonra banyoya yöneldi. Hava hala aydınlanmamıştı. Evin içine dolan belli belirsiz sabah ışığında bir önceki geceyi hatırladı. Kızı, oğlu, torunları hep beraber yemek yemişlerdi. Şimdi bu belirsiz aydınlıkta onların yüzleri doldu odaya, sessiz sabah kalabalıklaştı. Evin içinde çocuk sesleri...
Bebek sesiyle uyandığımız günler ne kadar gerilerde şimdi.
Aslında o sesler sana daha yakın.
Bebektiler ağladılar.
Sonra kahkahaları doldu.
Karne kırıklarına ağlamaları, aşk acıları
Evden ilk ayrılıkları.
En son hangi sesi hatırlıyorsun?
Geceliğini çıkartıp gece yatmadan hazırladığı keten elbisesini giyindi, sonra mutfağa gitti. Artık gün ağarmış, dışarının sesleri artmıştı. Okula giden çocukların sesi, tek tük geçen arabaların motor sesleri, balkona konan güvercinlerin kanat sesleri tıpkı diğer sabahlardaki gibiydi. Sonra sabaha eklenen diğer sesler...
Ben yıllardır bu sesleri duyarken, sen hep sessiz kaldın.
Ocağın üzerindeki çaydanlıktan çıkan buhara baktı. Sonra kaynayan suyun sesini dinledi, dışarıda anne diye bağıran bir çocuğun sesini duydu. Buzdolabından peynir, zeytin çıkardı. Her akşam sokak kapısının tokmağına asılı bıraktığı bez torbanın içinde yine sıcacık ekmeğini buldu. Yorgun bacakları isyan edeli beri sabahları ekmeğini kendi alamaz olmuştu. İşte yine yeni bir gün başlıyordu. Radyoyu açıp sabah haberlerini dinlemeye koyuldu. Sonra sevdiği program başladı. Şarkılar, türküler...
İşte tam o şarkı çalarken yüreği yandı. Yatak odasına doğru koştu hızla. O masum çocuk yüzlü adam hala gözleri kapalı yatıyordu yatakta. Gözleri doldu, usulca yanına sokuldu.
-Ben seni unutmak için sevmedim....
Ter içinde sırılsıklam uyandı yaşlı kadın. Sabahın tüm ışıkları odaya dolmuştu. Duvardaki büyük çerçevede asılı duran fotoğrafa baktı. Fotoğraftaki adamın yüzü gencecikti. Henüz 32 yaşındaydı. Daha yaşamın kırışıklıkları değmemiş gencecik bir yüz. Öylece de kaldı. Yaşlanmayan bir adam. Kadın sonra yatağının boş kısmına baktı.
-İlk defa ikimizi de aynı yaşta gördüm, dedi fotoğraftaki adama.
-Sen yine konuşmuyordun ama aynı yaştaydık. Sensiz 50 yıl nasıl geçmişti? Sensizliğimi senle geçen on yılımla teselli ettim. Bu bana yetti.
Yaşlı kadın yataktan doğrulup aynaya doğru yöneldi. Yüzünün bir yanına pencereden gelen güneş değiyordu, aydınlıktı. Diğer yanı yorgun ve yaşlı kalmıştı.
Yine sabah olmuştu. Hayat devam edecekti ve yüzünün tamamını pencereden gelen güneşe doğru döndürdü...
Yıllarca özlem ve acısını gülen ela gözlerinde saklayan ve bir gün ansızın gitmeye karar veren kadına.
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ÖZLEMEK!
Tutkuyla karışık hüzünlü bekleyişlerin gizemli dansı
Özlemek, yaşarken her nefes alışımızda içimizden bir şeyler götüren, bir şeylerin eksikliğini hissettiren, kalabalık yalnızlığımızın en yakın arkadaşı ve o tarifi zor duygu... Alışageldiğimiz hayatımızda, kurduğumuz düzenin iniş çıkışlarında adını sıkça duyduğumuz, şu ya da bu şekilde yaşamak zorunda olduğumuz, benliğimizde kimi zaman derin izler bırakan, kimi zaman onulmaz yaralar açan, hiç beklemediğimiz anda karşımıza çıkıp bizi şaşırtan, ama asla unutamadığımız hasret damlacıkları. Uzaklardaysanız ülkenize, taşına, toprağına, vatanınızın yeşilliklerine, denizlerine, çiçeklerine, evinize özlem duyarsınız buram buram. Yakınlarınızdan ayrıysanız herbirinin kokusu burnunuzda tüter adeta. Arkadaşlarınızı, eşinizi, çocuklarınızı bazende çok özel dostlarınızı özlersiniz. Sebebini tam olarak kendinize bile ifade edemediğiniz özlemlerinizle içiniz kavrulurken, sevginizin şiddetini hissedersiniz derinden derinden. İçinde, yüreğinize sığmayacak kadar büyük bir sevgi, gözyaşı, sabır, tutku, alışkanlık... hepsinden vardır bir parça. Biraz isyan, belki biraz korku ve tarifi zor bir iç burukluğu da eklidir bu özleminize.
Özlediğiniz her kim ise sonunda kavuşmak varsa eğer; kucaklaşmanız özlemlerinizin son durağı olacak ve beklentileriniz yerini sımsıcak güzel duygulara bırakacaktır aniden. Sevdiğiniz, özlemini günlerce, haftalarca, aylarca, belkide yıllarca çektiğiniz o güzel insanı karşınızda gördüğünüz andaki iç ürpertiniz, kollarınız boynuna sımsıkı sardığında delice çırpınışlara bırakır yerini. Yürek sesiniz kollarınıza söz geçiremez olur adeta. Sıkı, daha sıkı sımsıkı sarar ve bir daha hiç ayrılmak istemezsiniz artık ondan. İşte o an duyduğunuz o doyumsuz zevk sizi daha o anda yepyeni özlemlere hazırlar, siz farkında olmadan. Kavuşmanın hazzını, tadını ve doruklardaki sevgiyi tadabilmektir esas güzel olan, onca zaman çektiğiniz özlem olsa bile değmiştir tüm sıkıntılara ve kaygı dolu yürek çarpıntılarına.
Ama özleminizin sonunda kavuşmak yoksa, kaybedilenler varsa geride herhangi bir sebepten; işte o zaman özleminiz katranlaşmış bir macun misali simsiyah bir örtü bırakmıştır duygularınızda bir yerlerde. Hatırladığınız anda içinizi acıtan, gözlerinizi nemlendiren, pişmanlıklarınızı çağrıştıran sessiz çığlıklar kopar yüreğinizde. "Keşke" leriniz artar bir anda elinizde olmadan. Yaşadığınız anın değerini bilmediğiniz, özel dostlarınıza yeterince zaman ayırmadığınız, hayatınızın her dakikasından mutluluk payları çıkarmadığınız için hayıflanır durursunuz boşyere. Elinizden gelse zamanı geri getirmeyi istersiniz delicesine, pişmanlık duyduğunuz her anı değiştirebilmek için. Ama ne mümkün! Yaşanmış yaşanmıştır bir kere.
Özlemler hayatımızın bir parçasıdır, her an her koşulda olacaktır kuşkusuz. Asıl olan "keşke"lerin ve pişmanlıkların az olduğu özlemleri yaşamaya çalışmaktır belkide elimizden geldiğince. Ayrılıkların, yalnızlıkların ve özlemlerin kavuşma ile noktalandığı sonlarda, gülen gözlerinizi görmek ümidi ile...
Belgin Eryavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar Elimde kitap, gözümde gözlük |
|
Ve bir sabah, kahvaltıdan sonra,
uzanmıştım salondaki,
griblö - açık bej renkli, kalın çizgili
geniş üçlü koltuğa,
okuyordum Nazım Hikmet'in
'İnsan manzaraları memleketimin'
heyecanlanmıştım için için!
Diğer üçlü koltukta
Can yoldaşım yatıyordu,
hasta,
ve de uyuyordu.
Onun derin nefes alışları
benim de uykumu getirdi galiba,
ben de dalmışım uykuya,
elimde kitap, gözümde gözlük.
Tekrar gözümü açtığımda,
geçmişti ancak yirmi dakika.
Gözümde gözlük bakakaldım elime,
ilk olarak bakıyordum gözlükle tenime.
Biraz suyu çekilmiş gibime geldi bana.
Dedim kendi kendime: Artık anlasana,
yaşlanıyorsun,
gözlüksüz farkedemiyordun!
Birden bir ışık yandı-söndü beynimde.
Bir isyan başladı kalbimde.
O an karar verdim:
Kendime eziyet etmiyeceğim,
her yediğim lokmanın ardından vicdan azabı çekmiyeceğim.
Bundan daha önemli şeyler vardı yapabileceğim.
Belki de bu son şansım,
belki sayılıdır yıllarım,
belki de dakikalarım.
Belli mi olur?
Biraz gayret, biraz inatla,
yazacağım kitabımı,
belki okuyan olur !
Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen |
DEVLET ADAMI
Platon’a göre, Tanrıların ilgisi ve yardımı insanlardan esirgenince; hayatlarının gidişini kendileri düzenlemek zorunda kaldılar. Tıpkı uydukları ve öykündükleri evrensel varlık gibi insanlar da kendi kendilerinin yöneticisi oldular; o değiştiği gibi onlar da durmadan değiştiler; bazen bir biçimde, bazen bir başka biçimde yaşadılar, büyüdüler. İster uyruklarına zor kullanmadan ya da zorla emretsinler; ister yazılı yasalara göre ya da yasasız yönetsinler, isterse zengin ya da yoksul olsunlar, hükümetlerini bir sanata göre yönettikçe bunları baş olarak tanımak gerekir. İşlerini bilim üzerine değil de, yazılmış yasayla görenek ve töre üzerine kuran devletler yöneticileri yüzünden yok oluyorlar; çünkü devlet sanatından bir şey anlamadıkları halde onu bütün başka bilimlerden daha iyi bildiklerini sanıyorlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin üyeliğini referanduma götürmeye yönelik önerilerini devlet adamı ciddiyetiyle bağdaştıramadığını söyledi. Devlet ve hükümet kavramları, son derecede ilgili olmakla birlikte birbirlerinden kesin çizgilerle ayrıdırlar. Hükümetler gelir geçer, devlet kalıcıdır. Elbette ki her hükümet kendine göre politikalar geliştirecektir. Ancak, bu politikaların söz konusu devletin kuruluş felsefesine aykırılık göstermemesi beklenir. İlgili devletin üzerinde yükseldiği temel her ne olursa olsun, bu kural değişmez. Sözgelimi, Türkiye’de şeriat yanlısı bir parti yüzde doksan oy alarak iktidara gelse bile, dine dayalı bir yönetim anlayışı oluşturulması mümkün değildir. Bunun için, mevcut devletin yıkılarak bir başka devletin kurulması gerekir. Buna karşın, hükümetler uluslararası arenada bir ülkenin aynası olarak kabul edilirler. Aynı şekilde, Başbakan Erdoğan da, yurt dışında Türkiye Başbakanı sıfatıyla Türk insanını temsil ediyor. Türk deyince insanların aklına Tayyip Erdoğan geliyor. Oysa, Fransa Cumhurbaşkanını ciddiyetsizlikle suçlayan Tayyip Erdoğan’ın devlet adamı olduğunu iddia etmek pek de kolay değil.
Devlet adamı ciddiyeti, kendi kendini çürütmemektir. Yalan söylememektir. Dokunulmazlıkları kaldıracağım diyerek iktidara geldikten sonra yan çizmemektir. Devlet adamı, kendisini aklayan müfettişleri vali yapmadığı gibi; yolsuzluk iddialarını ortaya atanları da merkeze almaz. Kendi eğitim sistemine güvenmeyerek çocuklarını yurtdışında okutmak; hatta okul paralarını iş adamlarına ödetmek ve çocuklarını burslu gibi göstermeye çalışmak da devlet adamı ciddiyetiyle bağdaşmaz. Devlet adamı, başka bir devletin temsilcisine ne kadar maaş aldığını sormaz; sorsa bile ben senden az alıyorum, geçinemiyorum diye dert yanmaz. Devlet adamı ticaret yapmaz. Yapsa bile kendi şirketlerine devlet ihaleleri verilmesini sağlamaz. Malvarlığını açıklamakta güçlük çekmez. Kendisinin suçlandığı yasaları birer birer değiştirdikten sonra çıkıp, “bakın işte aklanıyoruz” diye hava atmaz. Memurlara düşük zam yapılmasının gerekçelerini sıralarken, “eskiden maaş zamları ürünlere getirilen zamlarla geri alınıyordu” açıklamasını; hadi yapacak olsa bile, bari benzine yüzde beş zam geldiği gün yapmaz. Devlet adamı, devleti yönetecek kadroları cep telefonundaki adres defterinden seçmez. Dış siyasette, bir başka ülkenin devlet adamına “falancayı al gel yemek yiyelim” tarzında “müteahhit üslubuyla” çağrı yapmaz; karşılıklılık esasına göre hareket eder. Seksen yıllık dış siyasetle çelişmez, devletin diğer kurumlarıyla ters düşmez. En önemlisi devlet adamı, kendisini her şeyin üstünde görmez. Hukuka dayalı hareket eder, erkler arasında gidip gelmez, yasamayı hepsinin üstüne koymaz.
Siyaset çok nankördür. Birkaç yıl önce herkesin etrafında döndüğü insanlar, bugün yalnızlığa terk edildiler. Çünkü onlar yalnızca hükümet temsilcisi olarak kaldılar, devlet adamı olmayı başaramadılar. Bizde bunlar olup da, kimse devlet adamı ciddiyetinden söz etmiyorken; Fransa Cumhurbaşkanı referandum önermiş çok mu? Düğümlerin kesiştiği asıl konuysa, içinden çıkılamaz bir derin kuyu: Koskoca memlekette, bu cennet toprakları adam gibi yönetecek bir kişi yok mu?
Oktan Erdikmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Güzbahar
Bölük pörçük zihinlerimiz zorluyor bizi burada kalmaya. Kestiremiyoruz burayı terketmek mi, oraya gitmek mi daha zor. Kaç yüzyıldır buradayız, bu toprak kimleri doğurdu yüzyıllardır? Seni, beni ve tüm bu ahaliyi. Yabancımız yok artık bizim. Herkesin herkesi tanıdığı, kimsenin kimseyi bilmediği bir yerlerdeyiz.
Tüm bu küçük tepelerin, ovaların, çimenliklerin ardında ne var diye merak eden hep sendin...değil miydin? Umarım bana artık onların olmadığını, dünyanın artık değiştiğini söylemeyeceksin. Çünkü bazen dünyanın değiştiğini zannedersin ve bu zan'la günahların en koyusunu yüreğinin gamzelerine işlersin.
Bir gün hiç bir şey olmamış gibi kendine gülümsersin.
Bilebilseydin eğer her an bir parçanın seni nasılda yaşanmışlığın rahatlığıyla terkettiğini. Bu gün, dün hiç birşey olmamış gibi yine kendine gülümserdin. Bu zamanlar yüzünden hep karşıya geçmek istemez mi insan. Yazın sıcağında üşüyüp, kışın soğuğunda yanmaz mı?
Bizler işte böyle garip yarattıklarıyız Allah'ın. Terkederken gideceğimiz yer olmaktan korkar, güvende hissedemeyiz; kalırken de gidenin boşluğu olmaktan kurtaramayız kendimizi. Oysa her ikiside aynı durumdur kendi açılarından. Sense bu açıların tam ortasında sıkışan çaresiz insan, itiraf inkârdır kimi zaman...
Şimdi bırak baharı da git bakalım! Hani nasıl zorlandığını, anlamsız bulduğunu kendine bile itiraf etmeden, önünde sonunda kendine sorular sormadan. Yalnız özgürlükle varolan sorular. Tutsaklıkta sana ait değildir sorduğun hiç bir soru, sen kendine ait değilken.
Güz ise başlı başına bir sorudur. Renkleriyle, kokularıyla, gizemliliğiyle, bir başka güzelliğiyle bir sorudur. Ve hiçbir zaman sahiplenmez seni, bırakıp gitmekle de tehdit etmez. Ama sen bir kez dayanamayıp denersin kendini, bakalım yapabilecek miyim diye. Adını bile koymadan gitmeye kalkarsın bir gün, ya elime yüzüme bulaştırırsam korkusunu solumaya dahi vakit bulamadan, bir şeylerini geri verirsin emanet aldığın boşluğa.
Peki, bir boşluk nasıl dolar ya da orası gerçektende bir boşluk mudur? Hep orada mıydı, yani kendini bildin bileli. Yoksa sadece senin olmayan bir alana sahip olduktan sonra - öyle kanıksamıştın ki - bir boşluk doğduğunu mu hissettin?
Düşün bir kere, sessizliğini ne bozabilir.
Bazı boşluklar - kimbilir belki de hepsi - böyledir. Kaybettiğini düşündüğün şey aslında zaten kendi içindedir.
Her an bir parçamız terkeder bizi...
Kusursuzdun ya da kusurlu. Kimin umrunda. Hadi şimdi toparlan, elbiselerini giy. Gitme vakti...
Serap Korkmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci Çırağı : Ceyda Ergül |
HAYAT BİR OYUNDU...
Bazı zamanlar,çocuklukta kalmış,kaygısız günlerin hafifliği gelip oturuyor içime. Şimdiki zamanın ve gelecek zamanın dışına çıkıyorum o zamanlar. Çıkıyorum ve arkamda bıraktığım siyah beyaz günleri izliyorum. O günler ki en güzel,en saf,en dertsiz günlerdi... Ve bu günlerimin otoriter kahramanı sen geliyorsun aklıma. Sana bir rakip olarak gelmemiş miydim bu dünyaya?Belki de hayatta en çok beni sen kıskandın. Şimdiki aklımla düşündüğümde ne kadar haklı olduğunu anlıyorum. Evde ilgi hep senin üzerindeyken,bir anda bütün dikkatler yeni doğan bebeğe odaklandı. Bu yüzdendi belki de içine olan kapanıklığın..
Herzaman adını duyduğumda korkuyla karışık bir sevgi dolar içime. Korkuyla karışık bir sevgi... Sessiz ve ağırbaşlı halindi belki de senden bu kadar çekinmemi gerektiren. Ama hep böyle resmi değildi seninle olan diyaloğumuz. Genç biri olmana rağmen senin en çocuk halini ben görmemiş miydim? Belki de benimle beraber yeniden yaşadın çocukluğunu. Hep merak etmişimdir: Sırf beni güldürmek için kafanı yalancıktan kapıya vurduğun zaman mıydı en eğlendiğimiz zamanlar? Ben henüz büyümemiş ,sense yetişkin olmadan önceki o tasasız günler... Şarkıcılık yarışması oynardık bilmem hatırlar mısın? Bıkmadan, usanmadan beni dinlerdin,daha nefesimin konuşmaya yetemediği o günlerde.. Beyaz bir yazı tahtamız vardı, üzerine çocukluk hatıralarımızı yazmıştık...
Hayat bir oyundu o zamanlar,istediğimiz gibi oynayabileceğimiz bir oyun...
Paylaşmanın sözlük anlamını biliyordum önceleri ama sonra bizzat kendim öğrendim gerçek anlamını.. Paylaşmak ile kardeş kavramları meğer aynıymış. Bakkaldan aldığım her çikolatadan bir tanede sana alırdım, içime sinmezdi çünkü.. Anneannem hala anlatır,"Ağabeyime yok mu?"diye hafif ağlamaklı olan yüzümü.. ve beraber izlediğimiz çizgi filmler, benimle bir olup bir çocuk gibi televizyonun önünden kalkamadığımız o uzun saatler. Ya pota niyetine tabureyi ters çevirip şut yarışması oynadığımız günler? O oyunlar unutulur mu?Sana her seferinde sitem ederdim bu oyun için çünkü sevmezdim erkek oyunlarını. Ve sen her sefer rehin alırdın beni odanda.Ben hem seni kızdırdığım için mutlu olurdum hem de bazen gerçekten sana çok kızardım. Annem, kapıyı yumruklayıp,şımarık bir küçük çocuk gibi bağırışlarıma koşardı hemen ve beni o oyundan kurtarırdı.Şimdi diyorum ki.. Keşke o günlere geri dönebilsek..Eğer öyle bir şansımız olsaydı, seninle o oyunu sıkılmadan oynardım biliyor musun?
Bazı zamanlar güzel vakit geçirmezdik seninle. Arada bir kızardın bana, bağırırdın hatta.İşte ben o zamanlar "keşke ağabeyim olmasaydı ,bana çok baskı yapıyor" derdim.Şimdi anlıyorum kızdığın her olayda aslında ne kadar haklı olduğunu ve eğer kızmasaydın şimdi nasıl biri olacağımı.. Son birkaç senedir bulamıyorum seni odanda.. Eski evimizdeki odana bakıyorum bazen,hep karanlık.. Gerçi şimdiki evimizde de durum farklı değil.
Son birkaç senedir odan hep karanlık ve içinde sen yoksun.. Seni bulamıyorum son bir kaç senedir belleğimde.. O eski anılar tam silinecek derken,odamdaki resmin ilişiyor gözüme.. Annemin yaptığı kekin kremasını yemekle meşgulken çekilmiş fotoğrafımız. Ben hep beyaz kremayı isterdim ve sen itiraz etmeden onu bana bırakıp ötekini yerdin.Bunu da unutmadım...
Yol ayrımlarıydı herşeyi zorlaştıran.. Bir şekilde seçilmesi gereken yol ayrımları.. Her ne olursa olsun sonunda ayrılık yok muydu? Ve sen bir yolu tercih ettin, geriye kaldı ayrılık.. Geriye kaldı gözyaşı.. Sen gittikten sonra en katlanamadığım şey senin sevdiğin şarkıları dinlemekti.. Hepsinde senden bir iz vardı çünkü. Odandan gelen şarkılarla büyüdüm ben. Ve şimdi onları tek başıma dinlemek zor geliyor bana.Meğer odandan çok az sıklıkta çıksan bile yan odada olduğunu bilmek ne kadar da değerliymiş benim için..
Bugün resmini gösterdi annem bana..en son halini.. Oyun oynadığımız çocuk ne kadarda büyümüş..Olgunluk ne kadarda çabuk girip yerleşmiş üstüne.O şimdi kocaman bir adam olmuş. Şimdi başka bir kentin ,yabancı sokaklarında dolaşıyor.. Merak ediyorum.. geri gelip almayacak mısın? Kardeşinde bıraktığın çocukluğunu...
Kardeşin Ceyda...
Ceyda Ergül
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.352 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
GEN
Giderek babama benziyor olmam
Bana onu hatırlatmasının yanında
Oğlumun da bana benzeyecek olma
Korkusundan başka ne verir ki bana?
Merih Günay
Yukarı
|
Bu hav hav bu hale nasıl geldi acaba?!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Deniz Feneri Derneği her Ramazan olduğu gibi bu ramazan da yoksulun, ihtiyaç sahibinin, muhtacın yüzünü güldürmek için kolları sıvadı. Deniz Feneri'ne sitenizde bannerımızı yayınlayarak destek olmak ister misiniz? http://www.denizfeneri.org.tr kısayolunu tıklayarak işe başlayabilirsiniz. Deniz fenerini gerçekten faydalı işler yaptığı hepimizin malumu, bir tık da sizden.
Uzun zamandır faydalandığım bir web sayfası http://www.suprnova.org/ , aslında sadece web sayfası demek yetmez. mp3'den dvd formatındaki filmlere kadar bir çok kaynağa ulaşabiliyorsunuz. İlk yapmanız gereken "bit torrent" isimli yazılımı indirp bilgisayarınızda çalıştırmanız. Aksi halde indirdiğiniz dökümanları çalıştıramadığınız gibi, ne işe yaradığını da anlayamıyorsunuz. Bir ipucu daha diyelimki mp3 indiriyorsunuz, veri'nin tamamını indirmeden çalmaya çalıştığınız mp3 size anlamsız gelebilir. Bu sayfayı kullanırken sabırlı olmanız gerekiyor. Bir günde bitiremediğiniz dökümanı daha sonra kaldığınız yerden indirmeye devam edebiliyorsunuz.
İşte size eğlencelik bir flash çalışması http://www.cartoline.it/pics/_zoom_flash.htm?immagine=scherzi_150404_01.swf . Önce otomata paranızı atıyor ve içeceğinizi seçiyorsunuz. Daha sonrası için tıklamaya devam.
...İnsanoğlunun, tıpkı köpeklerde yaptığı gibi, kedilerde de yeni türler meydana getirme hırsı ve çabası. Kısaca, türlerin kendi tabii gelişimi (evolution) dışında, insanın planlıyarak, deneyerek, hedefleyerek ortaya çıkardığı türler ve tabii olarak meydana gelmiş bir türü idame etmek için sarfettiği gayret. Mesela, İran Kedisi, Van Kedisi türlerinin, aynı karakteristikleri taşıyarak, devam etmesi için verilen uğraşıda olduğu gibi... Yazının devamı ve hayvan dostlarımız hakkında tüm bilgiler için http://www.pet.gen.tr kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Index.dat Suite 2.7.1 [118 kb] Windows FREE
http://support.it-mate.co.uk/?mode=Products&act=DL&p=index.datsuite&g=idsuite_noins.zip
Internet Explorer'la dolaşırken bilgisayarınıza bazı bilgileri otomatik olarak yüklersiniz. Bu bilgiler index.dat adı altında saklanır. Genellikle explorer belleğini boşaltsanız bile bunları silmeniz mümkün olmaz. Bunlar bazen çok büyük boyutlara ulalaşabilir ve silinmesi gereken dosyalar haline gelirler. Bu program bu temizliği sizin yerinize yapmak üzere hazırlanmış. Dikkatli olmak kaydıyla kullandığınız takdirde yararlı olduğunu farkedeceksiniz.
Yukarı
|
|
|
|
|
|