Deniz Feneri yardımlarınızı bekliyor



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 601

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 14 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Oley Oley Oleyyy!..


Merhabalar,

Günlerdir beklenen maç bitti. Hem de ünlü ünsüz bir sürü spor yazarına kapak olacak bir sonuçla bitti. Harika bir oyunla Danimarka'yı sürklase etti Ersun Hoca, helal olsun. Ondan beklenen cesur futbolu sonunda oynattı. Şükür'süz bu iş olmaz diyenlere de kapak yaptı. Bu saatten sonra ununu eleyip eleğini asanlara teşekkür etmeli, bu yeni futbolcuların varlığına da şükretmeli. Politikada alışık olduğumuz koltuk sevdasını futbol sahalarına taşıyanlara da selam etmeli. Maçı anlatan İlker Yasin'in tam "Madem böyle oynayacaktın Şükür'ü neden almadın?" derken Nihat'ın golü gelince yerdiği ortacıyı yere göğe sığdıramaması ilginçti. Tarafsız olacağım derken eşeğin kulağına su kaçırmamak gerektiğini umarım anladı bu sözde Fenerli TV yorumcusu. İyi oynadık oynamasına da topu içeri bir türlü sokamadık. Top sevmeyince seni olmuyor işte. Dün gece de bu sevgi yoksunu meşin yuvarlağın kurbanı olduk. Neyse daha çok maç var ve biz bu gruptan birinci olarak çıkacağız başka yolu yok. Aha şuraya yazıyorum, bu takım Dünya üçüncüsü olan takımdan da iyi olacak, demişti dersiniz.

Altıyüzüncü sayı nedeniyle beni kutlayan tüm dostlara teşekkür ederim. Sırtım sıvazlanmaktan yara oldu. Sağolun varolun. Böyle yaraya can kurban. Ama o iş bitti artık, bakın bugünkü 601. oldu. Tekrar teşekkürler, sevgiler...

Bugün pikapta gene eski ama harika bir melodi var. Peggy Lee söylüyor; Johnny Guitar. Hepimize parlak, aydınlık bir gün diliyorum, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

3 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Fatma Toprak Gök

 Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök


   Acının DURU Yüzü

Nihayet onunla buluşma vakti geldi. Herkes sevinç içinde, bense boşluktayım sanki. Birazdan ameliyata alacaklar beni. Panik mi olmalıyım yoksa kızıma kavuşacağım diye sevinmeli miyim? Sığamıyorum kendime, halbuki bomboşum. İnsanlar, onları dinlediğimi sanıyorlar bense çoktan dalıp gitmişim bir saat sonrasına...

Doktor geldi. Götürecekler beni. Heyecan içindeyim, korkmalı mıyım?

Yüzünü görmeden önce sesini duydum. Acı dolu bir sesti ama beni üzmedi. Aksine gülümsedim onun feryadına.

Şimdi odamdayım. Tanrım ! Ömrüm onu bekleyerek mi geçecek yoksa! Hadi gelsin artık sabırsızlanıyorum iyice. Soruyorum, birazdan getireceklermiş. Canım yanıyor. Düşünmüyorum ama canımın yandığını. İlle de gelsin artık diyorum.

İşte geliyor. Kalp atışlarım hızlandı iyice. Koridordan sesi geliyor yine. Ve işte karşımda. Kalkamıyorum yerimden. Kalkmak istiyorum, durduruyorlar. Yanıma getiriyorlar. Kollarımın arasında şimdi. Başı göğsümde. Kokusunu hissedebiliyorum. Bu nasıl bir duygudur böyle! Etrafımdaki insanlar değerini yitiriyor. Her kafadan bir ses çıkıyor, duymuyorum onları. Ona odaklanmışım. Bakıyorum öylece. Bu ne müthiş bir şey...

Alıyorlar yanımdan. Dinlenmem gerekiyormuş. Öylece bakıyorum, gözlerim onda kalıyor, aklım onda... Canım çok yanıyor, düşünmek istemiyorum, canım onda...

O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladı... Parçalandım. Kalkamıyorum yerimden. Ona dokunmak istiyorum. Çok bitkin hissediyorum kendimi. Kötüyüm...

Güneşin doğmasıyla birlikte sakinleşti. O sakinleştikçe ben fenalaşıyorum. Sanki rolleri değişiyoruz. Ya da nöbet değiştiriyoruz. O iyiyken ben kötü, ben iyiyken o kötü. Ne ilginç bir bağ...

İkinci günün akşamı daha iyi hissetmem gerekirken tam aksi bir durum yaşıyorum. Canım yanmaya devam ediyor. Canım ağlıyor yatağında!..

Filmler, tahliller, ilaçlar, iğneler, serumlar bitmek bilmiyor. Bana hissettirmemeye çalışılarak panik bir durum yaşanıyor hastanede. Neler oluyor böyle, durum nedir! Anlayamıyorum. Doktor film sonuçlarına bakıp, tekrar ameliyata alabiliriz diyor. Bağırsaklarımda bir sorun varmış. Burnuma bir hortum takıyorlar. Boğazım acıyor. Boğazıma bir şey takılmış da yutkununca geçecekmiş gibi. Yutkunuyorum ama geçmiyor!

Üç gün oldu o geleli. Ona kavuşmamı sağlayan zaman neden yaralarımı da sarmıyor artık. O orada duruyor, tam karşımda. Dokunmak bir yana doyasıya bakamıyorum bile. Yeter artık. Onu da alıp evime gitmek istiyorum. Dün gece ikinci ameliyattan bahsetmişlerdi. Neler oluyor böyle. Çok kötüyüm...

Dostlarım beni yalnız bırakmıyor. Gelen ziyaretçileri ve telefonları kulağıma fısıldıyorlar. Böyle zor anlarda yanımda olduklarını bilmek çok güzel. Her gelen haberde daha bir çoğalıyorum sanki, daha bir kuvvetleniyorum.

Akşam oldu. Neden bu kadar ilaç alıyorum! Doktor geldi. Son kez filme gönderdiler ve çok acil ameliyat kararı alındı. Bir sürü şey anlatıyor bana doktor. Ameliyat hemen olmazsa çok geç kalınacakmış.

Ne yapmalıyım... Ne düşünmeliyim... Bayrama gider gibi karşılamıştık kızımı. Peki şimdi bu karşılaştığım durum ne böyle. Yapılan açıklamalar ne derecede güvenilir. Durumum ne? Nedir? Allak bullak oldum... Aldılar beni, ameliyathaneye gidiyorum. Etrafım kalabalık. Kimse konuşmuyor. Kimsenin yüzüne bakamıyorum, kimse bakamıyor yüzüme... Hani ben güçlüyüm ya! İnsanlar biliyorlar ya güçlü olduğumu. Buna rağmen şaşırıyorlar soğuk kanlılığıma. Ama içimi kimse bilmiyor. Neler düşündüğümü kimse bilmiyor. İstemiyorum güçlü olmak falan... Bırakmak istiyorum kendimi. Kaç gündür verdiğim mücadele yordu beni. Karaya çıkmak için dalgalarla boğuşmuş gibiyim. Yeter artık diyorum. Azıcık bıraksam kendimi suyun yüzüne. Azıcık kapatsam gözlerimi dalgaların içinde. Dibe doğru giderken uyuyakalsam... Narkozdan korkuyorum!.. Kendime gelemezsem... Ya bebeğim... Daha onun yüzüne bakamadım doyasıya. Gözlerine bakamadım. Tutamadım ellerini, inceleyemedim. O minicik vücudunu bile görmedim daha. Tırnakları nasıl, ayakları nasıl bakamadım. Tanrım! daha ben onu doyasıya kucağıma alıp sevemedim! Kokusunu bile ezberleyemedim henüz... Uyanmalıyım, bırakmamalıyım kendimi... Çok dalga yoktur belki de. Kimbilir belki son dalgadır aşacağım.

Ameliyat başarılı geçmiş. O gece sabah hiç olmayacak sandım. Her tarafımda bir şeyler bağlı. Her iki kolumda, boğazımda, kasıklarımda... Kıpırdayamıyorum. Bebeğimi aldı hemşireler. Bu gece onlar bakacak.

Dostlarım hastane koridorlarını doldurmuşlar. Bazıları gece sabaha kadar beklemiş hastanede, ben görmesem de... Bir dostum uzun uğraşlardan sonra bıraktığı sigaraya tekrar başlamış. Bir dostum hastaneye gelmeye çalışıyormuş, araç yok. Bir diğeri araba almaya kalkmış sırf bu nedenden. Dostumun dostu -şimdiki dostum- kan arıyormuş... Benim için... Başka hastane arayışları, doktorlarla görüşmeler falan... Ne kadar birlikteliğimiz oldu ki bu insanlarla. İşte insanlık bu diyorum, dostluk bu.

Sabah oldu nihayet. Hiç durmadan ilaç yüklüyorlar. Vücudum yanıyor. Acılarım derilerime yansıdı. Yandığımı hissediyorum...

İkinci ameliyatın üzerinden iki gün geçti. Yemek yasak, bir lokma bile. İçmek yasak, bir yudum bile. Boğazım kuruyor. Her beş dakikada bir ağzımı ıslatıyorum. Suyu ağzımın içinde dolaştırırken bırakmak istemiyorum. Yutsam!.. Boğazım fena. Burnumdaki hortumu ne zaman çıkaracaklar!

Vücudum yanıyor. Derilerim dökülüyor. O kadar çok ilaç kullanıldı ki...

İyiye gidiyormuş durumum. Bir gün daha kalıp çıkma ihtimalim varmış.

Bir gün daha geçti işte. Her şey yolunda gidiyor. Doktor gelip çıkabileceğimizi söyledi. Burnumdan hortumu çıkardılar nihayet. Serumu da kestiler. Kolum hafifledi sanki. Bebeğimin yanına gidip kokladım yine. Tarifsiz, anlatılması zor bir duygu...

Akşam oldu. Nihayet evimize geldik. Sıyrılıyorum hastaneden, siniyorum evime, sokuluyorum bebeğime. Sancılı durumum yaklaşık bir aya kadar ancak geçermiş. Olsun, evimdeyim ve bebeğim yanımda.

Dostlarım yalnız bırakmadı beni. En çok ihtiyaç duyduğum anlarımda yanımdaydılar. Depresyona girmekten kurtardılar... Bebeğim tarifsiz, dostlarım tarifsiz, dostluğum tarifsiz... Biraz daha büyüyorum işte. Beynimde bu güzel insanların hafızamdan silinmeyecek katkıları, burnumda ve ezberimde bebeğimin kokusu...

Fatma Toprak Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              16 Kahveci oy vermiş.
20 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  AŞKIN DA, MEŞKİN DE, SEKSİN DE TAA YEDİ SÜLALESİNİ...

Biliyor musunuz? Bir yazıya şekil vermem en fazla yarım saatimi alıyor ama giriş ve final kısmı için 8 gün 9 gece ilham terleri döküyorum.

Bugün, küt diye mevzuuya girmek ve çaaat diye mevzuunun suratına kapıyı kapatmak istiyorum. Kapıdan uzak durun!

* * *

"Ne kadar az beklentiniz olursa, o kadar az çuvallar, o kadar az hayal kırıklığına uğrar, o kadar az can yakarsınız. Eh haliyle de canınız daha az yanar..."

Bu cümleleri belki onlarca kişiden, belki onlarca kere duymuş, hatta onlarca vesileyle, onlarca kere, onlarca kişiye ve kendinize de aynı cümleleri kurmuşsunuzdur. Heyhat, gene de bu cümlenin gereğini yerine getirirken balataları yakar, virajlara tutmayan freninizle girmek zorunda kalırsınız. Eh önünde sonunda da ya uçurumdan aşağıya uçarsınız ya da epeyce bir savrulduktan sonra karşı yoldan gelen kamyonun altına girersiniz.

Şöyle bir düşünecek olursak, her insan evladının karakteri, hayali, amacı, duygulanımları, tanımlamaları, tecrübeleri birbirinden farklıdır değil mi? Hal böyleyken kim, kimden beklenti içine girebilir ki?

Aşkın gereği 'hebele'dir, yerine getir!
İyi de baba, senin aşktan anladığın 'hebele'dir, ötekininki 'gübele..' Senin aşk tanımının gerekleri 'hebele' diye, el oğlunun ya da el kızının da 'hebele' olmasını bekleyemezsin ki!

Hem ilişki dediğin biraz da kendinden başka kimliklerce onaylanmak, kendinden başka yaşamları keşfetmek, sıkıcı gidişata bir renk katmak değil midir?

Haaa, kendinin aynısının tıpkısından istiyorsan mastürbasyon yaparsın, geçer! Ne diye çekiyorsun elalemin derdini, di mi?

Tabii bir de özellikle hatun 'kısmısı'nın üstüne yapışmış, kalmış bir önyargı vardır: "Hatunlar, duygusal ilişkilerde daha çok beklentili olan taraftır."

Tamam, genelleme yapınca bu önyargının haklı gerekçeleri ve doğruluk payı vardır. Ancak bu durum beyinlere öyle bir kazınmıştır ki, erkek 'kısmısı'nda böyle bir fobi, paranoya, histeri felan oluşmuştur.. Kadın cinsi olarak külliyen adınız çıkmıştır bir kere ve dokuza indirmeniz hiç de kolay değildir.

Kendinizi ne kadar eğitseniz de, er kişi her lafı, her tavrı, her sitemi 'klasik hatun tiribi ve dırdırı' olarak niteleyip hemen gardını almaya davranır.
'Ulan mayamızda var işte, kötünün iyisiyiz' felan deseniz de, damgayı yersiniz:
'Muayyen gününde misin gene?'
'Yok yahu ben onu kastetmedim.. Gek, gük, kem, küm'

I-ıh yer mi Anadolu çocuğu? Tecrübeleri ona der ki: 'Hatun kısmına geçit verme, verirsen 24 saat dırdır dinlersin.'

Hep dediğim gibi insan evladı nankördür. Onlarca artıyı tarihe gömüp, tek bir eksiyle yoluna devam etmeye meyleder... Olumlu şeylerin kaydını tutmaktansa, olumsuz şeyleri temcit pilavına çevirir... Alkışlamaya üşenir, onur meselesi yapar ama aşağılamaya amadedir.

* * *

Duygusal ilişkilerle ilgili bir başka önyargı da şudur: "Eğer ortada bir ilişki varsa, taraflardan biri daha fazla aşıktır, vericidir, lokomotiftir, vefakardır, fedakardır, vs..."

Kim, hangi teselliyle, hangi gerekçeyle uydurup, beynimize sokuyor bu genellemeleri bilmiyorum ama bu tespite ciddi ciddi sinirleniyorum.

Tamam bazı ilişkiler tek taraflıdır. Biri sevmeye aşıktır, diğeri sevilmeye.. Ama bunu bütün ilişkilere mal etmek budalalıktan öte, kolaycılıktır. Sonuçta ortada bir alış-veriş vardır ve her iki tarafın cebine de birşeyler girmektedir, öyle ya da böyle...

Mesele şu ki; herkesin sevme, verme, feda olma, aşık olma, vefa gösterme limiti farklıdır.

Ayşe'nin hayatı aşk üzerine kuruludur, o severse dağ gibi sever..
Ali'nin hayatının merkezi kalabalıktır, fare kadar sever, ancak buna gücü yeter..

Diyelim ki, Ali ile Ayşe bir gün, bir yerde, es kaza karşılaşırlar. Ali hayatının aşkını yaşıyordur. Bu aşk büyür büyür obez bir fare kadar olur. Limitlerini zorlamıştır yani. Ayşe ise 'eh işte'lik bir aşk yaşıyordur, 'tepe'dir sadece sevgisi.. Limitlerini zorlamıyordur yani..

Dışardan bakıldığında Ayşe'nin sevgisi Ali'ninkinden fazla görünüyordur. Ancak madalyonun öteki yüzünü kimse görmüyordur.

Bence aşk,meşk, duygusallık işleri bireysel limit değerleriyle ölçülmelidir. Ali'nin obez olmuş faresi, Ayşe'nin dağ olamamış sevgisinden kıymetlidir benim nazarımda.

Öyledir işte.. Bi laf dinleyin!

* * *

İkili ilişkilere maydanoz olan bir başka şey de şeytan tüyüdür. Evet, şeytan tüyü diye bir zıkkım vardır ve bazılarında doğuştan bulunur bu zıkkım. Şeytan tüylü muhteremler, karşı tarafa ne kadar 'köpek çekerlerse' o kadar kıymetlenirler.

Özellikle hatunların şeytan tüylülere karşı tuhaf bir zaafı vardır. Kıla-tüye bu kadar kafayı takmalarına rağmen, şeytan tüyü dedin mi kadın kısmısına bir haller olur. Nerede şeytan tüylü bir er kişi görseler kovalamaya başlarlar.

Bilirler ki kovalamacanın sonunda yere kapaklanacak ve oralarını buralarını yaralayacaklardır. Gene de bir türlü vaz geçmezler, son sürat kovalamaya devam ederler.

Bu kovalamacada, 'kovalayan mı yoksa şeytan tüylerini epilasyona tabi tumayan mı suçludur?' bu soru hep muğlaktır.

Bana sorarsanız şeytan tüyü doğuştan felan gelen bir nanedir ve bu yüzden de suç değilse bile sorumluluk kovalayandadır.

Hatta, birçok şeytan tüylünün ilgiden ve sevgiden illahlah deyip epilasyona gittiğine ve bir türlü muvaffak olamadığına, bu yüzden de bunalıma girdiğine bile şahit olmuşumdur.

İnsan sevilmekten, ilgiden usanır mı yahu? Şeytan tüylüler usanır! Zira bazen durumlar kontrol dışına çıkar. Rüya kabusa dönüverir.. Kendilerinin de kaptırdıklarını fark ederler birden.. Gözleri dönmüştür aşırı ilgiden...

Ve aniden uyanırlar.. Uyandıklarında iş işten geçmiştir.. 'Kışt, pist, hoşt' felan diye peşlerindeki üstünü başını parçalayan onlarca şeytan tüyü meraklısı hatunu savuşturmaya çalışsalar da, olan olmuştur.. Pirincin taşı, pirinçten daha fazladır artık.. Ki ayıklayabilene aşk olsundur!

Durum buyken ben de tutup mizaha sırnaşın, mutsuzluğa bu kadar prim vermeyin, hayat güzel, pozitif olun, laylaylom diye maval okuyorum.

Benim bile kafam karıştı yahu!
İnsan psikolojisi bu rotada seyrederken mutlu olmak mümkün mü?
Cık!
Değil!
Çaaaat...

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,887,887,887,887,887,887,887,88
              16 Kahveci oy vermiş.
33 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı


NE OLUR

Ne olur
Sesini şarklılarının, gönlüme üfle
Anahtarlarını suya at yokluğunun
Senden başkasına tüm kapıları kilitle
Estiğinde rüzgar
Yorgun bulutlar çekilip ufkumdan
Yasemin kokularıyla penceremden gir

Ne olur
Anlatmak istediklerini sakınma
Dilinin bağını çöz
Nehirlerin akışını engelleme
Kat önüne beni de
Denizler çekildiğinde
Vurduğum karanın bilinmezliğinde
Şarkılarını
Ve sözlerini dinliyor olayım
Farkında olmadan uzaklığının

Ne olur
Geldiğinde yanıma
Beni de getir
Tanıştır o gözleri fel fecir aşk çocuğunu
Unuttum
Verdiğim sözlerin çoğunu
Seninle olmayan günleri de

Ne olur
Tutunduğum ne varsa hepsini al git
Dallarda rengin yoksa
Kırılsınlar
Ufuktan doğan güneş sana benzemediğinde batsın
Ay değdiğinde suyu yakmıyorsa
Kalsın kadehlerde bıraktığımız son sözler
Bu akşamın rahmetidir
Çöle damlayan
Yaşlar
Yalnızca bir damla sevdayı özler
Bahçemde boynu bükük hasret
İçimde yer tutamayan nefret

Ne olur
Beni sonsuza kadar beklet

Ben aşk denilen kavram üzerinde çok düşündüm. Çoğunlukla aşk şiiri yazdım. Yaşamadığım aşkların şiirlerini yazdım, hayal ettiğim aşkların şiirlerini yazdım. Çünkü şiir ve aşk ortak özelliklere sahiptir. Bu özelliklerden en önemlisi "her ikisi de akıl ve akıllı işi değildir" bana göre. İkisinin yer tuttuğu beyin aklı dışarı atmış demektir. Yukarıdaki şiirde akılla bir ilinti var mı? Akıl bunları talep eder mi? Kesinlikle hayır. Peki o halde niye ? aşk ve şiir insan yaşamındaki en faydalı bakterilerdir, acıya ve nefrete dayanmayı sağlar. Hayaller kurdururlar, ateş içinde yakarlar, kurtulduğunuzda yaşadıklarınızın anıları bir süre nekahet devresi denilen devrede sizi üzer ama genel ortalamada hep mutlu kalırsınız.

Bu yazımda siyaset ve benzeri şeyleri yazmak yerine yaşamın akla zarar mutluluklarını yazmak istedim. Son şiirimi de aşktan vazgeçmeyenlere armağan ediyorum. Ne olur aşık olmayı sürdürün.

Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 BaLdaki_Tuz__ : Uğur Erdoğan


DeLi gömLeği ütü istemez -2-

elektronik eşyalar , elektrikli işler ve elektrikli lafları sevemedim bir türlü...
ne hikmetse sanki herkes bir sözlükten çıkmış gibi aynı lafları ve aynı fabrikadan çıkmış gibi aynı elektirikli aletleri kullanıyor bana karşı... acaip darlanıyorum..

bir oto teybi ile bile baş edemeyen kendimin, bunca insanın lakırdısı ile nasıl mağdur durumda bırakıldığımı düşünmenizi isterim..
uyarmadı demeyin aahanda buraya yazıyom, gelmeyin üstüme yoksa denizli’li arkadaşım gibi beyninize çakarım çiviyi..

dün balık yedim..
aptal gibiyim nedense.. zaten bir balık, birde dayak yiyince böyle oluyorum..
(bilgi edinmek isteyenler bir önceki yazıya lütfen..) her ikisinide birden yiyince beni düşünün..

bende bi iran halısı var, sanırım dört tane yüzyıllık.. doktor gibi.. böylesi dayak yediğim zamanlarda duvardan indirip üstüne yatıyorum.. kendileri benim doktorum gibi bişey.. sabaha kadar yara bere ne varsa silip temizliyor ve nerdeyse sargı pansumanı bırakıyor geriye.. çamaşırdan ütüye ne kalıyorsa o yani..

yinede darlanmam iranlı halının bana bakmasına rağmen geçmedi.. uzamış saçımdan ve gittikçe birbirine dolanan sakalımdan bıktım.. bu bıkkınlığımı mahallemizdeki, nerdeyse benimle aynı dünya görüşüne ortak olan, eskiden as600 kamyonlarının tamirciliğini ve sürücülüğünü yapmış, fakat kendi kaderinin ibneliğinden bu hallere düşmüş fargo memet abime anlatmak üzere evden çıktım, daha köşeyi dönmeden mahalle parkının ilk uzantısı olan ve ağaçların seyrek olduğu bankın üzerinde neredeyse onu çırılçıplak bırakan pantolonu ile güneşlendiğini gördüm..

-abi dedim bi şi annatcam sana..
-kodumun teybini at dedim olum ondan sana hayır gelmez, dedi ilk karşılamada..
-yok abii saçlarımı kestircem o bakımdan şeyettim, dedim..
-saçındaki bitleri gördüm, önce bitlerini yiyelim sonra git ne yapacaksan yap,dedi espriyaparak ..
sonra yeriz abi, zaten sipora başladığım için onlardan kurtulmam gerekecek, bir süreliğinede sana bile bırakabilirim ama yememen şartıyla, dedim..

bişey anlamamış gibi bir ifade ile ablak ablak yüzüme baktı..
-ne siporu olum bu dedi.. sen bi başına yüz metre yürüyemezsin...
abi dedim, bak olimpiyatlardan çıktık.. televizyondaki bütün yarışmaları izledim nerdeyse özetler dahil.. ve hepsinin saçları kısa ve hepsi aşortfmanlı.. yüzlerce, milyarlarca.. aynı kabileden olanları belli etmek için aynı aşortfmandan daatmışlar..

abi sen izlemedin tabiki, anlatmamı istermisin..?
başıyla yarı onay, yarı sittir git işareti yaptı..
şahsım ve işime gelen olarak ilkini algıladım..

abi dedim, bir sürü meslek var bu olimpiyat işinde.. herkes bişi yapiyoo.. yeteneksiz olanlara çamaşır astırıyorlar.. ya da banyoda su ısıttırıyorlar.. yada sepet taşıttırıyorlar.. annıycann herkesin işi var.. asıl meslek sahipleri ise siporcular.. her birinin bi şekilde biranşları var..

yüzmek en ilginci abi.. kendi içinde kolları var bu biranşın..
geri geri sırtının üstü yüzme, yüzükoyun yüzme, metrelerce yüzme, hepsinin ortak noktası illa karşı kıyıdaki siyah bir yere ayaklarının tabanı ile büyük bi hışımla vurmaları.. biyerlerden bi kişi, iki kişi atlama, ileriye doğru kurbaklayarak yüzme, bi topla havuz içinde maç etme, inanmayacaksın ama bizim düğünlerdeki gibi toplu halde su içinde dans edip halay bile çekebiliyollar.. (ama dansözlerin hepsi dişil.. eril olanları dans ettirmiyollar..)

bir diğer bölünebilen biranş da ağırlıkları bi çubuğa takıp başının üstünde tutma siporu..
önce sarsıp sonra kopartma bölümünde yarışıyollar.. takriben 1.50 boyundan uzun insanların yapması yasak gibi geldi bana.. bi de ayıptır söylemesi o kadar ağırlığın altında zortlatma mevzuu var.. tüm olimpiyat boyunca ısınamadığım bi sipor biranşı oldu.. bu biranşta dişil ve eriller biribirilleriyle yarışmamak şartıyla aynı ortamda bulunabiliyorlar.. ve tamamen bireysel bi sipor biranşi..

en diğer sevdiğim biranş çekiç atma..
elinde tuttuğun çekici döne döne ileriye doğru fırlatıyorsun.. acaip keyifli bişey memet abi.. filistin’lilerin sapanları gibi.. direk sallayip atiyonn.. komşulardan biri çalmazsa çekicin kaybolma olasılığı sıfır.. bu biranşın bir diğer hoş yanı da çekicini evden getirebiliyon.. sapına delik açıp ucuna ip bağlaman da şart..

bi de koşmak siporunun biranşları var abicim..
az koşmak, çok koşmak gibi biranşları var.. koşuya başlarken yere kapaklanmak hadisesi de var. kısa koşmaya örnek olarak yüz metre birbirini süratle takip ki bu olimpiyatlardaki en ilgi çekici sipor biranşı. Uzun koşmanın örneği ise maraton denilen bi çeşit eğlence.. bu sipor dalında başarılı olabileceğimi düşünüyorum..

biliyosun beş yıl önce avrasya maratonu denilen bişeye katılmıştım..
herşey çok güzeldi ama ilk dört bin metreden sonra çok susadığımı hissedip, beşiktaş’daki bi bakkaldan gazoz alıp, kaldırıma çökerek içmiştim.. gazoz beni şişirdiği için yarışa sarıyer minibüsü ile devam etmek zorunda kaldım..

fargo abicim o yarış başlamadan evvel orda duran bi koliden aldığım camdan kase ödülü biliyosun.. en az elli milyon eder.. öyle bakma abi yaa.. tamam o kadar etmez diyosan eğer borç olarak ver..

tamam abi sen otuz ver fark etmez...

Uğur Erdoğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              24 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Esin Şeker


Sevgili...

Beni hayal kırıklığına uğratmadın sevgili..
Hep bir umutla bekledim.. bu ilişkinin bana senin bir lütfun olmasından kurtulması için..
Bunu çok acı çekerek, en derinlerde hissederek bekledim..
Hatırlarsan bir gece uykuya dalamamıştım.. oysa ki en çok olmayı istediğim yerdeydim..
Sendeydim ama senle değildim..
Bu çok acıydı..
Anlamadın..
Dedim ya sana.. kendime bile yabancıyım diye..
Evet.. kendime yabancıydım.. herkesten herşeyden çok..
Sahibim olmadı benim..
Acımasız dalgalarda yorgun düşmüş yüreğimi duymadın.. duyamazdın ki..
Büyüdüğümü hissediyorum.. bu da hoşuma gitmiyor demiştin..
Ben büyüyeli o kadar çok zaman olmuştu ki sevgili...
Bunu bilemezdin ki...
En çok kendine dalmıştın.. beni göremeyecek kadar kendinleydin..
İzin verdiğin sürece vardım yanında..
------
Oysa sevgili.. bu en zor, dayanılmaz, katlanılmaz zamanında yanında olmak isterdim.. omuzlarında bir yük gibi hissetmeni istemezdim..
Böyle hissetme diye uzak kaldım senden..
Kendim için çok acı birşeyi daha öğrendim ki.. ben uzak kaldığım sürece senin istediğin de ben değildim..
Eğer gerçekten isteseydin gelirdin.. izin vermenin ötesinde..
Çeker alırdın beni...
Ama..
Büyümek istemeyen bir çocuk daha başka ne yapardı ki..
Oysa..
Ben senin büyümeyen yanını da çok sevmiştim..
Ama..
İsteğim bana seni lütfetmen değildi ki..
Ben senin yanında bütün keyifsizliklerine bütün bu yarımlığıma rağmen sabretmeye çalıştım..
-----------
Sana güvenemedim sevgili..
Güvenmeyi çok istedim.. çoğu zaman hayır dedim.. sen kötüsün dedim kendime..
Ama..
Işık göremedim sevgili..
Aksini hissedebilecek, yanıldığıma inanacak kadar bile ışık vermedin bana..
Yine de teşekkür ederim sevgili..
Bir daha denedik ama olmadı işte diyebilmemiz için bana bu ilişkiyi lütfettiğin için..
Yanındayken kendime kurmama izin verdiğin mutluluk için..
Sana duyacağım özlemim için..
Gözlerimin ışığını kısa bir süre de olsa çaktığın için..
Göğsüne yaslayıp beni sıcağınla sardığın için..
-------
İnsan sevdiğinin yanındaysa daha bir güçlü olurmuş ya.. ben böyle hissedebildim onca keyifsizliğe kendi içimde yaşadığım gelgitlerime rağmen.
Ama..
Sana aynı şeyi hissettiremedim..
Hissettirememişim..
Özür dilerim sevgili..
Özür dilerim...
Sana rahatsızlık verdiğim için..
Senden habersiz mutluluk düşleri kuruğum için..
Kurduğum düşlerin bir ömürlük olmasını istediğim için..
Kötü gününde de sabırla yanında olmaya çalıştığım için..
Senin için birşey yapamadığım için..
Bir de üstüne üstlük sorun olduğum için..
------
Şimdi keyifsizsin.
Ama..
İnanıyorum ki..
Hepsi dün olacak gelecek güzel bir yarınla..
O zaman yanında ben olmayacağım..
Olmak istesem,olmamı istesen de olmayacağım..
Çünkü şimdi yoksam o zaman yanında olmamın anlamı yok bende..
Acı lokmayı bölüşemedik ki tatlının tadına varabilelim..
Yüzüm tutmaz buna..
İçime sinmez..
-----
Belki de bu yüzden benden nefret etmen için yapıyorum..
Gözlerime gözlerinin değmesine izin vermemem,
İçimin nasıl aktığını göstermemem,
Senden nefret ettiğimi hissetmene izin vermem..
-----
Hepsi içini rahatlatır, işine gelir mi bilmem ama..
İnşallah üzülmüyorsundur sevgili..
Artık sahneyi paylaştığın bir rol arkadaşın oldu..
Mutluluğu paylaşamadık...
Ama..
Hayat denen sahneyi paylaşıyoruz artık..
Ben de vitrindeyim artık..
Yüzümde sahte bir gülümseme, içimde bir parça burukluk,
inkar edemeyeceğim sevgin, geleceksizliğim, özlemim,
içime akıttığım yaşlarımla ben de iyi bir oyuncu olacağım sevgili..
-------
Yolun açık olsun sevgili..
Benim için dönülmez yollardasın artık..
Dilerim benim için dönülmez olan bu yol sana keyifsizliğini gölgede bırakacak kadar aydınlık olur..
--------
Elbet gün gelir ben de kendi yoluma düşerim..
Kim bilir..
Hayat işte..
devam ediyor edecek de..
Ben de o hayata karışacağım bir şekilde..

Esin Şeker
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
              8 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Serkan Selçuk


Türkçedeki yabancı kelimeler

Türkçedeki yabancı kelimeler yerine Türkçe ifadeler uydurmak gerekli mi sizce?
İşte size birkaç örnek:
CD: çok yoğunlaştırılmış tekerlek çalar
Tren: alttan ittirmeli, üstten tüttürmeli, çok oturgaçlı götürgeç
Yumurta: tavuksal fırlatgaç
Restaurant: sosyal otlangaç
Hostes: gök götürü konuksal avrat
Fotoğraf makinesi: şekil çeken
Milli marş: ulusal düttürü
otobüs: oturgaçlı götürgeç
Minibüs: kaptıkaçtı

Yukarıda verilen örnekler çok saçma... Türkçe o kadar aciz mi! ! ? ? Sanki birileri kasıtlı olarak Türkçe'de kelime türetilmeye çalışıldığında ne kadar komik bir tablo ortaya çıkacağını ima ediyor.. iyi '... ' ediyor....

Bir de diğer dillerdeki kelime sayısı ile bizim dilimizdeki kelime sayısını karşılaştırıp yeterlilikleri konusunda bir kanıya varmaya çalışanlar var. Bir kere dillerin yapısı bir birinden farklı. Örneğin İngilizce'de hayattaki her olay için ayrı bir kelime türetilmiştir.
Mesela; insanın suda yüzmesi ile, bir tahta parçasının suda yüzmesi farklı ifade edilir. Biz de ise ikisi de 'Yüzer' o kadar.. Mesela korkudan titremek, soğuktan titremek, heyecandan titremek, sinirden titremek hepsi farklıdır. Ama bizde sadece 'Titrersiniz'.. Onun için elmayla armudu birbirine karıştırmamak lazım. Aksi takdirde samimiyetten şüphe duyarız ona göre! !

Hem önemli olan dilin bir sürü kelimeye sahip olması değildir. Önemli olan insanın duygu ve düşüncelerini en kısa ve basit bir biçimde karşıdakinin kolayca anlayabileceği, yormayan, az enerji gerektiren bir dildir. Kısacası sade, yalın ve basit olmalıdır.

Matematikte en zor soru, cevabı en basit olanıdır derler. Dilin yapısı da matematik gibidir. Formüller ve cevaplar ne kadar basit olursa o kadar anlaşılır ve kullanışlı olur.

Hem biz binlerce yıllık bir geçmişe sahibiz... Köklerimiz tarih kadar eski... Devletler kurmuşuz, çağlar açıp kapamışız. Bilimde büyük yeniliklere imza atmışız. Devlet yönetimi geleneğimiz kökleşmiş. Askeri birikimimiz gayet iyi.. Hayatın bütün noktalarında bu kadar tecrübeye sahip bir milletin dili nasıl olur da sığ ve yetersiz olabilir.

Yetersiz olan dilimiz değil onu kullanan bizleriz.

Dilimize yerleşmiş kelimeleri kabul edelim! ! .. Ama nereye kadar. Biz şimdiye kadar olanları kabul etsek bile bizden sonraki nesiller de bir çoğunu kabul edecek... Peki bir dil bu şekilde giderse ne kadar süre dayanabilir? ?

Aslında yeni kelime üretmeye pek gerek yok. Neden mi? Çünkü zaten Türkçemizde var olan bir çok kelime var. Biz bunları hiç duymadığımız için kullanmıyoruz. Hepimizin başına gelmiştir. Memleketi birbirinden uzak olan kişiler birbirlerinden hiç duymadıkları kelimeler duymuşlardır.

İşte bu kelimeler ısrarla kullanılırsa tekrar dilimizde yer eder ve garibimize gitmez.
Gazetelerde, televizyonlarda, kitaplarda ve özellikle okullarda... İletişimin bu kadar geliştiği bir devirde bunlar hiç de zor değil.

Türkçe'de hiç karşılığı bulunmayan kelimeler için ise bu kelimelerle ilk karşılaşan aydınımıza iş düşmekte. Genellikle bilimsel ve teknolojik terimler doğrudan Türkçe okunuşları yazılarak dilimize geçmekte. Bunu ilgili çevreler devam ettirince biz üçüncü şahıslar için başka seçenek kalmıyor.

Yabancı dil bilenler bunu daha iyi kavrar. Özellikle Arapça bilen arkadaşlar Türkçedeki bir çok kelimenin kökenini görebilmekte. Ama bazen o kadar vahim durumlarla karşılaşıyor ki insan! !

Peki bu şekilde kelimelerin dilimizde yer etmesi çok mu zararlı... Evet çok zararlı.. Kısa vadede (10-20-30-50-100) yıl içinde bizim için pek bir şey değişmez.. Ama sonraki nesiller ne yapacak... Örneğin ben dedemle konuşurken bazı kelimeleri anlamazdım... O da benim dediğim bazı şeyleri anlamazdı.. Ama görün bakın ki ikimiz de aynı dili konuşuyoruz...

Peki 1000 YIL sonra ne olacak sizce.. Çünkü bir milletin bekası ancak dili hayatta kaldığı sürece söz konusu olabilir. Dili olmaya bir millet kendini nasıl ifade edecek. 1000 YIL sonra 'TÜRK' kelimesi ortadan kalkınca insanlar nasıl 'BİZ TÜRKÜZ' diyecek.. Bu dünyaya kendimizi nasıl anlatacağız. Onu da söyleyeyim. O zaman 'BİZ '.......' 'YIZ' diyeceğiz. Artık boş kalan kısma o zaman dilimiz hangi dilin istilasına daha çok uğramışsa o dilin ait olduğu milletin adı gelecektir muhtemelen.

Bu gidişatın bir tehlikesi de dilin tembelleştirilmesidir. Dil yaşayan bir olgudur. Dinamik ve kendini yenileyen bir yapısı vardır. Her ortama ve çağa ayak uydurabilir. Fakat geçmişi ile olan bağları koparsa okyanusta pusulasız kalmış bir gemi gibi nereye gittiğini bilemeden oradan oraya savrulur ve kaybolur gider. Kimliğini unutur. Kim olduğunu unutur. Türk olduğunu unutur.

Eğer dil tembelleşirse, yeni kelime üretme yeteneği köreltilirse, yabancı dillerden hazır kelimeler alınma yoluna gidilirse, dil beslenemez. Zayıflar. Bu zayıflama süreklilik arz ederse geri dönüşü imkansız zararlara sebebiyet verir. Mesela günümüzde bunun belirtilerini görmek mümkün...

Dinlediğiniz şarkılara bakın.. Hiç eski şarkılara benziyor mu? Ya da hiç belleğinizde yer etmiş yeni bir Halk müziği var mı? Hep eskileri dinliyoruz. Eskiden bu halk müzik yaparmış. Şimdi? ? ! ! Bu gün müzik yapamaz hale gelir, yarın kelime üretemez hale gelir, sonunda ise Türkçe konuşamaz hale gelir.

Peki ne yapacağız. Ellbette bilinen örnekler gibi kendimizi komik durumlara düşürmeyeceğiz. Ama uzun vadeli düşüneceğiz. Bir düşünün.. Dilimizde yer etmiş bir kelimenin yerine yenisini kullanmaya başladık diyelim... Bizim için zor olacak. Saçma gelecek. Belki de komik olcak... Ama bizden sonra nesil için gayet normal olacak çünkü sadece o kelime ile karşılasmış olacak.

Örneğin; SENSÖR=DUYARGA biz şimdi arabaların 'PARK SENSÖRÜ' diyoruz. Ama bizden sonrakiler bunu bizden 'PARK DUYARGASI' olarak duyduklarında Türkçemizi bir kelimeden arındırmış olacağız. 'ARI TÜRKÇE'YE ' biraz daha yaklaşmış olacağız. On yılda 10 kelime kurtarsak, 100 yılda 100 kelime eder. Günlük konuşma dilimizde kullandığımız kelime sayısını düşündüğümüzde hiç de küçümsenmeyecek bir rakam.

Zamanında Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün 'Arı Türkçe' fikrini 'GÜNEŞ DİLİ KURAMI''nı bir çok kişi eleştirmişti. E bakın şimdi o eleştirenler bizleri nereye getirdiler. Başarılı oldular diyorsanız diyecek bir şeyim yok. Ama başarısız olduklarını düşünüyorsanız bence 'GÜNEŞ DİLİ KURAMI''nı incelemekte bir yarar var diyorum.

Türk Milletini esaretten kurtarmış, yetmemiş bir devlet kurmuş, yetmemiş kendi kendine yeterli bir ekonomi geliştirmiş, yetmemiş bize tarihimizi öğretmiş, yetmemiş sanatı sanatçıyı desteklemiş, yetmemiş bizi dünya arenasına sokmuş, o da yetmemiş bize bir de dilimize ileride sahip çıkabilmemiz için bir kuram ortaya koymuş.

Bu kadar işi başarmış bir insanın dil konusundaki düşüncelerine de bir kulak vermek gerekmez mi? Sizce tarafsız ve ciddi bir incelemeyi hak etmiyor mu?

Saygılarımla...

Serkan Selçuk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              8 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.352 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Homeros ağladı...Islattı esmer kadının eteğini...

"Bana kalsa yazmazdım bu kahrolası şiirleri... Ama ödevimdi devşirmek duyguları, tüm esrikliğiyle"

Gece esmer bir kadının baldırları kadar
Çıplak / terli
Soluk alışların buğusu
Puslandırır camdan gözbebeklerini
Gayri kabilin çilesi

Bilirsin
Manzarası bol bir aşktı bizimkisi
Kalabalık seyirci kitlesi önünde
İndirdik perdeyi
Ve
Tükendi
Asrın epik eğilimi

Sıkıca sarıldık siyah yelesine
Safkan hayatın
Topuklarımızı vura vura duyurduk gidişimizi
Ki ölüm emrini verdik vuslatın

Artık
Ayrılığın demi tuttu
Suyu boşaldı sevdanın
Canlandırıcı ilkenin çığıltısında,
Sancıyla kanadı kızıl
Hakkını vere vere tükendi kırmızı

Kan ter içinde
Yorgan döşek eridi(k)
Ki bittiğimizin resmedilen son sahnesiydi
Hüzün

Gözlerinin bittiği yere
Gölgesi bereli heybetiyle dökülürken bergüzar
Mor sağanaklar sızdı
Çamlıca'nın kalabalık eteğinden aşağı
/ sağır / sakin /sessizce
Kırıttı çatanalar grup vakti
Gaile gösterdi yüzünü Galata Kulesi belinde

Ki dündü bugünden önceki
Düşüm
Dün.. Beyzade(m)
Dün, ben astım boynuna
Fesleğen kokulu salkımları
Gözyaşımla birlikte
Ben gömdüm soğutmadan tenini
Sütlü kahve tenime

Pikaptan yükselirken aşk nağmesi
Üşüdüm
Fikrime sen-siz-lik düştüğünde

Öldüğümde
Tenimden başladı neyin kadife sesi
Yanarak
Döküldü geceye

Ki ahesteydi ruhum,
Nurum sürgünde

Oysa hala yankılanır içimde, daüssıla dillenir:

"Ah
O neyzenin eğik başı, dik onuru
Ah o gözlerin güçlü kaçışları, yakışları içimi
Ah ki bakışları
Turkuvaz mavisi"

Son kez
Dinledim tan saçlarını ağartırken
Coşkulu nağmeleri
Başladığında rapsodi,
Homeros ağladı...Islattı esmer kadının eteğini...

-Yazık ki nefret aşkın son dönemeci...

Nurdan Pamuk

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Ne çekirdek vardır ama bunda, ye ye bitmez!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Deniz Feneri Derneği her Ramazan olduğu gibi bu ramazan da yoksulun, ihtiyaç sahibinin, muhtacın yüzünü güldürmek için kolları sıvadı. Deniz Feneri'ne sitenizde bannerımızı yayınlayarak destek olmak ister misiniz? http://www.denizfeneri.org.tr kısayolunu tıklayarak işe başlayabilirsiniz. Deniz fenerini gerçekten faydalı işler yaptığı hepimizin malumu, bir tık da sizden.

Uzun zamandır faydalandığım bir web sayfası http://www.suprnova.org/ , aslında sadece web sayfası demek yetmez. mp3'den dvd formatındaki filmlere kadar bir çok kaynağa ulaşabiliyorsunuz. İlk yapmanız gereken "bit torrent" isimli yazılımı indirp bilgisayarınızda çalıştırmanız. Aksi halde indirdiğiniz dökümanları çalıştıramadığınız gibi, ne işe yaradığını da anlayamıyorsunuz. Bir ipucu daha diyelimki mp3 indiriyorsunuz, veri'nin tamamını indirmeden çalmaya çalıştığınız mp3 size anlamsız gelebilir. Bu sayfayı kullanırken sabırlı olmanız gerekiyor. Bir günde bitiremediğiniz dökümanı daha sonra kaldığınız yerden indirmeye devam edebiliyorsunuz.

İşte size eğlencelik bir flash çalışması http://www.cartoline.it/pics/_zoom_flash.htm?immagine=scherzi_150404_01.swf . Önce otomata paranızı atıyor ve içeceğinizi seçiyorsunuz. Daha sonrası için tıklamaya devam.

...İnsanoğlunun, tıpkı köpeklerde yaptığı gibi, kedilerde de yeni türler meydana getirme hırsı ve çabası. Kısaca, türlerin kendi tabii gelişimi (evolution) dışında, insanın planlıyarak, deneyerek, hedefleyerek ortaya çıkardığı türler ve tabii olarak meydana gelmiş bir türü idame etmek için sarfettiği gayret. Mesela, İran Kedisi, Van Kedisi türlerinin, aynı karakteristikleri taşıyarak, devam etmesi için verilen uğraşıda olduğu gibi... Yazının devamı ve hayvan dostlarımız hakkında tüm bilgiler için http://www.pet.gen.tr kısayolunu tıklayabilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Volumouse 1.10 [73 kb] Windows FREE
http://www.nirsoft.net/utils/volumouse_setup.exe
Mouselarımızın ortasında peydah olan tekerleği kaçınız layıkıyla kullanıyorsunuz? Tahminime göre bir elin parmaklarını geçmez. İşte bu programla o tekerleğe hoş bir işlev yüklemek mümkün. Çok geniş bir konfigürasyon seçeneğinden birini seçiyorsunuz ve o tekerlek bir ses ayar düğmesi haline geliyor. Bilgisayarında müzik dinlemeyi zevk edinenlere şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041014.asp
ISSN: 1303-8923
14 Ekim 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com