|
|
|
15 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : 11 Ayın Sultanı, 12. Ay!.. |
Merhabalar,
Her köşebaşında bir pankart "11 Ayın Sultanı ya Şehr-i Ramazan Hoşgeldin". Hani insanın Ramazan olup "Hoşbulduk" diyesi geliyor. Ramazan'ın çağrıştırdığı o kadar çok şey var ki. Oruç tutan tutmayan herkesin bir masa etrafında toplandığı o güzelim iftarlar, yumurtalı yumurtasız, çıtır çıtır enfes pideler, iftar vakti boşalan sokaklar, bir aylığına köşeye kaldırılan içki şişeleri ama herşeyden önemlisi yardımlaşmanın, olanın olmayana el uzatmasının ayyuka çıktığı günler. Son yıllarda belediyelerin kurduğu iftar çadırlarının özlemle beklenişine şahit oldunuz mu hiç? Ben oldum. İşte o bir ayı Sultan yapan belki de bu bekleyiştir. Hiç olmazsa 1 ay akşamları sıcak bir yemek yiyebilmenin telaşıdır kimbilir. Şükretmek için mutlaka bir iftar vakti bir çadırın önünden geçin hatta içine girin. Temizpak ama başı önde hızla yemek yiyenleri göreceksiniz, üzülmeyin, şükredin. Evet güzel memleketimde açlıktan ölünmez ama pekçok evde o meşhur gurur uğruna bir dilim kuru ekmek ve bir bardak su ile oruca niyetlenilir. Bu günleri iyi değerlendirin. Etrafınıza bir başka gözle bakmayı deneyin. Olanaklarınız ölçüsünde yardım etmeyi deneyin. Bu konuyu kendilerine görev edinmiş "Deniz Feneri" gibi derneklere ulaşmaya çalışın. Ne bileyim işte, hiç olmazsa 1 ay birşeyler yapın/yapalım diyorum ben.
Sabah gene erken servis var. Yatmalı ve erken kalkmalıyım. Sizlere hayırlı bir Ramazan, güneşli bir hafta sonu dilerken pikaba da gene eski bir plağı koyup gidiyorum. Matt Monroe söylüyor "The Music Played". Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Ramazan geldi, hoş geldi... |
|
İlk oruç tutmaya başladığımda on yaşlarında idim. Öyle her gün muntazam tutabildiğimi sanmayın sakın. Hatta dayanamayıp, annemin yaptığı yemekten aşırmaya katlığımda yakalandığım anneme "aaaa oruçlu olduğumu unuttum" diye yalan atıp, sanki yanlışlıkla yemiş gibi yediklerimi tükürmüştüm. Öyle ki; yanlışlıkla yediğinizde, fark ettiğiniz anda ağzınızı çalkalarsanız orucunuz bozulmazmış. Bu vesile ile bende, çocuk aklımla hem annemi, hem kendimi kandırmıştım.
Babam etli yemekleri çok severdi. Bu sebeple bazı sahur yemeklerinde soframızda ette olurdu. Çok gece o etlerden yemeyeceğim diye tutturduğumdan aç yatıp, ertesi gün akşamına kadar aç oruç tutmuşumdur. Babam da çok inatçıydı tabi ki, benden inatçı olmasın... Bu Bakımdan kime çekmiş olduğum açıktır sanırım.
Annem yaz aylarında oruç tuttukları zamanı anlatır, akşama kadar aç ve özellikle susuz kalmanın zorluklarını anlatırdı. Gerçi, yaz aylarında oruç tutmak durumunda kalmadım henüz. Ben tıpkı annem gibi, kış ramazanını yazınkilere tercih ederim elbette. Kışın günler kısadır; insan bir de bakar, top vakti yaklaşıvermiş. Halbuki yazın, hararetten bunalmanızı, dudaklarımızın susuzluktan böcek kabuğu gibi kaskatı kesilmesini bir tarafa bırakın, bir türlü akşam olmak bilmez. İlerleyen yıllarda uzun yaz günlerine denk gelen ramazanlarda oruç tutacağım konusunda beyanat veremem. Hem susuz, hem sigarasız 10-12 saat geçer mi?
Her sene, ramazan gelmeden evvel evimiz baştan başa temizlenir, sanki Ramazan' da kıtlık olacak gibi yığınla kuru gıda v.s. stok yapılır. Anneme her seferinde "market iki adım, niye dolduruyoruz evi" desem de, alışkanlıklarından vazgeçmez. Bu şekilde eve bereket gelirmiş. Ramazanın en çok sevdiğim yanı, iftara gelen misafirler ve komşular arası tatlı götürme trafiği. Paylaşım, bu noktada çok keyif verici. Paylaşmak dışında oruç tutmak kişiye; nefs-i irade, kanaatkar olmak, maddi manevi olgunluk, sabır, sıhhat v.b. faydalar sağlar. Ancak oruç tutanlar, bu gibi tali faydaları için oruç tutmaz. Bunlar inancı gereği farz olan bir ibadeti yerine getirmenin ödülleridir.
Ramazan'ın Müjdecisi Yeni Hilal....
İslam inanışına göre Ramazan ayı, ramazan hilalinin doğuşu ile başlar. Şimdiki gibi takvimlerden kesin tarihi belirlenemediği için, herkes kutsal ayın geldiğinin müjdesini verecek incecik hilalin gökyüzünde görüneceği anı yakalamak peşindeymiş. Akşam saatleriyle birlikte "yeni hilali ilk gören kişi" olmak sevdası, "Yevmüşşek" yani şüpheli günler diye adlandırılan Şaban ayının son günlerinde yoğunlaşırmış. Bu nedenle, Şer'iye mahkemelerinde kadılar, müftüler sabahlara kadar nöbet tutup Ramazan müjdecisini beklerlermiş. Sonunda Yeni Ay'ı ilk gören soluğu kadının huzurunda alır ve "Ay'ı ilk gördüğüne dair" yemin ederek, Ramazan'ın ilan edilmesini sağlarmış. Toplar atılır, mübarek ayın geldiği dört bir yana duyurulurmuş.
İftar Diş Kirasız Olmaz...
Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklarda iftar daveti verilirmiş. Bunun yanında fakir halk içinde de sofralar hazırlanır, çat kapı gelen Allah misafiri içeriye alınırmış. İftarın verildiği köşk ve konak evler, ziyafet evi halini alır, misafirler iftarını edip terafiye gitmek üzereyken, hane sahibi tarafından kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler diş kirası olarak hediye edilirmiş. Fakir fukaraya ise, hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak, gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirmiş…Artık kentleşme ile bu ve benzeri adetler yapılmamaktadır.
Kutsal ayın gelişi ile evlere şenlik doğar, bereket yağar. Yine eski Ramazan' larda, Ailenin tüm üyelerinin toplandığı iftar sofraları birbirinden leziz özel Ramazan tatlarıyla donatılır, izzet ikram faslından sonra kahveler, şerbetler içilir; sıra eğlenmeye gelirmiş. Ama önce masallar anlatılır, yaşlı başlı olanlar bilmece faslında ortaya çıkarlarmış. Bilmeceyi bilmek ve diğer hünerlerini -adabına göre oturup kalkmak ve büyüklere hürmette kusur etmemek dahil- gösteren dest-i izdivaç çağındaki kızlara çaktırmadan not verilirmiş. Ramazan boyunca devletin önde gelenleri ve varlıklı kişilerin konaklarında büyük iftar sofraları kurulurmuş. İftarların en görkemlerinin yaşandığı sarayda sofraya büyük siniler salonlara dizilir, saraylılar sofranın çevresine sıralanıp iftar açarlarmış.
Namazdan sonra eğlence yerlerine gitmek adettenmiş. Özellikle Şehzadebaşı' ndaki Direklerarası en canlı eğlence merkezlerindenmiş. Tavuk Pazarı'ndaki semai kahveleri, Şehzadebaşı' nda sergilenen kukla, Karagöz, Ortaoyunu gösterileri, bazı ünlü meddahların devam ettiği kahveler en çok ilgi gören eğlence mekanlarıymış. Kavuklu' suyla, Pişekar' ıyla, davul ve zurnanın coşkulu sesiyle, lavanta kokularıyla orta oyunu, bir başka alemmiş o zamanlar. Orta oyununda olaydan çok nükteye yer verildiği için, oyuncular aralarında tespit ettikleri konuyu çoğu zaman taklit ve nükte üstüne nükte yaparak hareketlendirir ve renklendirirlermiş.. Yine çalgılı kahveler, erkeklerin Ramazan gecelerinde gittikleri, müzik ve eğlencenin tam anlamıyla yaşandığı eğlence yerlerindenmiş. Çalgıcı takımı genellikle yüksekçe bir yerde oturur ve teravih çıkışı cümbüşü başlatırmış. Önce klarnetle nihavent bir taksim... Arkasından marş temposunda bir alafranga parça... Gazeller, semailer, koşmalar, divanlar, maniler, destanlar arkadan gelirmiş. Kadınlar da evlerde toplanır, çeşitli eğlenceler düzenleyip maniler okuyarak sahur vaktine değin hem eğlenip hem de sahur yemeği hazırlarlarmış. Sabaha karşı davulcuların okuduğu maniler, sahuru haber verir, sahur yemeği yendikten sonra da yatılırmış.
Manilerden Örnekler...
İşte geldim iki büküm
Üstümdedir davul yüküm
A benim ağalarım selamün aleyküm
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim ağalarım namazınız mübarek ola.
Akşamdan pilavı pişirdim
Gene karnımı şişirdim
Ben çok mani bilecektim ama
Defteri yolda düşürdüm
Davulumun üstü kırmızı
Dün akşam gördüm yıldızı
Arkadaşımı sorar isen
Camilerde kilim hırsızı
Omuzumda davulum gümlersin
Hasta mısın inlersin
Hatip'in Fatma'yi mi?
Yoksa Çerkezin Hacce'yi mi istersin
Eski cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnim tok ama
Arkadaşımın cani börek ister
Ahmet ağa uyursun uyursun
Uykularda ne bulursun
Kalk al abdest kıl namaz
Sabahleyin cenneti bulursun
Arnavut' musun Tatar' mısın
Ekşili çorba yapar mısın
Ben sana davul çalıyorum amma
Acaba sen oruç tutar mısın?
Yararlanılan Kaynaklar : http://www.bigglook.com, http://www.yenisafak.com.tr
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Hikayeci : Tarkan İkizler Konserve kutusu... |
|
Serap kapının önünde duran taksiden inince, taşıdığı paketleri ve çantaları zorla da olsa tek eline aldıktan sonra şoförün uzattığı para üstünü açık camdan uzanıp aldı. Apartmanın kapısını sırtını dayayarak itip açtı, otomatik olarak geri gelen kapının arasında kalmamak için çevik bir hareketle dönüp aradan sıyrıldı...
Hızla merdivenleri çıkarak oturdukları kata geldi, elindekileri kapının önüne bırakıp çantasından anahtarı çıkarmaya çalıştığı sırada, karşı komşusunun kapısı açıldı...
- Merhaba benim siparişimi unutmadın değil mi Serap'çığım?
- Aaa! Hiç unutur muyum? Dur...
Kapıyı açıp içeri geçerken, alışveriş poşetlerinin içinde el yordamıyla bulduğu bir paketi komşu kadına vermek için, ayakkabısını çıkarmadığı ayağının üstünde seke seke, tekrar dışarı yöneldi ve paketi kadına verince geri dönüp içeri girdi, kapıyı kapadı...
Serap, poşetleri boşaltıp, aldıklarından bazılarını aceleyle buzdolabına yerleştirince, birkaç şeyi de mutfak masasının üzerine bıraktı... Mutfak dolaplarından birini açıp büyük bir tencere çıkarttı ve içine bir miktar su koyup ocağın altını yaktı... Buzdolabını tekrar açtığında uzun süren bir boş bakıştan sonra aradığı şeyi bulamayınca, yeni yerleştirdiği paketleri sağa sola çekip dolabın derin kısımlarını kontrol etti. Artık emin olmuştu; "Salça yok!"
Erol'a yapacağı sürpriz için artık hiçbir engelin kalmadığını düşündüğü anda olacak iş değildi. Evleneli tam bir yıl olmasına rağmen evde hiç yemek yapmamıştı. Ve bugün ilk kez, evlilik yıldönümlerinde Erol'a işten dönünce şaşıracağı bir sofra kurmak istemişti. Birçok şeyi de hazır almıştı ama, onlar hep aperatif sayılabilecek basit şeylerdi ve esas yemeği aldığı tarife göre kendisi yapacaktı... Sürpriz buydu...
"Hayır! Pes etmiyorum... Bu yemeği yapacağım." diye kendi kendine düşündü ve bir an için ketçabı salça yerine kullanmayı akıl etmiş olsa da, ketçabın yemek için fazla tatlı olabileceğini düşünüp hemen bu kararından vaz geçti... Ve birden yarı şaşkın yarı heyacanlı bir şekilde;
"Aaa... Yaşasın!" diyerek kocasının odasına gitti. Kocasının aldığı son reklam işlerinden birinde konserve salçasıyla ilgi bir çalışma vardı ve eve getirdiği örnek kutu çalışma odasında rafta duruyor olmalıydı...
Kurnazca gülümseyip, bu pratik çözüm için biraz da şımararak, "Ne yapalım ilk deneyen ben olurum." diye kendi kendine konuştu.
Evet işte konserve kutusu şu ortadaki rafta duruyordu... Hemen alıp mutfağa döndü çekmeceden konserve açacağını bulup kapağı açmaya başladı ama salça kutusu açılmayı bırakın, üzerinde minik bir deliğe bile izin vermiyordu. Biraz daha çabalayınca "Acaba yanlış bir şey mi yapıyorum?" diye düşündü. Ama bunca zamandır hep konserve aça aça, neredeyse uzmanı olduğu bir konuda yanlış yapması mümkün değildi. "Yok, yok, böyle olmayacak, şu ayakkabılığın çekmecesinde bir tornavida olacaktı." diyerek mutfaktan çıktı ve az sonra elinde bir tornavida ve küçük bir çekiçle geri geldi...
Kaynaya, kaynaya suyu biten tencereyi farkedip söndürmesini ve tekrar su koyup ocağın altını yakmasını saymazsak tam on dakikadır konserve kutusuyla uğraşıyordu... En sonunda sinirlenip elindeki tornavidayla çekici mutfak masasının üzerine fırlatıp attı... Her şeyi öylece bırakıp sokak kapısını açıp karşı komşunun zilini çaldı...
"Geldim, geldim..." diyen kadın kapıyı açtığında, komşusunu karşısında görür görmez kapıyı açık bırakıp arkasını döndü ve içeri doğru yürümeye başladı, bir yandan da " Böyle yaşlanınca insan macera arıyor, artık kapıları 'kim o?' demeden açıyorum, dur şimdi getiriyorum galetaların parasını." diye söyleniyordu ki aniden tekrar geri döndü.
- Aaaaa, evladım ne oldu böyle sana?
- Teyzeciğim ben varsa biraz salça isteyecektim de...
- Hah, hah, ha... Amma şakacısın... Ah benim güzel kızım, utandın mı galetaların parasını istemeye?
- Teyzeciğim iki galetanın lafı mı olur, para mara istemem vallahi. Sadece iki kaşık salça istiyorum...
- Üstüme iyilik sağlık, elindeki salça kutusu ne kızım o zaman, ay sen utandın değil mi? Doğru söyle. Alınacak birşey yok ki bunda, benim rahmetli de böyle kuruşu, kuruşuna alışverişin hesabını isterdi benden...
-Teyzeciğim vallahi dedim değil mi? Vallahi de billahi de salça istiyorum sen bakma bu manyak salça kutusuna elimde kalmış...
-Ah! Ah! Bir de ben rahmetliye olan kızgınlığım geçmedi diye seneyi devriyesinde mevlid okutmamıştım, canım herkes böyleymiş demek ki, ah anam benimki melekmiş meğer...Dur kızım dur ge......
-TEYZE! Bana salça lazım, galeta parasını falan istemiyorum, tamam mı? Bu kutu da açılmıyor ve hırsla mutfaktan çıkınca elimde kalmış...
-A! Vallahi sen doğru söylüyorsun galiba... Ama bende salça yok ki. Biliyorsun, kızım yemekleri kendi evinde yapıp getirir bana... Aaa! Dur, dur, yedi numaradaki emekli avukata gidelim. Bir keresinde yılbaşında benim damat ananas konservesi getirmişti de ben bir türlü açamamıştım şıppadanak açıvermişti...
- Tamam teyze çabuk gidelim sen tanıyor musun?
- Aaa! Ne bu acele kızım dur gideriz kapıyı kilitleyelim de... Bak galeta parasını istiyorsan beni boşu.......
- TeyyyZee!...
Teyze kapısını kilitlerken bizimkinin kendi evi aklına geldi ve "Ayyy!" diye kısa bir çığlık atıp mutfaktaki tencerenin altını söndürmek için koşa koşa evine gitti... Geri gelip kapıyı kapattığında teyze yaşadığı küçük olaydan mutlu, gülümseyerek kapıda kendisini bekliyordu. Beraberce yedi numaradaki emekli avukatın kapısına geldiler teyze kapıyı çaldı...
Kapıyı açan emekli avukat karşısında bayanları görünce heyecanlandığını belli ederek konuşmaya başladı;
- Ümran böyle habersiz olur mu? Allahaşkına... Evet birgün kızımla tanıştıracağım diyordun ama, böyle aniden...
- Muharrem efendi, dur ayol heyecanlanma, bu benim kızım değil, komşu, yani kızım sayılır aslında ama...
- Neyse efendim biz sizi rahatsız ediyoruz, kusurumuza bakmayın bu konserveyi açamadık da...
- Ne demek efendim, ben şimdi bir dakikada açarım onu, bir keresinde yılbaşıydı Ümr......
-Ümran hanım size ananas konservesi getirdiii... Biliyorum efendim, biliyorum yanlız sizden rica etsem, şu konserveyi...
-Ümran, hani kimse bilmeyecekti, hiç kimseye hiç birşey söylemeyecektik...
-Ortalığı karıştırma şimdi Muharrem efendi... Sen şunu aç da hanım kızımızın işi görülsün...
- Yok, yok, yine sen bana bir oyun ediyorsun ama, dur bakalım. Ah hanım kızım sizinle böyle bir zamanda tanışmak istemezdim, evin dağınıklığı için kusura bakmayın artık, ne de olsa habersiz misafir...
- Muharrem efendi sen şu salçayı açacak mısın? Yoksa başkasını mı bulalım?
- Tamam, tamam...
Emekli Avukat Muharrem efendi, salça kutusunu alıp mutfağa giderken merak içindeki iki bayan da, onu takip etti... Bayanlar, Muharrem efendinin on-onbeş dakika konserve kutusuyla boğuşmasını seyrettikten sonra bu işin olmayacağını anladılar. Zavallı adamcağız hem basit bir konserve kutusunu açamamanın ezikliğini duyarak, rezil olduğunu düşünüyor, hem de nasıl olur da bir tek delik bile açılmayan bir konserve kutusuyla karşılaştığına şaşırarak, ikide bir "Allahallah, Allahallah..." diyerek söylenip duruyordu...
- Bu bir şaka değil mi Ümran?
- Yok vallahi kız da açamamış sana getirdik işte...
- Amca, inan tornavidayla, çekiçle denedim olmadı...
-"Allahallah... Yürüyün aşağıya tamirciye gidiyoruz... Ben bu işi beceremezsem ve ne olduğunu öğrenemezsem ölürüm... Onlarda her türlü alet edavat vardır..."
Önde emekli avukat Muharrem efendi, bir iki adım arkasında iki bayan tamirhanenin önünde durdular... Tamirhanenin ustası Kemal bey "Hoş geldiniz, merhaba." diyerek kendilerini karşılayıp içeri buyur etti. Kemal usta önlerinde yürürken bir yandan da hemen arkasındaki Muharrem efendiye " Eee! Muharrem abi, hep bahsediyordun ama bir gün yengeyi alıp çay içmeye geleceğin aklıma gelmezdi" diyince, teyze başını sağa sola yavaşça sallayıp önünde yürüyen muharrem efendiye sıkı bir çimdik attı...
İki hanım birden aynı anda "Yok onun için gelmedik" diyince, Murat usta sırnaşık bir şekilde cevap verdi; " Haaa... Anladım o zaman siz gittikçe daha küçüğü yapılan Japon arabalarından aldınız, araba da cebinizde, ama yanlış yere geldiniz saatçi yanda..."
- Aman be Murat usta bırak şimdi zevzekliği, biz delirmek üzereyiz burada, şu hanım kızın elindeki konserve kutusunu bir türlü açamadık. Tek tek hepimiz denedik olmadı artık sana gelecek kadar zorlandığımıza göre gerisini sen düşün...
Murat usta kolunu yarım havaya kaldırıp başını az sağa eğerek inanmıyormuş gibi güldü. Sonra karşısında duran üç kişinin de kendisine çok ciddi baktıklarını görünce konserve kutusunu eline aldı, önce şöyle bir evirip çevirdi, sonra da; "Açacak nerede?" diye sordu. Muharrem efendi "Açacak, maçacak yok, sen kendin bunu bir şekilde açacaksın!" dedi. Murat usta hemen işe başladı.
Önce kalın bir tornavida alıp çekiçle yavaş yavaş konserve kutusunun üstünü delmeye çalıştı baktı ki anlattıkları kadar zorlu bir kutuyla karşı karşıya, takım tezgâhının altındaki keskiyi alıp başladı çekiçle konserveye vurmaya... Ama bir türlü olmuyordu. Konserve kutusunu masanın yanına monte edilmiş mengeneye sıkıştırıp başladı çekiçle vurmaya, iş iyice inada binince eline bir murç alıp balyozla vurmayı denedi Muharrem efendi murcu tutuyor, Murat usta balyozu indiriyordu fakat nafile ancak küçük bir kaç çizgi oluşmuştu hepsi o kadar... Yine bir beş-on dakika böyle uğraşınca hepsi birden bu işin olmayacağını kabul etmek zorunda kaldı. Geldikleri gibi tek sıra Murat ustaya teşekkür edip dükkândan çıktılar.
Önce Muharrem efendi kendi evine girdi. Kapıyı kapatmadan önce Ümran teyzeye "Sonra, görüşüp konuşuruz." anlamında bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Sonra iki bayan kendi bulundukları kata çıktılar. Ümran hanım tam bir şey söyleyecekti ki en alttan, sokak kapısının açıldığını duydu ve sessizce el sallayıp, kapısını kapatıp evine girdi.
Serap kapıya yönelmişti ki, aceleyle çıkarken anahtarı da içeride, kapının üzerinde unuttuğunu anladı... Kapıya yaslandı yavaş yavaş kaydı ve eşiğe oturup herşeyini kaybeden biri gibi üzülerek başını önüne eğdi... Aynı zamanda aşağıdan gelen ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu, bu Erol olamazdı çünkü işten çıkmasına daha bir saat vardı. Ama yanılmıştı işte, gittikçe yaklaşan ayak seslerinin sahibi Erol, karşısında olabildiğince gülen yüzüyle duruyordu.
- Güzelim ne bu halin, ne oldu sana? İyi misin, kötü bir şey yok ya? diyerek ne olduğunu anlamaya çalışan Erol'un boynuna sarılmak için ayağa kalkan Serap elindeki konserve kutusunu yere düşürünce, Erol bir salça kutusuna bir Serap'a bakarak bir açıklama bekliyordu.
-Erol bu açılmıyor...
- Biliyorum güzelim, onun için yapıldı zaten...
Serap şaşırmış Erol'a bakıyordu...
- Ne diye şaşırdın güzelim?
- Ben... Ben sana evlilik yıldönümümüzde ilk kez yemek yapacaktım, her şeyi ayarladım ama salçayı düşünememişim, evde de yoktu sonra aklıma bu geldi ama bir türlü açamadık.
- Açamadık?
- Evet, komşudan rica ettik, o da açamadı, tamirhaneye götürdük onlarda açamadı...
Artık Serap hafif hafif ağlamaya, Erol ise gülmeye başlamıştı..
Erol işaret parmağıyla karısının dudaklarında "Sus" yaparken kendisi de anlatmaya başladı; "Güzel karıcığım, bu; reklam çekimleri için, kalın ve içi dolu çelik borudan kesilen parçanın üzerine etiket yapıştırılmış özel bir kutu. Bu öyle bir reklam ki, salça yapılan domatesler çürük değil sağlam, hatta o kadar sağlam ki bu konserveyi binadan aşağıya atıyoruz bir şey olmuyor, kutunun üstünden arabayla geçiyoruz bir şey olmuyor. Niye? Çünkü bu salça sağlam domatesden yapılmış... Böyle bir imaj yaratmak için sahte bir kutu yani... Haydi bırak şu ağlamayı artık, hem bak bu iş oldu diye tüm ekibe ikramiye verdiler. Evlilik yıldönümümüzde sana sürpriz yapmak için izin alıp erkenden çıktım... Seni dışarıda yemeğe götüreceğim..."
Serap içine düştüğü durumu anladıkça daha da hırslanıp, iyice bağıra bağıra ağlamaya başladı...
Bu kadar gürültü patırtıyı duyan Ümran hanım kapıyı açtı karşısında Serap'ın ağladığını görünce Erol'a ciddi ciddi çıkıştı; " Evladım vallahi ısrar ettim galetaların parasını kibarlığından almadı, yoksa parası bende... Sakın bunun için dövdüğünü falan duymayayım bak karışmam sonra, aşağıda avukat dostum var fena olur, demedi deme."
Serap'ın gülerek, gözlerini silmeye başladığını gören Ümran teyze kapısını kapatınca içeride kendi kendine söylenmeye devam ediyordu "Benimkisi melekmiş canım..."
Tarkan İkizler tarkan@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Geleneksel Düğün Günleri |
|
Son haftalarda bir düğün, bir düğün, sormayın gitsin. Evlenen evlenene. Bu aylar sanki düğün ayları. Son 3 haftadır düğüne gidince dayanamadım, "Geleneksel Düğün Günleri" konusunda yazayım bari dedim. Vazgeçilmez bir konudur bu düğün işi. Çok fazla aksilik edilmezse mutlaka istenir özellikle büyükler tarafından. Ne zor bir şey ise şu "Mürüvvet", başka türlü görünmez nedense...
Eylül ayında ilk düğünümüze gittik. 7,062 gram ( bilmeyenler için : 2 dirhem 1 çekirdek ölçüsünün gram cinsinden değeri olup tarafımdan itina ile hesaplanmıştır ) giyindik, kuşandık, taktık, takıştırdık, çıkarken aynaya bakıp bir güzel yakıştırdık. Topçular vapur iskelesi yakınlarında olan ilk düğünümüz için arabayı Eskihisar'da bıraktık, feribot ile karşıya geçtik. İlk kez feribota böyle şıkıdım şıkıdım biniyordum. Bu durumda karizmayı çizdirmemek için çay bile söylemedim. Genellikle ya bir tatil heyecanı ve rahat giysiler ( şort-tişört ), ya da bir dönüş pejmürdeliği ( tokyo terlik, yaka bağır açık, yanık tenler, uzamış sakallar vb... ) yaşamıştık o güne dek. "Lanet olsun bitti işte tatil..! Yine mi feribot kuyruğu ?" şeklinde geçen yolculuklardan çok farklı idi bu kez. Eee, düğünümüz var dostlar..!
"Ayyy, şu sevimsiz güzel oynadığını sanıyor herhalde, görgüsüz şey ..!" felan gibi laflara hiç rastlamadık. Havuz kenarında sevimli bir düğün oldu. Kazara bir göbecik atalım derken zurnacıya denk gelmemiz dışında vukuat yoktu diyebilirim. Adam, zurnayı kulağınızın içine sokup çalıyor adeta. Derhal parasını zurnanın deliklerinden birine tutuşturuyorsunuz mecburen. Adam işi biliyor kısacası. "Kulağınızın özgürlüğü" için bu eylemi yapmanız kaçınılmaz. Gelinin ailesi Karadeniz'den gelmiş, bol bol horon teptiler ve fakat bitmiyordu müzik ..! Benim seyretmekten pestilim çıkmış ama oynayanların dili dahi dışarı çıkmamıştı. Bu nasıl bir enerjidir anlamadım gitti ...
Sıra İstanbul'un Rakkas'ına gelmişti devrisi hafta. Yine kıyafetler seçildi, gardrop ile hiç bu denli yakın olmamıştık epeydir. "Şu kravat olur mu, altına şunu mu giysem yoksa bunu mu ?" derken bir telaş bir telaş..! Önce nikah var, saat 19:10'da. Kadıköy Evlendirme Dairesi. Evimize 10 dakika. Velakin, unutmuşum ki aynı saatlerde Denizli'nin Horozları ile oynayacağız ( Laf aramızda hiç gidesim yok, kırıp kıçımı evde maç seyredesim var ama bu konuyu sadece içimden telaffuz etme durumundayım ).. Bir trafik, bir trafik, 10 dakikalık yere yarım saatte gidebilince nikahı göremedik elbette ..! Zaten her 10 dakikada bir nikah kıyıyorlar Kadıköy'de, adamlar çok pratik, nikah salonuna girmenizle çıkmanız bir oluyor. Hatırlıyorum da 5-6 sene önce bir nikahta ön sıralarda yaşlı teyzelere rastlamış ve sormuştuk; "Kimin ( gelinin mi damadın mı ) nesi oluyorsunuz ?". Verdikleri cevap; "Ahh, evladım, bu nikahtan sonra üçüncüsü bizim, önlerden yer kapalım diye geldik..."
Nikaha yetişemedik belki ama düğüne ilk giden olmanın da keyfini çıkardık. Bütün masalar boş ve seçmemizi bekliyordu. "Şu masaya mı geçsek, bunu mu seçsek ?" şeklinde bir şımarıklıktan sonra kendimize hem müzikten biraz uzak, hemde pencere kenarı bir yer beğendik. Üstelik; gelin ve damadın masası da tam karşımızda idi. Bundan iyisi, Şam'da kayısı ..! Üstelik; eski bir bürokrat bile düşmüştü masamıza bonus olarak. Hoş sohbet bir büyüğümüz, dondurmacı ile yaşadıklarını anlatınca pek güldürdü. Ben de ona bir fıkra anlattım, sanırım zor yetişti tuvalete ve ana yemek gelmeden de kalkıp gittiler. Güzel geçti velhasılı. Bence; gecenin en güzel sahnesi, gencecik bir çiftin "Latin Dans" gösterisi idi. Bir kez daha kendime; "Neden böyle güzel dans edemiyorum ?" diye fena halde içerledim...
Sonuncu düğün geçtiğimiz haftasonu İTO'nun Kandilli'deki yerinde yapıldı. Muhteşem bir deniz manzarası... Biz gelin tarafı olarak yerimizi aldık. Yine geç kalmıştık ve fakat şansımıza gelin-damat çifti de gecikince nikahı kaçırmadık. Bu kez birbirlerine "Evet" deyişlerini de duyabilmiştik. Düğün benim açımdan oldukça güzel geçti. Yalnız değildim. Akrabalarımı görünce pek sevindim zira ..!
"İçinden Tramway Geçen Şarkı".. Ferhan Şensoy'un bu güzel oyununda müzikler "Grup Gündoğarken" diye yeni yetme bir grup tarafından yapılıyordu.. Sene 1985...
İlk kez o zaman hararetle tanışmıştık onlarla. Bir dizi soru ile akraba olup olmadığımızı anlamaya çalışmışlardı. Kartvizitimi verdim, Aliağa'da çalışıyordum. Ertesi yıl bir film çevirmek için Bodrum'a giderlerken Aliağa'ya uğrayıp beni sormuşlar ve bu durum pek hoşuma gitmişti. Bir gün yine karşılaştık Dragos'ta bir restaurantta. Artık meşhur olmuşlardı ama yine "Akraba" esprileri yapmıştık. Tesadüfler oğlumun okulunda da devam etti, Burhan'ın oğlu da aynı okulda son sınıfta idi biz başlarken.
Ve düğün gecesinde damadın konukları Burhan ve Gökhan idi. Güzel şarkılarından birkaç örnek sundular. Sohbet ettik ve tekrar tanıştık. Elbette bildiğiniz ben; onlara saat ve dakika belirtmek üzere geçmiş birlikteliklerimizi teker teker anlattım...
Elinizi çabuk tutun KM dostları, hazır ben Düğün Havası'na girmişken, hani yani diyorum ki, bir müjdeli haber verseniz, derhal gelirim... Bu hafta olmaz mı ..? Öyleyse arayı soğutmamak için Figaro'nun Düğünü'ne gideyim bari ..!
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Sıcacık bir geceydi, ve hiç üşümüyordum...
Hayat bazen cehennemidir ve biz o cehennemin çocuklarıyız, hepimiz....
Sen bilemezsin, paslı hançerdir yalnızlık
Gelir, en can alacak yerimden vurur
Sen bilemezsin, gecenin en uzak bir saatinde
Bir böcek nasıl girer beynime, kımıldar durur?
Sen bilemezsin, çaresizlik nasıl boğar insanı?
Ümit Yaşar Oğuzcan
Uzun metrajlı bir filmdir aslında oynadığımız, hiç aklıma gelmemişti oysa, birgün kendim için gözünün perini ıslatacak birini göreceğim. Ta ki Annemin beni yolculadığı güne kadar, nedense hep ağlayan ben, gözümü silen annem olmuştur. Daha hayata ilk gözlerini açtığı zaman büyük bir hengame ve sabahı bekleyen o suskun ve hasret bakışlar, savaşların, silahların ortasında büyüdü çocuklar, aynı dönemin ben de davacısıyım, hiç uyutmayanların, ekmeğimin en kızarmış tarafını yiyenlerin, beni taşımdan toprağımdan zorla alanların, dedim ya uzun metrajlı bir yol hikayesi…
1990 yılının son baharında her şeyin sararıp yanmayı beklediği ve uzun zamandır yağmurun yağmadığı bir haftaydı. Evde annem, babam, ağabeylerim ve ben vardım, ne olduğunu bilmeden bir yerlerden gelecek kasırgayı bekler gibiydim. O gece aynı odada uyumuşuz aile olarak, babam anneme, ne olacak perişan olacağız, ya çocuklar ne olacak deyişlerini hatırlıyorum. Sabah belliki büyük bir fırtına kopacaktı. İlk belirtilerini geceden evin duvarlarını delen kurşunlar oldu. Köyde bağırışlar insan çığlıkları, köyde en büyük ve 70 yıldır aynı evde yaşamış bir kadının yapmayın, etmeyin, evimin içinde torunum var, babası yok… deyişleri.. Bu iniltilerle köyün içi bir savaş alanına döndü, köyün sonunda olan evimizde o gecelerde hep üşüdüğümün farkındaydım ama o gece bir sıcaklık ve yakıcı bir hava vardı. Babam ses etmeden pencereden dışarı baktıktan sonra mahmur, üzülmüş, ve titrek sesiyle, anneme döndü, çocukları alın ve evden çıkın dedi. Evimizin karşısında olan yüksek tepeye çıkmamızı istedi. O andan itibaren neye uğradığımızı anlamıştım. Babam 70 yıllık emeğini annemin sandığına kitlemişti. Sadece emeği değil, çocuklarını çocuklarının yaşamlarını, evini barkını, yurdunu kısaca her şeyini… Ve yanmaya başladı göz önünde evimiz, hissetmiştim, o gece çok daha sıcaktı ve üşümüyordum. Herkes gözünü yanan evine dikmiş, çıt çıkarmıyordu, biride köyün orta yerinde durmuş, sizin ananızı, avradınızı, sizi de yakacağım naraları atıyordu. Hiç unutmam yaşlı kadın bir saat boyunca ona yalvardı, fakat takmadı, kadında yerden aldığı taşı kafasına fırlattı, ve kaçarak yanan evinin içine atladı, ilk hatırladığım buydu. Uzundu ama böyle kısa tuttuk o geceyi, çünkü benim ömrümdü ve hala hatırımda tümünü hatırlayamasam da, arasıra hatırlanır oldu artık o gece. Ne zaman bir köyden geçsem, ne zaman bir anne görsem ve ne zaman kafamı avucumun içine alsam, içime akan sıcak bir gözyaşıyla anımsarım, çünkü o gece sıcaktı ve cehennemdi.
o gece çok sıcaktı hissediyordum,
…..evet o gece çok sıcaktı çünkü ben gördüm, ben yanmıştım, annem, babam, emeğim köylüm, atım, otum, köpeğim her şeyim,
o gecenin sıcaklığını hissediyordum, çünkü sonra çok üşüyeceğimi, aç kalacağımı, annemi özleyeceğimi biliyordum,
o gece sıcaktı hissediyordum, çünkü yanan babamdı, o yaşlı kadındı
o geceyi unutmayacağımı hissediyordum, çünkü davacısıyım, ihanetçisiyim, ve kaçağıyım evimi yıkanların…..
Adnan Bilen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
KIZIM
Sensiz geçen 3 yılın kışının,baharının, yazının ardından 17 Ekim yine yaklaştı. Acın içimde o kadar taze, o kadar sıcak ki seni dün yitirmiş gibi. Seni o kadar çok o kadar çok özledim ki yitireli asırlar geçmiş gibi. Geçen her an ömürden bir şeyler alıp götürüyor, buda sana kavuşabileceğim sürecin azaldığı anlamına gelir, acaba buna tesellimi denir bilemiyorum.
Ardından sana sayısız mektup yazdım yüreğimde, beynimde ama kağıda ilk kez döküyorum, bu gücüde bize emanet ettiğin torunumdan alıyorum, kah onu okşuyorum, kah bu satırları karalıyorum. İyi ki o yaz aşk kaçamağı yaptın da bize torun bıraktın mis kokulum. Biliyorsun dört kızından ikisini vermiştik, onları hiç görmüyorum ve içimin sızısı hiç dinmiyor vicdan azabı bu olsa gerek. 3.kızını ise anneannen aldı, dünyanın öbür ucuna teyzenin yanına ta Amerika'ya götürdü. Sanırım artık onu da hiç göremeyeceğim. Bize de hayatı Pöti ile paylaşmak kaldı, onun sevgisi şirinlikleri evimize neşe veriyor. Sana hem çok benziyor, hem de benzemiyor... Sen şampanya rengiydin, o kömür karası. Sen kişilik sahibi ailenin tüm fertlerine her istediğini yaptıran, canının istediği zaman oynayan, televizyon seyreden, ekranda hayvanlar alemiyle ilgili program varsa her yaratığa ayrı laf yetiştiren, her görene-pes, bundan önceki yaşamında herhalde insandı-dedirten çok özel bir varlıktın. Pöti ise her an oynamaya hazır, her gelene sevsinler diye soytarılıklar yapan kızma, ısırma kıskançlık nedir bilmeyen, köpek demeye bin şahit isteyen bir kaniş. Onunla beraber 3 yıl geçirdin, kişilik sahibi olması için çok savaş verdin ama nafile. Canım kızım hatırlarmısın seni kucağımdan birileri almaya kalksa kızardın, beni çok kıskanırdın, kızına gelince, eve gelen tüpçünün kucağından bile inmek istemiyor, önüne geleni yalıyor, anlıyacağın tam bir sevgi delisi. En belirgin ortak noktanız, ben baban ve o aynı yatağı paylaşıyoruz, aynen seninle paylaştığımız 11 yıl olduğu gibi. Sen anne oluncada dolu dolu 3 yıl 4 kişi girmiştik yatağa. Seni kaybettiğimiz gün yatak çok soğuktu ellerimiz gibi, çok nemliydi gözlerimiz gibi, eminim oda gözyaşı döktü dostunun ardından o gün..
Bizi bir yerlerden seyrediyorsan yaşamın aynen devam ettiğini, babanla benim yaşlanmakta olduğumuzu, seni çok seven çokta kızdıran oyun arkadaşların iki oğlanın, kocaman adam olduklarını görüyorsundur. Sen yazlığı çok severdin-onun içinde bahçesinin bir köşesinde yine bizimlesin-verandaya çıkar, her geçene havlardın, buraların hakimi benim bunu bilin dercesine. Kokun, sesin verandada, içerde, bahçede takılı kaldı hep bir yerlerde. Mezarındaki çiçekler kurumaya başladımı, hemen söküp yenilerini dikiyoruz babanla. Çiçeğinde sevgin gibi hep canlı kalmalı, duvarlardaki fotoğraflarında keza öylesine... Sanki içinden fırlayıp kucağımıza gelecekmişsin gibi yavrum. Gleydisim, ağladığım zaman kucağıma atlar gözyaşlarımı yalamaya çalışırdın, üzüntümü paylaşırdın. Bu satırları karalarken hepsi telaşla akıp bir yerlere gittiler, belkide yanına geldiler kimbilir. Eğer yanındalarsa o yaşlara iyi bak, onlarda sana olan sevgimizi, özlemimizi, yüreğimizi yani kendini görüceksin.. Bizimle paylaştığın 11 yıl için sana teşekkür ederiz canım kızım, hoşca kal.
ANNEN
Şükriye Ayder
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Bugün sizlerle ilk olarak tanbur ustası Sadun Aksüt'ün son albümü "Sisli Bir Eylül Gecesi"ni ardından Avrupalı yönetmen Emir Kusturica'nın filmi "Bir Mucizedir Yaşamak"ı ve son olarak Epsilon'un Hachette ile işbirliğinden ortaya çıkan "Gençler için Çağdaş Coğrafya / Tarih" kitaplarını paylaşacağım
SİSLİ BİR EYLÜL GECESİ / SADUN AKSÜT :
Uzun yıllar Türk müziğine hem bir besteci hem de bir eğitmen olarak hizmet veren tanbur ustası Sadun Aksüt, ilk defa sevenlerinin karşısına yorumcu kimliğiyle çıkıyor.
Önceleri enstrümantal olması düşünülen albüm konsepti Aksüt'ün bir gün stüdyoda bir eserini seslendirmesiyle değişmiş ve yorumcu kimliğiyle çıkmaya karar vermiş. Bu açıdan Sadun Aksüt için bu albüm yorumcu olarak ortaya çıktığı ilk albümü olması özelliğini taşıyor. Albüm, sanatçısı için olduğu kadar Türk müziği için de bazı ilkleri içinde barındırıyor aslında. Çünkü ilk defa Türk müziği besteleri bu denli çağdaş ve modern bir şekilde yorumlanmış ve ortaya Türk müziğinin çağdaş ritmlerle yoğrulduğu bir albüm çıkmış. "Sisli Bir Eylül Gecesi", Türk müziğinin yanı sıra caz öğelerini ve çok değişik trompet yorumlarını barındırmasıyla bir "Türk chill out" olarak tanımlanabilecek bir albüm.
"Seninle Varım" parçası hariç bütün bestelerin Sadun Aksüt'e ait olduğu albümün müzik direktörlüğünü ise Dağhan Baydur üstleniyor.
Farklı bir tarz arayan müzikseverler için "Sisli Bir Eylül Gecesi" dinlenmesi gereken bir çalışma.
BİR MUCİZEDİR YAŞAMAK / LIFE IS A MİRACLE :
Kader hepimize pek çok sürpriz hazırlar şu hayatta. Bu açıdan herkesin hayatı bir romandır, bir film senaryosudur aslında. Çoğumuz beklemediğimiz olaylar yaşamamıza karşın hiç birimiz Hollywood'un o yüksek teknolojiye boğulmuş vurdulu kırdılı aksiyon filmlerindeki gibi bir adrenalin, bir korku yaşamamışızdır mesela. Çünkü kader ilmek ilmek işler hayatı. Her dakikamız aslında bir bilinmezlik bir sırla örülüdür. Kaderimiz bize hayatın bütün tatlarını, en büyük aşkları, en büyük acıları sadece bir saate ya da bir güne sığabilecek kadar kısa bir zamanda değil bir ömür boyunca tattıracaktır. Bu yüzden Amerikan sineması hayata tam da ayna tutmayı başaramayan daha çok yaşanamayacak olanın, yaşanmak istenenin gösterildiği bir alandır. Bu genellemeyi aşan arada bazı yönetmenler olsa da hayata bakışı daha derindir her zaman Avrupalı yönetmenlerin. İşte bunlardan biri de Emir Kusturica. Kaderimizin bize oynadığı oyunları, hazırladığı sürprizleri, yani hayatın bize sunduğu nimetleri günümüzün trendi teknolojik efektlere boğmadan insanı temel alan bir film yapıyor Kusturica. Zaten onu bugüne getiren de bu anlayışı değil mi?
Bosna Savaşı'na gidiyoruz "Bir Mucizedir Yaşamak" ile. 1992 yılına. Belgradlı Sırp mühendis Luka, opera sanatçısı eşi Jadranka ve oğulları Milos ile her yerden uzak kendi içine kapalı bir köye yerleşir. Luka'nın bu uzak köye gelmesinin nedeni bölgeyi ulaşıma açacak olan tren yolunun inşasıdır. Kendini işine kaptırmış olan mühendis, savaşın gürültüsüne kulaklarını tıkamıştır. Çatışma başladığındaysa genç adamın hayatı alt üst olur. Jadranka bir müzisyenle kaçmış, oğlu Milos ise savaş için cepheye çağırılmıştır.
Luka başına gelen felaketlere rağmen yine de iyimserlikle bakmaktadır hayata ancak kötü kaderinin henüz onunla işi bitmemiştir. Gelmesini beklediği karısı dönmemiş üstüne oğlu Milos savaşta esir düşmüştür. Sırp ordusu ise Luka'yı müslüman bir esir olan Sabaha'nın bekçiliğine atamıştır. Kısa zaman sonra Luka bu güzel genç kıza aşık olacak ancak hayat yine ona bir sürpriz sunacaktır...
"Çingeneler Zamanı", "Underground" gibi sinema tarihinde önemli yere sahip filmleriyle sesini duyuran dahi yönetmen Kusturica, "Bir Mucizedir Yaşamak" ile 2004 Cannes Uluslararası Film Festivali'nin 'resmi seçki'sinde yer aldı.
Komedi, dram ve tabii ki müziğin içiçe girdiği "Bir Mucizedir Yaşamak" sinemalarımızı işgal eden aksiyon filmlerinden sıyrılıp hayatın renklerini görmek isteyenler için iyi bir seçim...
GENÇLER İÇİN ÇAĞDAŞ COĞRAFYA / TARİH :
Ülkemiz eğitim sistemindeki eksiklikler herkesin bildiği, sır olmayan birşey. Ancak sosyal bilimlerin durumu sayısal bilimlerden çok daha kötü durumda. Mesela, tarih öğrencilerine hiç kimsenin hatırlayamayacağı kadar kronolojik bir eğitim verip onların körpecik beyinlerini bunları hatırlamaya zorluyor, coğrafyada detaylara takılıp gerçekten işlerine yarayacak genel bilgileri anlatmaktan vazgeçiyoruz.. Öğrencilerin sınavlardan geçmelerinin herşey olduğu, sadece ezbere dayalı, öğrenmenin sıfırlandığı bu sistemde gelecekten söz ediyoruz ve herşeyin ileride daha iyi olacağını umuyoruz. Aslında bu yalana hiç birimiz inanmıyoruz ancak inanmaya çalıyoruz. Çünkü elinde hiç birşey olmayan insanların umabilecekleri herşey gelecektedir bugünde değil. Bugün için çok geçtir ancak gelecek daha gelmemiştir onlar için. Peki gerçekten de bugün için hiç birşey yapamaz mıyız? Yani lise mezunu bir öğrencimizin II. Dünya Savaşı'ndan bihaber olduğu bu eğitim sisteminden hiç mi kaçış yok? İşte bu ihtiyaca Epsilon'un Hachette ile işbirliğinden çıkan "Gençler için Çağdaş Tarih" ve "Gençler için Çağdaş Coğrafya" kitapları yardıma koşuyor.
Önceleri TÜSİAD tarafından yayınlanan ancak çok fazla lanse edilemeyen kitap serisinin ilk iki kitabı piyasaya sunuldu geçen günlerde. Anlatım açısından son derece sade ve gerçek anlamda öğretebilen, günümüz çağdaş olaylarını da kapsayan bu kitaplar hem gençler hem de tarih ve coğrafya meraklıları için kaçırılmaz bir eser.
http://www.kmarsiv.com/cafe.asp
serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.352 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
KIYAMADIĞIM
Hey bir zaman bakıp bakıp
Seyrine doyamadığım
Şimdi gurbette bırakıp
Sesini duyamadığım
Evde kapanıp kaldın mı
Seyrana çıkıp güldün mü
Başkalarının oldun mu
"Benimsin" diyemediğim
Akıtıp gözüm yaşını
Hatırlarım gülüşünü
Kıvırcık saçlı başını
Göğsüme koyamadığım
Dik yamaçların selisin
Sen benden daha delisin
Şimdi kimlerin kulusun
Başını eğemediğim
Nasıl vurgunum bilirdin
Niçin benden yüz çevirdin
Kimlerin koynuna girdin
Öpmeye kıyamadığım
Sabahattin Ali
Yukarı
|
İftar çadırından yemek almış eve gidiyor... dermişimmm!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Deniz Feneri Derneği her Ramazan olduğu gibi bu ramazan da yoksulun, ihtiyaç sahibinin, muhtacın yüzünü güldürmek için kolları sıvadı. Deniz Feneri'ne sitenizde bannerımızı yayınlayarak destek olmak ister misiniz? http://www.denizfeneri.org.tr kısayolunu tıklayarak işe başlayabilirsiniz. Deniz fenerini gerçekten faydalı işler yaptığı hepimizin malumu, bir tık da sizden.
Uzun zamandır faydalandığım bir web sayfası http://www.suprnova.org/ , aslında sadece web sayfası demek yetmez. mp3'den dvd formatındaki filmlere kadar bir çok kaynağa ulaşabiliyorsunuz. İlk yapmanız gereken "bit torrent" isimli yazılımı indirp bilgisayarınızda çalıştırmanız. Aksi halde indirdiğiniz dökümanları çalıştıramadığınız gibi, ne işe yaradığını da anlayamıyorsunuz. Bir ipucu daha diyelimki mp3 indiriyorsunuz, veri'nin tamamını indirmeden çalmaya çalıştığınız mp3 size anlamsız gelebilir. Bu sayfayı kullanırken sabırlı olmanız gerekiyor. Bir günde bitiremediğiniz dökümanı daha sonra kaldığınız yerden indirmeye devam edebiliyorsunuz.
İşte size eğlencelik bir flash çalışması http://www.cartoline.it/pics/_zoom_flash.htm?immagine=scherzi_150404_01.swf . Önce otomata paranızı atıyor ve içeceğinizi seçiyorsunuz. Daha sonrası için tıklamaya devam.
...İnsanoğlunun, tıpkı köpeklerde yaptığı gibi, kedilerde de yeni türler meydana getirme hırsı ve çabası. Kısaca, türlerin kendi tabii gelişimi (evolution) dışında, insanın planlıyarak, deneyerek, hedefleyerek ortaya çıkardığı türler ve tabii olarak meydana gelmiş bir türü idame etmek için sarfettiği gayret. Mesela, İran Kedisi, Van Kedisi türlerinin, aynı karakteristikleri taşıyarak, devam etmesi için verilen uğraşıda olduğu gibi... Yazının devamı ve hayvan dostlarımız hakkında tüm bilgiler için http://www.pet.gen.tr kısayolunu tıklayabilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Volumouse 1.10 [73 kb] Windows FREE
http://www.nirsoft.net/utils/volumouse_setup.exe
Mouselarımızın ortasında peydah olan tekerleği kaçınız layıkıyla kullanıyorsunuz? Tahminime göre bir elin parmaklarını geçmez. İşte bu programla o tekerleğe hoş bir işlev yüklemek mümkün. Çok geniş bir konfigürasyon seçeneğinden birini seçiyorsunuz ve o tekerlek bir ses ayar düğmesi haline geliyor. Bilgisayarında müzik dinlemeyi zevk edinenlere şiddetle tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|