Deniz Feneri yardımlarınızı bekliyor



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 605

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 20 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Kanaryam güzel kuşum, ben sana ...!


Merhabalar,

Şu sağ tarafa, becerebilseydim, okul müdürünün resmini bulup koyacaktım ve gözlerine siyah bant çekecektim. Olur şey değil!.. Bir ilköğretim okulunda 5 çocuk top oynarken okulun camını kırdı diye 23 yıllık sözde eğitimci müdüranım tarafından polise teslim ediliyor. Yuh deve. Olayın geçtiği yer Manisa. Hani şu asri olmasıyla ünlü güzel şehir İzmir'e 45 km yukarıdan bakan, dağlar arasına sıkışmış ilimiz. 94'te el kadar bebeleri anarşist diye içeri alıp türlü güzel(!?) muameleden geçiren emniyetçilerin mekanı. İlin ne günahı var tabi ama işte aksi tesadüf. Lafa geldimi "eğitim şart" diye bağırmayı biliriz. Kastımız sıradan derslerin yanında insanlıkta olabilir, oysa insanlık denen faziletin okulu yokki öğrenilsin. Bu, insanın içinde ya olur ya olmaz, sonradan öğrenilmez, satın alınmaz. Ya insansındır ya eşek. Gönül istiyorki toplumu eğitenler, halka hizmet edenler insan olsun eşek değil. Hele o insan görünümlü eşeklerden birini okul müdürü yaparsanız vay halinize. O güzelim gözlü gerçek merkeplerin isyan etmesinden korkarım, endişem bundandır.

Bir bu eksikti. Genlerimi didikleye didikleye sonunda inanç genini de bulmuşlar. Alın size mübarek ramazanda bir geyik konusu daha. Bir kere birini inançlarından dolayı yermek tarihe karıştı. Ramazanda oruç yerken yakalandığında "Yok abi benim bir suçum yok, benim büyük büyük babam puta taparmış, benim gavurluğum ondan. Caminin kapısından geçemiyorum bu gen yüzünden." der yırtarsın. Bir de inanç testi hazırlamışlar, üşenmedim cevapladım. Sonuç benim için içler acısı, kocaman bir yüz karası. Hani sonunda kalkıp nüfus cüzdanımdam dini "İslam" ibaresini silseler yeridir, hakediyorum vallahi. Oysa hep tanrının sevgili kulu diye yanağımı okşardım ayna karşısında. Yok değilmişim, genlerim bozukmuş benim. 20 soru sormuşlar, doğru yanlış diye cevap vermek gerekiyor. Önemli olan doğruların fazla olması. Benim puanım 3. Dövülesi inanç fakirleri sınıfındayım. Utanıyorum, mazur görün.

Son komedi haber ise TMSF Holding'in çılgın tasarrufu. Uzan'ın bir değerli arsasını haraç mezat satıyor, buraya kadar güzel. Alan kim? Bayındırbank. Bayındırbank kimin malı? TMSF'nin. Hııı? Anlamadım. "Cem Bey sağ gözünüzün yanındaki sol gözünüzü size 23 trilyona satıyorum. İster alın almayın. Satıyorummmm... Sattım." Hey güzel Allahım sen akıl fikir ihsan eyle bana. Cevapları da hazır hazretlerin. "Efendim banka yönetim ve denetimi fonda ama tüzel kişiliğimiz farklı. Banka olarak alırız da satarız da." Bu nasıl bir katakullidir anlayanınız var mı dostlarım?

Tamam tamam gargaraya getirmeyeceğiz. Kınalar hazır beklemekteyiz. Ancak bu sefer paketler 50 gram değil 25 gramlık. Aksi takdirde bu kınaya bütçem yetmeyecek sponsor bulmam gerekecek. Beceremedik yenildik, n'apalım sağlık olsun. Zaten bizim hedefimiz UEFA şampiyonu olmak.:-)) Yürü be kanaryam kim tutar seni!.. Bugünkü plağın ismini söylemiyorum sürpriz olsun istiyorum. Tıklayın, dinleyin, hatırlayın, mestolun. Sonra da hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ferda Önler

 TEYZUŞ : Ferda Önler


  DÜŞÜNCELER : ÜRKÜTEN KADIN

Başarılı ve kendine güvenen kadın olmak, ideal ilişkinin önündeki en büyük engel...

Söz konusu olan, başarılı ve özgüvenli ama fotoğrafın yarısında erkeği eksik kalan kadın. Erkeğin, "arayacağım" dediği halde bir türlü aramadığı, yaklaşmaya çekindiği o "ürküten" kadın. Mutlu aşk uğruna edilgen rolü oynamaya zorlanan kadın. Kendi niteliklerinin yarısına bile sahip olmayan ama el üstünde tutulan hemcinsini kıskanan kadın.

Çoğu sosyolog, psikolog, yazar ve gazeteci kadınlar aynı görüşte birleşiyor: Kendi ayakları üzerinde duran kadın modeli, klasik erkeği ürkütüyor. Başarılı ve güçlü kadın, erkeklerin elinden kimliklerini alacakmış gibi algılanıyor ya da sanki onları iktidarsız kılıyor.

Gerçi erkekler bu model kadınlara hayranlık duyuyor, birlikte görünmek istiyor ancak uzun soluklu ilişki kurmak istemiyor. Aktif ve üretken kadınlar erkeklere çekici geliyor fakat aralarında duygusal bir ilişki başladığında erkek kadını egemenliği altına almaya çalışıyor. Başta kendisine cazip gelen özellikleri bir kenara itip kadının klasik rolleri oynamasını bekliyor. Evlenmek için klasik kadın rolüne sadık olanı tercih eden erkek, böylece kendi rolünün zarar görmemesini sağlıyor. Kendisinden bir adım geride duran ve bunu hissettiren kadını eş ve anne olarak benimsiyor.

Buna karşın kadına, ekonomik anlamda kendisine yetebildiği için geriye duygusal anlamda tatmin kalıyor ve bu yeterli gelmiyorsa ilişkiyi bitiriyor. Kadınlar klasik modelin dışına çıkınca, kur yapılan ve peşinde koşulan av olmaktan çıktılar. Farklı beklentilerle başlanılan ilişkiler çoğunlukla her iki tarafın hayal kırıklığıyla son buluyor.

Görüşlerin birleştiği bir nokta daha var ki hiç de iç açıcı değil. Her ne kadar kadın seçici gibi görünse de aslında seçen erkek! Çünkü bize sunulan ideal erkek ve kadın modelleri göz önüne alındığında erkeğin alternatifi daha fazla, kadın kendinden bir adım önde partner arıyor. Bu yüzden kendimizi geliştirip her şeyin daha iyi olmasını beklerken çevrece tercih edilmeyen kadın oluyoruz ve özgüvenimizi yitiriyoruz. Bu da seçiciliğimizi azaltıyor ve bizi seçenleri sorgusuz kabul etmeyi beraberinde getiriyor. Yanlış eş seçimi de kaçınılmaz olarak mutsuzluk doğuruyor.

Toplumun kadınlardan beklediği pasif, erkek egemenliğini kabul eden ve sahiplenilmeyi bekleyen kadın profili, ipleri eline alan ve kararlarını kendi veren modern kadın figürüyle çatışıyor. Kadınlar gelişip bağımsızlaştıkça, erkekler çekingen hale geliyor. Karşısındakine cazip gelmeme, hayatı ondan daha iyi tanımama psikolojisine girerek başarılı kadınlardan uzak durmaya başlıyorlar ve bu da aktif kadını ikileme sürüklüyor: Öğrendiği ve alışık olduğu gibi mi davranmalı yoksa eş bulma uğruna kalıplaşmış kadın rolüyle mi sahneye çıkmalı?

Eğitimli, çalışan ve kendine güvenen kadınlar, son yıllarda hep aynı şeyden şikayet ediyorlar: Erkeklerin ilgisizliği. Kendi niteliklerinin yarısına bile sahip olmayan hemcinsleri sağlıklı ve uzun ilişkiler yürütürken, belli bir düzeyde yaşayan ve toplum tarafından gıptayla bakılan kadınlar daha da yalnızlaşıyor.

Kadınların temel sorunu kendi kimlikleriyle varolamamak. Kadınlara bugüne kadar hep reçeteler sunuldu, tanımlar, roller verildi. Onlar da zorla sunulan kalıplarla yaşamaya uğraşırken, erkekler bu kalıplara uygun kadınlarla yaşamaya alıştı. Onları baskı altına alarak ve korkutarak yöneten erkek egemen kültür, karşı tarafın taleplerini dile getirmeye başlamasıyla panikledi ve nasıl davranacağını bilemez duruma geldi.

Her kadın kendisiyle ilgili doğru tanımı yaptığında pek çok sorun doğal olarak çözülecek. Hesap ödeme sendromları ve telefona endeksli beklentiler bir kenara bırakıldığında gerçek kimlikler ortaya çıkacak.

Ancak öğrendiğimiz tüm eşitlik ve özgürlük standartlarına rağmen erkek hesabı ödemediği, bizi evden almadığı, kıskanıp sahiplenmediği ya da sık sık telefonla arayıp sormadığı zaman kendimizi hâlâ tuhaf hissediyoruz. Öğrendiklerimizle toplum arasında sıkışıp kalıyoruz. "Kadınmış" gibi yapmayıp gerçekten öyle olmaya karar veren kadınların sorunlarının bir bölümünden kurtulabileceğine inanıyorum.

Siz ne dersiniz?..

Ferda Önler
fonler@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              11 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Sıfır Noktası : Meltem Tolunay


ASARİYE YOKUŞU

Ben İngiltere’deyken annemler yeni bir eve taşındılar. Annem telefonda bana sordu, “Geldiğinde bizimle oturacak mısın? Sana oda hazırlayalım mı?”. “Hayır anne” dedim “ben döndüğümde İstanbul’da yaşayacağım.” Ani bir soruya verilmiş ani bir cevaptı. Oysa İstanbul’da hiç kimsem yoktu. Ne bir akrabam, ne bir tanıdığım. Sadece bir arkadaşım iş bulup yerleşmişti o kadar. İki kere de günübirlik iş görümesine gidip dönmüştüm. Tüm İstanbul bilgim Beşiktaş’tan Üsküdar’a motor çalıştığı ve Taksim Meydanı’ndan ibaretti.

Hep yaptığım gibi, sonunu düşünmeden, atlayıverdim İstanbul’a da. Aralık ayıydı, karlı bir kıştı. Arkadaşımın Kabataş’taki muhteşem manzaralı evinde kalıyor, gündüzleri Beyoğlu, Cihangir ve Taksim’de ev arıyordum. Tipik bir Ankara’lı alışkanlığı, evimle işimin yakın olması gerekli diye düşünmüştüm o zamanlar. Bana Beşiktaş’a da bakmamı ilk söylediklerinde, “nasıl yani?” dedim “her gün dolmuşla mı gidip geleceğim işe?”. Kışın ev bulmak kolay değildi. Üstelik ödeyebileceğim kira ortalama oturulabilir ev fiyatlarının çok altındaydı. Emlakçılar “Ankaralı bir kuş düşmüş, hem de tek başına!” muamelesi yapıp, izbe bodrum katlarına iki misli fiyatlar söylüyorlardı.

Çok güzel bir ev buldum İstiklal Caddesi’nin bir arka sokağında. Yüzyıllık bir apartmandı. Ev sobalıydı, banyosu da bildiğimiz banyolara benzemiyordu ama pembe duvarları ve yüksek tavanı çok hoşuma gitmişti. Babama telefon edip evi tarif edince kıyamet koptu. Başlangıçta durgunlaşan sesi “ama baba ev Beyoğlu Ekipler Amirliği’nin tam karşısında, çok güvenli” deyince birden hidddetlendi ve bağırmaya başladı. “Sen burayı İngiltere sandın galiba, burada polisten de uzak durmak gerekir” dedi. Böylece benim de Beyoğlu’nda oturma hayalim sona erdi.

İşe başlamama 3 gün kala Beşiktaş’da Asariye Yokuşu’nda yıkık dökük durumda bir giriş katı tuttum sonunda. Ev önden yolun biraz üstündeydi ama arka odanın camları nerdeyse tavana değiyordu ve toprak hizasındaydı. Evde rutubetten duvarlardaki badanalar bile akıyordu. Hayatımda hiç sobalı bir evde oturmamıştım. Bir katalitik sobayla ısınmaya çalışıyordum. Yine de mutluydum çünkü benim evimdi. Duvarlarda film afişleri, kitaplarım, kırmızı kanapem, hep hayalini kurduğum gibiydi. Ondan sonra pek çok evde oturmama ve hatta ev almama rağmen, oturduğum hiç bir evde kendimi oradaki kadar “evimde” hissetmedim.

Bu evde doğal yaşamı tanıma imkanı da bulmadım değil. Bir gün koltukta oturup televizyon izlerken, önümden bir şey geçti. Tipik bir apartman çocuğu olarak önce ne olduğunu anlamadım. Sonra bir baktım küçük bir kertenkele yavrusu halımın üstünde yürüyor! Başka bir gün ise mutfak dolabından çıkardığım tencerenin içinde akrep gördüm.

Karşımdaki dairede gececi bir taksi şoförü ve karısı oturuyordu. Kadın da kocasıyla aynı ritmi tutturduğundan genelde geceleri uyanık oluyor, gündüzleri uyuyordu. Onun orada olduğunu bilmek içimi rahatlatıyordu. Çünkü evin camlarında demir yoktu, sıcak günlerde cam açık yattığımdan çok rahat herhangi birisi adımını atıp içeri girebilirdi. Annem hala “kızım sen o evde nasıl yaşadın?” der durur.

Evin berektinden sanırım bir sürü insanla tanıştım, çok arkadaşım gelenim gidenim oldu birden bire. Sonra aramızda “dergah” demeye başladık orası için. Çok merkezi olduğu için herkes mutlaka bir kez uğrar, artık duruma göre bazen Ortaköy’e ya da Beyoğlu’na çıkardık ya da evde çay demler sohbet ederdik. Zorda kalan arkadaşlarım için garsoniyerlik yapmaktan tutun da, İstanbul’a yerleşmek için gelen Ankara’lı arkadaşlarımın da ilk uğrak yeri oldu zamanla.

Ev soğuktu, rutubetliydi ama içinde huzur vardı. Kapıyı kapattığımda beni tamamen dış dünyadan soyutlayan bir çatıydı üstümde. Neyi nasıl istersem öyle yapabildiğim, hükümranlık alanımdı. Bazen günlerce ortalığı toplamadığım olurdu, yerdeki elbeselere bakıp mutlu mutlu dolaştığım. Bazen de titizliğim tutar, her yeri pırıl pırıl yapar, herkese “ayaklarınızı kapıda çıkarın!” diye fetva verirdim.

Çamaşır makinem yoktu, daha doğrusu vardı da yoktu. Annemin kardeşimin bezlerini yıkamak için 15 sene önce aldığı turuncu renkli plastik “sempati” marka çamaşır makinesini saymazsak. Evde balkon olmadığı ve evin içinde kuru olan çamaşırlar bile durdukları yerde ıslandıkları için yıkadığım çamaşırları çatıya çıkıp, oradaki ipe asardım. Çatıdan bütün ihtişamıyla deniz görünürdü. Kendimi Napoli’de ya da denizi gören başka bir İtalya şehrinde hayal ederdim.

Mekanların da enerjisi olduğuna o evde otururken inanmaya başladım. Şimdi İstanbul’daki altıncı evimde oturuyorum ama o ev başkaydı. Oradan taşınalı 12 yıl olmasına rağmen hala o yokuşun önünden geçerken içim bir hoş olur. Sanki o evde bir şeyimi bırakmışım gibi gelir. Belki de ilk gençliğim ve yaşama ait umutlarımdır onlar bilmiyorum.

“Şimdi ay usul, yildizlar eski
Hatiralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.”

Murathan Mungan


Meltem Tolunay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,649,649,649,649,649,649,649,649,649,64
              11 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : İlker Özlük


Senden uzakta neler oluyor…

Sen yokken, buraların tadı tuzu kalmıyor damağımda. Öyle yavan, yalın, çıplak ayak dolanıyorum sokakları. Sen yokken, gözlerim divane oluyor hayallerimde. Birden kayboluyorum kendi gizemimde. Sen birde geceleri görmeye dur, bir bir damlıyor gündüzün serinliğine. Sanki tanrıçanın, ayaklarıyla ezdiği üzüm gibi kararıyor doldukça. Her dolduğunda kırk yılı aşmış, her damladığında asırlaşıyor gündüzün üzerinde. Sen olmadığında ben uçurum kenarında, sen olmadığında ben masmavi bir boşlukta, sen olmadığında, ben çukur arıyorum kendime, senin doluluğunda. Senden uzakta bir şehir var kendi sarhoşluğunda, bir rüzgar dolaşır başıboş, bir soluk adımlar kendi sokağındaki kaldırımları. Senden uzak olunca, bir yağmur damlası alay eder tüm ıslanmışlığımla. Uluorta bir Pazar kurulur, sere serpe çarşaflar düğün yeri gibi, düğüne geç kalmış bir yemeni sarkar, tezgahtan rüzgara, kınalı ellerin göz bebeklerine doğru. Senden uzakta belki de burada. Tüm yaşanmış hikayeler anlatılır akılların namuslu yerlerinde, kimi aşkı arar merdiven dayamış, kimi hayra yorar kendini. Sabahın erkeni makbul kılar aşkı, gün olup geçse de, kervanı arar gözlerim. Her kervan seni taşır gönlümün yelkeninde, bir deniz kızı misali. Senden uzakta, uzak siyah ve yabani bir at şahlanır, şehrin yokuşlu yollarına, kimi atsa sırtına aşka kurban edecekmiş gibi. Senden uzakta aşka merdiven dayadım seninle aynı yaşta. Bir lamba muma çevirmiş geceyi, bir bekçi mesaisi dışında, biri ney çalar yavaş yavaş yudumlar geceyi, bir sarhoş kendini mektuba adar. Hoş sarhoşun mektubu da okunmaz gecenin bir yarısında, ama içtikçe güzelleşiyor insan yarı boyalı duvarın kenarında. Senden uzak olunca her şey yeniden başlıyor. Senin boşluğun öyle kolay dolmuyor. Senden uzak olunca insan hiç adres sormuyor, senden uzak olunca bir gece daha ansızın iniyor, sen uzak olunca senden ancak bu kadar oluyor. Sen ne zaman gelsen gözüm kulağım dudaklarım doyuyor.

Seni öyle özledim ki daha otobüsün kalkmadan, seni öyle özledim ki daha yüzüme bakmadan. Gel sen dön şimdi bir başına koca şehre, yolları boş duvarları boyasız, gözleri kısık, yağmurları ağlayan. Gel sen dön şimdi. Kim dönerse dönsün aldırış etmeden, gel sen dön senden uzak, yalın ayak, arkana bakmadan gözlerinin akşama düştüğü yoldan. Senden uzakta ben kaybolmadan.

Bursa…
Dönmesi zor olan bir yerden… sağlıcakla kalın.

İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
              3 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


   GÜNEŞE DUA YOLLADIM..

GÜNLER SESSİZSE ?
GÜNEŞE DUA YOLLADIM..
BANA BİR DAHA DOĞMA DİYE..
SENSİZLİK CANIMA ZİNDAN DİYE.
YİNE DE SEN BİLİRSİN ?
YAŞADIĞIN YER GÜL BAHÇESİ..
GÜLLER GÜNEŞSİZ OLMAZ AŞKIM..:((
GÜNEŞİN ARKA SOKAĞI,
NO: NARTANEM
SARMAŞIKHANE DE YASTAYIM :((
KARA AŞK DERLERMİŞ,
O MİKROPTAN HASTAYIM..
DUALARIM, GECE GÜNDÜZ KOYNUNA..
BEN GELEMEM ARTIK :((
HAVAYLA, SUYLA, TOPRAKLA DEĞİL,
ECELLE GÜNEŞLE BENİ AŞKIM...

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 6,806,806,806,806,806,806,80
              5 Kahveci oy vermiş.
0 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Erkan Sezgin


BORSA

Bilmem dikkat ettiniz mi? TRT-2 televizyonunda saat:9.35..haberler.. borsaya bağlanılıyor.. ve spiker seans başladıktan sonraki 5 dakika içinde oluşan endeks hareketini haber verdikten sonra başlıyor hareketin nedenleri üzerinde konuşmaya.. şundan yükseldi.. bundan düştü..fakat seans başlayalı 5 dakika olmuş..bu 5 dakika içinde endeksin hareketi üzerine hangi uzmanlarla ve yatırımcılarla konuştu da yorum yapıyor merak ediyorum doğrusu.. asparagas mı dediniz.. olur mu devletin kanalı.. teyid etmeden haber verilmez..

Gelelim bilgisi kendinden menkul uzmanlara.. titrleri bilinmemekle birlikte uzmansız borsa yorumu olmuyor.. uzun uzun düşme ve yükselme üzerine nedenler.. fakat bir sorun var.. endeksi düşüren bir neden daha sonra yükseltmekte..neden-sonuç ilişkisi kurmaya kalksanız yanarsınız..kafanız karışır.. işi-gücü bırakıp düşüren-yükselten nedenlere göre ne kadar paranızı yönlendirmeye kalksanız nafile... devamlı kaybeden siz oluyorsunuz..
Gelelim üç hayvanlara..
Diyeceksiniz ki borsada iki hayvan var..ayılar ve boğalar..üçüncü nereden çıktı..anlatayım..bir arkadaşımındır deyim.."borsada ayılar ve boğalar var, bir de benim gibi krediyle oynayan öküzler var " demişti..

Evet ..gelelim üç hayvanlara..
Üç hayvanlar, oynayanlar arasında parasal olarak yekün tutmamakla birlikte sayısal olarak çoğunluğu oluşturmaktalar..
Bir koyup üç alacaklar..
Borsanın halka açılması, sermayenin tabana yayılması..bir şirkete ortak olma ..kardan pay alma ..gibi amaçları ve dertleri yok..
Sabırsızlar..
Yukarıdaki spikeri de uzmanları ve dediklerini de sorgulamazlar..
Yükseldiğinde, üç alacakları için çok sevinirler ama keşke daha çok yatırsaydık diye hayıflanırlar..
Düştüğünde kağıtlar ucuzladı diye sevinirler..
Kazandıklarında, kazançlarını asla diğer yatırım organları ile ve enflasyonla mukayese etmezler..yatırdıklarının 4 katını bir ayda kazansalar da çıkmazlar..uzmanların belirledikleri rakama çıkmasını beklerler her zaman kağıdın..o hedef bir türlü gerçekleşmediği zaman da devamlı kaybederler..
Birbirlerinden değer aktarmaktır amaçları..ama değeri aktarılan taraf olacakları akıllarına bile gelmez..
Sabah uzmanları dinlerler...tüyo peşinde koşarlar...uzmanları bütün üçhayvanların dinlediği, herkesin aynı şeyi yapması halinde herkesin birden kazanamayacağını düşünmezler..
Kahve köşelerinde saatler öldürenlerin trafikte saniye kaybına tahammülü olmaması gibi, manavla beşyüz bin lira pahalı sattığı için kavga eden, restoranda fazla gelen hesap yüzünden cinayet işleyenler, yılların birikimi tasarruflarını borsaya yatırırken sürü halde hareket ederler.. sorgulamazlar.. uyaranları cahillikle suçlarlar.. ve kaybederler...

Kaybettiklerini kimseye söyleyemezler.. tekrar kazanmaktır amaçları... kazandığında daha kazanılacak, düştüğünde kağıt ucuzladı diye sevinilecek yerdir borsa..her halukarda mutlu olunacak bir yer..
Sınıf kavramı da kalmamıştır borsada.. memur memura zam yapılamasını istemez..program bozulacak diye..işçi çalıştığı fabrikanın özelleştirilmesine sevinir..ekonomi düzeliyor diye.. Borsa sayesinde memura zam yapılmasını istemeyen memur..işten atıldığına sevinen işçi modelleri ortaya çıkmıştır..çünkü gözleri alacakları maaşta değil..daha fazlasını borsada bir gecede kazanmaktır çünkü..
Türk erkeklerinden 3 tanesinden ikisine dokunun ya borsacı, ya atyarışı meraklısı ya da defineci çıkar..
Çalışmak zordur çünkü..
Bugüne kadar sorduklarımdan borsacı olanların toplam kayıpları trilyonu aşıyor..
Övünülecek bir şey olmadığı ve kendi edip kendi buldukları için sesleri çıkmıyor..
Bekliyorlar büyük bir hınçla..
Kaybettiklerini kazanmak..
Hayallerini gerçekleştirmek..
Bu sefer kazanan olmak..
Bekliyorlar..
Evet..üçhayvanlar..
Vakit geldi..
Yakında fırsatınız geliyor..
Ama sizi uyarayım..
İllaki kumar oynayacaksanız siz en iyisi (kanunun suç saydığı fiile girmezse) arkadaşlarınızla küçük poker yanık falan oynayın..Çanakta birikenlerle işkembe içersiniz..
Ya da ikinci soygun dalgasına kapılırsınız..
Sizi ben bile kurtaramam..

Erkan Sezgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 MeyBi : Nurdan Pamuk


Uyanış

2003 Yaz'ı… İsimsiz bir kasaba ….

Kız, ayak ucuna basarak dolaşıyordu evde. Annesi henüz uyumuştu ve onu uyandırmadan dışarı çıkmalıydı. Yan komşuları Ayşe Ablası ile konuşmalıydı bir an önce. Işıkları yakmadan, annesinin yattığı odanın kapısına geldi. Kapı aralıktı, nefesini tutarak dinledi bir süre. Gecenin sessizliğinden başka bir şey duyulmuyordu. Ürperdi bir an. Hep korkutmuştu gecenin bu ürpertici sessizliği onu. Bu kadar derin sessizlik nasıl olurda bu kadar gürültüyle yankılanırdı ki insanın beyninde…

Annesinin uyuduğundan emin olunca, dış kapıya yöneldi. Elini tokmağa götürdü ve yavaşça kapıyı araladı. Ne kadar dikkat ettiyse de, kapı açılırken kulak tırmalayan bir ses çıkartmıştı.
Kapıdan çıkmadan son bir kez evi dinledi…Annesi uyanmamıştı.

Dışarıya çıktığında, ılık bir rüzgar okşadı yanağını. Gözlerini kapadı ve birine sarılırmışçasına sardı kollarını kendine sıkı sıkı. Bir süre kaldı öyle. "Ne kadar ihtiyacım var buna, ne kadar" diye iç geçirdi. Uzun zamandır huzursuzdu. Kimseyle paylaşamıyordu korkularını ve olanları, Ayşe ablasından başka.
"Nerede kaldın Sibel? Ağaç oldum seni beklemekten! Uyudu mu?"
"Kusura bakma Ayşe abla, ancak gelebildim. Bu akşam geç yatacağı tuttu. Her akşam dokuz olmadan yatan kadın!"
"Neyse, ee naptın, neye karar verdin?"
"Abla diyorum ki, biraz daha bekleyeyim. Belki bir şey olmaz bu akşam."
"Ama Sibel! Ya daha kötü şeyler olursa ? O zaman ne yapacaksın peki?"
"Bu akşam yatmadan kapıyı pencereyi yoklarım iyice. Anneme de uyku ilacı verdim zaten."
"Ya, etkisi kısa sürerse? Ya, uyanırsa? Ya ,o yine gelirse ?"
"Yok abla daha neler! Bu sefer bayağı etkili bir ilaç buldum, gelse bile bu sefer duymaz annem."
"Geçen seferde öyle demiştin, ne oldu unuttun galiba?!"
"Abla, bizim Sevgi ablanın kocası var ya, eczanede çalışıyor, o getirdi."
"Ee, adama ne dedin? Alırken sormadı mı bir şey peki?"
"Sordu…Kendim için alıyorum dedim."
"Şüphelenmedi mi?"
"Yok abla. Neden falan dedi, uyuyamıyorum dedim ben de…Üstelemedi."
"İyi peki ,öyle diyorsan tamam. Bak, bir şey olursa haber ver bana, biliyorsun ben size gelemiyorum."
"Tamam abla. Hadi, gideyim ben artık. "

Evden çıktığı gibi sessizce girdi. Yine dinledi bir süre evi, evet annesi uyuyordu hala… Yatmadan önce, bütün pencereleri kapadı ve kapıyı kilitledi. Son bir kez eve göz gezdirdikten ve açık olan bir yer olmadığına emin olduktan sonra yatağına uzandı…"Keşke, hiç olmazsa iki katlı bir evde otursaydık. O bile yeterdi" diye geçirdi aklından. Ne zamandır annesini ikna etmeye çalışıyordu, oturdukları gecekonduyu daire karşılığı vermek için. Ama annesi ısrarla "babanın hatırası var bu evde "diyerek karşı çıkıyordu bu işe. Huzurlu bir gece geçirmek için dualar ettikten sonra hayallerine yüksek katlı bir apartmanı da alarak uykuya daldı Sibel…

Sevim Hanım çok zor uyanabilmişti uykusundan. Dışarıdan seslenen kişi, bu kadar ısrarla seslenmeseydi uyanamazdı belki de. Yatağında doğrulup dışarıya kulak verdi. Kim olabilir di ki bu saatte gelen?!

"Anne … Anne benim İsmail.. Anne?"

"Allah Allah! Neden içeri girmedi ki bu oğlan?"

Söylenerek yatağından kalktı. Omuzlarına yeleğini geçirdikten sonra kapıya gitti. Kapı içeriden kilitlenmişti ve anahtar üzerinde ters çevrilmişti. " Deli kız ! Abisinin geleceğini bilmiyor mu ki, kapıyı içeriden kilitlemiş?!" diyerek kapıyı açtı.

"Oğlum, bizim deli kapıyı içeriden kilitlemiş. Aşık mıdır nedir?...Gel içeri."
"Yok anne…Girmeyeceğim. Seni almaya geldim."
"Oğlum gecenin bir yarısı, nereye gideceğiz bu saatte? Gir içeri sabah gideriz."
"Olmaz anne! Çok önemli… Sabahı bekleyemeyiz"
"Oğlum, bak saat kaç?! Gel bari yemek falan ye, açsındır sen şimdi."
"Anne, aç değilim…Giyin de çıkalım."
İsmail, perişan haldeydi kan ter içinde, gömleğinin bir köşesi yırtılmış; Üstü başı toz, toprak içindeydi.

"Oğlum, bu halin ne? Gir içeri temizlen. Ne oldu sana böyle?"
"Anne lafa tutma beni! Yolda anlatırım zamanım yok"
"Dur oğlum, tamam…Bekle üstüme bir şeyler alıp geleyim. Sibel'e de haber vereyim. Meraklanmasın kız beni bulamayınca."
"Anne, Sibel 'i hiç uyandırma. Hemen döneriz…O'nu da telaşa vermeyelim şimdi."

Kadın "Allah Allah " der gibi, başını iki yana sallayarak odasına gitti. Geceliğini hiç çıkarmadan, hemen üzerine bir entari ve ince bir bluz giydi. Hırkasını alıp almamakta tereddüt etti önce, hava sıcaktı. Yine de giymeden eline aldı hırkasını. Başına bir şal atıp, kapıda bekleyen oğlunun yanına gitti.

Neler oluyordu?.. Neden bu saatte İsmail, böyle perişan, onu alıp götürüyordu?... Nereye gidiyorlardı ?...Bütün bu soruları oğluna sormak için ağzını açacaktı ki, oğlu elinden çekerek hızlıca yürümeye başladı. Kadın, şaşkın bir şekilde, biraz da korkarak oğlunun ardı sıra koşar adımlarla yürüyordu.

"İsmail…Oğlum…Neler oluyor? Anlatmayacak mısın?"
"Birazdan kendin göreceksin anne. Soru sorma, bir an önce gidelim!..."

Bulundukları mahalleyi öyle süratli geçmişlerdi ki, kadın sokağın başına hangi arada geldiklerini bile fark edememişti. İsmail'in alnı kanıyordu ince ince. Oraya dokunacak oldu, çocuk basını kaçırdı annesinin ellerinden. " Acımıyor " dedi sert bir sesle. Bildik sokakları geçiyorlardı. Köşede, Rüstem Efendinin bakkalı vardı. Hemen karşısında, Kürt Bedri'nin simitçi dükkanı. Yaklaşık yarım saat yürümüşlerdi. Koşar adımlarla yürüyorlardı ve bir tek kelime çıkmamıştı oğlunun ağzından. İsmail, sadece ileri bakıyordu ve gözlerinde garip bir acı saklıydı. Kadın, ürperdiğini hissetti. Korkmuştu bu bakışlardan. Oğluna belli etmeden yürümeye devam etti.Yürümekten ziyade koşuyorlardı. Nefes nefese kalmıştı kadın, eli de terlemişti. Elini çekmek istedi ama buna yeltendiğinde, İsmail'in elini kavrayan parmakları daha da sıktı annesinin ellerini. Vazgeçti kadın ve adımlarını daha hızlı atmaya gayret gösterdi. O'da merak etmişti gidecekleri yeri. Bir an önce bilmek istiyordu, olan biteni.

"Anne…Beni özler misin hiç?"
Kadın şaşırmıştı. Yol boyunca, sessiz duran oğlunun ilk sözleri bunlardı. Neler oluyordu?
"O ne demek oğlum? Seni, sen yanımdayken de özlüyorum ben?"
"Bir gün ben gidersem, çok ağlar mısın ardımdan?"
"Ölürüm oğlum….Deme böyle şeyler!"
"Anne, beni özlersen sana gideceğim yeri söylersem, gelir misin yanıma?"
"Dünyanın öbür ucuna gelirim. Ama, ne demek bütün bunlar? Nereye gidiyorsun ki ?"
"Şimdi yanındayım anne…Sadece merak ediyorum. O yüzden sordum."
"Oğlum, başında bir iş mi var ? Bir belaya mı bulaştın? Söyle annene kuzum benim. Elimizden ne gelirse yapalım."

"Anne korkma. Bir şey yok. Gel sen benimle, birazdan varırız."
Artık, hiç bilmediği sokaklardan geçiyordu kadın. Sokaklarda aydınlatma olmadığı için, tam olarak seçemiyordu evleri. Ama eski tip evlerin olduğu sokaklardan geçiyordu. Biraz ileride, karanlık, puslu, büyük bir boşluk vardı. Sonu görülemeyen bu yerin ne olduğunu anlamak için gözlerini biz daha kısarak baktı kadın. Sanki, bu şekilde yaparsa görebilecekmiş gibi…
Farkında olmadan İsmail'in önüne geçmiş ve daha da hızlandırmıştı adımlarını. Birkaç adımdan sonra, İsmail elini bıraktı annesinin. Annesi oğlunun geride kaldığından habersiz, ilerliyordu sislerin içinde.

"Burası neresi oğlum? Nereye geldik?"
"Anne, göreceklerinden sakın korkma…"

Uzaktan geliyordu İsmail'in sesi. Kadın başını geriye çevirdiğinde, İsmail'in geride kaldığını gördü. Sis çok yoğundu ve gölge gibi kalmıştı oğlu sislerin içinde. Tekrar, karanlık ve puslu boşluğa bakarak sordu kadın:

"Neden getirdin beni buraya İsmail?"
"Bak anne!... Buraya iyi bak"

Ses gittikçe uzaklaşmıştı. Kadın arkasına döndü. Artık oğlunu hiç göremiyordu.

"İsmail?"
"Bana bak anne…Buradayım…"

Karanlığın içinde, kadın tek başınaydı. Oğlunun sesi geliyordu ama göremiyordu O'nu. Ellerini gözleri hizasına getirerek çevresine bakmaya başladı. O sırada, çok uzaktan ezan sesi duyulmaya başladı. Sabah ezanıydı okunan. Kadın şaşırdı, evden çıktıkları bir saat bile olmamıştı, bu ne ezanıydı şimdi. Saat olsa olsa gecenin ikisi olmalıydı..

"Oğlum yakınıma gel. Sis çökmüş her tarafa. Göremiyorum seni."
"Buraya bak anne….Buradayım."

Ses uzaklaşıyordu ve İsmail sürekli annesine sesleniyordu:

"Buraya bak anne…"

"Buraya bak…"

"Buraya bak…"

"Buradayım…"

"Buraya bak …"

"Teyze sana diyorum…Duymuyor musun?"

Kadın irkildi birden. Çevresine baktığında sis yoktu ve hava aydınlanmaya yüz tutmuştu.

"Teyze buraya bak, kimsin? Niye cevap vermiyorsun? Nasıl geldin sen buraya?"

Arkasına döndüğünde, kırk yaşlarında, bir ayağı aksayan bir adam ona doğru geliyordu; Elinde bir el feneri vardı. Ve endişeli bir hali vardı.

"Teyze ya!...Gene mi sen? Ama bu kaçıncı?"

"İsmail nerede?"

"Gel teyze sen benimle…Bir çay ikram edeyim sana."

Kadının üzerinde, sadece omuzları yer yer eskimiş bir gecelik vardı. Ayakları da çıplaktı. " nasıl her seferinde bunca yolu gelebiliyor bu kadın " diye geçirdi içinden adam. Sırtında ki ceketi çıkartıp, kadının buz gibi olmuş omuzlarına koydu ve hafifçe çekti kadının kolundan. Ürkütmek istemediği her halinden belliydi. Kadın adamın peşinden giderken hala soruyordu:

"İsmail nerede?"

Güneş yükselirken bir mezar taşı biraz daha gömüldü toprağa soyadının yarısını aldı içine…

İsmail Yıldı…
1965-1992

Nurdan Pamuk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              7 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Nehar Eroğlu - Güney Afrika

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.361 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


AN

Kaybetmek korkusunu yaşayıp
Doya doya sarılamadığımız
Öğrenilmiş yaşanmışlıklarla geçirdiğimiz ömrümüz,
Kısacık zaman dilimlerinde saklı mutluluğumuz,
Bir an olsun tadına varamadığımız telaşımız,
Gölgesinde huzur bulduğumuz yalnızlığımız,
İsyan etmek için çok geç artık
Bu kadar yakınken yaşamın gerçeğine......

Füsun Özdemirkıran

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Aman dikkat Fil Bey!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Düş Hekimi Yalçın Ergir tarafından hazırlanmış olan "Basit Yaşamak" isimli bir sunumu vardır. Hani flash animasyon ya da power point dökümü olarak maillerimizde dolaşmıştır. Fondaki müzikte dahil bayılmışımdır bu sunuma. http://www.atillaate.com/basit.htm kısayolunda hem bu sunumu hem de bu sunumun sonunda eklenmiş sayın Atilla Ate'nin yanıtını göreceksiniz. Her iki şiiri de gerçekten sevdiğimi itiraf etmeliyim.

Tarihte "Meşe Denizi" olarak bahsedilen Anadolu'da bugün 6.500.000 hektar alanı kaplayan meşe ormanlarının 5.750.000 hektar alanı bozuk ve çok bozuk meşe ormanlarından oluşmaktadır. TEMA Vakfı - Orman Bakanlığı işbirliği ile1998 yılından beri sürdürülen "10 Milyar Meşe Projesi" dünyanın en büyük ağaçlandırma projelerinden biridir. http://www.tema.org.tr/tr/mese/10_milyar_mese.htm kısayolunda bu açıklamanın devamını okuyabilir ve bu ormanda bir kaç meşe de benden olsun diyebilirsiniz.

Michelangelo severmisiniz? Pardon, bu soru sanki bir yemeği sevip sevmediğinizi sorar gibi oldu. Michelangelo'nun yaptğı sanatsal çalışmaları beğenirmisiniz? Off buda garip oldu ama neyse, siz sanat'a meraklıysanız http://www.christusrex.org/www1/sistine/1-Genesis.html kısayoluna tıklayabilirsiniz.

Elektronik konusunda çin'in ucuzluğunu bilmeyen yoktur sanırım. Çin pazarında hangi ürünler var merak edenler http://www.newelectronic.com/Main.asp kısayoluna tıklayabilirler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


MessenPass 1.02 [82 kb] Windows FREE
http://www.nirsoft.net/utils/mspass_setup.exe
Yahoo, MSN, Icq gibi malum programların şifrelerini zaman zaman unutuyorsanız bu programı yakınınızda tutmanızda yarar var. Minik programı çalıştırıyor ve gerekli bilgiye pat diye ulaşıyorsunuz. Benden söylemesi.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041020.asp
ISSN: 1303-8923
20 Ekim 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com