|
|
|
21 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler |
Editör'den : Dursun bu yaprak dökümü!.. |
Merhabalar,
Büyük usta Nejat Uygur duyduğunda "Yaprak dökümü başladı." demiş. Yok öyle şey demek isterdim ama haklı galiba. Bize doyumsuz anlar yaşatan sanat emekçileri birer birer gidiyor. En son Uğurlugillerin Bacı Kalfası Tevfik Gelenbe'yi kaybettik. Otuzlu yaşların üzerinde olupta o sesi hatırlamayanımız varmıdır acaba? Hepimizin başı sağolsun. İsmet Ay, ardından Tevfik Gelenbe, dilerim burada durur bu yaprak dökümü. Çünkü ben o çınarların ben yaşadıkça yaşamımın bir kenarında olmalarını istiyorum. Çok mu bencilim?
Dün gene çöktüm kaldım. Bilenler biliyor, ben arabama uzun süreli bir dengeli beslenme hatta perhiz uyguluyorum. Az ama sık, her seferinde de aynı bedelle aldığım benzini koyarak arabanın obezite sorunuyla karşılaşmasını önlemeye çalışıyorum. Ya da çalışıyordum. Çünkü artık gariban doymaz oldu. 6 ay önce 20 milyona 12 litre benzin alıp 150 km yol yaparken, dün baktım gösterge 8.71 litrede takıldı kaldı. Pompacıya salla oğlum pompayı demişim o da gülmüş, yanımdakiler söylüyor. Ben şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememişim zahir. Pompaya yanaşma, benzin alma, ayrılma süresi öyle kısaldı ki, formula 1'deki pit stop'lar yanında halt etmiş. Pit stop'u bilenler bilmeyenlere bir zahmet anlatsın. İyiliksever pompacının ön camı silmeye niyetlenmesiyle fırçayı alıp bırakması bir oluyor. Olan da bizim kirli cama oluyor. Allah Unakıtan bakanımdan bin kere razı olsun. Lüzumsuz zaman kayıplarını önlediği için işler daha çabuk bitiyor. Sık sık benzinci ziyaret edildiğinden prostat malülü gazi şöförler huzur içinde işlerini ifa ediyorlar. Daha ne isteriz ki biz?
3 yıldır internette yayıncılık yapınca insan biraz paranoyaklaşıyor. Oldum olası sevmediğim bir davranışa karşı birtakım önlemler alma gereğini hissediyor. Şu imzasız dolaşan şiir, yazı ve slayt şovlardan söz ediyorum. Özene bezene alıp süslediği şiirin sahibini hiç mi merak etmez insan? Bilir de bilmemezlikten mi gelir, saygısızca. Aman diyeyim siz siz olun Kahve Molası'ndan bir alıntı yaptığınızda n'olur ama n'olur kime ait olduğunu belirtin. Benim arkadaşlarımın hepsi bunu hakediyorlar. Evvelki gün bir arkadaşımdan bir mail aldım. Harika bir şiiri resim ve müzikle süslemiş, epeyce de güzel olmuş. Ama bu şiirin sahibini araki bulasın. Oysa bir mısrayı arama motoruna yazdınız mı pat diye sahibi çıkıyor önünüze. Size kalan emeğe saygı gösterip o ismi zikretmek. Neyse üşenmedim dediğimi yaptım. Şairi buldum. Kendisine bir eposta atarak durumu özetleyip KM'de yayınlamak üzere izin istedim. Sevgili Hocamız Vedat Didari'den gerekli izni alarak o güzel şiiri sizlerle paylaşıyorum. Sanırım pekçoğunuz bu güzel şiiri okumuştur biryerlerde ama sahibini bilerek okumak bir başka güzel olur, deneyin.
Bugün pikapta herdaim hüşu içinde dinlediğim bir sanatçı ve ona has yorumu var. Ömer Faruk Tekbilek çalıyor, Last Moments of Love. Hepimize güzel bir gün diliyor ve huzurlarınızdan sessizce ayrılıyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Noktasız : Ayşenur Güven TOPLANTI |
|
-Arkadaşlar, bugün toplantımızda yapmak istediğim esaslı bir değişiklikten bahsetmek, karar vermeden evvel fikrinizi almak istiyorum. Biliyorsunuz bu serüvene başlarken amacım amatör yazarlara seslerini duyurma fırsatı vermekti. İki sene boyunca gazetemizi hepinizin çabalarıyla ücretsiz olarak yayınlayıp dağıttık. Zamanla tanındık, itibarımız her geçen gün arttı ve artmaya devam ediyor. Artık gazetemize abonelik sistemini getirmek ve okuyucularına her ay, ufak bir ücret karşılığında posta yoluyla ulaştırmak niyetindeyim. Böylelikle gerçekten ilgili, okuduğunun kıymetini bilen bir okuyucu kitlesini hedeflemiş oluruz ki, bu da kanımca uzun zamandır bir çok yazarımızın şikâyet ettiği "kırıcı okuyucu mektupları"nın azalmasına neden olacaktır. Ne dersiniz?
-Mükemmel bir fikir !
-Bence de harika bir fikir ! Son yazımdan sonra nasıl kötü mektuplar aldım anlatamam. Çok üzüldüm inanın, hâlâ kendime gelmiş değilim.
-Evet ama son yazın gerçekten berbattı.
-Sen kim oluyorsun da....
-Lütfen arkadaşlar, burada yazılara kritik yapmak için toplanmadık.
-İyi fikir iyi fikir olmasına da, bu okuyucu sayısını azaltmayacak mı?
-Okuyucu sayısını değil tirajı azaltacaktır. Amacımız "gerçek okuyucuya" ulaşmak...
-Zamandan beş dakika çalacak bir form doldurup abone olmak aşılması güç bir engel değil. Hem o formu dalgasını geçenler doldurmayacaktır.
-Endişe etmeniz yersiz. İlgi gözle görülür bir şekilde artıyor, ve artmaya devam edecektir. Bakın bundan iki sene evvel bir avuç yazarla başlamıştık, şimdi hemen hemen her gün elimize yeni yazarlardan yazılar geçiyor. Unutmayın ki bu yazarlar ilk adımlarını atmadan evvel okuyucumuzlardı.
-Hummm evet, bu konuyu da tartışmamız lazım.
-Niye tartışıyoruz ?
-Bence her önüne gelenin yazısını...
-Kardeşim bu amatör yazarların buluştuğu bir ortam değil mi ? Ne demek "her önüne gelen" ?
-Aşk hikayeleri yazanları menedelim.
-Hoppalaaa ! Senin bütün yazıların aşk meşk üstüne değilmiydi, ben mi yanlış hatırlıyorum?
-Şşşt !... Sevgilisinden yeni ayrıldı.
-Haa tamam, Pardon...
-Editörüm bu gazete senin, sen karar ver, biz yazmaya devam edelim.
-İyisiniz hoşsunuz da, abone olan gazeteyi gizli kapaklı okuyacak değil ya ! Elden ele geçebilir, hatta sonu manavın kese kağıdı olarak da bitebilir. Bunu engellemek mümkün mü? Ben abonelik sisteminin "kırıcı okuyucu mektupları"na bir engel olacağına inanmıyorum.
-Bence çare aranmasına gerek olmayan bir problem bu. Gazete bir iletişim şeklidir. Cesaret edip sayfalarında kendini gözler önüne seren kişi eleştirilere de açık olmak zorundadır. Sonuçta yazdıklarınız artık size değil onları okuyan gözlere ait ve her göze güzel görünmeniz imkânsız.
-Ne dedi?
-"Son yazın gerçekten berbattı" demek istedi.
-Herkes sizi ayakta alkışlamayacaktır demeye çalıştım.
-Yine de yazarların motivasyonunu kırdıkları düşünülürse bir önlem almak gerekir.
-Bir sekreter tutalım mektupları önce o okusun, kırıcı olanları yazara göstermeden çöpe atsın.
-Bence de abonelik bir çözüm değil ! Her yazarı gazetemize kabul etmemeliyiz. Seviyemizi ne kadar yüksek tutarsak, yazılar da o denli kaliteli olur. Böylece gazeteyi okuyanların niteliği değişir. Okuyucu mektupları da tarz değiştirir. Yazarların önce genel kültür seviyesini ölçelim derim ben.
-Yurt dışından yazanları reddedelim, kesin dejenere olmuşlardır.
-Doğru söylüyorsun bak, amcam Kanada'ya yerleşti iki sene geçmedi Türkçeyi yeni öğreniyormuş gibi konuşmaya başladı. Aksanı bile değişti, inanamazsın !
-İnanırım, inanırım, Türkçe yazarken yabancı kelimeler kullanıyorlar, çok absürd bir durum bence.
-Genel kültür seviyelerini nasıl belirleyeceksiniz?
-Test yapalım... Üniversiteye giriş sınavı gibi bir şey.
-IQ test'i yapalım !
-Sosyal herhangi bir faaliyeti olmayanları aramıza almayalım.
-Yaş sınırı koysak?
-Haydaaa !...
-Yazmak tecrübe ister, hayat tecrübesi. Şuncacık çocuğun tecrübesi ne olacak ki ?
-Kırk senedir aynı ortamda yaşamış, yaşamakta ve yaşıyacak olan ve burnunun ucundan ilerisini göremeyen bir adamdan daha fazla olabilir. Hem bak Mozart'a.
-Ne o dört yaşında okuma yazmayı da mı sökmüş?
-Ne çok derdiniz varmış sizin de bugüne kadar görememişim !...
-Testten vaz geçelim, yazarlarımız üniversite mezunu olsun.
-Doktorasını yapmamış olanların yazılarını üç ayda bir yayınlayalım derim ben.
-Lisan !... Herşeyin başı lisan. Türkçe dışında başka dil bilmeyenleri kabul etmeyelim.
-Niye ki? Bu gazete türkçe yayınlanmıyor mu?
-Briç ve satranç oynamayanları aramıza almayalım.
-Arkadaşlar ben hepinize bir günlük alayım, yazın durun kendi kendinize, ben de uğraşmaktan kurtulurum.
-Kahve ve çay hazır millet...
-Offf bu nasıl bir şey bu ?
-Onun adı kek... Genel kültürünüze girmemiş bir kelime olsa gerek.
-Kek Türkçe midir?
-Değil ! Bunun Türkçesi "süngersi tatlı ekmek".
-Oldu oldu, gözlerim doldu.
-Böreğe bakın millet "ye beni !" diyen bu olsa gerek.
-Ben çay alırım... Şeker neredeydi ?
-Kahve için süt varmıydı?
-Arkadaşlar bu poğaçalar da müthiş görünüyor.
-Tarifi geçen ay çıktı gazetemizde, denemek istedim. Bakın bakalım nasıl olmuş?
-Peçete uzatır mısın lütfen ?
-Yok ben yazımı beğenmeyenlere peçete uzatmıyorum.
-Doktorcuğum kahve falıma bakacak mısın?
-Yahu onu da mı biliyor ?
-Biliyor biliyor, araba aldığımı bildi... Bir şey daha alacakmışım, aylardır vitrin vitrin bakıyorum daha bir şey bulamadım, merak etmeye başladım.
-Arkadaşlar sorunumuza nasıl bir çözüm getirmeye karar veriyoruz?
-Hangi sorun editörüm???
Bir şekilde esinlenerek yazılmıştır...
Ayşenur Güven Belçika
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Rengarenk: Tuba Çiçek ADİYİM BEN |
|
Alın size bir itiraf daha: Adiyim ben! Üstelik adi olmam yetmiyormuş gibi bir de adi insanları seviyorum.
Ama.. ama.. hangimiz adi değiliz ki?
Sen! Bu yazıyı okuyan! Eminim melek gibi bir insansındır. Kimseye zararın yoktur. Tamam %100 ideal bir vatandaş olmasan da hırsız, haydut, hortumcu, vergi kaçakçısı da değilsindir. Herşey olabilirsin ama adi değilsindir. Değil mi?
* * *
'Adi' kelimesinin iki anlamı vardır. Birinci anlamı sıradan, alelade, banal, basit, hiçbir özelliği bulunmayandır.
Herkes kendini özel ve sıradışı farzeder. Sıradan, özelliksiz, alelade bir insan olduğunu söyleyen birine hiç rastladınız mı?
* * *
Özel olduğuna dair inanış insanı bir takım şeylerde ayrıcalıklı kılar. Bu yüzden herkes sıradışı olduğunu düşünür ve buna inanır.
Düşünsenize: Eğer sıradan bir insansanız, sıradan insanların başına gelen şeyler sizin de başınıza gelecek demektir... Iyyyy. Aldatılmak, ölmek, yakınlarını kaybetmek, iflas etmek vs.
İşte insanoğlu bu tür korkular yüzünden kendini sıradaşılığın kandırmacasına kaptırır.
Kendini beğenmişlik ve özel olduğuna dair inanış insanın doğasında vardır. Kendimizi evrenin merkezi sanırız gizliden gizliye. Bilinç düzeyinde, evrenin merkezinde olmadığımızın idrakinde olsak da; derinlerden gelen bir ses "Sen özelsin...her şeyin merkezisin" diye sürekli fısıldamaktadır...
Evrenin merkezi olma fikri insana dokunulmazlık, zarar görmezlik ve yok olmazlık hissi verir. İnsan öyle özeldir ve evrenin merkezinde bulunan bir yaratıktır ki; ölüm, hastalık, kötülük gibi felaketlerin onunla işi olmaz.
Herkesin yaptığı şeyleri yapmamaya, herkesin beğendiğini beğenmemeye meylederiz kimi zaman. Şu cümleler size de tanıdık geliyor mu:
"Hebeleyi herkes seviyor ama ben sevmiyorum. Bilmiyorum, ben herkes değilim sanırım, sıradışı biriyim.."
"Ay ben de mi bi acayiplik var, hiç beğenmiyorum gübeleyi.."
* * *
Bana kalırsa, sıradışılık ile farklılaşma karıştırılıyor. Elbette her insan bir diğerinden farklıdır ama bu sıradışılık değildir.
Sıradışılık, her şeyiyle ayrıksı olmak demektir. Bu yüzden sıradışı insan sayısı hayli azdır. (Lafa bak! Sayıları fazla olsa zaten onlara da 'sıradan' demez miydik sanki?)
* * *
Adi kelimesinin diğer anlamı da; alçak, aşağılık, faziletsiz, iffetsiz, değersiz, şerefsizdir.
Bu anlamda da adiyim ben. Yani en azından yeryüzünde bir kişi dahi olsa benim alçak olduğumu düşünüyorsa, o insanın gözünde adiyim demektir. Eh yalan da değil hani! Melek kadar iyi insanlara kıyasla gayet de alçağım.. Yani bir melek değilim.
'Melek gibi' insanlara, özveriyi bir erdem olarak algıladığımız için 'melek gibi' deriz. Onlar özveriyi abartırlar çünkü.
Şimdi düşünün: Melek gibi insanlar özverilidir.. Özveri, karşılık beklemeden birşeyler yapmaktır. Peki neden özverili insanlar, önünde sonunda isyan ederler? Hani karşılık beklemiyorlardı?
Özveride bulunan insan karşılığında sevgi, alkış, sadakat, onaylanma gibi birşeyler bekliyordur ve bunu genellikle elde eder de. Ama bir gün özverisi alkışlanmasın, anında isyan eder:
"Ben o kadar özveride bulunayım, şu yaptığına bak?"
Ulen hani karşılıksızdı?
Son tahlilde, herkes bir parça bencil ve adidir (alçak anlamında). Ne kendinizi kandırın ne de başkalarını.
* * *
Sıkça duyduğumuz bir tekerlemedir:
"Efendime söyleyeyim, insanlığın çivisi çıkmış, yeryüzünde iyiniyetli insan kalmamış.."
Gidin, araştırın, sorun, soruşturun, herkes iyiniyetlidir. Ama ortalık kötü niyetli insandan da geçilmiyordur. Neden? Çünkü "kime niyet kime kısmet" durumları mevzu bahistir. Sana kötü niyet gibi görünen, karşı tarafa iyi niyettir. Senin iyiliğine olan bir şey, karşı tarafın kötülüğünedir. İnsanlar kendilerinden yanadır, size karşı değil.. Bunun adına bencillik diyebilirsiniz, çıkarcılık diyebilirsiniz ve hepsini toplayıp kötü niyette (adilikte) birleştirirsiniz.
* * *
İnsanoğlu nankör olduğu için, iyilikleri unutup kötülüklerin çetelesini tutar.
Sadece insanlar için midir insanoğlunun nankörlüğü? Güzel zamanlara, keyifli şeylere de nankördür insanoğlu.. Sefayı sürerken iyidir de, iş cefaya gelince isyanları oynar.. Sefayı unutur, cefaya odaklanır.. Kahkahaya nankördür insanoğlu ama ağıtlarının çetelesini tutar..
Acının da farkında olarak mutluluğu deşelemek.. Yalanların da farkında olarak doğrulara prim vermek... Savaşın varlığına küfrederken, sevişmeyi kollamak.. Kandırılmak ihtimalini hep cepte saklayarak, güvenebilmek insanoğluna.. İyi yanlarınız için tevazu gösterip, adiliklerinizin altını çizebilmek.. İşte bunları yapabiliyorsanız, hayat oyununda ustalaşıyorsunuz demektir.
Biraz ustalaştıktan sonra çevrenizdekiler size "Ne adisin yaa" diyecektir. Sakın gocunmayın. İltifat kabul edin!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ŞURALARDAN BURALARDAN : Oğuzkan Bölükbaşı |
GÜNLÜK YAŞAM YANSIMALARI
İşgal altındayız kardeşim işgal. Hiç anlayabiliyor musunuz (gerçi anlamaya ne gerek alıştık), restoran, market, lokanta , aşevi neyse ne hepsinin önünde park edilmez yazısı var ( hem de beceriksizce yazılmış). Ortak alanlar işgal altında, ana caddeler mafya işgalinde, yukarıda saydığım yerler işletmelerin işgalinde. Polis seyrediyor, belediye seyrediyor sonra Ankara Ticaret Odası otopark mafyasının yıllık gelirini yayınlıyor, hala seyrediyoruz.
Azınlık ne kardeşim? Öyle Ermeni, Yahudi gibi etnik gruplar azınlık değil kardeşim, azınlık sadece ve sadece "yasalara uygun bir hayat yaşamak isteyenler"dir. Avrupa birliği müzakerelerinde bence Avrupa bunu dayatmalıdır, kendi dilimizde yayın, kendi kültürümüzde yaşama alanı, sağlanmasını istemelidir Avrupa.
Televizyonlar sabah 09.00 akşam 19.00 arasında sürekli göbek atıyor, karısı kızı kaçmış ailelerin karısını kızını arıyor, aldatılmış eşlerin gözyaşlarını dinletiyor. En çok örtünük kadınların ekranlarda attığı göbeğe bayılıyorum, şaşırıyorum, inanın anlayamıyorum. Ama türkülerimizden gelen "kız sen nereden öğrendin çarşaftan kol atmayı" nağmelerinin sebebini anlıyorum, sanki durum hep böyle miymiş ne? Hayat ne komik aslında, hayat değil insanlar komik demeliyim. Bir televizyon yayını izliyordum, konu aldatma üzerineydi (bu aralar çok moda bu konu nedense) çok ünlü bir psikiyatri profesörümüz adı lazım değil, şöyle dedi" eh canım türk kadınları da belli bir yaştan sonra deforme oluyorlar, estetik ameliyatı yaptırmaları lazım" tepem attı çünkü tam o zamanlarda Ben Affleck'in Jenifer Lopez'i, Kaya Çilingiroğlu'nun Hülya Avşar'ı aldatması gazetelerde idi. Önce tepem attı sonra kahkahalarla gülüp telefona sarıldım ama program kapanışını yazıları geçiyordu.
Avrupa birliği, önümüzdeki on beş yılın yeni oyalamaca sı, kim bilir kaç seçim dönemi kürsülerden "Avrupa birliğine aday Türkiye'deeeee………" diye başlayan nutuklar dinleyeceğiz. Gazetelerimiz ve köşe yazarlarımız Başbakanlarımızın sırtını okşayan Avrupalı parlamenterlerin resimlerini bize onur veriliyormuş gibi kaç kez yayımlayıp, üzerine yazılar yazacaklar. Veya konuya karşı olanlar nasıl paranoya ve komplo teorileri üretecekler. Nasrettin hocam diyorum bazen, "herkes haklı yahuu" yalnızca biz gerçeği bulamıyoruz, haklı olmakla gerçek ne denli farklılaşıyor değil mi?
Samsun belediyesi namus zabıtası oluşturmuş, sevgiyi yaşayan gençleri sevgiden koruyorlarmış. Afferin belediye başkanına(!) o düşünmeseydi sevgi gençlerin ahlakını bozacaktı. Böylesi derin fikirli, uzak görüşlü belediye başkanları var oldukça o"sevgi" denilen nesne ahengimiz bozamayacak, yaşasın asık suratlı laubalilik, kahrolsun sevgi taşıyan ciddiyet.
Çarşamba ilçemiz çok mahcup, artık oraları sel almıyor türkünün değiştirilmesini öneriyorum "İstanbul'u sel aldı bir yar sevdim el aldı" şekline getirilmeli.
Takımlarımız büyü yaptırarak maç kazanmayı hayal ediyor. Ben Fenerbahçeliyim, adresini bilen varsa Manchester United'in büyücüsünün adresini öğrenmek istiyorum.
Bugün bunlar aklıma geldi desem yalan olur, bunlarla yaşamak zorunda kalıyoruz. Allah hepimize sabır versin.
Oğuzkan Bölükbaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Bazen
Bütün hayat karşısında olur bazen insanın, yaşayan, yaşamış hatta daha doğmamış bütün insanları ve olaylarıyla. Üzüntüye bile boğulamazsınız, oysaki en uygun durumdasınızdır annenize nazlanmanın. Öylece bakakalırsınız anlayamadan nasıl olup da bu durumun ortasında kaldığınızı, kabilenin kurban edilmişi, kaynayan kazanın nevalesi, dolmuş kültablası oluverdiğinizi, bakakalırsınız.
İşte tam da o zamanlar anlarım ben çocuk kalmış beyinleri büyümüş bedenlerde ve şaşakalırım beyinlerin kalbe olan doğru orantısına. İnsanları yargılamak öyle kolay ki, hani düşünmeye bile gerek duymadan, miniminnacık bir olayın peşine düşüp, ayakkabının altına yapışan sakızlaşıvermek. Öyle kolay ki zaten malzemesi kristalden narin kalpleri tuzla buza çevirivermek. Bağırmak, çağırmak, insanları suçlamak, yargılamak. önyargılamak hatta, üzmek, kızdırmak… Uzayıp giden olumsuzlar listesi sonucunda varılan noktayı boşveriyorum. Belki de hiç bir doğa bilimi çözmeye değer bulmayacak o değersiz duygular yığınını… Ancak ardından gelen huzursuzluk ve mutsuzluk bulutları tüm evreni dolanır ve döner dolaşır varır olması gereken yüreğin dibine ve çörekleniverir. Ben bu yüzden çok korkarım unutuvermekten bazen de hiç unutamamaktan…
Olgun kişilikleri, kocaman yürekleri, sevgi dolu bakışları, içtenlikleri ve tüm sıcaklıkları ile seviyorum insanları. Bulduklarım için bu dünyada şükürler olsun…. Bulamayanlar insanlığı kendi adlarına utanma duygusuna da o denli uzaklıklarından olsa gerek, bir sırıtışla devam ediyorlar güne. Oysa nereden geldiği belli olmayan bir bebek kahkahası uyandırmalı insanı düştüğü gafletten gün ortasında. Oysa şehrin en kalabalık egzoslarının mesken tuttuğu kaldırımda yakalamalı bahara erken uyanmış çiçek. Oysa olmaz denilen olmalı, parklarla dolmalı dünya. Şehirlerin damarlarına sokulan şırıngalardan nükleer irinler pompalanmamalı yüreklerimize. Yarın sevgiye aç çocuklar doğurduğunda Kibele, bugünün bereketli topraklarında içilecek bir damla su kalmamış olacak. O zaman Kibele’nin göğüsleri bile yetmeyecek doyurmaya insanlığı.
Uyanın ey yüzlerinde bakıp da görememenin, görüp de bilecek aklı olmayanların sakil sırıtışı olan bugünün güç abidesi zavallıları. Yarın uyanmak için gözkapaklarınız kalmamış olacak. Hep açık kalsa da gözleriniz hiçbir şeye faydası olmayacak…
Ayşen Boran
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kışın efendisi
Buzdan elleri, buzdan gözleri, buzdan yıldızları ,buzdan tebessümü var.
Baharın sıcak yüreğini bırakırken, yelleri ağaçlarda salınan son yaprakları koparır alır;
Ürperti, bir sızma içimize.
Kardan adamların hükmü başlarken ufak ufak yıldız yağar kahve fincanlarına.
Yudumda büyü buğulanır. Aşkın tadını çıkarma vakti. Titredikçe, üşüdükçe sevdiğine sarılan, sevgilisinin kokusuna bulanan şiirler, sıcak kestaneleri saklar ceplerinde;
Avuç ve iç ısıtır yazdan kalan öyküler.
Ateşe dalınca gözler, kıyaslamaya vakit kalmaz. Uzakları bilmek için düşlenir evlerin kapıları.
Bir efkara takılacak vakit, çay biter askıcının elinde, sarılıp bardağa bir yudum dem;
kelimeleri siler küfrü eksik ağızlardan.
Duman altı umutlara tebeşir tozu bulanır.
Yollara yazdıklarımızı bir çırpıda silip alıyor, sarıya yağan yağmur.
Yıldız kayıyor geceye, yarın başka öykü taşıyacak bu şehir.
Harcanacak şey kalmadığında kar yağacak, kardan adamlar dolaşacak sokakları.
Atkılarında sakladıkları duaları okuyacaklar kışın efendisine.
Bilmece kutuları açılınca biz bizi bilmek adına bakacağız gözlere.
Ben bildim yapraklar sarardıkça dökülme, kopma vakti geceler.
Ve bildim ayazda yıldızlar daha bir parlayıp, batar içime.
Hırka bürüyecek bedeni. Bildikçe ılıyacak çekingen kıkırdamalar, kızaklar salınacak buzu okşayarak .
Pencerenin kenarında kışa yakın bir teyemmüm kazınır. Sıcak şarap yanına;
Bu günah henüz taze, işlenmemiş.
Sanırım geç vakitte ulaşacak ellerime.
Siyahın arkasından parlayıp koynumda uyuyacak, üşüdükçe daha bir sokulacak tenime;
yüreğimi çizecek titremeleri.
Buldum; hep usul sevgiler, kervanın arkasında kaybolmayı bilmeden kör uşakların ellerine bırakır kaderi. Mahşerin çizgisini aşmadan bir rüya daha lazım, uyanınca unutulacak kült gereğince.
Kışın efendisi çınarın yapraklarını savuracak sokaklara. Kar yağacak ayıpların üstüne.
Keyif geceleri, üşür; dokunuşları daha sıcak ellerin. Kızaran parmakları avucumda erir. Kaşınır usuldan; belki aşktan.
Közün, soba başında bana ettiği haller, şaraptan sonra yarı gerçek, yarı rüya sevgilileri öptüm gölgeli masallarda.
Bahçem beyaz bu gece. Altında saklanan bahara özlem tohumlar.
Bu kışın bir tutarı bir ederi olsa olsa, içime üflediği yavanlığın tadındaki kelimeler; tezgahında dövülür, söylemeye gelince erir kara bulanır, beyaz şehir.
Çamurun karasında olabileceği kadar beyaz, lapalıyor.
Üzerime düştüğünde erirken çıkardığı çığlıkların neşemsi, hüzünsü olasıları;
yeniden başlamanın rengini buruyor. İsten kararan hayatların sebebi, mumun ruhuna yazılı ışık tozlarının beyaza bulaşırken yazdıkları efkar!
Salıncaklar paslı ve soğuk. El üşüyor. Karın yanına dikilip verdiğimiz karelerin içi yalnız; dalarına konan serçelere rağmen, çıplak bakan, yapraklarını toprağa vermiş kayısı ağaçları kadar. Yada üzerine konan serçe kadar yalnız.
Yazın son kelebeği dün öldü.
Gece sokak lambaları yalnız. Kaldırımlar kar arıyor, yüreğime çizilen yaraları yoklarken ayaz, kışın efendisi çınarın yapraklarını savuracak sokaklara. Ve kar yağacak ayıpların üstüne.
Bekir Gürgen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
hayat acıdır, biber de acıdır, öyleyse hayat biberdir!
- hayat acıdır biber de acıdır öyleyse hayat biberdir!
- üf çok saçma.. yani şimdi bu cümleyi söyleyebilmek için millet filozof olmuş bütün gün düşünüp durmuş ha..? ha ha! güldürme beni..
- öyle deme ya adamlar her şeye ancak bir yöntemle varılabileceğini bulmuşlar aslında. her sonuca ancak bir metotla ulaşılabilir. her şeyin bir yolu,yordamı vardır. yoksa tabi ki bence de bu söz kendi başına hiçbir anlam taşımıyor. ama "mantık" diye bir bilim var. ben şahsen bunlarla çok ilgileniyorum..
- iyi güzelim o zaman sana bu zorlu yolunda sonsuz başarılaaaar..
- heyy dur ya nereye gidiyorsun hemen.
- annem biber almamı söylemişti. ama sanırım almama gerek kalmadı, hayatın kendisi biber ya!
- üf geçme dalga ya sana şurada ciddi bir şey söyledik değil mi?
- tamam neyse yarın görüşürüz. seni ararım.
- unutma ama.
- tamam..
Ve çıktım evinden işte en sonunda en yakın arkadaşımın. O benim gerçekten en iyi dostum ama bazen gerçekten de dayanılmaz olabiliyor. Şu felsefe ve mantıkla gereğinden fazla ilgileniyor. Ya günümüzde herkes mantığıyla mı düşünüyor? Hiç sanmıyorum, çoğu ezber bilindik tavırlar. İnsanların ne yaptıklarını, ne yapmak istediklerini öyle iyi anlıyorum ki artık bu ezbercilikten, bu basitlikten.. Bence bunun için filozof olmaya uğraşmaya hiç gerek yok. Dünya eskisine nazaran çok daha basitleşti.
Fazla mı acımasızım insanlara karşı artık? Hiç mi iyi bir tanesi karışmamıştır aralarına? bilmiyorum hepsi son zamanlarda bana karşı çok duyarsız.. ve çok.. acımasız...
Düşünceler beynimin ağlarında bir örümcek misali şimdi.. bir o yana,bir bu yana.. kıpır kıpırlar.. tabi onlarla birlikte hislerimde bir gidiyor bir geliyor.. hislerim sallanıyor, ben sallanıyorum,kim durduracak sahiden beni...
Bugüne kadar sevdiğim insanlar tarafından terkedilmenin korkusunu yaşadım hep. Bu yüzden ölesiye sevmenin,tutkuyla bağlanma tasarrufunun hesabını yaptım durdum.Elimden hiç düşmedi o küçük hesap makinesi.
İnsanları yola getiren aşktır aslında, aşkın dezavantajı istemediğimiz bir anda geliyor olmasıdır.
Aşk bu sefer beni yolumdan çıkaran oldu...
Aşk denen o kör kuyuda Yusuf gibi ürkek şimdi kalbim...
Kör bir kuyu aşk bize Yusuf yalnızlığı yaşatan..
Yusuf ne kadar dayanmıştı o kuyuya sahi?
İnsan susuzluğa ne kadar dayanabilir?
İşte aşk bu susuzluğun ta kendisi, hiç birşeye kanamamak aşk.. Aşk böyle bir zorlukla imtihan ediyor işte bizi. Kaçınız dayanabileceksiniz sonuna kadar?Kaçınız geçer not alabileceksiniz?
İnsanı en çok yoran da sanırım bu ikisini bir arada yaşamak. İnsanlar çok acımasız geliyor ve bir yandan da aşıksınız. Herşey aslında çok ama çok zorken,siz aşık oldunuz ya, herşey aynı zamanda çok ama çok.. kabullenilebilir.
Bu çok tehlikeli bir durum,aşkınızın zamanla tükendiğini düşünün, o kabul ettiğiniz tüm çözülmemiş sorunlar karşınıza çıkıp sizi rahatsız etmeye devam etmeyecek mi eskisine nazaran daha fazla?
Ve hepimiz aşıkken aslında birer melek olmadık mı? O saflığı,güzelliği keşfedip her bir insana çok iyi davranmadık mı?
Ve yine aynı "biz"ler aşkın bitip tükendiği yerde, eski kayıtsızlığımıza kavuşmadık mı? Hayatın getirdiği sıradanlıkları sineye çekmedik mi?
Çocukluğumda uyurken anlatılan o tek masaldaki cellat gelir gözümün önüne hala. Nasıl da elinde olmadan öldürmüştü o masum, dünya iyisi insanı?
Aslında düşünmeden de edemiyorum. Filmlerde, öykülerde niye hep güzelleri haklı çıkarırlardı, kötülerse sadece “haksız”dı...Aslında kötülük bir bakıma haklılıktan doğan alternatif bir yol değil miydi?
Yada iyilik karşılıklı yapıldığı zaman gerçekten iyilik miydi? Karşılık denen şeyin bir ölçütü olmalı mıydı?
Saf iyilik bununla mı açıklanırdı? Karşılıksız iyilik saf iyilik değil miydi gerçekten de? O halde saf düşünce de budur.Saf düşünce,temiz düşüncedir.Saf kötülüğünde olduğu iddia edilir ama “saf”ın sözlük anlamı duru,temiz değil midir?
Ve ben bunları düşünürken, tertemiz bir sayfanın üzerine ayakizlerimi bırakıyorum,o sayfa evimin yolu... bu yoldan her geçişimde karşı kaldırımda yine o aynı mezarlık...
Ölüm aslında sadece karşıdan karşıya geçmek o an... Fakat ben bunu bile başaramıyorum. Ne zaman niyetlensem buna,hep kırmızı yanıyor,çaresiz bekliyorum...
Ama bu sefer herşeye baştan başlamaya kararlıyım.
Ne zaman o mezarlıktan geçsem, aklıma hep çok sevdiğim birinin yaşadığı içler acısı bir olay gelir. Kocası trafik kazası geçirdiğinde ölümden kurtulduysa bile makineye bağlı kalmaktan kurtulamıyor ve cehennemin bir diğer yüzünü burada görüyor aslında. Bir türlü ölemiyor ve en sonunda cesur bir doktor bağlı olduğu makinenin fişini çekiyor.
Masalımdaki o cellatla o cesur doktorun bir farkı varmıydı peki?
Mezarlık bize hep ölümümü çağrıştırır, yoksa zamanımızın aslında çok az olduğunu ve doya doya yaşamamız gerektiğini mi?
Hayat bazen gerçekten acı bir biber mi?
Biz çocukluğumuzda karşılaşmış mıydık yoksa hayatın kendisiyle? Annemiz dilimize az mı biber sürerdi ceza olsun diye! Buradan mı hatırlıyorduk biz o acı biberi?
Ve zaten doğuşumuzda bir aldanış, bir mağlubiyet yok muydu? Bilseydik geçer miydik hiç o kapıdan? Değil dokuz ay,doksan dokuz ay bile yetmezdi bunun için.Bu aldanış değil de nedir söyleyin bana?Her gördüğümüz deliğe girmiyor muyuz şimdide? Meğer o zamanlar o deliğe girme sevdasıyla aslında en güvenli yurdumuzu, annemizin karnını terk etmişiz de haberimiz yokmuş..
Biz herşeyin anlamını bi sözlükten buluruz zannetmişiz hep, meğer herkes kendi sözlüğünü çoktaan yazmış.
Biz güzeli güzel, iyiyi iyi zannededuralım, aslında o çirkin kurbağa,öpülünce prens oluyormuş...
Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş..
Karşılıksız iyiliği "en iyilik" zannededuralım, karşılıksız iyilik aslında "enayilik"miş..
Külkedisi yalnızlığımızı hafifletir mi acaba? O üvey kardeşlerine hep iyilik yapmaya çalışsa da kötülükten başka birşeyle muattap olmayan güzel melek...
Sonra, Hz.Yusuf’un ne kadar iyi bir insan olmasına rağmen o büyük kara kuyuya düşmekten kurtulamadığını düşünsek.. Yapılan iyiliklerin karşılığı gerçekten bu mudur?
Durmayın sonra devam edin, kuyudan bahsetmişken inin yeraltına bir kerecik, hep gözümüz yükseklerde olmayacak ya..
Şahmeran için durun bir dakika da saygı duruşu.. O,sırf yolu oraya düşmüş aciz bir insana yardım etmek için, onu satacağını bilmesine rağmen üstelik, gösterdiği büyüklüğü.. ve sonunda etinin kralın ilacına merhem oluşunu.. (bu Şahmeran için iyi bir son muydu ki?) Ya da evet siz,bu yazıyı şu an okuyan sizler.Unutmayın sizler de birer örneksiniz.
Ve daha niceleri gelip geçen bu hayattan gerek bir masal kahramanı olarak çocukların uyumasına yardımcı, gerekse tamamen içimizden birileri.. Biz bunları yaşamak için doğmuşuz, yaşayıp ders almak için, yalnız olmadığımızı anlamak için.
Hak vermezdim aslında yazının başında hayatın acı bir biber olduğuna..
Ama düşündükçe anlıyor ki insan..
Ben iyilik yapıyorum.
İyilik bazılarına göre enayilik..
Ben bazılarına göre enayiyim!
Bu mantık içime işliyor artık.. Sorguladıkça öğreniyorum ki:
Hayat acıdır
Biber de acıdır
Öyleyse hayat biberdir!
Nilgün Tuna
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.361 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Sevemedi İstanbul İkimizi
seninle hiç istanbulda olamadık
göremedi istanbul ikimizi
ne emirgânda bir semaver tüketebildik
ne aşîyanda hüzün
bir tepeden seyretmek için bu güzelim kenti
ne çamlıca kısmet oldu ne piyer loti
hiç bir vapur taşımadı bizi marmarada
bir güvertede seni
liseli aşıklar gibi dakikalarca öpemedim
ellerini avuçlarımda tutup ta içimi dökemedim
şöyle bir elimi atıp ta omzuna
kolun belimde
yürüyemedim seninle beyoğlunda
bir sinema ya da tiyatro koltuğunda
parmak uçlarıma değmedi dudakların
pasajda arjantinleri çekip
nevizadede bir iki tek atamadık
doyulmaz uykulara bir türlü yatamadık
seninle hiç istanbulda olamadık
duyamadı istanbul sesimizi
sahaflarda yorulup ta kitaplara bakmaktan
çınaraltında mola veremedik
karışıp çılgın kalabalığına kapalı çarşının
tadına varamadık bir öğlen rakısının
ya da sultanahmette bir müzeyi gezip
dostlara uğrayamadık
gülhaneden uzanıp sarayburnuna
intiharı düşünemedik enine boyuna
ne lâleliden geçebildik sevgilim
ne kendimizden
bir çalgılı kumkapı meyhanesinde
ağlayamadım doyasıya sımsıcak göğsünde
eski istanbulda gezdiremedim seni
yemişte, asmaaltında
ne kaldırımlarımı gördün ne çayhanelerimi
ne çocukluğumu bildin ne gençliğimi
seninle hiç istanbulda olamadık
saramadı istanbul hiç bizi
çılgınlar gibi dolanamadık otobüslerle
trenlere binemedik
bırak bütününü bu koca kentin
sadece bir tek semtin
içinde bile olamadık
istanbul hiç doymadı bize bir tanem
biz de ona doyamadık
Vedat Didari
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
KARAYOLU TRAFİK GARANTİ SİGORTASI HESABI . Böyle bir fon ve biriken para var biliyormusunuz? Diyelim bir kaza geçirdiniz, yaralandınız. Size vuran arabayı da bulmak mümkün değil. Bu fon böyle durumlarda tüm sağlık giderlerinizi karşılıyor. http://www.tsrsb.org.tr/private/trk/duyurular/garantiadres.htm Bu adreste hangi durumlarda yararlanabilieceğinize dair ipuçları ve başvuru şekli ayrıntıları ile anlatılıyor. Bir kenara yazmakta yarar var.
Düş Hekimi Yalçın Ergir tarafından hazırlanmış olan "Basit Yaşamak" isimli bir sunumu vardır. Hani flash animasyon ya da power point dökümü olarak maillerimizde dolaşmıştır. Fondaki müzikte dahil bayılmışımdır bu sunuma. http://www.atillaate.com/basit.htm kısayolunda hem bu sunumu hem de bu sunumun sonunda eklenmiş sayın Atilla Ate'nin yanıtını göreceksiniz. Her iki şiiri de gerçekten sevdiğimi itiraf etmeliyim.
Tarihte "Meşe Denizi" olarak bahsedilen Anadolu'da bugün 6.500.000 hektar alanı kaplayan meşe ormanlarının 5.750.000 hektar alanı bozuk ve çok bozuk meşe ormanlarından oluşmaktadır. TEMA Vakfı - Orman Bakanlığı işbirliği ile1998 yılından beri sürdürülen "10 Milyar Meşe Projesi" dünyanın en büyük ağaçlandırma projelerinden biridir. http://www.tema.org.tr/tr/mese/10_milyar_mese.htm kısayolunda bu açıklamanın devamını okuyabilir ve bu ormanda bir kaç meşe de benden olsun diyebilirsiniz.
Michelangelo severmisiniz? Pardon, bu soru sanki bir yemeği sevip sevmediğinizi sorar gibi oldu. Michelangelo'nun yaptğı sanatsal çalışmaları beğenirmisiniz? Off buda garip oldu ama neyse, siz sanat'a meraklıysanız http://www.christusrex.org/www1/sistine/1-Genesis.html kısayoluna tıklayabilirsiniz.
Elektronik konusunda çin'in ucuzluğunu bilmeyen yoktur sanırım. Çin pazarında hangi ürünler var merak edenler http://www.newelectronic.com/Main.asp kısayoluna tıklayabilirler.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Avant Browser 10.029 [1.10 MB] W98/2k/XP FREE
http://www.qwerks.com/download/5337/absetup.exe
Alternatif tarayıcılardan en iyisi. En son sürümü. Çoklu sayfayı aynı anda tek bir program içinden açabildiğiniz, size oldukça etkin kullanım yöntemleri sunan bir tarayıcı. Internet Explorer alışkanlığınıza yeni boyutlar eklemek istiyorsanız deneyin. Türkçe versiyonu var. Yükleme otomatik olarak işletim sisteminizin diline göre yapılıyor. Herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|