Deniz Feneri yardımlarınızı bekliyor



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 3 Sayı: 607

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Ekim 2004 - Fincanın İçindekiler

 

 Editör'den : Ayyy Amannn Offfff!..


Merhabalar,

Ekranla karşılıklı kesistiğimiz bir gece yaşıyorum. Bütün gün tilkilerle köşe kapmaca oynamış, koşarken tökezlemiş düşmüş, tam kalkacakken ebe filin altında kalmış gibiyim. Bir daha fillerle köşe kapmaca oynamak mı... Duyan da sırtımda taş taşıyorum sanır. Yok yahu ne taşı, pamuk bile taşımıyorum ama yükte hafif pahada ağır ne varsa boynumun üzerinde ramazan davulu edasıyla süzüm süzüm süzülen diğer adı kafa olan organımın içine doluşmuş sağa sola yalpalayıp duruyor. En zoruda bu. Kafa yalpalamaktan serseme dönünce beyin yoruluyor. Ben yoruldum siz de yorulun deyi fetva verip tüm enerji tüketici organlara hops diyor. Emri alan namert eklem yerlerim sızım sızım sızlayıp "Haydi yatağa, haydi yatağa" diye megafonla bağırıyor. Çağrıya kulak, okuyucuya huzur vermek gerek deyip sessizce süzülüp gitmek gerekiyor. Giderken pikaba bir plak koymayı ihmal etmemek gerekiyor. Sevgili kahveciler, huzurlarınızda bir Yeni Türkü klasiği, Olmasa mektubun... Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

0 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  PROMOSYON OLSUN TORBA DOLSUN

Yıl 1997.
Bu meslekten para kazanmaya başladım. Devlet babanın kucağındayım-her bir şeye ANA diyen biz nedense devlete BABA demişiz-huzurluyum, mutluyum. İşsiz değilim en azından. İçimde garip bir endişe var ama bu da kurumum ile ilgili.
"Yapacak bir şey yok, yaşa gör kızım.." diye kendi endişeli halimi yatıştırıyorum.

İlk maaşım beni dumur etti. Sefil ve pratik yaşamayı seven benim gibi bir pratisyen için çok para verdiler. Zaten bana sormadan bankaya yatırmışlar. Ne yapalım aldık bakalım... İlk kez kendi paramı kazanıyor değilim, üniversite eğitimim boyunca da çalıştım. Olsun, bu para devletten geliyor. Anlamı farklı bir kere.

Hastanede beni Göz Hastalıklarına başlattılar. Hafifçe itiraz edecek gibi oldum. Dinlemediler "Orada pratisyene ihtiyaç var. İki uzmandan birisi askere gitti. Bir başka pratisyen hekim daha var. O sana yardımcı olur" dediler. Sustum. Eğitimi toplam 10 gün süren Göz Hastalıkları stajını küçük stajlar grubunda almıştım. Evde okumam lazım. Hata yapmaktan feci korkuyorum. İtiraf edeyim ki ödüm kopuyor.

Ya bismillah başladık. Meraklı bir tip olmanın burada da faydası çok. Kolay kapıyorum. İlk gün bio-mikroskobu çözmekle geçti zamanım. Kaptıkça keyif almaya başladım. Sabri çok kafa dengi bir adam. Diğer pratisyen. İkide bir sigara paketinden otlanıyorum. Ses etmiyor. Sonra Ahmet abi var. Çay ocağından sorumlu. Şıp diye sevdim. Bana sürekli çay getiriyor. Gülay hemşire farklı bir alem. Daha ilk gün "Situs İnversus" olduğunu anladım. O da beni çok sevdi. Kadın midem ağrıyor diye sağ kaburgasının altını tutuyor. Yani anlayacağınız iç organlarının hepsi poposuna bakıyor. Tersliği sadece bundan ibaret. Gerisi bal gibi. Elmamdan çıkan meyve kurdu ile masada kurtlar duyar mı, kurtlar görür mü, kurtlar ısıya nasıl tepki verirler deneyleri yapmamı hoş karşılıyor. Hala bu durumu gençliğime verdiği şüphesini yaşıyorum. Zaten hep gençliğime veriyorlar. Kıs kıs gülüyorum. Ben değişmeyeceğim...

İçeriye güzel güzel kızlar ve metroseksüel erkekler giriyor. İlaç temsilcileri. Bana ilaçları tanıtıyorlar. İşime yarıyor açıkçası. Oyuncaklar var bir de... Değişik kalemler, ışık kaynakları, fotoğraf çerçeveleri, hesap makinası, bloknot, anahtarlık. Eve ganimetlerimle dönüyorum. Pek çoğuna ihtiyacım yok. Olsun. Çok şirinler. Mahallenin çocukları, yeğenlerim, arkadaşlarım kapış kapış ganimeti bölüşüyorlar. Kendimi Robin Hood gibi hissediyorum.

Bir öğlen bakımlı, güleryüzlü, güldükçe gözleri kaybolan-inadına çok gülen-sevimli Japon irisi kız içeriye giriyor. Bize çalışan mümessillerden birisi. Kulağıma eğiliyor. "Bu öğlen sizinle dışarıda yemek yiyelim mi?" Dönüp yüzüne bakıyorum. Yazık... Özel bir sorunu olmalı. Benimle dertleşmek istiyor olabilir. Aslında hiç de sorunu var gibi durmuyor. O zaman beni sevdi, arkadaş olmak istiyor. Aslında benim için de değişiklik olur. "Oluuur... Gidelim." diyorum...

Yemek boyunca havadan sudan çiçeklerden böceklerden konuşuyoruz. Gittikçe rahatlıyor sohbet. Sinema ve kitaplara vardığımızda artık çene yarıştırır haldeyiz. Ay, çok mutlu oldum. Japoncuk tuvalete gitmek için kalktığında ben de hesabı istiyorum. Kahvemin son yudumlarında bizim Japoncuk masaya dönüyor. Garsondan hesabı istiyor. Garson ödendi diyor. Pek sevmem bu durumları, nezaket içinde "Aaaay, ama olur mu? Neden böööle bişii yaptın kiiii?" muhabbetleri dönecek, biliyorum. Klasik cevabım dilimin ucunda. "Bir sonrakine de sen ısmarlarsın..." diyeceğim. Konu kapanacak.

Japoncuk bana bakıp "Nasıl yani doktor hanım, sizi yemeğe ben davet etmiştim..." diyor."Ne önemi var, bir sonrakine de sen ödersin hesabı.." diyorum. Japoncuk konuyu uzatacak, belli. Hemen çantamı kapıp kalkıyorum. Yok ama pes etmiyor. "Olur mu ama doktor hanım? Lütfen, geri alın, ben sizi davet etmiştim.." diye tekrarlayıp duruyor.

Arabaya varıyoruz. Mesainin başlamasına az zaman kaldı. Bana "İyi de doktor hanım, hesabı ben ödemiyorum ki, şirket karşılıyor..." diyor. Bir an için anlayamıyorum. "Şirket senin öğlen yemeğini karşılıyor, olsun, bu sefer de ben karşılamış olayım, ne olur ki?" diyorum. Yüzünde şaşkın bir ifade beliriyor. Bana dönüp; "Sanırım bunu size benim anlatmam gerekecek..." diye başlayan bir konuşma çekiyor.

Konuşmanın sonunda benim ağzım açık kalıyor. Sadece birkaç ilaç yazmam için benim önüme serilecek teklifleri dumur boyutunda dinliyorum. Verdiği örnekler tıka basa dolu midemi ağzıma getiriyor. "Asla..." diyorum..."Ne beş yıldızlı otellerde tatil, ne yurt dışı gezisi, ne de evime televizyon alamazsınız..." Hızımı alamayıp kıza çıkışmaya başlıyorum. "Sen Faust'u okudun mu ha?" Kızcağız korku ile büzüşüyor...
Kendi yemeğimin parasını da veririm!

Sonradan yavaş yavaş anlıyorum ki sistem böyle. Hatta taleplerin çoğu hekimlerden geliyor. Talepler arasında bir öğlen yemek yemek o derece masum ve göz ardı edilebilir bir hareket ki, bahis konusu etmeye değmez... İşleri kılıfına uydurmuşlar, örneğin yüz hastalık çalışmalar var. Yüz hastaya o ilacı yazıyorsunuz, hastaların bilgilerini de isim vermeden kayıt ediyorsunuz, aldığınız sonuçları da notlarınıza ilave ediyorsunuz ve hiç fena sayılmayacak bir digital fotoğraf makineniz oluyor. Ve bu makine inanın ki yine de masum bir hediye!

Geçen sabah üstümde önlüğüm yokken kantinin önünde bir kahve içeyim dedim. Filanca doktor hanımın "Özel Yüzme Kursu" aldığını ve bunu da X firması çalışanına zor kullanarak, tehditle finanse ettirmeye çalıştığını dinliyorum. Diğer firmacı arkadaş da dertli, Y bölgesinde çalışan ve her salı günü bir paket "Captain Black pipo tütünü" götürmediği takdirde ilacını yazmayacağını ifade eden fişmanca bey'in "rahatsız edici tavrından" şikayetçi. Beş yüz kutu hesapları, bin kutulara çıkıyor...

Boş kahve bardağımı çöpe atıyorum. Vicdanım rahat. Evet, hastanedeki odamda pek çok şey ilaç firmalarınca hediye edildi. Yazdığım kaleme hiç para ödemiyorum. Kaşem bozulduğunda bir yenisi bir saat içinde elimde oldu. Evde odamda asılı duran mantar panoyu seviyorum ve alırken de asarken de bir huzursuzluk hissetmedim. Hastaneye bağış makbuzu karşılığında aldırdığım buzdolabında insülinlerim bozulmuyor. Firma tarafından hediye edilen minik radyom kafamı rahatlatıyor. Her hekime hediye verilen tansiyon ölçmek için özel diyaframlı şu stateskoplarından bir tane de benim çekmecemde duruyor. X Kongresine katılabilmem için ayağıma gelen bir sponsorluk teklifini çevirmiyorum. Bunlardan SADECE buzdolabını ve su dispenserini "RİCA" ederek ve "BAĞIŞ MAKBUZU" karşılığında getirttiğimi düşünüp huzur bulmaya çalışıyorum...

Yarın öğlen ilaç firmasında çalışan birkaç kafir arkadaşımı yemeğe götüreceğim.
Hesaplar benden!
Vicdanı huzura kavuşturmanın da bir bedeli olmalı.
Ya siz ne dersiniz?

Herkesin ramazan ayı kutlu olsun.
İyi hafta sonları....

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
              18 Kahveci oy vermiş.
36 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Fatma Toprak Gök

 Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök


   BATIL MEVZUULAR

Hani benim bir bebişim oldu ya… Doğduğu andan itibaren bir yığın şey söylediler. Aman şunu yapma bunu yap, kırk gün boyunca sakın bir yere çıkma, yirmi gün doldu çıkabilirsin artık ama akşamları sakın çıkma vıdı vıdı… bir sürü şey… Bunların içinde bazıları vardı ki bana YUH dedirtti. Şöyle ki:

* * *

- Aman da aman ne şirin bi bebekmiş bu. Ay ay ay yesinler şunun yanaklarını, burnunu… Aaaaaa hani bunun sarı tülbenti
- Tülbent mi? Sarı mı?
- Tabi ya… Çabuk gidip biyerlerden sarı tülbent bulun. Yoksa çocuk sarılık olacak. Vah vaaahhhh yazık bu yavruya. Hadi hadi ne duruyosunuz daha, çabuksanıza…
- ( Hımmm demek ki Ulaş'ların bebeği sarı tülbent olmadığı için sarılık olmuş :pp öhhhöömm )

* * *

- Bana bak, eve gider gitmez çocuğu tuzla. Yoksa büyüyünce kokar.
- Yani şu anki derisini tuzlayınca ilerde kokmasını önliycez öyle mi?
- Tabi. Söylemedi deme
- ( Hımmm demek ki çarşıdaki adamı bebekken tuzlamamışlar :pp )

* * *

- Hiiii napıyosunn !!
- Napıyorum?
- Uyurken bebeğe bakılır mı hiç!
- Bakılmaz mı?
- Bakılmaz tabi, başı ağrır sonra
- …..

* * *

- Şşşşşş… Boş beşik sallanmaz, durr!
- Niye be!
- Günah kızım günah, sallama işte.
- İyi o zaman, bebişi koyayım da öyle sallayayım.
- Doluyken de sallanmaz!
- Nası yani!
- E alıştırmayın işte
- ( Allam yaa! )

* * *

- Ahh kızım güle güle büyüt çocuğunu
- Sağolasın, eksik olma
- Bana bak, çocuğu sakın Salı ve Perşembe günleri yıkama
- O niye?
- Ağır gündür onlar. Cumartesi, Pazar da yıkama. İyi sayılmaz
- Ay niye ki yaa. Boş laf onlar be
- Kızım dinle işte lafımı, yıkama dediysem yıkama. Bi de doğduğu gün de yıkanmaz
- Ay çıldırıcam şimdi yaa. E ne zaman yıkıcam peki, Allam yaaa
- Sen lafımı dinle. Kırkı çıkana kadar doğduğu gün yıkanırsa, ilerde başı titrer. Benden söylemesi.
- ( Ay yok artık yaa YUH yani.. Ben kafayı yemeden kırkı çıksaydı bari )

* * *

- Oohhh misler gibi oldu yavrucak. Banyodan sonra mışıl mışıl uyur şimdi.
- Ay bi emzireyim. Açlıktan gidecek nerdeyse.
- Kız dur napıyosun delirdin mi?
- Yok delirmedim ama yakındır. Yine ne var?
- Banyodan sonra çocuk emzirilmez. Di mi Seda?
- Yooo niye ki?
- Ağzı kokar.
- ( Hönkk )
- ( Hönkk )

* * *

- Hadi kızım güle güle büyüt. Biz gidelim artık.
- Teşekkür ederim geldiğiniz için. Güle güle gidin.
- Hiiiiii ne dedin senn!
- Ne dedim?
- Sakın bi daha kimseye 'güle güle' deme. Sütün kaçar bak …
- ( Allam yarabbim yaa. Delirecemmmm )

* * *

- Mmmm. Ellerine sağlık ev de mis gibi oldu valla. Çok iyi temizlemişsin.
- Beğendiğine sevindim. Eeee nası gidiyo bebek bakmak. Alıştın mı, emziriyo musun, sütün var mı?
- Sanki azaldı biraz
- İlk doğumum geldi aklıma. Köy yerinde kimse yoktu yardım edecek. Tek başımaydım. Doğumdan bir hafta sonra evde su yok, getirecek kimse de yok. Kocam dövdü beni, ağlaya ağlaya çeşmeye gittim su taşımak için. Sonra da sütüm kaçtı.
- Tabi kaçar. Senin çeşmede ne işin var. Lohusa kadın çeşmeye giderse tabi kaçar sütü
- E pes yani. PESS

Sütüm azaldı. Birine 'güle güle' mi dedim acaba. Yoksa çeşmeye mi gittim su taşımak için. Hay Allah!..
Geçen gün pikniğe gittiğimiz yolun kenarındaki çiftlik evinin duvarında 'SÜT BULUNUR' diye yazıyordu. Gitsem desem ki: "Sütüm kayboldu, bulur musunuz?"
Bulurlar mı acaba ?

Fatma Toprak Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Ümitsiz kalmayın : Ümit Yoket


AİDİYETİMİN TINGIRTILARI

İçi boş olan nesnelerden çıkan seslerle, içlerini doldurduktan sonra çıkan sesler arasındaki farka kulak verip dinlediniz mi hiç?....İçi yağ dolu teneke ile boşaldıktan sonraki arasında olduğu gibi... Ya da lezzet anlamında boş yani daha ham iken bir karpuzun tınısı ile olmuş lezzetli bir karpuzun tınısı....Bana öyle geliyor ki içi boş nesnelerden itici, kulakları rahatsız edici bir ses frekansı yayılıyor. Boşluk dolduruldukça yayılan frekanslar daha bir kulağa hoş geliyor ve tatminkar oluyor.

İçi boş bir teneke ya da varili bayır aşağı yuvarlayınca bütün mahalle ayağa kalkar tangurtu, tungurtudan öyle değil mi ?... Peki boş kafa veya bedenlerden çıkan bu gibi sesleri her gün çevremizde yüz yüze veya yayın organlarından işitmiyor muyuz?.. Çevrenizde sesi en çok yükselen veya en çok konuşanlara bakın...Az bilen mi daha çok konuşuyor, yoksa çok bilen mi?....İnsanın da beyni ve yüreği, kendini bilme ve kendinle barışık olma anlamında, sevgi ile doldukça çıkan sesler, azalıyor mu çoğalıyor mu sizce?.... Veya frekans kulağa giderek daha mı hoş yoksa daha mı itici geliyor?...Yaşamsal işlevlerini kendini bilerek, özgüvenle ve kendinle barışık bir dolulukla yerine getirenlerden gelen sesler mi, yoksa harcıalem, bağımlı olarak yaşayanlardan gelen sesler mi daha çok cezbediyor sizi?....

Benim gibi çoğunuzun aklına gelebilecek, aksi bir örneği ele alalım. İçi boş çalgı aletlerini bir irdeliyelim, bağlama veya ney örneğinde olduğu gibi...Pek çoğu içleri dolu iken, ses rezonansı için boşaltılmış çalgılar değil mi... Yani içi dolu olmanın ne olduğunu çok iyi bilen, yıllarca dolu dolu yaşamış ağaç parçaları değil mi onlar?.... İlk çalgı aletleri olarak kızılderililerin içi boşalmış kütüklere vurarak veya içi boş sazlık dallarını üfleyerek ahenkli sesler çıkartma gayretlerinde bunu görmüyor muyuz?...Doğu felsefesi veya tasavvufta önce içi içerik ile doldurup, sonra boşaltarak huzurlu yaşamayı, yol ve ilke edinmek düsturu vardır aslına bakarsanız... İçimizi veya beynimizi doldurup, ondan sonra da boşaltmak ve huzur verici tınılar çıkarmak erenlerin veya guruların işidir diyelim. Bizimkini olsa olsa bir ömür boyu doldurmaya çalışarak yaşayabiliyorsak ne mutlu demeliyiz bana göre...Tabii ki boşu doldurmaktan kastım bol yemek, alkol, sigara, Tv de dizi ya da tele voleler seyretmek, bol bol geyik muhabbeti yapmak değil...Zaten bunlar hiç kaçınılmaz bir şekilde bir delikten girer diğerinden çıkar ve gider en kısa sürede. Ya da bir inancın, bir takımın, bir insanın kısaca bir tek yaşam tarzının fanatiği olmak bizi güya doldururken işgal mi eder, yoksa beni benden alıp kara sevdalara mı sürükler, hiç ben kalmamacasına?....Sevgi doldurun, bilgi doldurun, sanat doldurun, kültür doldurun ki kalıcı olup çıkmasınlar kolay kolay..Hemde büyük lezzetler ve keyifler sunarak...Bunları taşacak şekilde doldurduktan sonra boşaltabilenlere ise ne mutlu!.... Esas evrensel tınıları onlar yaymıyor mu insanlık tarihine?...

Şimdi işin bir başka boyutuna geçelim. Son zamanlarda kendimle boğuştuğum sorunum... Sizlerle paylaşabilecek miyim ben de merak ediyorum aslına bakarsanız. Aidiyet nedir?....İnsanı güçlü mü kılar zayıf mı?....Mutlu mu eder mutsuz mu?...Dopdolu iken ne kadar, bir başka şeye veya şahsa ait olabiliriz, bom boş iken ne kadar?....Kimimize yanıtları kolay gelebilir ama bana göre yaşamda yanıtı zor sorular bunlar.. Bir kere sağlıklı yanıt verebilmek için, ne kadar kendimim, ne kadar özgürüm, neye ne kadar bağımlıyım, kendimi mi seviyorum, yoksa ait olduğum şeyleri mi veya bana ait olan şeyleri mi gibi ön soruları yanıtlayabilmek gerek öncelikle....Bir kağıdın üstüne bir daire çizelim, BEN i temsil eden....Ondan uzağa bir başka daire veya daireler... Onlardan birini tam kendi dairem üstüne veya benimkini onun tam üstüne oturtalım. İşte aşkı çizdiniz bile...Yani 1+1=1....Hangi daire yok oldu ?????...... Tam güneş tutulması durumları yani..Bir süre sonra kaçınılmaz olarak iki çember birbirinden ayrılmaya başlamaz mı?.... Bu iki çemberi bir arada tutan güç veya iten güç nedir?....Bence iki sorunun yanıtı da ortak ve yanıt AİDİYET duygusu....Yani mealen, kendime mi aidim, yoksa üstümdekine mi veya altımdakine mi sorusu sorulmaya başlanıp. sürdürüldükçe daireler yavaşça veya hızla ortak paydaları azalarak birbirini terk etmeye başlar. Peki bu süreç mutlu bir süreç midir?...Bunu da, çeken güç veya iten güç anlamında yine AİDİYET anlayışımız belirlemez mi?...

Ulus kimliğimiz, inanç kimliğimiz, ırk kimliğimiz, sosyal kimliğimiz, tuttuğumuz takımın kimliği, kendimizi jiletlemecesine taptığımız sanatçıların kimliği, yaşamın asıl amacı olması gereken ve BEN i yaşamak anlamında, insanlık kimliğimizi kat be kat örtüp bizi silikleştirmiyor mu?...Kendimizi yaşamayı ne zaman ve nasıl düşüneceğiz?....Üstümüzde tonlarca yük oluşturan Aidiyet ve kimlik kavramlarını nasıl hafifletip, aralayarak soluk almaya başlayabileceğiz?...

Kanımca ben her hangi bir şeye ne kadar aitsem o kadar kendimden verir, kaybeder ve eksik kalırım, kısaca gelişimim o kadar engellenir; Veya bir şeyler ne kadar bana aitse bende bir yerler işgal eder ve ben yine o kadar azalırım. Bir bütün olarak, Kendimi Bilerek veya Kendimle Barışık yaşayabilmek için Aidiyet kavramını silip atmaktan başka bir çare yok bana göre....Yoksa tangur, tungur TINGIRTILAR çıkararak yaşamaya devam etmeyi göze almam lazım...Bence hiç bir şey veya hiçbir kimse, hiçbir şeye veya hiçbir kimseye ait değildir veya en azından ütopik olarak ait olmamalıdır.

Halil CİBRAN'ın çocuklarımız üzerine yazdıklarını anımsayalım mı?...;
" Onlar sizle olsa da size ait değiller,
Onlara sevginizi verebilirsiniz, ancak düşüncelerinizi değil,
Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz ,
Ama ruhları için değil.
Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ,
Ama onların sizin gibi olmaları için değil...."

AİDİTİYETİNİZ, BEYNİNİZ VE GÖNLÜNÜZCE OLSUN!... Hatta ütopik olarak hiç olmasa daha iyi olmaz mı be sevgili dostlar?....

Ümit Yoket
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Kalbimde Buruk Acı

- Merhaba Derya nasılsın? Yarım saat sonra seni almaya geleceğiz... Hemen hazırlan.

- Niye? Nereye gidiyoruz ki..?

- Bugün Cengiz'in nişanı var. Son anda haber verdim kusura bakma arkadaşım... Telaştan hiç fırsatım olmadı.

Arayan Derya' nın en yakın dostlarından Meral' di. Kendisinden büyük olmasına rağmen, dokuz seneyi aşkın bir süre önce tanışmışlar, çok iyi dost olmuşlardı. Cengiz de, Meral'in kardeşiydi. "Demek şimdi nişanlanıyordu." İçini buruk bir sevinç kapladı. Meral'i tanıdığından beri, Cengiz'i de tanıyordu. Cengiz henüz askere gitmediği zamandan beri aşıktı Derya' ya... Hatta askerden döndüğünde cesaretini toplamış, teklifte bile bulunmuştu.

- Neden kabul etmiyorsun beni Derya?

- Çünkü Meral benim en yakın arkadaşım. Sonucunun ne olacağını bilmediğim, duygularımdan bile emin olmadığım bir ilişki için, dostluğumun bozulma ihtimalini göze alamam. Bir ilişkiyi yaşamayı beceremezsek ne olacak? Bunu göze alamam... Anla beni lütfen.

Aralarındaki diyalog; Cengiz'in bütün ısrarlarına rağmen, bundan öteye gitmemişti. İlerleyen günlerde, hatta yıllarda arkadaşını görmeye gittiğinde karşılaşmaya devam ettiler...Ta ki iki sene önce Meral evlenene kadar. Artık birbirlerini eskisi kadar sık göremiyorlardı. Ender karşılaşmalarında da Cengiz'in ısrarları sadece gözlerinde saklı sessiz yakarışlardı... Aşk dolu bakışları hiç değişmemişti ve bunu sadece Derya hissedebiliyordu. Yıllarca bu durumdan garip bir zevk aldığını kendisine itiraf edemese de, şimdi bu durumun değişmiş olduğunu bilmek hayal kırıklığına neden olmamalıydı.

Kafasında maziye dair yaşanmışlıklarla meşgul olurken, eski bir hayranını yitireceği ana hazırlandı kısa bir sürede. Meral'in gelişi ile birlikte erkenden çıktılar. Nişanın yapılacağı salon uzakta olduğu ve daha sonra gidemeyeceği için, kızı kuaförden alıp, eve götürme faslına da eşlik etmek durumunda kaldı. Kızı ilk gördüğünde çok şaşırdı. Aralarındaki benzerlik göz ve yüz şekillerinden daha ileriydi. Arkadaşı Meral "Sana benziyor" dediğinde, bu kadarını tahmin edemezdi elbette. Aynı yeşil gözler, kumral saç, beyaz ten ve boy uzunluğu...Bir teraziye koysalar, terazinin iki kefesinin eşit olabileceğini düşündüğünde ürperdi.

-Sibel...makyajın elbisene hiç uymamış canım... Zaten bu kuaförlerde makyajla güzelleştireceğine, iyice çirkinleştiriyorlar. Vakit varken değiştirsek iyi olur.

- Tamam ama, ben heyecandan yapamam şimdi. Siz yapın, olmaz mı?

- Bak..! Derya çok güzel makyaj yapar.. Hem arkadaşım her konuda beceriklidir. Sana yardımcı olur.

Derya, arkadaşının emrivaki tavrı karşısında "olmaz" diyemedi. Hem Sibel çok tatlı ve kendisi gibi güler yüzlü bir kızdı. Ona haksızlık edemezdi. Zorlada olsa makyajını elbisesine uygun bir şekilde tamamlamayı başardı. Herkes, özelliklede Sibel çok beğendi.

Nişan saati yaklaştığında, hep birlikte evden çıktılar. Meral öne eşinin yanına oturdu. Sibel' de müteşekkirliğinin bir karşılığı olarak Derya' nın arkaya, Cengiz ve kendisinin yanına oturması konusunda ısrar etti. Derya; "Hayat ne tuhaf... O teklifi kabul etsem şimdi burada konuk olarak değil, nişanlısı olarak ben mi oturacaktım?" diye geçirirken içinden, buruk bir tebessüm belirdi yüzünde . Hayat; doğru yada yanlış tercihlerden ibaretti ve Derya kendine göre doğru bir tercih yapmıştı. Buna rağmen, yıllarca kendisine aşık olan Cengiz'i yitirmek üzmüştü onu. Kendisine kızsa da, böyle hissediyordu.

Nihayet, Cengiz'i yitirişinin portresi gözlerinin önünde canlanmaktaydı. Yüzüklerin takılışının ardından, halaylar, oyun havaları başladı. Zamanla Derya' nın midesine buraya gelmeden önce saplanmaya başlayan kramplar, boğazına doğru çıkmaya başladı. Bu manzaraya katlanmaya çalışmanın bu kadar acı vereceğini asla tahmin edemezdi. Ama acıydı... Nefes alamadığını, boğulduğunu hissediyordu. Arkadaşına oyun havalarında zoraki eşlik etmeye, zoraki gülümsemeye devam edemezdi artık. "Buradan gitmeyiyim, yoksa boğulacağım." Ağır adımlarla arkadaşına doğru ilerledi ve kulağına eğildi. Eve erken gitmesi gerektiğini bahane ederek, arkadaşının ısrarlı "gitme" demelerine rağmen, vedalaşmak için tanıdıklarına yöneldi. En son Sibel ile Cengiz'in masasına ilerledi. "Ömür boyu mutluluklar dilerim" temennisiyle her ikisine de sarıldı, vedalaştı. Cengiz ile göz göze geldiklerinde, hala eski bakışlarının değişmediğini gördü yada öyle görmek istedi... Arkasını döndü ve kendisine kilometrelerce uzunlukta bir köprü kadar uzun gelen çıkış kapısına yöneldi. Kapıda rastladığı Meral' in babası ısrarla eve götürmeyi teklif etti. Meral'e, başka bir arkadaşına daha önceden sözü olduğunu bahane ederek veda etmişti. Bu durumda eve bırakılmayı kabul edemezdi. Teşekkür ederek, aynı yalanı söyleyip Celal Bey' in yanından ayrıldı. İkinci katta bulunan bu düğün salonundan bir an önce kendini dışarı atmak için merdivenleri koşarcasına indi.

Dışarı çıktığında gecenin verdiği soğuk esinti yüzünü okşadı… Biraz olsun nefes almasını sağladı. Ana caddeye vardığında beklemekte olan bir minibüse bindi… En arka koltuğa yerleşti. Caddenin titrek ışıklarına takılmış seyrederken geceyi; eskilerden, Türkan Şoray filmlerinden bir melodi takıldı diline...

Sevmek korkulu rüya, Yalnızlık büyük acı, Hangi kapıyı çalsam, Kalbimde buruk acı.....

İçinden şarkıyı mırıldanırken, bindiği minibüs karanlık İstanbul sokaklarında, Derya'yı yarına götürecek gecenin koynunda gözden kayboldu.

Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
              10 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Hacivat ve Karagöz Kahve Molası'nda

- Efendim ..! Demem o demek değil ..! Bu bendenize, bu hakir duacınıza, şöyle elfazı düzgün, yüzü gözü özgün, sözü sohbeti tatlı bir adem, geliverse şu dost meydane...
( Birazdan gelecek hemde elinde kalınca bir merdane ..! )
- Ahhh ..! Hele bir de Arabi bilse, Farisi bilse, biraz musikiye aşina olsa, o söylese bendeniz dinlese, bendeniz söylesem o dinlese ..!
( O merdane ile yediğin kötekten yer gök inlese ..! )
- Oturan zevkperveran-ı kiram da sefayab olsa ! Mevlam, bu gece işimizi rasgetire ..!
( Birazdan pataklayacam seni şöyle evire çevire ..! )
- Yar, bana bir eğlence... Amaaaan bana bir eğlence ..!

.... Pata da küte de ve hatta çatada çutada ....

- Ahhhh ! Karagöz'üm neden vuruyorsun başıma ?
Rahat vermedin durdun deminden beri aşıma ..! Kolla kendini şimdi denk getirecem sol kaşına ..!
- Yahu dur, üç-beş kelam edelim...
Haci Cavcav, lafı boş ver, hadi kalk Kahve Molası'na gidelim...
- Kahve'yi bilirim Yemen'den, Mola'yı da bilirim çemenden, lakin nereden çıktı bu Kahve Molası ..?
Yuff sana Haci Cavcav ukalası, nasıl bilmezsin ? Üstelik neşriyatın en alası ..! Editör'ü bile varmış anladımsa babası.. Bir de sürüyle tebaası.. Enişte'si varmış da galiba yokmuş hala Hala'sı ..!
- Nerede satılırmış bu neşriyat ?
Akçesizmiş.. Gezerken gezerken pat diye rastlanırmış Hacivat..!
- Haaa, şimdi anladım Karagöz'üm, ona internet diyeceksin...
Tepemi attırma şimdi kafana merdaneyi yiyeceksin ..!
- Karagöz'üm gitmemize gerek yok, gel yamacıma hele, bak şu ekrana, onların dünyası sanal nasılsa ..!
Eee be Haci Cavcav, bu sanal dediğin nasıl bir fasılsa..
- Bak ne güzel yapmışlar sayfasını, fincanları bile var...
Ben anlamam fincandan, mani var mı mani ?
- Var var... Yorum... Olmadı Forum... Karagöz'üm seni de abone yapıyorum...
Yaz benden de bir mani öyleyse Haci Cavcav'ım...

Ramazan gelmiş hoş gelmiş,
Baklava tepsisi boş gelmiş,
Sonbahar geldi de gidiyor,
Ne çabuk kış gelmiş...

- 10 puan verdim Karagöz'üm öyleyse sana..
Ne puanı ? Anladımsa olayım Arap ..!
- Sen olma Arap, onların sadece Arap'ı olsa iyi, bak daha bir sürü Baldız varmış ..!
Say bakalım kimler varmış, kimler yokmuş ?
- Oooo, kimler yok ki ..! Şekernaz'lardan başla Binnaz'lara uğra, Salkım İnci'lerden Hürmüz'lere, Suzidil'lerden tut Sivri Dilli'lere, Şetaret'lerden Letafet'lere, hele hele Dürdane'ler etrafında olacaklar pervane...
Sen kaşındın Haci Cavcav yine geliyor merdane ..!

- Karagöz'üm yıktın perdeyi eyledin viran, toparlan da gidelim heman ..! Bir plak koy fonda çalsın, gönüller neşelensin keyf alsın..
Tamam Haci Cavcav, al sana Hafız Post'dan bir Rast Yörük Semai...

Gelse o şuh meclise naz-ü tegafül eylese,
Reng-i hicab-ı arızı meclisi gül gül eylese,
T'an ger-i riyaz-ı huld olur idi vücuh ile,
Aşık-ı zarı güleşn-i vaslına bülbül eylese...

- Şimdi de hep birlikte söyleyelim Karagöz'üm :

Ramazana uygun olsun dedik sözlerimiz affola, hepinize bol Kahve, keyifli bir Mola...

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              10 Kahveci oy vermiş.
24 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı


 

Ebru Kargın

 Aklıma Estiği Gibi : Ebru Kargın


  RAKKASEDEN BERİYE...

Kuşlar uçuyor gönlünden...
Kuşlar göçüyor...

Ve yine dünya dönüyor,
Hiçbir şey olmamış gibi pervasız ve alaycı, dönüyor gözlerim önünde...
Nasıl bilmezden geliyor, nasıl alay ediyor benimle.
Halbuki neler oldu az önce...

Kuşlar uçtu gönlünden,
Kuşlar göçtü, gizlice, daha sıcak iklimlerin gönlüne...

Ama dünya diyorlar ya işte, rakkase,
Hiçbir şey olmamış gibi taptaze...

Nasıl benimmiş gibi duruyor oysa...
Unutuyorum hep,
Benim etrafımda dönmüyor ki sadece,
Unutuyorum akılsızlık...
Beceremiyorum bir türlü, adam gibi bakamıyorum dansöze...

Adam olmayacağım ben, hiçbir şeyi anlamıyorum...

Kuşlar havalandı ya az önce gönlünden,
Baktı ya gözleri uzaklara,
Gitmek istiyor özgürlüğe,
Daha sıcak iklimlerin gönlüne, konmak istiyor...

Vedalaşmak gerek...
Kolaymış gibi vedalaşmak...
Kocaman gibi durmak gerek,
" Koyver uçsunlar diledikleri gibi sevdiğim " demek gerek...
Ve bu kadar da anlamış olmak gerek...

" Koyver sevdiğim, koyver uçsunlar diledikleri gibi..."

Ben ne dediğimi biliyorum.
Ama asla anlamıyorum...

" Sen bana bakma, rast gele gönül, rast gele..."

Sanki gözlerimi kapatmışım karanlıkta,
O küçücük aralıktan sızıyor gibi şimdi her şey...
Az bir ses, az bir ışık ve az bir dünya,
Ağlamamaya verilen yemin için taş kesmiş akıl, beden.
Sıcak mı soğuk mu bilinmeyen bir hissizlik...
Her tür teorinin her bir satır arasında tek tek yok olduğu bir acizlik, yazıyorken bile.

Sahiden de hissizlik gerek...
Ne söylenmesi gerektiğini bilmemek için hissizlik...
Bu aptalca suskunluk için, derin bir hissizlik...

Kuşlar havalandı ya gönlünden, özgürlük diye,
Uçtu ya gözlerim önünde ardına bile bakmadan,
İşte tüm bunlar ondan...
Gördüm bunları, gördüğümle kalmadım,
Anladım, anladığımla da kalamadım, yandım,
Adam akıllı yandım,
Annemin dediği gibi, çıra gibi...

Tüm suskunluğum işte bu demek.
Boş vermeyi, kabullenmeyi öğrenmem gerek.
Ve dönsün rakkase gene dilediği gibi; kızmadan, yürekten alkışlamam gerek.
Tüm bunlar için de koca bir zaman gerek...

Koyver sevdiğim, koyver uçsunlar diledikleri gibi,
Boş ver bırak kendini zamanın koynuna, gönül dediğinin başına buyrukluğuna,.
Delikanlı aşklara...
Sen bana bakma, başımın üstünde yerin var demiyorsam da hiç takma...
Yalansız kalmalıyım rakkaseden beriye,
Yalansız durmalıyım önünde...

" Hep güzel, hep çiçek..."

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              8 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak karşı kıyının güzel seslerinden Natalia'nın "Ola Talla" albümünü, ardından İspanya'nın sınır tanımaz yönetmeni Almodovar'ın son filmi "Kötü Eğitim"i ve son olarak başarılı gazeteci Gökmen Karadağ'ın 32. Gün'ü mercek altına aldığı "Fay Hattında 15 Yılı" paylaşacağım.

OLA TALLA / NATALIA :

Türkiye'de bir Yunan sanatçının tanınmasının en kolay yolu önceden bu ülkede çok sevilmiş bir şarkıyı kendi diline çevirerek ya da iki dilde birden okumasıdır. Bu yöntem her zaman ve her yerde başarılı olur. Bu taktiği uygulayanlardan biri de Natalia. Ve bu güzel şarkıcı bizlere ilk Yunan sözlü Türk prodüksiyonlu albümü "Ola Talla" ile sesleniyor.

Natalia bize çok da yabancı bir isim de değil aslında. Türkiye daha çok onu Mustafa Sandal ile yaptığı düetler ile tanıdı. Her ne kadar "Aşka Yürek Gerek" gibi orjinaline kıyasla başarısız aranje çalışmalar yaptıysa da son albümü ile Natalia'nın istediği popülariteyi yakalayacağı kesin.

Yunanca'ya aranje edilmiş Türk şarkısı seçimi ise oldukça başarılı güzel sanatçının. "Kouragio Gi'agapi" yani bir zamanlar Gülay Sezer'den dinlediğimiz "Cesaretin Var mı Aşka?".

Her ne kadar şu anda "Ola Talla"yı çıkış parçası olarak seçmiş, Ayasofya ile Beyoğlu temalı bir klip çekmiş olsa da genç sanatçının yakın zamanda "Kouragio Gi'agapi"yi ön plana çekeceği belli.

Albümün öne çıkan parçaları, çıkış parçası olan "Ola Talla", "Kouragio Gi'agapi" ve "The Melanholiso".

"Ola Talla" Türk prodüksiyonlu bir albüm olduğundan diğer Grek albümlerinin aksine Türk albümleriyle aynı fiyata satılıyor.

5 Yunanca 1 İngilizce sözlü parçanın bulunduğu albümde üç tane de remix çalışması bulunuyor. Albümde yer alan remixleri çok da başarılı bulmasam da "Ola Talla" kaliteli bir Yunan pop çalışması.

KÖTÜ EĞİTİM / BAD EDUCATION :

Sanat, dogmaları, yerleşik düşünceleri, eleştirebilmenin en keyifli, en özgür ortamıdır. Bu yolla insan herşeyi, hayatın bütün tabularını zorlayabilir zayıf ya da yetersiz gördüğü bütün yönlerini kendince eleştirebilir. Bu sınırsız özgürlük alanını tanıyan tek yerdir sanat. Sinema da hem görsel hem sessel olarak bir alan olduğundan özgürlüğün en açık vurgulandığı yerdir bir bakıma. "Kötü Eğitim" inançlarına sıkı sıkıya bağlı koyu Katolik İspanya'nın özgür yönetmeni Almodovar'ın son eseri… Film, senaryosunun yanı sıra 60'ların tutucu İspanyası'nın 80'lerde liberalleşmesine kadar geçen döneme ışık tutuşuyla da öne çıkıyor.

1980'lerin Madrid'inde, Enrique Goded, genç yaşına rağmen üç film yönetmiş başarılı bir yönetmendir. Dördüncü filmi için senaryo aramaktadır ancak bir türlü bulamamaktadır. Bir gün gazetede ilginç bir haber bulur. Tayvan'da bir kadın hayvanat bahçesinde timsahların havuzuna atlamış, timsahlar ona saldırdığında ses bile çıkarmamış, hatta bir tanesine sarılmıştır. Bu haber genç yönetmenin ilgisini çekmiştir. Bu sırada kapı çalınır. Kapıdaki sakallı yakışıklı adam kendisinin eski okul arkadaşı Ignacio Rodríguez olduğunu iddia etmektedir. Enrique, Ignacio'yu 16 yıldan beri görmemesine rağmen arkadaşını çok iyi hatırlıyordur fakat karşısındaki bu adam hiç de ona benzememektedir. Enrique bilmeden dördüncü filminin senaryosunu bulmaya yaklaşmıştır. Ignacio kendi yazdığı bir kısa hikayeyi getirmiştir. Konusu, ikisinin okul yılları ile ilgilidir.

Okul günlerinde yaşadıkları sıkıntılar, üzerlerindeki baskılar, taciz ve daha pek çok şey vardır senaryoda. Bir önemli konu daha vardır. İki çocuğun sinema ile tanışmaları. Bu ikisinin de okul yıllarına rastlamaktadır.

Ignacio'nun hikayesinde üç karakterin değişimi vardır. Enrique şehir dışında yaşayan asabi bir aile babası haline gelmiş, Peder Manola okulu bırakmış, Ignacio ise Zahara olmuştur. Zahara, Sara Montiel (60'lar ve 70'lerin ikonu Mae West benzeri bir eşcinsel idolü) taklidi yapan, uyuşturucu batağına düşmüş bir transseksüeldir. Hikaye, Zahara'nın bakış açısından yorumlanmakta ve üçünün bir araya gelmesi trajik bir şekilde anlatılmaktadır.

Enrique hikayenin özellikle ilk bölümünden son derece etkilenmiştir. Çocuklukları, Ignacio ile yaşadığı aşkı, Peder Manolo'nun Enrique'yi Ignacio'nun aşkı için rekabet etmemek için okuldan uzaklaştırması ilgisini çekmiştir genç yönetmenin. Enrique, hikayenin ikinci bölümünü de, Zahara'nın okuduğu okulu ziyaret edişini de beğenmiştir. Bunun üzerine senaryoyu filme dönüştürmeye karar verir. Sahne adı Angel Andrade olan Ignacio'ya söylediğinde hiç ummadığı bir istekle karşılaşır. Ignacio, başrolü kendisine istemektedir. Enrique bunu kabul etmez ve aralarında bir tartışma çıkar.

Enrique tartışmanın üzerinden günler geçmesine karşın senaryoyu aklından çıkaramamaktadır. Bunun üstüne karakterler hakkında bir araştırma yapmaya karar verir ve beklemediği bir gerçek ile yüzleşir. Gerçek Ignacio üç yıl önce ölmüştür. Ölmeden önce de bu senaryoyu kaleme almıştır. O zaman kapısına gelen bu adam kimdir ve gerçek Ignacio ile nasıl bir bağı vardır? Ignacio görünümündeki Angel, birkaç gün sonra Enrique'i ziyaret eder. Genç adam ondan özür dilemekte ve senaryoyu verirken hiçbir koşul öne sürmeyeceğini söyler. Enrique, ölen arkadaşı hakkında daha çok bilgi alabilmek için Angel'a bulduğu gerçek ile ilgili hiçbir şeyi söylememeye karar verir ve filminin seçmelerine çağırırarak ona Ignacio'nun sevgilisi rolünü verir.

Aradan aylar geçer. Enrique çekimlere başlamasına karşın arkadaşının ölümüne dair hiçbir şey öğrenememiştir. Ancak çekimlerin son günü geçmişten gelen bir adamla karşılaşacak ve bütün gerçekleri öğrenecektir. Kendini gazetedeki timsaha sarılan kadın gibi hissedecektir.

"Kötü Eğitim" bir "film noir" her yönüyle. Fransızca "noir" siyah anlamına geliyor. Yani "kara film" demek. Bu tür filmlerin özelliği, içerdikleri karanlık detaylar, felaket ve ölüm anlatımı.

Gerçekte "film noir"ların vazgeçilmez idolleri, Fransız sinema dilinde izlemeye alışkın olduğumuz "femme fatale"ler. İçlerinde yalan ve ölümcül unsurlar barındırdığından daha çok kadın figürüyle betimlenen bu figür, tarzın önemli unsurlarından. "Femme fatale" erkekleri baştan çıkartma gücünün farkında olan, kolay kolay acı çekmeyen bilakis çektiren, vicdanına kulak asmayan, cinselliği bir zevk değil acı kaynağı olarak gören bir figür. Ancak bu filmde "femme fatale" bir kadın değil bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor.

Almodovar'ın filminde üç hikaye birden var aslında. Biri "gerçek" hikaye, diğeri Ignacio tarafından anlatılan hikaye ve sonuncusu Enrique'in anlatımındaki hikaye.

Büyük usta Almodovar'ın anlatımından çoklu bir hikaye dinlemek istiyorsanız "Kötü Eğitim" tam size göre.

FAY HATTINDA 15 YIL (TV HABER PROGRAMCILIĞI VE BİR ÖRNEK : 32. GÜN) / GÖKMEN H. KARADAĞ :

Bazı televizyon programları vardır dönemini öylesine ifade eder öylesine yansıtır ki özdeşleşmeye başlar ve o dönem anıldığında o programdan, o program anıldığında ise o dönemden bahsetmek gerekir. Bu onların tarihe bıraktıkları izlerdir. İşte 32. Gün de Türkiye'de bunu başaran ender programlardandır, belki de tek programdır. Ele aldığı tabu konularıyla devleti karşısına alma cesaretini gösteren, bu nedenle de devletçi bir kesimin tepkisini çeken bu program, Türk haber programcılığı açısından büyük öneme sahiptir.

Dünyaca ünlü pek çok isimle röportaj yapan ve hala içinde haber aşkını yaşatan, ülkemizin sahip olduğu ender habercilerden Mehmet Ali Birand'ın sunduğu 32. Gün, Türkiye'nin zor yıllarına, Güneydoğu'nun kaynadığı bir döneme ayna tutmuş, bu bölgeyi ilk defa ele alarak farklılaşan program haline gelmişti. Yeri geldiğinde DEP milletvekilleriyle röportaj yapmış ve pek çok kesimden ağır ithamlara maruz kalmıştı.

Terörist hareketlerin, sıcak çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde susmayarak, devletin ve halkın şakşakçısı olmayarak bağımsız ve uluslar üstü habercilik kurallarına göre hareket eden bu nedenle de günümüzde halen bir kült olma özelliğini koruyan 32. Gün programını ele alıyor deneyimli televizyoncu Gökmen H. Karadağ. Hazırladığı programlar ile kaliteli çizgisini her dönem hissettiren Karadağ, "Fay Hattında 15 Yıl" kitabı ile ilk olarak televizyon haber programının nasıl olması gerektiğinin sınırlarını çiziyor ardından başlıyor 32. Gün'ü mercek altına almaya.

Karadağ'ın kitabında Ali Kırca, "32. Gün halkın anlayacağı bir program olma hedefiyle çıkmadı. Tam tersine bu program elit için yapıldı. Ama elit için yapılan programı halk anladı ve programcılar halkın elit için yapılan programı anlayabileceğini anladı. "32. Gün" bunun hikayesidir." diye tanımlıyor bu programı.

Gökmen H. Karadağ'ın uzun araştırmaları sonucu ortaya çıkan "Fay Hattında 15 Yıl" sadece iletişim öğrencilerinin değil, yakın siyasi tarihi merak eden herkesin keyif alarak okuyacağı, kitaplığınızda mutlaka olması gereken bir eser.

http://www.kmarsiv.com/cafe.asp

serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,718,718,718,718,718,718,718,718,71
              7 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi (http://www.sbilgi.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.361 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İŞTE BUNU ANLATMAK ÇOK ZORDUR

Bana bakan gri gökyüzü
Sen ki daha doğmamışsın
Doğmak hani kucağa gelmektir
Yoksa ışıksız bıraktığın apartman dairelerine girdim
- köhne -

Tizdi gayda
O insanlar ki çok direndiler
Ama eksik bir şey vardı gövdelerinde
Güneşsizlik buhranı demiştim
Galiba keşfedemedim
Ben dahil değildim hayatlarına

Eksik bir şey vardı gövdelerinde
Ama gökyüzü
Sen, sen delirttin beni
Kucağıma gelmeden

Bir gelsen afet mi!
Bakma, afet, kıyamet, gelir, gider
-korkma -

Ama gaydalı gri gökyüzü
Pek nasip değildir
Biz büzülmüş dünya çehrelerine
Dahil olmadığım hayatlarına
Bunu anlatmak pek zordur.

Sancı bağırtır ya,
Acı yaratır ya sonsuz bağlılığı
ya aşk, ya nefret tezahüründe
Ne zaman doğurmuştum seni
Yok işte, yok, zavallı belleğimde

Sen ki daha doğmamışsın.

Sedef Özkan


Not: Sevgili Sedef Özkan 24 Ekim Pazar günü 14:00-16:00 saatleri arasında TÜYAP Kitap Fuarı ( Beylikdüzü ) Toroslu Kitaplığı Standında (4.salon 511A) ninnikâbusninni isimli öykü kitabını imzalıyor. Sevenlerine duyurulur.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Nerede lazım olacağı belli olur mu meretin!..

Yukarı

 

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Türkiyenin bir çok ilinde alo polis 155 ve alo trafik 154 ihbar işlemini internet üzerinden, hem de online olarak yapabileceğinizi biliyormuydunuz. Öğrenmek için ekte verdiğim http://www.egm.gov.tr/onlineihbar.asp kısayolunu tıklayıp Emniyet Genel Müdürlüğünün web sayfasına şöyle bir göz atmanız yeterlidir. Ayrıca ana sayfaya giriş yaparak online olarak yapabileceğiniz bir çok işlemi de öğrenebilirsiniz.

Linux kullanıcıları için hazırlanmış mutlu penguen oyun arşiv sitesi. http://happypenguin.org/ Linux kullanan veya kullanmaya niyetli olanlara duyurulur.

Bilgisayarınıza birazcık oyun indirmek isteyenler için güzel ve ayrıntılı bir kaynak http://www.veya.net/indir/listele.php?kategori=5 Tamamen Türkçe olması işinizi iyice kolaylaştırıyor. Oyun açıklamalarını dikkatlice okuyup, hoşunuza giden bir tanesini seçebilirsiniz.

Size vereceğim bu kısayol gerçekten çok ilginç bir bölgeyi anlatıyor. Yorum yazmak yerine, tamamen sizin yorumlarınıza bırakmayı tercih ediyorum. http://www.tropicalisland.de/travel_south_africa_garden_route.html ...Heavily promoted and heavily scented, the Garden Route runs along a beautiful bit of coastline in southern Western Cape, from Still Bay in the west to just beyond Plettenberg Bay in the east. The narrow coastal plain is well forested and is mostly bordered by extensive lagoons which run behind a barrier of sand dunes and superb white beaches...

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Avant Browser 10.029 [1.10 MB] W98/2k/XP FREE
http://www.qwerks.com/download/5337/absetup.exe
Alternatif tarayıcılardan en iyisi. En son sürümü. Çoklu sayfayı aynı anda tek bir program içinden açabildiğiniz, size oldukça etkin kullanım yöntemleri sunan bir tarayıcı. Internet Explorer alışkanlığınıza yeni boyutlar eklemek istiyorsanız deneyin. Türkçe versiyonu var. Yükleme otomatik olarak işletim sisteminizin diline göre yapılıyor. Herkese tavsiye edilir.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20041022.asp
ISSN: 1303-8923
22 Ekim 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com